Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA
+
CUMHURİYET 12 OCAK 2002 CUMARTESİ
ARAŞT1RMA
Son olarak Mekke'deki Ecyad Kalesi'ni yıkan Suudiler Osmanlı mirasını 'bilerek' yok ediyor
ŞeriattarihtenkorkuyorOKTAYEKtNCİ
Suudi Arabistan Kralı Fahd bin Abdüla-
riz'in 25 Aralık 2001 taıihli fermanıyla yı-
kılan Mekke'deki Osmanlı mirası Ecyad Ka-
lesi arazisinde "gökdeJen otel" yükselecek...
Böylece Islamın kutsal "Bülbül Dağı" silü-
sti aynı Islam tarihinin bir anıt eseriyle de-
Şil, "Baü kültürünün" turizm ticaretiyle şe-
killenecek...
Kimbilir belki de bu "Osmanh düşmanh-
*uun" çok yıldızlı otelinde, Türkıye'deki si-
/asetlerini "Osmanh'ya öykünme'' üzerine
ruran "bizdekr şeriatçılar da "hac turizmi-
ain" müşterileri olarak kalacaklar...
Peki o kutsal konaklamadan sonra bu kez
de "naaw
olarak yurda döndüklerinde, tari-
hi Osmanlı camilerimizde acaba hangı yüz-
Je namaz kıhp, hangi içtenlikle o hayran ol-
duklan padişahlann ve sultanlann ruhlan
için dua edecekler?..
Slnan'a blle savoısızlar
Aslında Ecyad Kalesi'ni yok eden bu Su-
udi siyasetine yıllardır "susarak" da destek
verenlerin, örneğin Mimar Sinan' ın bile adı-
ru anmaya haklan olmasa gerek...
Çünkü, Suudi şeriatçılannın geleneksel
Osmanlı düşrnanlıklannda yakın geçmişin ilk
önemli gırişimi. yine Mekke'deki Harem-i Şe-
rif in ünlü "Revak" bölümünü yıkmaya yö-
nelikti...
Koca Sinan'ın Arabistan'a bir armağanı
olan bu revaklann kaldınlma gerekçesi ise
Kâbe etrafinda toplanarak dönen hacılara
daha geniş yer açmaktan ıbaretti...
1992'de bu kültür katliamının haberi alı-
nır alınmaz Mimarlar Odası 'nın, Kültür Ba-
kanlığımızın ve Dışişleri Bakanlığımızın
Ankara'daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği
ve Riyad Büyükelçiliğimiz aracıhğıyla yap-
tıklan girişünlere de "sessiz ve çekingen ka-
lan" tek kesim, yine bizdeki şeriatçı takım
değil miydi?..
O kadar ki aynı olayda dönemin Vakıf-
lar'dan sorumlu "muhafazakâr" siyasetçile-
ri bile "resmigörevfcrini" unutarak tarhşma-
ları "uzaktan" izlemekle yetindiler...
Kosova'da onarım' oyunları
Suudilerin aynı tutumlannı "Arabistan db-
şmda" da ellenne firsat geçtikçe sürdürdük-
lerinin en çarpıcı kanıtı ise Kosova'da üstlen-
dikleri "restorasyon yardnm" ile yine Osman-
lı yapılannı ve hatta mezarlıklannı sözde
a
onanm"(!) adına ortadan kaldırmaya baş-
lamalan...
Savaşta hasar gören Islam kültürüne ait
mimarlık mirasınm kurtanlması programı-
na "destek"(!) vermek için onanm işlerini
yüklenen Suudi ekipler, 2000 yılında önce
Piriştina'da bulunan "Dört Lük Camis''ni
buldozerle yıktılar...
Kosova îslam Birliği'nin umursamaz tav-
nndan da yüz bularak ardından "Ramazan
Çavuş Camisi''ne el atan Suudi "restoratör-
ter"(!), Osmanlı mimarisinin yok edildiği
ve yerine kendilerini yansıtan "Arabistan
tarzT bir başka caminin yükseldiği kültür ci-
nayetiyle Birleşmiş Milletler ve NATO tem-
silcilerinin bile tepkilerini çektiler...
Mezarlara put muamelesl
Bütün bu gelişmeleri Türkiye'ye ve dün-
ya kültür kunımlanna;"Suudüer, bir bakuna
Sırplarm etnik çetelerinden dahatehnkeübir
şeküde tarihi mirası tehdit ediyorlar_" uya-
nsıyla duyuran Piriştına Üniversitesi Mi-
marlık Fakültesi'nden Kosova Kültürel Mi-
ras Projesi Sözcüsü Andras Riedimayer'in
haykınşlanna da yine önce Mimarlar Oda-
Osmanh mirası Ecyad kalesini yıkan Suudiler, yerine otel dikecek.
sıkulakverdi..
Odayı temsilen Kosova'ya giden ITÜ öğ-
retim üyesi ve ICOMOS Türkiye Komitesi
Başkanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay'm ince-
leme raporu tüyler ürperticiydi... Suudiler,
Osmanlı mirası tarihi mezar taşiannı da "ls-
lamda put yoktur" diyerek kınp yok ediyor-
lardı...
Aynı gerekçeyle kimi Boşnak camilerin-
deki Osmanlı çini işlerini ve duvar süsleme-
lerini de "Islamda resim yofctur" söylemiy-
le kazımaya başlayan Suudilerin bu cinayet-
Çünkü kale yıkılmadan da tam 23000 m2
olan geniş arazisinin uygun bir yerinde "Bü-
bül Dağı OteH" yapılabilirdi. Üstelik, 350
yıldır bulunduğu tepeye tarihin silüetini ta-
şıyan bu "insanhk mirasma" da saygılı ve
uyumlu bir peyzaj bütünselliği içinde, hem
hacılara hem de kültüre karşı "çağdaşbir hü-
manizmayla" hizmet verilmiş olurdu...
Kortrtukları Anadolu'dur
Ne var ki bu "insanhk" bilincinin şeriat ka-
"
1 992'de, Mekke'deki Mimar Sinan'a ait revaklan
yıkma karan aldılar... - 2000'de Balkanlar'daki
camileri ve mezar taşiannı sözde "onanm yardımı
ile ortadan kaldırdılar... 2002 yılına da Osmanirnın
"Ecyad Kalesi" hatırasını silerek girdiler...
Taleban'ın Buda heykellerine saldırmasından farksız
olan bu tarih düşmanlığına sessiz kalanlar ise
'Batı'nın" kültür kummlan ile "bizdeki" şeriatçı-
dinci "milliyetçi"ler!..
"
leri, Istanbul Millervekili Bülent Akarca-
h'nm konuyla ilgili soru önergesini yanıtla-
yan Dışişleri Bakanı tsmail Cem taraftndan
da şöyle tanımlanmıştı: "Suudi Arabistan
bueserlere büyük maddi kaynak ayınhğıiçin
uygulamalan daetküryorveonanm bahane-
sryle Osmanh kültürünûn izleri sflinerek Su-
udi tarav^apüarinşaediliyon..'' (29.12.2000)
Işte bu sürecin 2002'ye girilirken duyulan
son kurbam, Mekke'deki Ecyad Kalesi için
de "hac turizmi projesi", aslında inanılma-
sı olanaksız bir "bahane"...
fasında filiz vermesi bile mümkün olmadı-
ğı gibi, çağdaşhğı ve hümanizmayı da aynı
kafalarda aramak boşuna...
Zaten Osmanlı'ya olan kültürel düşman-
lıklannın temelinde de aslında tarihteki "Ana-
dohı hümanizmasına" olan tutucu nefretle-
ri yatıyor.
Eğer binlerce yıllık o derin uygarlık biri-
kimlerinin Anadolu insanma kazandırdığı
ve Arabistan çöllerinde asla kavranamayan
emeğe ve yaratıcılığa saygılı "bflgefik" Os-
manh döneminde de sanata ve mımariye im-
za atmasaydı, ne o eşsiz mezar taşlan olur-
du, ne de zarif ve yalın camiler, çiniler ve in-
sanı yücelten ustalıktaki bezemeler....
Suudiler de işte kendilerinde olmayan bu
"Anadolu ayncahğmdan" adeta ıntıkam alır-
casına hemen her firsatta Osmanlı kültürü-
nûn tüm belgelerine saldınyorlar...
Anadolu aydınlanmasının tarihsel kaza-
nımlanyla "uygarlaşmak" yerine, dinsel
dogmalann "kul" kültürü içinde çağdışı ya-
şamayı yeğleyen; ve yurdun-insanlığın ge-
leceği yerine de sürekli "öbür dünyadakini-
meüeri" düşünerek dua ederken bile kendi
anadilleri yerine Arapçayı yeğleyen bizdeki
şeriatçılann ise bu "ihanete''tallannıoynat-
mamalan ibret verici değil mi?
Batr da aynı tutumda
Gelişmelerin ilginç bir görüntüsü de Su-
udiler karşısındakı bu "hoşgörünün", sade-
ce Türkiye'deki şeriatçılarda değil, yıllardır
bize "kültür mirasmı koruma" dersleri ve-
ren "Baühlar"da da egemen olması...
örneğin, Adriyatik kıyısındaki tarihi Dub-
rovnik kentine bomba yağdıran Sırp yöne-
ticilerini uluslararası mahkemede yargılata-
rak "insanhğa karşı suçlu" ilan edip cezalan-
dıran "Avrupa kültürü''temsilcilerinin, ay-
nı savaş coğrafyasındaki Kosova'da bomba-
lanan tarihe de sahip çıkmalan bir yana, bu
mirasın üzerine dozerleri süren Suudiler için
bir krnama mesajı bile yayımlamamalan şu-
nu gösteriyor:
Galiba onlar da şu bizdeki "Anadolu ay-
dınlanmasmdan her zaman ürken" şeriatçı-
larla birlikte, tarihe baktıkça asıl uygarlığın
"akhn ve yarabcıhğm beşiği olan" bu toprak-
lardan kök aldığını görmenin huzursuzlu-
ğuna kapılıyorlar.
Bir de "biz" işte bu herkesin kaygı duy-
duğu uygarhk kaynaklanmızın "değaini" ye-
terince bilebilsek?..
CUMARTESİ
YAZELARI
ATAOL BEHRAMOĞLU
T HpJ' Diişüncelep...
BSgesu'danbiryenıyıl "e-pos<a"sıaldım... Dtyorki: "Şu
halimizebak, sözde aynı şehirdeyaşıyoruz!Sanayollanan
bu kart-mektubun daha fazla bende kalmasını istemedim
ve bu yüzden elektronik postaya başvuruyorum." "Şiir ve
yazı dolu" yeni bir yıl dilekleriyte noktalanan kısa mesajına
bir not düşmüş:
"NaS'in Atao) Behramoğlu'na yazdığı kart-mektup:
Her sayfası, görüldü, drye damgalanan karbn üzerine,
çicekten biromurifiği arnmsatan bh- desen yapjştmlmtş,
beyaz çiçekler diklenerek bir yeşile brmanıyor." Bu
satırlan Nail Çavuş'un bana "Tekirdağ F Tıpi Hapishanesi
CBIok 7. Koridor88 No'lu Oda"dan "3 Kasım Cumartesi"
günü yazıp gönderemediği kart-mektubun içenği izliyor. Nafl
Çavuş mektubunu gönderemedi, çünkü artık
yaşamıyor...
• • •
F tiplerinden aldığım sayısız mektuplan yazanlar içinde
yaşamlannı yitirenteroldu. "Hayata Dönüş" operasyonlan
sırasında yaşamını yrtiren Berrin Bıçkıfar bunlardan biri.
Onunla hiç karşılaşrnadık. Ama bırkaç satırlık mektubuyla
istediği biroyuntekstini bulup gonderemedığimi anımsadikça
acı duyacağım. Bana yeşil mürekkeplı dolmakalemiyfe
mekuplar yazan Sema Türkdogan TÜYAP Kitap Fuan'ndaki
Cumhuriyet Kitaplan bölümünde ziyaretıme geldi. Dal gibi
boyuyla bir genç kız. Sağlığı ağır biçimde bozulmuştu.
Konuşma güçlüğü çekiyordu. Manisa Devtet Hastanesi'nin
bir bodrum koğuşunda, ölümün eşiğinde gördüğüm Leyla
AJp. Yeni nakledıldiği bir cezaevinde boncuklarla işlediği
yeni yıl armağanına bir çiçek kondurup "Umut ve sevgiher
zaman seninle olsun" sözcüklerini yine boncuklarla, özenle
işleyen Hülya... Nail Çavuş ise, ölüm orucunun 177.
gününde yazdığı mektubunda, bir gün karşılıkh birer
bardak demli Rizeçayi içebtlmenin umudunu iletiyor...
• • •
Nail Çavuş bana aacık srtemterde de bulunduğu 3
Kasım 2001 taıihli kart-mektubunu gönderemedi;
çünkü bu tarihten 3 gün sonra ölüm orucunun 181.
gününde yaşamdan aynldı... Buna inanmak çok güç,
çünkü mektubu oylesine berrak, aydınlık. Bana sitem
ederken de incitmemeye özen gösteriyor. Nail'in
tamamlanamadan ve gönderilemeden kalmış mektubunu
oda arkadaşı ve onun gibi o sırada "ölüm yolculuğu"nun
177. günündeki Ihsan Cibelek sürdürüyor. Ihsan'ın
mektubunda da aynı sitem yer alıyor. özetle, bir yazımda,
öterek değil "yaşayarak mücadele etmek"Xen sbz edişim
(o koşullardada incelikle, beni "kırmamaya" özen göster-
iterek) efeştiriliyor...
• • •
Yaşammdabelkihiçbrzaman 2000 y*nm son günterindeki
kıyımlardan bugünlere kadar geçen süreçteki kadar sıkıntı
ve çaresizlik duymadım... Öysa, elllerimizde çiçeklerle
Sagmalcılar Cezaevi'nin kapısına gittiğimiz gün her şeye
karşın nasıl da iyimser ve umutluyduk... Ne yazık ki bütün
bu süreçlerde kazanan, yaşam değil hep ölüm o(du... Bunu
bugün (perşembe) ziyaretine gittiğimiz Istanbul Barosu
Başkanı Yücel Sayman da bir düşünür bilgelığiyle dile
getiriyor. Sözleri, anımsayabildiğimce şöyle: "Mki taraf da
yaşamdan sözediyor. Olüm orucundakiler 'yaşam için
ölüyoruz' derken karşı taraf 'hayata dönüş' demekte...
Oysa elle tutulurcasına somut olan şey, ölüm... Yaşam
sanki ölümün simgesine dönüşüyor..."
• • •
Birkaç gün önceye, turistik otele dönüştürülmüş eski
Sultanahmet Cezaevi'ndeki toplantıya dönüyorum... Yücel
Saymarı beyazperdeye yansıtılmış krokı üzerinde 4 büyük
bafonun "3 kapı - 3 kilit" önerisinı biz gazeteci ve yazarlara
açıklıyor... Onu izlerken, bu ülkenin hukukçuları, yazarları,
aydınları olarak, içine düşürüldüğümüz durumu
düşüniiyprum. Ülkenin en büyük barosunun başkanı, çok
değerii birhukukçu, birhapishanenın iç mekânı konusunda
uzmanlaşmakzorunda kalmış... Biz izleyicıler de bir mimarlık
dersi izlercesine uzmanlaştığımızı hissediyoruz... Ama bu
konuda güçlük çektiğımız soylenemez. Çünkü toplantıdaki
bir başka baro başkanı arkadaşımızın söytediği gibi, toplantıya
katılan bütün bu yazar, aydın ve gazetecilerden çoğu, belki
hiçbiri hapıshane gerçeğine yabancı değil...
• • •
Yazıma neden "F Tıpi Oûşünceler..." başlığını koydum?
Çünkü dışarda da olsak "F 77p/"ne tık/lmış olduğumuzu ve
çemberin giderek daraldığını hissediyorum... F tipi cezaev-
lerine, tecrit'eve kendi gibi düşünmeyenteri yalnızlaştırarak,
baskıyla ve yıldırmayla ya kendi gibi düşünmeye ya yok
etmeye kararlı bir anlayışa karşı mücadelenin, Ftipi cezaev-
lerine karşı mücadeleden çok öte bir demokrasi ve
özgürleşmek mücadelesi olduğunu giderek daha iyi
anlıyorum... Bu mücadelenin tek yolu, "ölüm orucu" gibi,
benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi çok güç, destek-
lenmesi olanaksız bir yöntem midir? Buna kişisel olarak,
dışardan karar veremeyiz. En baştan söylediğim ve birçok
yazann, gazetecinin, aydının, sanatçının söyledıği gibi,
burada belirleyici olan hükümetin atacağı adımdır...
• • •
Amacım duygusal ya da öfkeli bir yazı yazmak değildi.
Bunca ölümden, acıdan sonra ikisi de anlamlı olmazdı...
ölümün anlamsızlaştığı, "yaşamın ölümün simgesi"r\e
dönüştüğü, böylesine bir "paradoks"un, tersyüz oluşun
yaşandığı bir ortamda çünkü her şey anlamsızlaşır... /^na
bir gün yaşadığımız bu günlenn de siyasal ve ahlaksal tarihi
yazıldığında orada herkes kaçınılmaz olarak gerçek yerini
alacak. Bugünün "güç/ü"lerıne belki bir tek bunu
anımsatabilirim...
e-posta: ataolb@cumhuriyet.com.tr
Fax:0216-5138595
Bir Demokrasi(!) Belgesinin Düşündürdükleri (2)
Prof.Dr.NurSEKTER
tÜ.Rektör Yardımcısı
Seçimlerin hukukun belirlediği
esaslara göre yapıldığı ve seçmen-
lere birden çok aday arasında seç-
me hakkının tanındığı, seçimlere
hiçbir hilenin kanşmadığı koşul-
larda seçim sonuçlannın meşruiye-
tinden kuşku duymak, demokrasi-
ye yapüacak en büyük saygısızlık-
tır.
Aynı ilkeler kuşkusuz üniversite
rektörlük seçimleri için de geçerli-
dir. Yükseköğretim Yasası ve ona
bağh yönetmelik, seçimlerin han-
gi esaslara göre yapılacağını açık-
lamış, 6 rektör adayını oylan ile be-
lirleme yetkisini öğretim üyelerine
bırakmışhr.
Seçim sonucundan duyulan hoş-
nutluk ya da hoşnutsuzlıık, kişisel
tercihlere bağh bir durumdur. Seç-
men, desteklediği adayın kazanma-
sına sevinir, yenilgisinden ise el-
bette üzüntü duyar. Ancak yanhş
ve kaygı v«riciolaa, kişisel tercihk-
rin biliınsel doğnılan gölgelemesa,
hukukun kişiscUeştirilmesidir.
Beş anayasa hukukçusu tarafın-
dan 19 Aralık 2001 günü kamu-
oyıma açıklanan ve demokrasiyi en
iyi değerlendirebilecek bir hukuk-
çu olan Sayın Cumhurbaşkanı'nı
etkilemek amacı taşıyan basın du-
yurusu, demokrasiyi ciddi anlam-
da tartışma konusu yapan bir içe-
rik taşımaktadır.
Beş anayasa hukukçusu profe-
sör, "Otoriterrejimlerdedeperiyo-
dik arahklaıia seçimler yapıhr ve
eski yöneticiler neredevse ittifaka
yakın oyiar alarak yönetimi sürdü-
rür" ifadesi ile Sayın Cumhurbaş-
kanı'na "$ekndeğfl, gerçek demok-
rasni ölçü afanasmı" önermişlerdir.
Söz konusu duyuruya imza atan-
lann öncelikle cevaplandırmalan
gereken soru, seçimlerin hangi oto-
riter rejimde yapıldığı olmalıdır.
Seçimler laik, demokratik, sosyal
hukuk devleti olan Türkiye Cum-
huriyeti'nin bir üniversitesinde,
Yükseköğretim Yasası'na uygun
olarak yapılmamış mıdır? tstanbul
Üniversitesi, Türkiye Cumhuriye-
ti içinde bir "kurtarümış böige mi-
dir" ki otoriter rejimlerden söz edi-
lebilmektedir.
Prof. Dr. Zafer Üskül, 5.1.2002
tarihli Radikal gazetesinde, demok-
rasinin sadece şekille yetinemeye-
ceğini, gerçek demokrasiden söz
edebilmek için seçimin belirli bir or-
tamda gerçekleşmesinin zorunlu-
luğunu şöyle anlatmaktadır:
"Liberal demokrasi çoğunhığun
iradesinin ortaya çıkması için seçi-
mi öngörür™ Ancak kendi geBşim
süresi içinde, Mberal demokrasi an-
lavışı, sahseçimin yapdmasnia, seç-
meninbefliarahklarlamıınukulan-
masıyla \etinmez. Seçimin, belirli
bir "ortamf gerektirdiğini ileri sü-
rer. Seçim, çoğukuluğu gerektirir.
Seçmen,seçim sırasuıda aralarmda
seçim>-apabi)eceği farkb görüşlere,
farkh programlara sahip adaylar.
partfler bulabUmefi. Farkb görüşle-
rin ortaya konulabümesi, düşünce-
nin ifadesi, yay'guılaşünlması, pro-
paganda ve örgütJenme özgürlük-
lerinin güvçnce altmaahnmasını ge-
rektirir.
Bu da yetmez, ada>1ann/partile-
rin modern iletişim olanaklanndan
özgürce ve eşit ölçüde yaraıiannıa-
lannı gerektirir.» Adaylann, parti-
lerin iktidarda isder. kamusal kay-
naklardan haksız yarar elde etme-
lerinin, seçim harcamalarmın, üeti-
şim olanaklanndan eşit yararian-
malannın denetimi zornnhıhığu do-
ğar."
Sayın Üskül'ün seçimin gerçek-
leşeceği ortamla ilgili görüşlerine
katılmamak olası değil. Ancak an-
laşıhnası zor olan yukandaki satır-
larda sıraladığı koşullann Istanbul
Üniversitesi rektörlük seçimlerin-
de geçerli olmadığı iddiası ile söz
konusu duyurunun altına imza at-
mış ohnasıdır.
Kendisi Istanbul Üniversitesi öğ-
retim üyesi ohnadığı için seçim ön-
cesi oluşan ortam konusunda bilgi
sahibi olmaması doğaldır. Ancak
doğal olmayan, bilgi sahibi olma-
dan, fikir sahibi ohnaktır.
Istanbul Üniversitesi'nde rektör-
lük seçimlerinde "seçim ortamı"
sadece şekli değil, gerçek demok-
rasinin gereklerine uygun şekilde
oluşmuştur.
1. Seçimde tek aday Prof. Dr. Ke-
mal Alemdaroğlu değildir. Seçime
üç aday katılmış. diğer bir anlatım-
la seçimin çogukulukükesi gerçek-
leşmiştir.
2. Tüm adaylar birbirinden fark-
lı projelerini ve programlannı öğ-
retim üyelerine duyurmuşlardır.
Öcinci sırada oy alan Prof. Dr. Me-
sut Pariak tüm fakültelerin akade-
mik kurullannda toplantılar yap-
mış, Rektör Kemal Alemdaroğlu
ve ekibini kıyasıya eleşrirmiş, ken-
di projelerini sözlü, yazılı ve sanal
ortamlarda, görsel ve yazılı basın
aracılığı ile rahatça duyurmuştur.
Katılacağı tüm toplantılar dekanlar
aracılığı ile kendi istegi doğrultu-
sunda öğretim üyelerine duyurul-
muş, dekanlann kendisine saygı
göstererek toplantıya katılma istek-
leri ise Sayın Pariak tarafından en-
gellenmiş, istegi dekanlarca anla-
yışla karşılanmıştır.
Sayın Prof. Dr. DinçerUcak ise
adaylığını 27 Kasım 2001 'de yani
seçimlerden yaklaşık 2 hafta önce
açıklamış, öğretim üyeleri ile kar-
şılıklı görüşme yapmak istememiş,
ancak basnrdığı tanınm kitabının da-
ğıtımı ile yetinmiştir.
Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu da
seçimlerde farklı bir yöntem izle-
memiş, rektör adayı olarak akade-
mik kurullan, tıpkı Sayın Parlak gi-
bi ziyaret etmiş, projelerini açıkla-
mıştır.
Böylece gerçek demokrasinin ön-
gördüğü "ö/gflr propaganda" ilke-
si gerçekleşmiştir.
3. Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu
seçimle ilgili her türlü girişimini
kendi olanaklan ile karşılamış, ta-
nıtım kitapçıklannın basımı, paket-
lenmesi, dağıtımı için devletin hiç-
bir kaynağından yararlanmamıştır.
Böylece gerçek demokrasinin ya-
şama geçmesi için öngörülen se-
çim ortamında "kamusal kaynak-
lardahaksızyarar elde etmeme" ıl-
kesi eksiksiz biçimde ve büyük bir
duyarlılıkla uygulanmıştır.
Sayın Üskül, "seçmenin seçimi-
niözgürcevehiçbirbaskıakndakal-
madan" yapması gerektigini ifade
etmektedir. Böyle bir baskının ol-
madığına, üniversitenin tüm öğre-
tim üyeleri şahittir. Kaldı ki, "gizfi
oy"la yapılan, 6 sandıkta oy kulla-
nılan ve tüm oylann sayımdan ön-
ce kanştınlarak tasnif edildiği, sa-
yımın öğretim üyeleri, basın, san-
dık kurulu başkanlan gözetiminde
yapıldığı bir seçimde, "kimin khne
oy verdiğmT' saptayacak bir yönte-
min bulunmadığı da açıktır. Gizli
oyla yapılan bir seçimde baskı, da-
yatma ve korkutmadan söz edebil-
mek kesinlikle olası olmadığı gibi,
bu iddia alal ve mantık dışıdır...
Istanbul Üniversitesi öğretim üye-
lerinin, Prof. Dr. Kemal Alemdaroğ-
lu'nun 4 yıl boyunca üniversiteye
yaptığı büyük katkılan görerek de-
ğerlendirmiş ve onu 1268 oyla des-
teklemiş olmalannı içlerine sindi-
remeyen sözde demokratlann bu
desteği "öğretim üyeierinm hemen
tamamınm üniversite kültürünü as-
keri dönemlerde edinnnş ve akade-
mikkadrohra 1980sonrssjdönem-
de ohırrulmuş" olmalanna bağla-
yarak öğretim üyelerini aşağılama-
lan ya da üniversitemız mensupla-
nna "Layığını bulmuştur" diye ha-
karetler yağdırmalan bilim adam-
lığı adına utanç vericidir. Daha da
endişe verici olan Sayın Cumhur-
başkanı 'na beş anayasa hukukçusu
tarafından gönderilen "Demokra-
siTamomBdgesPnin Öğretim Üye-
leri Derneği'nin faksından basına
duyurulmuş olmasıdır. Tüm öğre-
tim üyelerinin demokratik haklan-
nı konımak amacı ile kurulan bir
derneğin. bu çarpık demokrasi yo-
rumuna ortak ohnası, dernek üye-
leri ve belgeyi hazırlayanlar için bir
utanç belgesi olmaya devam edecek-
tir. Hukuku ve demokrasiyi değil,
kendi kişisel ayncahklannı koruma-
yı yeğleyenlerin, hukukun üstün-
lüğü için değil, hukukun üstünde ol-
mak için nasıl amansız bir çaba
içinde olduklanm kamuoyu değer-
lendirecektir.
Ancak Istanbul Üniversitesi öğ-
retim üyeleri, hiç kuşkusuz kendi-
lerine yapılan bu hakaretleri hiç
unutmayacak, büime ve bilim adam-
hğı saygınlığına gölge düşürenle-
re karşı birliği, bütünlüğü, dayanış-
ması ve özverili çalışmalan ile en
güzel örneği oluşturacaktır.
İİTTİ