17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 EYLÜL 1998 ÇARŞAMBA HABERLER Dinde tanışma-çatışma ikilemi raşkent'in kalbine. Amir Timur Alanı'na doğru gıdıvoruz. Taksi şoförii Habib. Türkiye "den geldi- ğimı söv le> ınce hemen kasetı değiştirdı. Adını bılmediğim bir sanatçımız, acılı- ağdalı bağınyor: u Ben huysuuuz» Sen hırpımu." Az sonra torpido gözünden çocuklan- nın fotoğrafını çıkardı. Altı kız> var. Ço- cuklardan beşinin başı açık, normal gi- yimli, bin ıse sıkı sıkıya örtünmüş. Örtü- nün. yanaklarını sıktığı fotoğrafta bile bellı oluyor. Sordum • -Bu çocuğun başı neden böyle kapalı? "Haa Dılber" dedı. devam ettı: "Onu Kuran okuluna verdik. Oradan istemişter. Biz de olsun dedik." - Okul kımın1 "Ozel ama. para da almıyoıiar." Özbekistan. Orta Asya'nin nüftıs ve sorun olarak en kalaba'lık ülkesi... Bu yiizden yönetim her konuda hassas. Yen gelmışken \ uıguiayaiım. vize almak içm Almanya bu kadar sorun çıkarmıyor. Özellikle Islam ülkelerınden Özbeİcıs- tan'a gidecek kişilere. Özbekistan Dışiş- ien Bakanhğı onayı olmadan vıze venl- miyor. Bunda da temel kaygı. Özbekis- tan'a gelecek kışılerin, "baska nivetieri- nin" olma olasılıgı. Tacıkıstan'daİci şeri- at eğilımlı vönetimın ardından aynı kay- gı bu ülkeyı de sarmış görünüyor. Tacıkistan'da 1992'de yaşanan ıç sa- vaşta 50 bın kışının yaşamını yitirdiği dikkate alınırsa. endişenin yersız olmadı- ğı ortaya çıkıyor. Sovyetler Birlıği döneminde, Tas- kent'te komşu ülkelenn Müslümanlanna da hıtap eden bir başmüftü vardı. O dö- nemde Taşkenf tekı camı sayısı 2'ydi. Bu rakam 1992'de 30'a çıktı. Biİtün Özbekis- tan "da ise 1989'da 300 dolayında camı varken 1998'de on bıni geçti. Halen dmcılerin ıktidar ortağı olduğu Tacikistan'da nüfusun yiizde 30'a yakını Özbek. Başta Semerkant ve Buhara ol- mak uzere Özbekistan "daki Tacik sayısı ise dört milyona >akın. tç içe giren nüfus sorunlann da ıç ıçe gırmesıne neden olu- yor. önce Fergana sonra Orta Asya Özbekistan'm hemen biitün kentlenn- de görülmesi gereken başlıca yerlerin ba- şmda "pazar yeri" geliyor. Aslında bu pazarlara başka bir şey demek gerekiyor. Örneğin. doga sanatlan miizesi.. Semerkant'ta >ogurttan kınaya. sebze- den meyveye her şeyin pazan a>-n. Mey- ve bölümündekı u dut suvun,un" taduıı unutmam olanaksız. Iki genç pazara ka- ra dut getirmış.HafifeğimJı bir tezgâha yığmışlar. Eğimli tarafın ucundan dut su- yu akıyor. Bardaklara koyup satıvorlar Incir, üzüm. ka\ r un bulunduğu yere ko- kusunuvayıyor... Benzer görüntüler Taşkent'te. Buha- ra'dada vardı... Özbekıstan'm, Kjrgızistan ve Tacikis- tan'la pa\ laştığı Fergana \adisinde tanm 2500 >ıl önce başlamış. Bugün de biitün venmlıliğnle sürüyor. Yeryüzünde Bü- yük İskender'in kurduğu ve onun adını taşıyan 30 kent var Bizdeki Iskenderun. Bu kentlenn en dogu ucundaki ise Ferga- na vadisınde Bugünkü adı Hodcan. Va- dide yetışen sadece üzüm çeşidinin 400 dolayında olduğunu söyleyip bereketi bağlayalım Ancak pek çok coğrafyada olduğu gıbi bu bereketli topraklarda ya- şayan insanJann da gelir dururau denge- siz. Dengesizlık beraberinde toplumsal banşın zedelenmesını getiriyor. Özbekistan cla şenatçı eğilımlenn mer- kezı bu bölge. Taşkent'te ülkedeki geliş- melen yakından izleyen bir yazann söy- ledikleri tanıdıktı: "Buraya Suudi Arabistan çok vaanm vapıyor. ÖzeDikle 1990"lann başında ka- salar dolusu kuran geldi. para geldi. Öğ- renci yurtları yapolar. Genç kı/Jann bü- tûn vücutlannı ve başlannı örtmesi iste- nivor. KimilerİDe a>da 30-40 dolar verifi- yor. Burası için çok iyi para." Suudı Arabistan de\ ım yerindeyse ön- ce cami yapmış sonra ekonomık yardım. Anlatıldığına göre 1990'larınilkyan- sında Suudi Arabıstan "uçaklar dolusu" Özbek'i, "bedava" hacca götürmüş... özbekistan'daki muhalefet hareketüıin başını tslami Yeniden Doğuş Partisi (ÎY- DP) çekiyor. Sadece Özbekistan"da değil, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'da da aynı adda partiler var. Bunlardan sa- dece Tacikistan'daki yasal olarak kabul edılıyor. Orta Asya ülkelerinde başörtüsünü kadınlar kendi doğallığı içinde, adeta bir aksesuvar havasında kullanıyorlar. Özellikle Türkmenistan'daki kadınların allı- yeşilli başörtüsü görülmeye değer. Anadolu'da "çatma" adı verilen, saçların yarısını örten birtakma biçimleri var. İYDP. daha doğru bir tanımla sadece bir ülkeye özgü değil. Hedefi Orta As- ya'da dini temellere dayalı yönetimler kurmak. Başarabiiirmi? Kadınlara bakılırsa çok zor. Orta As- ya'da kadın devlet yönetiminde ve ben- zer ortamJarda değil, ama toplumsal ya- şamda erkekle eşıt. Bu, yaşadığımız yüz- yıluı ürünü değil, tarihsel kökenleri var. tbadetı de ortak yapıyorlar. Örneğin, Kır- gızistan'da kadmiarla erkekler aynı or- tamda namaz kılıyor. Başörtüsü kendi doğallığı içinde, ade- ta bir aksesuvar havasında kullanılıvor. Özellikle Türkmenistan'daki kadmlann allı-yeşilli başörtüsü görülmeye değer. Anadolu'da "çatma" adı verilen, saçlann yansını örten bir takma biçimleri var. Aşkabat otobüs terminali... Çatmalı kadın görevli bütün sorunlanmı çözdü. Türkmenbaşı'na giden öteki otobüslerin kalktığı yer, oraya ulaşma yolları. şehıri- çı telefon, doları Türkmerustan manatma çevırme... Bütün bunlardan sonra fotoğrafıru çek- Almatı'da bir ünıversiteli gence kara çarşaflılan sordum, "HaaonlarTacik'tir" dedi. Benzer yanıtı, Taşkent'te de almış- tım. Orta Asya'daki ikinci Mekkeler' Bölge Arap dünyasından salt coğrafı olarak aynlmıyor. Islamlaşmadan sonra, hem kendi geleneklerinden fazla ödün \ermemiş hem de kendi kutsal yerlerini oluşturmuşlar. Bölge insanlarının dine bakışını anla- tan kitaplarda, makalelerde, kimı kentler ıçın, "Orta Asya'nın Mekke's" tanımı kullanılıyor. BunJarın başında Buhara ve Oşh kent- len geliyor. Bugün Özbekistan sınırlan içinde ka- lan Buhara, 1700 dolayında tarihi yapı- sıyla hâlâ canlılığını koruyor. Adım başı cami, medrese... Buhara aynı zamanda bilim adamlannın da yetışmesine öncü- lük etmış. rumlaştırmalan zor. Rusya dağıJmalann ardından tek tek, "snır güvenligi anlaş- malan" yapmıştı. Bu anlaşmalar ne zaman önem kaza- nır? Dışandan tehditler olunca... Bu tehditler ne olabilir? Biri anti-laik yönetimler... Öteki, etnik gerginlikler... Buradan bakınca, birden Rusya'yla Iran'ın birbirine gülümsediğini hissedi- yorsunuz. Afganistan ve Tacikistan'daki dinci hareketler Özbekistan yönetiminin gerilmesıne neden oluyor. Kerimov, sa- nlacak askeri güç arayınca, Yeltsin'in mektubunu masasında buluyor. Rusya Genelkurmay Başkanı ağustos ortasında Özbekistan'daydı. Etmk gerginJilder ise bugün ön planda değil gibi. Ancak tarihten gelen kimi ön- yargılı düşmanJıklar var. Yeitsin. Özbe- kistan Devlet Başkanı Kerimov "a mektup gönderirken hep şu hitapla gırermiş: "Çokuluslu Özbekistan'ın devlet baş- kanı..." Bu yüzyılın başında Orta As- MAVTRAÜNNEHİR'LN BEREKETt- Orta Asya kentlerinin ortak MA1,*1H i.u.. üa^ında pazar \erleri ge- liyor. Bu pazarlara, doğa sanatlan miizesi dense yeridir. En bereketii yer Maveraünnehir bölgesi. Mavera- ünnehir, "iki nehir arasuıdaki toprak" anlamına geliyor. Siriderva (Seyhun) ve Amuderya (Ceyhun) nehir- leri arasuıdaki böigenin bereketine diyecek voL Ancak bereketin eşit dağıüldığını söylemek zor. Bu da dinin siyasete alet edilmesüıden toplumsal kuTİmaya kadar bir dizi olumsuzluğu beraberinde getiriyor. mek istedim. Bir güzel poz verdi. Sonra bekkme bölümündekj kadınlara yöneldı: "Sizdegeün™" Birlıkte fotoğraflannı çektım... Hemen hiçbir şehirde, kasabada. köv- de kadınlann fotoğrafını çekmem sorun ohnadı. Kırgısiztan'da Issık Göl kıyısın- da fotoğrafiru çektiğim kadınlardan biri- nın lakabı generalmiş. Bir kadın bağırdı: - Bu bizim general- Ben objektifimi ona doğru çevirirken ö> le bir selam duruşu vardı ki askeri okul- larda "ideal selam şekli" olarak öğretse- ler yeridir. Kazakistan için sövledıler: "Burada Kazak kadınlar. günlük va- şamda Rus kadınlardan daha etkindir." Hemen hiçbir ülkede kadınlar peçeyle tanışmamışlar... Ama yeni yeni başlamış. Çok seyrek de olsa kara çarşaflı kadınlar görülüyor. Onlarla ilgili kımi ıddialar, pa- rayla taktıklan yönünde. Ama Suudı .AJa- bistan ve Iran etkisinin.yanı sıra Tacikis- tan've Afganistan'ın etkisini de unutma- mak gerekiyor. Oşh ise bugün Kırgızistan sınırlan içinde. Camileri, tarihi yapılanyla yaban- cı turistlerin de ilgi merkezi. Kazakistan'ın Türkistan kentindekı Yesı ıse Anadolu açısından da aynca önemiı. Yesev i tankatının kurucusu, şair Ahmet Yesevi'nin saygınlığı salt bölge- de değil, Anadolu'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada. Yesevi'nin türbesı Türkı- ye tarafindan restore ediliyor. Genel olarak yerleşik yaşamın etkın olmasına karşın göçebelik \ e göçebe kül- türünün hâlâ belirleyicı olduğunu söyle- mek abartma olmaz. Clke bayraklann- dakı motiflerden günlük >aşamın alış- kanlıklanna kadar bu açıkça belli oluyor. Bunun altını çizmemizin nedeni, böl- gede ıkı yerde duyduğum genel değerlen- dırme: "Goçebe Uıplumunda dini kurallan ka- ü uvgulayamazsınız." Orta Asya ülkelerinin dış sınırlannda hâlâ Rus askerleri var. Başta Özbekistan olmak üzere tümünde a>n ordu kurma girişimleri var ama, kısa sürede bunu ku- ya'daki cami sayısı 30 bin dolayındaydı. Sonraki rakamlar çelışkili. 1940'larda 1500'e kadar ındiğisöyleniyor. 1980"ler- de kullanıma açık cami sayısı ise yakla- şık 50O'dü. 1990Tarda bu rakam hızla arttı. Bölge- de yılda ortalama iki bin dolayında cami yapılıyor. Bunlann çok büyük bölümü bu ülkelerce inşa edilmiyor. Öteki Islam üJ- keleri bölgede etkinlıklenni hissettirme- nin bır unsuru olarak cami yapımını gö- rüyor. Bu konuda Türkiye de etkin. Özel- likle Diyanet lşleri Vakfi'nın koordinas- yonunda çok sayıda cami yaptınhyor. Aş- kabat'takinin adı Sükvman Demirel. Kentin en büyük camisi olduğunu söyle- diler. Uçaktan da belli oluyordu. Dört minaresi ve parlak kubbesiy le Aş- kabat'ın nirengi noktalanndan bin görü- nümündeydi. Açılışı henüz yapılmamış, Demirel'e yaptırmak istiyorlar. Camilerle tanışan bölge ülkelen dinin gerekleriyle de tanışmaya başlamışlar. Bu noktada ülke yönetimleriyle toplum ara- sında birinden ötekine geçmesi zor ol- mayan ince bir çizgi oluşuyor: Dinin gerelderinin yerine getirilmesi ve kullanımı. Bir başka deyişle siyasete aletedilmesi... Dini tanıma, yönetimi tanımamayı ge- tirirmi? Ülke yöneticilerinin en büyük endişe- si bu. Bunda, yurttaşlanndan çok dışan- dan gelecek etkiden endişe ediyorlar. En çokendişe eden yukanda vurguladığrmız gibi Özbekistan. Sonra Türkmenistan geliyor. Kırgızis- tan ve Kazakistan'da ise daha faridı bir tablo var. Her iki ülkede de Ruslann çok- luğu toplumsal yelpazeyi genişletiyor, karşılıklı etkileşimi arttınyor. Hatta Tür- kiye'den gıdenlerin bazılan ileri gidip Ka- zaiklar için, "Bunlar yan Rus olmuş" bi- le diyorlarmış. Türkiye'de göz ardı edilen bir dunım var. Orta Asya ülkelerinin düzeyi pek çok bakımdan Türkiye'nin gerisinde olabilir ama, tümünün bizi solladığı bir alan var: Eğitim. Okuma yazma oranlan yüzde 95'ten başlıyor. Türkiye nln etklsl Azerbaycan-Gürcıstan sınınnda birkaç bardak kahvesini içtiğım gümrük görev- lisi Nâzım sohbetin bir yerinde sordu: - Türkijıe'de büyük bir boca vardı, adı neydi? "Nasd hoca?_" - Büyük bir hoca. buralarda okul falan ç "Fethullah Gülen mi?" - Hata O. Biz Türkiye'ye ghtik. Onun okullannda kaldık. Er/urunı tarannday- dL On gün kadar. Nâzım. Gülen ıçın hep "Hoca" tanımı- nı kullandı. GüJen'in okuJlanna daha önce değin- dik. Türkiye'nin bir kurumu adına Alma- tı'da bunulan birkışi çocuklannı Gülen'in okullanna verdiğini söyledikten sonra ek- ledi: "Ben çocuğumadin eğitimi deverilme- sini istivurunı. Bunu gidip okulun vöneti- cisinc sö> ledim. Aman bu konuv a bir da- ha girmevin. dedi. Şaşırdım. Ben istiyo- rum, dedim. Olmaz, dediler." Bunun nedeni tabii kı ülke yönetimle- ri. Türkiye dahil, Islam ülkelerinden ge- len "yardımlann" dini olanlan konusun- da çok hassaslar. Orta Asya'daki TürkJer arasmda sayı- lan az da olsa, Budistler, Hıristiyanlar da var. Şaman dininin etkisi ise hemen tüm coğrafyada hissediliyor. Bu durum sadece islam ülkelerini de- ğil ötekileri de iştahlanduıyor. Almatı'da güvenilir bir kişiden diole- dim: "Amerikan okullanndan ikisinde HH ristiv anlık propagandası vapıldığı saptan- dı. O okullan hemen kapatnlar. Gülen'in adamlanna verdiler. Kontrol çok sıkı." Aynı kışı devam ettı: "Burada Alman kökenlfler de var. Av- rupa'dan gelen misyonerier kapı kapı do- laşıp Kazaklar'ı da Hıristiv^n olmava ça- ğınyorlar. Para da teklif edhorlar. Sokak- larda bedava dağıblan kitaplann başında fncil geliyor." Bölge insanlannın dış dünyaya açıl- masıyla birlıkte din bakimından da yer ver "Ortadakiler" durumunda olabiliyor- İar. Laiklik konusunda ilk akla gelen adlar- dan biri Atatürk. Bunu, bölge ülkelerinin liderleri de sık sık >ineliyorlar. Yeri gel- mişken vurgulayahm. Atatürk adı sade- ce yöneticiler katında değil. halk arasın- da da çok kullanılıyor. Bakû'de Haa A- ga, şehitliğin yanındaki dev heykeli gös- terip, seslendi: "Bu Nerman Nermanov... Hani, Ata- türk gibi bir adam olup bu..." Birkaç kez Hacı Aga'nın arabasıyla kenti dolaştım. Çalıştınrken mınldanı- yordu: "Ya AOah va Muhammed, ya Ali sen- den medet!" Arak içerken de bardağı ağzma götür- meden iki-üç kez >ineliyordu: "Yahşflik ossun, vahşiUk ossun!" Bölümü Issık Göl insanlanyla nokta- layalım. En kutsal saydıklan şeylerden birisi ar- dıç ağacıymış. Nedenini sordum. Göllü sade bir yanıt verdi: "Bizdençok>3şar.Atalarunıagörmüş- tür!" Yarın: Ortak gelecek: Parlak ve belirsiz •SIFIR NOKTASII ORAL ÇALIŞLAR calislarcg cumhuriyetcom.tr Hillary Clinton, bir kadın. Eşinin kendısinı aldattığını artık bütün dünya bilıyor. Hülya Avşar da kadın, eşinin son günlerde onu aldattığına ilişkin ha- befler medyanın gündeminde. Hillary Clinton'm hangı duygular içinde oldu- ğunu bilmek çok zor. Dünyanın en güç- lü devletinin başında bulunan eşinin TV kameralan karşısında ağlamaklı ha- lini sanırım içi ezılerek izl/yor. Önünde iki şık duruyor: Ya aldatılmış eş rolünü benimseyip, eşine karşı kurulan cadı kazanlarının altına odun atıp. koroya katılacak ya da "Aslolan eşımin ayak- ta kalması, bu nedenle rüzgân göğüs- leyeceğim" diyecek. Hillary'nin şu ana kadarki tutumu, Başkan'ı desteklemek ve direnmesine yardımcı olmak. Kuvvetli esen rüzgâ- ra karşı bundan sonra nasıl bir tırtum alacağı merak ediliyor. Bazı çevrelero- nun güçlü ve hırslı bir kadın olarak da- ha önce olduğu gibi eşinin yanında duracağı yorumunu yapıyorlar. Şımdi- ye kadar tersı bir aavranışta bulunma- Hillary Clinton, Hülya Avşar dı. Hülya Avşar, eşiyle ilgili dedikodular ortaya çıktığından bu yana, pek aldır- maz bir tavır sergiliyor. Kendi hazırla- dığı programa "boynuzla" çıkması, bu işi pek umursamayacağı mesajını ve- riyor. Bir büyük gazetedeki söyleşide ise eşinin kaçamaklar yapabileceğini ve bunun kalıcı bir ilişki olmaması ha- linde pek sorun çıkarmayacağını söy- lüyor. Hatta bu tutumu daha da ilerı götürüyor, "hastalık kapmasın yeter" diyor. İki kadın açısından baktığımız za- man, her iki kadının da erkeklerin böy- le "kaçamaklar" yapmalannın normal olduğunu kabul etmeleri. Biri Amerika- lı iyi eğitim görmüş, güçlü ve dırençli bir kadın. Diğeri, orta halli bir semt kı- zı olarak ortaya çıktı, eğitimsizliğine karşın, ılgi çekicı davranışlarıyla bir şöhret oldu. Yetışme biçimleri, kültür düzeyleri, yaşadıklan toplum çokfark- lı olduğu halde benzer bir tepki gös- teriyorlar, erkeklerin bu tür '/ş/e/i yapa- bileceğini kabul ediyorlar. Soruna bu açıdan baktığımız za- man, yaşadığımız dünyada kadın er- kek ilışkileri açısından bir evrensellik olduğu ortaya çıkıyor. Nedir bu evren- sellik? Erkek, evli de olsa, başka kadm- iarla beraber olabilir. Bu erkek egemen dünyanın en doğal kurallanndan biri olarak varlığını sürdürüyor. Toplumun daha gelişmiş olması, kadınlann öz- gürlük konusunda ileri adımlar atmış olmalan çok da fark etmiyor. Erkek her yerde, egemenliğini sürdürüyor. Zaten, dünyada hâlâ kadın cinselli- ği bir meta olarak kullanılıyorsa, kadın cinselliğini bir sermaye olarak kullanan 'Playboy' kültürü, ABD'den dünyaya yayılıyorsa. erkekler kendilerinde bu hakkı görmeye devam edecekler. Ka- dınlar, "VİVA-GALA-ŞAMDAN" türü dergilere soyunuk pozlar verdikleri sü- rece, erkeklerin de cinselliği yalnızca kendi çıkaıiarı yönünde kullanmasını kabul ediyorlar demektir. Dünyaya erkek egemen bir kültür yön veriyor. Cinsellik bunun yalnızca bir biçimi. Siyasette, sanatta, iş dün- yasında, sporda, her alanda bu ege- menliğin izlerini görüyoruz. Hillary Clin- ton da Hülya Avşar da ekonomik ola- rak bağımsız sayılacak kadınlar. Her ikisi de bu anlamda eşlerine muhtaç ol- madan ayaklan üzerinde durabilirfer. Buna rağmen bu eşitsiz ilişkiyi kabul- leniyorlarsa, ekonominin de ötesinde bir kültür söz konusu. Dünya ne zaman değişir sorusunun çok farklı cevaplan olabilir. Ama sanı- nm en çarpıcı olanı, erkeklerin cinsel alanda istediklerini yapabılecekleri dü- zenin sona ermesi olacak. Burada, ai- le kurumunun tek düzeliğinin de cin- selliği öldürdüğü ve çtftlerin bu neden- le, hayatlannda değişiklik aradığı öne sürülebilir. Büyük ölçüde doğru olan butezin bugünkü cevabı "Ozaman er- kek yeni heyecanlar peşinde koşar" şeklinde sonuçlanıyor. O zaman erkek- lere şunu sormak gerekiyor: "Kadın- lann böyle heyecanlar peşinde koş- maya hakkı yok mu?" Birçok erkeğin bu soruyla karşılaş- tklan zaman irkildiklerini biliyorum. As- lında işin doğrusu, iki cins arasındaki ilişkinin, ekonomik ve toplumsal bağımlılık yerine, bütün bunlardan kur- tulmuş bir sevgi üzerine kurulması. Günümüz dünyası ne yazık ki bu öl- çüde bağımsız ve özgür bir ilişki için yeterli olgunluğa gelmedi. Erkekleri medya karşısında dudakları titreyecek ölçüde zor duruma düşüren ilişkiler, kadınlan daha çok yaralıyor. Hillary'nin ve Hülya'nın yaşadığı as- lında bir kadınlık dramı, bir insanlık dramı. GLOBi^LPOUTİKÜLTÜR ERGİNjTLDIZOĞLU Akla övgü 20. yüzyıl kapanırken ilginç b\rparadoksla, hatta bir ironiyle karşı karşıyayız. Bir taraftan artık bir bilgi ça- ğına girdiğimız ileri sürülüyor, diğer taraftan, aklın ve bilimin dünyayı aÇiklama kapasıtesı sorgulanıyor, ger- çekliğin bilinebilifiiği yadsınmak isteniyor. Bilgı çağma girdiğımıze inanmamızı ısteyenler, bizi buraya getiren sürecin köklennı, "aydınlanma"n\n, gelışme, bılim ve akıl gibi kavramiannı dünyanın anlaşılabilir ve değiş- tirilebilir olduğunu reddetmemızı bekliyorlar. Bilim adamlan, The End ofCertainity (11ya Prigogine, 1996); EndofScience (John Horgan, 1996) ısımlı kıtaplar üretiyorlar. Bu ortamda aydınlanma gelenegini ve bi- limsel düşünceyi savunan kitaplara pek rastlanmıyor. Plützer ödüllü, biyolog E.O. Evans'ın Consılience (1998, Little Bröwn) isimli çalışması bir istisna ama sa- yılan gıderek artan istisnalardan (1). Birtaraftan bilimin içinden, quantum feiği (Heizen- ' berg ve Bohr'un Copenhagen yorumu), kaos (Ed- ward Lorenz) ve karmaşıklık (llya Prigogine) teorile- ri, bilinebiliriik, katiyet ilkelerini (Einstein'ın bilimin var olabilmesi için bilinebilirtiğin varsayılması gerektiğine ve "Copenhagenyonımu'nun "uyuşturucu"etkisine ilişkin uyanlanna rağmen) reddedıyor. Diğer taraftan edebiyat ve felsefede postmodernizm, dilin dış dün- ya ıle ilişkisini yadsıyan bir teoriden (Saussure) kal- karak anlamın dilin içinde, ancak süreklı ertelenerek oluştuğunu; ancak asla kesinleşemediğini, "metnin dışında hiçbir şey olmadığını" (Jack Derrida) savu- nuyor. Bu iki yaklaşımdan kaynaklanan perspektıflerse, zaman zaman dünyanın akıl yoluyla şekillendırilebile- ceğine ilişkin derin bir kuşku, hatta tepkide, bili- min/teknolojinin doğayla ilişkisi üzenne büyük bır kö- tümserlikte, insanlığm gelebeğine ilişkin bir ülküsüz- lükte buluşuyordu. Bu arada, yakın tarihin tüm fatu- rası, faşizm, Stalinizm bu yaklaşımın tam tersıni savu- nan, gelişme ve anlaşılabilirlık fıkrinin kaynağı aydın- lanma geleneğine çıkarılıyor. E. O. Evans'ın çalışması bu tutumu tümden tersyüz etmeyi amaçlıyor. Evans, "Aydınlanma düşünürleri her şey hakkında çok şey biliyorfardı. Bugün uzman- larufakşeylerhakkında çokşey bilıyoriar. Postmoder- nistler ise herhangi bir şeyı bilebileceğimizden kuşku duyuyortar" diyor. Evans, postmodernistlerin aksıne, "aydınlama düşünürlerinin esas olarak doğru yolu bulduklanna" inanıyor. Ancak, aydınlanma sürecinin zaman içinde tıkandığını da kabul ediyor. Bunun ne- deni Evans'a göre, zaman içinde insan aklının kapa- sitelerinin mutlaklaştırılması, "genelistenç" ve bunun temsil edilmesine ilişkin idealistyorumlar, mükemmeJ, yanılmaz sistemlerin kurulabileceğıne, bunun salt akıl yoluyla, teonk etk/nlikle bulunabileceğıne ilişkin inanç- lann gelişmesi. Buna karşılık Evans aydınlanma dü- şünürlerinin, dünyanın mistrfikasyonunu dağıtma ça- basını selamlıyor. Çalışmasında bilimin gelişmesini izleyen Evans, ay- dınlanmanın bir ürününün de uzmanlaşma ve bu uz- manlaşmanın gıderek derinleşmesi, çeşitli bilim alan- larının birbirinden uzaklaşması ve kopması olduğuna işaret ediyor. Bu noktada, Evans postmodernizmin bütünü yadsıyan, parçaya odaklaşan ve birleştirici (evrensel) her türlü prensibı inkâr eden tutumuna kar- şı çıkıyor. Evans, günümüzde bilim dallan arasında bir diyaloğun tekrar başladığına dıkkati çekiyor. Evans, Wilfiam VVhevell isimli üım adamının 1840 tanhü ça- , lışmasında consılience (birçok bilimin bulgulann bir- , biriyle çakışması sonucu birlıkte bir sıçrama yapma- lan) kavramını alarak bilimlerin birbirlerinin bulgulann- dan giderek daha fazla faydalandıklanna işaret ediyor. Evans aydınlanma geleneğının canlandırılabileceği- ne, sosyal bilimlerle pozıtif bilımler arasındaki bu kop- ma eğiliminin geriye çevrilebileceğine, çevrilmesi ge- rektiğine inanıyor. Buradan da geleceğın, bilimin or- tak birleştirici prensiplerinin bulunmasına doğru bir ilerleyişte yattıgını savunuyor. Evans, hem bizim "bize gerekli olan şeyleri bilebi- leceğimizi", çeşitli bilim dallan arasında ortak, birleş- tirici prensiplerin bulunabileceğine inanıyor hem de birbirimizı doğru bir şekilde anlayabıleceğimize. Çün- kü diyor Evans, hepimiz bıyolojık olarak aynı beyin ya- pısına sahibız. Evans "consılience "ın gerçekleştirilmesının çok zor olduğunu da kabul ediyor. Ancak bu hedefe ulaşma çabasının bilimlerde, gerçek ilerlemetere yol açabile- cegini, çevre, insan haklan gibı' sorunlara uzun dönem- de sağlıklı çözümlerin ancak böyle üretılebıleceğini savunuyor. Evans'a göre bu, insanın düşünsel çaba- sına, postmodernizmin aksine bir amaç verecek, ge- lişme kavramını yeniden devreye sokacak, geleceğin kapılannı bize tekrar açacaktır. Ancak böylece evren- sel olarak kabul gören varsayımlarda bulunabılir, akıl- lı, hatta ahlaken sağlam çözümler üretebiliriz. Evans'ın kitabını, bu kısa yazıda hakkını vererek ta- nıtabileceğimi düşünmüyorum. Yaptığım özetlerde eksik kavradığım noktaların izdüşümlerinin olabilece- ğini de baştan kabul ediyorum. Umanm fızik, biyoloji vb. bilimlerie daha yakından ilişkili birisi bu kitabın çok daha kapsamlı bir yorumunu ve eleştirisini yapar. An- cak kavradığım veya kavrayamadığım tüm eksiklikte- rine rağmen, bence kitap bilimsel düşüncenin tarihi üzerine değerli bir çalışma, insan aklına bir övgü, ge- leceğe ilişkin iyimser bir yaklaşım, postmodernizmin "obskürantizrpine", çağın hastalığı olan "pasifnihiliz- me" (2), güçlü bir cevap. Bu açıdan okunmaya ve tar- tışılmaya değer. (1) Bilimin ve aklın savunulması açısından bir baş- ka ilginç çalışma da Monthly Review'de/c; (Haziran sayısı) tanıtma yazısından anladığım kadanyla John Gillot ye Manjit Kumar'/n (1998) Sicience and the Retreat from Reason (Bılım ve akıldan ricat). (2) Nihilizmin aydınlanma mırasına dayanılarak ya- pılan, ilginç ve çokzevkli, bir materyalist eleştirisi için Simon Critchley (1997) Very Little... Almost Nothing, Routiedge. ORAL ÇALIŞLAR 3. Baskı ÇIKTI! Aralık Yayınları P k k ı Sok. N«12 Takıfm Tel: 244 02 85 Fax:29243 25
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle