23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA + CUMHURİYET 12 OCAK 2002 CUMARTESİ ARAŞT1RMA Son olarak Mekke'deki Ecyad Kalesi'ni yıkan Suudiler Osmanlı mirasını 'bilerek' yok ediyor ŞeriattarihtenkorkuyorOKTAYEKtNCİ Suudi Arabistan Kralı Fahd bin Abdüla- riz'in 25 Aralık 2001 taıihli fermanıyla yı- kılan Mekke'deki Osmanlı mirası Ecyad Ka- lesi arazisinde "gökdeJen otel" yükselecek... Böylece Islamın kutsal "Bülbül Dağı" silü- sti aynı Islam tarihinin bir anıt eseriyle de- Şil, "Baü kültürünün" turizm ticaretiyle şe- killenecek... Kimbilir belki de bu "Osmanh düşmanh- *uun" çok yıldızlı otelinde, Türkıye'deki si- /asetlerini "Osmanh'ya öykünme'' üzerine ruran "bizdekr şeriatçılar da "hac turizmi- ain" müşterileri olarak kalacaklar... Peki o kutsal konaklamadan sonra bu kez de "naaw olarak yurda döndüklerinde, tari- hi Osmanlı camilerimizde acaba hangı yüz- Je namaz kıhp, hangi içtenlikle o hayran ol- duklan padişahlann ve sultanlann ruhlan için dua edecekler?.. Slnan'a blle savoısızlar Aslında Ecyad Kalesi'ni yok eden bu Su- udi siyasetine yıllardır "susarak" da destek verenlerin, örneğin Mimar Sinan' ın bile adı- ru anmaya haklan olmasa gerek... Çünkü, Suudi şeriatçılannın geleneksel Osmanlı düşrnanlıklannda yakın geçmişin ilk önemli gırişimi. yine Mekke'deki Harem-i Şe- rif in ünlü "Revak" bölümünü yıkmaya yö- nelikti... Koca Sinan'ın Arabistan'a bir armağanı olan bu revaklann kaldınlma gerekçesi ise Kâbe etrafinda toplanarak dönen hacılara daha geniş yer açmaktan ıbaretti... 1992'de bu kültür katliamının haberi alı- nır alınmaz Mimarlar Odası 'nın, Kültür Ba- kanlığımızın ve Dışişleri Bakanlığımızın Ankara'daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği ve Riyad Büyükelçiliğimiz aracıhğıyla yap- tıklan girişünlere de "sessiz ve çekingen ka- lan" tek kesim, yine bizdeki şeriatçı takım değil miydi?.. O kadar ki aynı olayda dönemin Vakıf- lar'dan sorumlu "muhafazakâr" siyasetçile- ri bile "resmigörevfcrini" unutarak tarhşma- ları "uzaktan" izlemekle yetindiler... Kosova'da onarım' oyunları Suudilerin aynı tutumlannı "Arabistan db- şmda" da ellenne firsat geçtikçe sürdürdük- lerinin en çarpıcı kanıtı ise Kosova'da üstlen- dikleri "restorasyon yardnm" ile yine Osman- lı yapılannı ve hatta mezarlıklannı sözde a onanm"(!) adına ortadan kaldırmaya baş- lamalan... Savaşta hasar gören Islam kültürüne ait mimarlık mirasınm kurtanlması programı- na "destek"(!) vermek için onanm işlerini yüklenen Suudi ekipler, 2000 yılında önce Piriştina'da bulunan "Dört Lük Camis''ni buldozerle yıktılar... Kosova îslam Birliği'nin umursamaz tav- nndan da yüz bularak ardından "Ramazan Çavuş Camisi''ne el atan Suudi "restoratör- ter"(!), Osmanlı mimarisinin yok edildiği ve yerine kendilerini yansıtan "Arabistan tarzT bir başka caminin yükseldiği kültür ci- nayetiyle Birleşmiş Milletler ve NATO tem- silcilerinin bile tepkilerini çektiler... Mezarlara put muamelesl Bütün bu gelişmeleri Türkiye'ye ve dün- ya kültür kunımlanna;"Suudüer, bir bakuna Sırplarm etnik çetelerinden dahatehnkeübir şeküde tarihi mirası tehdit ediyorlar_" uya- nsıyla duyuran Piriştına Üniversitesi Mi- marlık Fakültesi'nden Kosova Kültürel Mi- ras Projesi Sözcüsü Andras Riedimayer'in haykınşlanna da yine önce Mimarlar Oda- Osmanh mirası Ecyad kalesini yıkan Suudiler, yerine otel dikecek. sıkulakverdi.. Odayı temsilen Kosova'ya giden ITÜ öğ- retim üyesi ve ICOMOS Türkiye Komitesi Başkanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay'm ince- leme raporu tüyler ürperticiydi... Suudiler, Osmanlı mirası tarihi mezar taşiannı da "ls- lamda put yoktur" diyerek kınp yok ediyor- lardı... Aynı gerekçeyle kimi Boşnak camilerin- deki Osmanlı çini işlerini ve duvar süsleme- lerini de "Islamda resim yofctur" söylemiy- le kazımaya başlayan Suudilerin bu cinayet- Çünkü kale yıkılmadan da tam 23000 m2 olan geniş arazisinin uygun bir yerinde "Bü- bül Dağı OteH" yapılabilirdi. Üstelik, 350 yıldır bulunduğu tepeye tarihin silüetini ta- şıyan bu "insanhk mirasma" da saygılı ve uyumlu bir peyzaj bütünselliği içinde, hem hacılara hem de kültüre karşı "çağdaşbir hü- manizmayla" hizmet verilmiş olurdu... Kortrtukları Anadolu'dur Ne var ki bu "insanhk" bilincinin şeriat ka- " 1 992'de, Mekke'deki Mimar Sinan'a ait revaklan yıkma karan aldılar... - 2000'de Balkanlar'daki camileri ve mezar taşiannı sözde "onanm yardımı ile ortadan kaldırdılar... 2002 yılına da Osmanirnın "Ecyad Kalesi" hatırasını silerek girdiler... Taleban'ın Buda heykellerine saldırmasından farksız olan bu tarih düşmanlığına sessiz kalanlar ise 'Batı'nın" kültür kummlan ile "bizdeki" şeriatçı- dinci "milliyetçi"ler!.. " leri, Istanbul Millervekili Bülent Akarca- h'nm konuyla ilgili soru önergesini yanıtla- yan Dışişleri Bakanı tsmail Cem taraftndan da şöyle tanımlanmıştı: "Suudi Arabistan bueserlere büyük maddi kaynak ayınhğıiçin uygulamalan daetküryorveonanm bahane- sryle Osmanh kültürünûn izleri sflinerek Su- udi tarav^apüarinşaediliyon..'' (29.12.2000) Işte bu sürecin 2002'ye girilirken duyulan son kurbam, Mekke'deki Ecyad Kalesi için de "hac turizmi projesi", aslında inanılma- sı olanaksız bir "bahane"... fasında filiz vermesi bile mümkün olmadı- ğı gibi, çağdaşhğı ve hümanizmayı da aynı kafalarda aramak boşuna... Zaten Osmanlı'ya olan kültürel düşman- lıklannın temelinde de aslında tarihteki "Ana- dohı hümanizmasına" olan tutucu nefretle- ri yatıyor. Eğer binlerce yıllık o derin uygarlık biri- kimlerinin Anadolu insanma kazandırdığı ve Arabistan çöllerinde asla kavranamayan emeğe ve yaratıcılığa saygılı "bflgefik" Os- manh döneminde de sanata ve mımariye im- za atmasaydı, ne o eşsiz mezar taşlan olur- du, ne de zarif ve yalın camiler, çiniler ve in- sanı yücelten ustalıktaki bezemeler.... Suudiler de işte kendilerinde olmayan bu "Anadolu ayncahğmdan" adeta ıntıkam alır- casına hemen her firsatta Osmanlı kültürü- nûn tüm belgelerine saldınyorlar... Anadolu aydınlanmasının tarihsel kaza- nımlanyla "uygarlaşmak" yerine, dinsel dogmalann "kul" kültürü içinde çağdışı ya- şamayı yeğleyen; ve yurdun-insanlığın ge- leceği yerine de sürekli "öbür dünyadakini- meüeri" düşünerek dua ederken bile kendi anadilleri yerine Arapçayı yeğleyen bizdeki şeriatçılann ise bu "ihanete''tallannıoynat- mamalan ibret verici değil mi? Batr da aynı tutumda Gelişmelerin ilginç bir görüntüsü de Su- udiler karşısındakı bu "hoşgörünün", sade- ce Türkiye'deki şeriatçılarda değil, yıllardır bize "kültür mirasmı koruma" dersleri ve- ren "Baühlar"da da egemen olması... örneğin, Adriyatik kıyısındaki tarihi Dub- rovnik kentine bomba yağdıran Sırp yöne- ticilerini uluslararası mahkemede yargılata- rak "insanhğa karşı suçlu" ilan edip cezalan- dıran "Avrupa kültürü''temsilcilerinin, ay- nı savaş coğrafyasındaki Kosova'da bomba- lanan tarihe de sahip çıkmalan bir yana, bu mirasın üzerine dozerleri süren Suudiler için bir krnama mesajı bile yayımlamamalan şu- nu gösteriyor: Galiba onlar da şu bizdeki "Anadolu ay- dınlanmasmdan her zaman ürken" şeriatçı- larla birlikte, tarihe baktıkça asıl uygarlığın "akhn ve yarabcıhğm beşiği olan" bu toprak- lardan kök aldığını görmenin huzursuzlu- ğuna kapılıyorlar. Bir de "biz" işte bu herkesin kaygı duy- duğu uygarhk kaynaklanmızın "değaini" ye- terince bilebilsek?.. CUMARTESİ YAZELARI ATAOL BEHRAMOĞLU T HpJ' Diişüncelep... BSgesu'danbiryenıyıl "e-pos<a"sıaldım... Dtyorki: "Şu halimizebak, sözde aynı şehirdeyaşıyoruz!Sanayollanan bu kart-mektubun daha fazla bende kalmasını istemedim ve bu yüzden elektronik postaya başvuruyorum." "Şiir ve yazı dolu" yeni bir yıl dilekleriyte noktalanan kısa mesajına bir not düşmüş: "NaS'in Atao) Behramoğlu'na yazdığı kart-mektup: Her sayfası, görüldü, drye damgalanan karbn üzerine, çicekten biromurifiği arnmsatan bh- desen yapjştmlmtş, beyaz çiçekler diklenerek bir yeşile brmanıyor." Bu satırlan Nail Çavuş'un bana "Tekirdağ F Tıpi Hapishanesi CBIok 7. Koridor88 No'lu Oda"dan "3 Kasım Cumartesi" günü yazıp gönderemediği kart-mektubun içenği izliyor. Nafl Çavuş mektubunu gönderemedi, çünkü artık yaşamıyor... • • • F tiplerinden aldığım sayısız mektuplan yazanlar içinde yaşamlannı yitirenteroldu. "Hayata Dönüş" operasyonlan sırasında yaşamını yrtiren Berrin Bıçkıfar bunlardan biri. Onunla hiç karşılaşrnadık. Ama bırkaç satırlık mektubuyla istediği biroyuntekstini bulup gonderemedığimi anımsadikça acı duyacağım. Bana yeşil mürekkeplı dolmakalemiyfe mekuplar yazan Sema Türkdogan TÜYAP Kitap Fuan'ndaki Cumhuriyet Kitaplan bölümünde ziyaretıme geldi. Dal gibi boyuyla bir genç kız. Sağlığı ağır biçimde bozulmuştu. Konuşma güçlüğü çekiyordu. Manisa Devtet Hastanesi'nin bir bodrum koğuşunda, ölümün eşiğinde gördüğüm Leyla AJp. Yeni nakledıldiği bir cezaevinde boncuklarla işlediği yeni yıl armağanına bir çiçek kondurup "Umut ve sevgiher zaman seninle olsun" sözcüklerini yine boncuklarla, özenle işleyen Hülya... Nail Çavuş ise, ölüm orucunun 177. gününde yazdığı mektubunda, bir gün karşılıkh birer bardak demli Rizeçayi içebtlmenin umudunu iletiyor... • • • Nail Çavuş bana aacık srtemterde de bulunduğu 3 Kasım 2001 taıihli kart-mektubunu gönderemedi; çünkü bu tarihten 3 gün sonra ölüm orucunun 181. gününde yaşamdan aynldı... Buna inanmak çok güç, çünkü mektubu oylesine berrak, aydınlık. Bana sitem ederken de incitmemeye özen gösteriyor. Nail'in tamamlanamadan ve gönderilemeden kalmış mektubunu oda arkadaşı ve onun gibi o sırada "ölüm yolculuğu"nun 177. günündeki Ihsan Cibelek sürdürüyor. Ihsan'ın mektubunda da aynı sitem yer alıyor. özetle, bir yazımda, öterek değil "yaşayarak mücadele etmek"Xen sbz edişim (o koşullardada incelikle, beni "kırmamaya" özen göster- iterek) efeştiriliyor... • • • Yaşammdabelkihiçbrzaman 2000 y*nm son günterindeki kıyımlardan bugünlere kadar geçen süreçteki kadar sıkıntı ve çaresizlik duymadım... Öysa, elllerimizde çiçeklerle Sagmalcılar Cezaevi'nin kapısına gittiğimiz gün her şeye karşın nasıl da iyimser ve umutluyduk... Ne yazık ki bütün bu süreçlerde kazanan, yaşam değil hep ölüm o(du... Bunu bugün (perşembe) ziyaretine gittiğimiz Istanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman da bir düşünür bilgelığiyle dile getiriyor. Sözleri, anımsayabildiğimce şöyle: "Mki taraf da yaşamdan sözediyor. Olüm orucundakiler 'yaşam için ölüyoruz' derken karşı taraf 'hayata dönüş' demekte... Oysa elle tutulurcasına somut olan şey, ölüm... Yaşam sanki ölümün simgesine dönüşüyor..." • • • Birkaç gün önceye, turistik otele dönüştürülmüş eski Sultanahmet Cezaevi'ndeki toplantıya dönüyorum... Yücel Saymarı beyazperdeye yansıtılmış krokı üzerinde 4 büyük bafonun "3 kapı - 3 kilit" önerisinı biz gazeteci ve yazarlara açıklıyor... Onu izlerken, bu ülkenin hukukçuları, yazarları, aydınları olarak, içine düşürüldüğümüz durumu düşüniiyprum. Ülkenin en büyük barosunun başkanı, çok değerii birhukukçu, birhapishanenın iç mekânı konusunda uzmanlaşmakzorunda kalmış... Biz izleyicıler de bir mimarlık dersi izlercesine uzmanlaştığımızı hissediyoruz... Ama bu konuda güçlük çektiğımız soylenemez. Çünkü toplantıdaki bir başka baro başkanı arkadaşımızın söytediği gibi, toplantıya katılan bütün bu yazar, aydın ve gazetecilerden çoğu, belki hiçbiri hapıshane gerçeğine yabancı değil... • • • Yazıma neden "F Tıpi Oûşünceler..." başlığını koydum? Çünkü dışarda da olsak "F 77p/"ne tık/lmış olduğumuzu ve çemberin giderek daraldığını hissediyorum... F tipi cezaev- lerine, tecrit'eve kendi gibi düşünmeyenteri yalnızlaştırarak, baskıyla ve yıldırmayla ya kendi gibi düşünmeye ya yok etmeye kararlı bir anlayışa karşı mücadelenin, Ftipi cezaev- lerine karşı mücadeleden çok öte bir demokrasi ve özgürleşmek mücadelesi olduğunu giderek daha iyi anlıyorum... Bu mücadelenin tek yolu, "ölüm orucu" gibi, benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi çok güç, destek- lenmesi olanaksız bir yöntem midir? Buna kişisel olarak, dışardan karar veremeyiz. En baştan söylediğim ve birçok yazann, gazetecinin, aydının, sanatçının söyledıği gibi, burada belirleyici olan hükümetin atacağı adımdır... • • • Amacım duygusal ya da öfkeli bir yazı yazmak değildi. Bunca ölümden, acıdan sonra ikisi de anlamlı olmazdı... ölümün anlamsızlaştığı, "yaşamın ölümün simgesi"r\e dönüştüğü, böylesine bir "paradoks"un, tersyüz oluşun yaşandığı bir ortamda çünkü her şey anlamsızlaşır... /^na bir gün yaşadığımız bu günlenn de siyasal ve ahlaksal tarihi yazıldığında orada herkes kaçınılmaz olarak gerçek yerini alacak. Bugünün "güç/ü"lerıne belki bir tek bunu anımsatabilirim... e-posta: ataolb@cumhuriyet.com.tr Fax:0216-5138595 Bir Demokrasi(!) Belgesinin Düşündürdükleri (2) Prof.Dr.NurSEKTER tÜ.Rektör Yardımcısı Seçimlerin hukukun belirlediği esaslara göre yapıldığı ve seçmen- lere birden çok aday arasında seç- me hakkının tanındığı, seçimlere hiçbir hilenin kanşmadığı koşul- larda seçim sonuçlannın meşruiye- tinden kuşku duymak, demokrasi- ye yapüacak en büyük saygısızlık- tır. Aynı ilkeler kuşkusuz üniversite rektörlük seçimleri için de geçerli- dir. Yükseköğretim Yasası ve ona bağh yönetmelik, seçimlerin han- gi esaslara göre yapılacağını açık- lamış, 6 rektör adayını oylan ile be- lirleme yetkisini öğretim üyelerine bırakmışhr. Seçim sonucundan duyulan hoş- nutluk ya da hoşnutsuzlıık, kişisel tercihlere bağh bir durumdur. Seç- men, desteklediği adayın kazanma- sına sevinir, yenilgisinden ise el- bette üzüntü duyar. Ancak yanhş ve kaygı v«riciolaa, kişisel tercihk- rin biliınsel doğnılan gölgelemesa, hukukun kişiscUeştirilmesidir. Beş anayasa hukukçusu tarafın- dan 19 Aralık 2001 günü kamu- oyıma açıklanan ve demokrasiyi en iyi değerlendirebilecek bir hukuk- çu olan Sayın Cumhurbaşkanı'nı etkilemek amacı taşıyan basın du- yurusu, demokrasiyi ciddi anlam- da tartışma konusu yapan bir içe- rik taşımaktadır. Beş anayasa hukukçusu profe- sör, "Otoriterrejimlerdedeperiyo- dik arahklaıia seçimler yapıhr ve eski yöneticiler neredevse ittifaka yakın oyiar alarak yönetimi sürdü- rür" ifadesi ile Sayın Cumhurbaş- kanı'na "$ekndeğfl, gerçek demok- rasni ölçü afanasmı" önermişlerdir. Söz konusu duyuruya imza atan- lann öncelikle cevaplandırmalan gereken soru, seçimlerin hangi oto- riter rejimde yapıldığı olmalıdır. Seçimler laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cum- huriyeti'nin bir üniversitesinde, Yükseköğretim Yasası'na uygun olarak yapılmamış mıdır? tstanbul Üniversitesi, Türkiye Cumhuriye- ti içinde bir "kurtarümış böige mi- dir" ki otoriter rejimlerden söz edi- lebilmektedir. Prof. Dr. Zafer Üskül, 5.1.2002 tarihli Radikal gazetesinde, demok- rasinin sadece şekille yetinemeye- ceğini, gerçek demokrasiden söz edebilmek için seçimin belirli bir or- tamda gerçekleşmesinin zorunlu- luğunu şöyle anlatmaktadır: "Liberal demokrasi çoğunhığun iradesinin ortaya çıkması için seçi- mi öngörür™ Ancak kendi geBşim süresi içinde, Mberal demokrasi an- lavışı, sahseçimin yapdmasnia, seç- meninbefliarahklarlamıınukulan- masıyla \etinmez. Seçimin, belirli bir "ortamf gerektirdiğini ileri sü- rer. Seçim, çoğukuluğu gerektirir. Seçmen,seçim sırasuıda aralarmda seçim>-apabi)eceği farkb görüşlere, farkh programlara sahip adaylar. partfler bulabUmefi. Farkb görüşle- rin ortaya konulabümesi, düşünce- nin ifadesi, yay'guılaşünlması, pro- paganda ve örgütJenme özgürlük- lerinin güvçnce altmaahnmasını ge- rektirir. Bu da yetmez, ada>1ann/partile- rin modern iletişim olanaklanndan özgürce ve eşit ölçüde yaraıiannıa- lannı gerektirir.» Adaylann, parti- lerin iktidarda isder. kamusal kay- naklardan haksız yarar elde etme- lerinin, seçim harcamalarmın, üeti- şim olanaklanndan eşit yararian- malannın denetimi zornnhıhığu do- ğar." Sayın Üskül'ün seçimin gerçek- leşeceği ortamla ilgili görüşlerine katılmamak olası değil. Ancak an- laşıhnası zor olan yukandaki satır- larda sıraladığı koşullann Istanbul Üniversitesi rektörlük seçimlerin- de geçerli olmadığı iddiası ile söz konusu duyurunun altına imza at- mış ohnasıdır. Kendisi Istanbul Üniversitesi öğ- retim üyesi ohnadığı için seçim ön- cesi oluşan ortam konusunda bilgi sahibi olmaması doğaldır. Ancak doğal olmayan, bilgi sahibi olma- dan, fikir sahibi ohnaktır. Istanbul Üniversitesi'nde rektör- lük seçimlerinde "seçim ortamı" sadece şekli değil, gerçek demok- rasinin gereklerine uygun şekilde oluşmuştur. 1. Seçimde tek aday Prof. Dr. Ke- mal Alemdaroğlu değildir. Seçime üç aday katılmış. diğer bir anlatım- la seçimin çogukulukükesi gerçek- leşmiştir. 2. Tüm adaylar birbirinden fark- lı projelerini ve programlannı öğ- retim üyelerine duyurmuşlardır. Öcinci sırada oy alan Prof. Dr. Me- sut Pariak tüm fakültelerin akade- mik kurullannda toplantılar yap- mış, Rektör Kemal Alemdaroğlu ve ekibini kıyasıya eleşrirmiş, ken- di projelerini sözlü, yazılı ve sanal ortamlarda, görsel ve yazılı basın aracılığı ile rahatça duyurmuştur. Katılacağı tüm toplantılar dekanlar aracılığı ile kendi istegi doğrultu- sunda öğretim üyelerine duyurul- muş, dekanlann kendisine saygı göstererek toplantıya katılma istek- leri ise Sayın Pariak tarafından en- gellenmiş, istegi dekanlarca anla- yışla karşılanmıştır. Sayın Prof. Dr. DinçerUcak ise adaylığını 27 Kasım 2001 'de yani seçimlerden yaklaşık 2 hafta önce açıklamış, öğretim üyeleri ile kar- şılıklı görüşme yapmak istememiş, ancak basnrdığı tanınm kitabının da- ğıtımı ile yetinmiştir. Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu da seçimlerde farklı bir yöntem izle- memiş, rektör adayı olarak akade- mik kurullan, tıpkı Sayın Parlak gi- bi ziyaret etmiş, projelerini açıkla- mıştır. Böylece gerçek demokrasinin ön- gördüğü "ö/gflr propaganda" ilke- si gerçekleşmiştir. 3. Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu seçimle ilgili her türlü girişimini kendi olanaklan ile karşılamış, ta- nıtım kitapçıklannın basımı, paket- lenmesi, dağıtımı için devletin hiç- bir kaynağından yararlanmamıştır. Böylece gerçek demokrasinin ya- şama geçmesi için öngörülen se- çim ortamında "kamusal kaynak- lardahaksızyarar elde etmeme" ıl- kesi eksiksiz biçimde ve büyük bir duyarlılıkla uygulanmıştır. Sayın Üskül, "seçmenin seçimi- niözgürcevehiçbirbaskıakndakal- madan" yapması gerektigini ifade etmektedir. Böyle bir baskının ol- madığına, üniversitenin tüm öğre- tim üyeleri şahittir. Kaldı ki, "gizfi oy"la yapılan, 6 sandıkta oy kulla- nılan ve tüm oylann sayımdan ön- ce kanştınlarak tasnif edildiği, sa- yımın öğretim üyeleri, basın, san- dık kurulu başkanlan gözetiminde yapıldığı bir seçimde, "kimin khne oy verdiğmT' saptayacak bir yönte- min bulunmadığı da açıktır. Gizli oyla yapılan bir seçimde baskı, da- yatma ve korkutmadan söz edebil- mek kesinlikle olası olmadığı gibi, bu iddia alal ve mantık dışıdır... Istanbul Üniversitesi öğretim üye- lerinin, Prof. Dr. Kemal Alemdaroğ- lu'nun 4 yıl boyunca üniversiteye yaptığı büyük katkılan görerek de- ğerlendirmiş ve onu 1268 oyla des- teklemiş olmalannı içlerine sindi- remeyen sözde demokratlann bu desteği "öğretim üyeierinm hemen tamamınm üniversite kültürünü as- keri dönemlerde edinnnş ve akade- mikkadrohra 1980sonrssjdönem- de ohırrulmuş" olmalanna bağla- yarak öğretim üyelerini aşağılama- lan ya da üniversitemız mensupla- nna "Layığını bulmuştur" diye ha- karetler yağdırmalan bilim adam- lığı adına utanç vericidir. Daha da endişe verici olan Sayın Cumhur- başkanı 'na beş anayasa hukukçusu tarafından gönderilen "Demokra- siTamomBdgesPnin Öğretim Üye- leri Derneği'nin faksından basına duyurulmuş olmasıdır. Tüm öğre- tim üyelerinin demokratik haklan- nı konımak amacı ile kurulan bir derneğin. bu çarpık demokrasi yo- rumuna ortak ohnası, dernek üye- leri ve belgeyi hazırlayanlar için bir utanç belgesi olmaya devam edecek- tir. Hukuku ve demokrasiyi değil, kendi kişisel ayncahklannı koruma- yı yeğleyenlerin, hukukun üstün- lüğü için değil, hukukun üstünde ol- mak için nasıl amansız bir çaba içinde olduklanm kamuoyu değer- lendirecektir. Ancak Istanbul Üniversitesi öğ- retim üyeleri, hiç kuşkusuz kendi- lerine yapılan bu hakaretleri hiç unutmayacak, büime ve bilim adam- hğı saygınlığına gölge düşürenle- re karşı birliği, bütünlüğü, dayanış- ması ve özverili çalışmalan ile en güzel örneği oluşturacaktır. İİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle