Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30 HAZİRAN 1998 SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Feyza Hepçilingirler son romanında 1980 sonrasının siyasi ve toplumsal gelişmelerini irdeliyor
^Yaşatıanlar boşa gilmemelfGÜLERÇETİN
Feyza Hepçilingirler şiir , öykü, oyun, düz yazı
ve çocuk romanı türlerindeki yapıtlannın ardından
bu kez bir romanla çıktı okurlannın karşısına. 'Kır-
mızı KaranfU Ne Renk Solar?' adh romanında bü-
yük ölçüde kendi yaşamında karşıhğı olan mücade-
lelerden yola çıkıyor. farklı katmanlan bir araya ge-
tiriyor yazar. Düşüncelerini eyleme dökmemesine
karşın bu düşünceleri ifade edildiği takdirde tehli-
keli olabileceğı düşünülen Sibel öğretmenin YÖK
ve sıkıyönetipıe karşı verdiği mücadele. kadının bi-
rey olarak var olma ve diretilen aile bağlanna kar-
şın kendini bulma savaşımıyla harmanlanıyor. Ya-
zarla etkileri günümüze dek süren bir dönemin pa-
noraması niteliğindeki son yapuı ûzerine konuştuk.
- Kitabuuzda kendi yaşamınızdan yola çıkarak
Türkiye'nin kanayan bir yarasına parmak basıyor-
sunuz. Sizi bu dönemi kaleme almaya yönetten ney-
di?
Belırttiğiniz gibi kitaptakiler benim yaşamımda
karşıhğı olan şeyler. Özellikle YÖK ve sıkıyönetım-
le ilgili olan bölümler, nerdeyse belgesel nitelik ta-
şıyor. Özel yaşamla ilgili olarak roman kurgusu için-
debelirti aynntılareklendi. Kendi çocuklanmdan ve
öğrencilerimden biliyorum. Türkiye'nin bir döne-
mine yabancılar. Bugün yaşanan olaylann birden-
bire ortaya çıktığını sanıyorlar. Oysa bu sürecin mü-
cadelesı zamanında verilmiş ve yanm bırakılmıştı.
O yanm bırakılan yerden sürdürülmesi gerekiyor
mücadelenin. Beni bu romanı yazmaya götüren şey
de bu yaşananlann boşa gitmemesini istememdi.
Yetişmekte olan gençler nasıl bir süreçten geçtıği-
mizi bilsinler. Faşizm, ayak sesleriyle geldi bu ül-
keye. Yaşananlan yazmak istememin ikinci nedeni
de bunlann benim özel yaşamımı da altüst etmiş
bende de bir ağırlık yaratmış olmasıydı. Bunlan an-
latmadan kurtulamayacağımı düşündüm. O yüzden
anlatmak zorunda hissettim kendimi.
'Faşizmin kökleri çokeskiden aüldT
- Romanınızda başlangıcını anlartığınız sürecin
arduıdan bugün nerede görmorsunuz Türkiye'yi?
Ne yazık ki o gün başlangıcına tanık olduğumuz
amaçokda farketmediğimiz şeyin büyüdügünü gö-
rüyoruz. Susurluk Çetesi örneğin. Bugün artık ra-
hathkla konuşuluyor. Şimdinin cumhurbaşkanı o
dönemlenn başbakanı olan kişi 'Banasağcılaradam
öldüriiyor dedirtemezsiniz' diyordu. Bir tarafa da-
yatılan yasaklar, öbur tarafın güçlenmesini sağladı.
Öylegüçlendı ki bugün tümüyleegemen. Türkeş'in
söylediği başka bir şey vardı. 'Biz hükümette deği-
liz, ama düşüncemiz iktidarda' diyordu. Doğru da
söylüyordu; bugün de iktidarda o görüş. O partı ya
da bu parti olması önemli değıl. Bütün partilerin üs-
tünde birleştiklen ilkeler hep aynı aslında. Bu faşi-
zan tutumun kökleri çok eskiden atıldı.
-Siyasaltutumlara yönelik eieştirilerintzin yanı sı-
ra geleneksel Türk kadınının rolünü de eleştiriyor-
sunuz romanda. Bu iki bakış, açısı nasıl bir araya gel-
di?
Türk kadınının bugün geldigi noktaya nasıl san-
cılı bir süreçten sonra ulaştıgi Türk edebıyatında
pek işlenmemiş bir konu. tnsanlarkadının birden evin-
den dışanya çıktığını ve çalışmaya başladığını sa-
nıyorlar.
Oysa bu süreç de çok sancılı geçti. Bu sancıyı da
bir yanıyla hissetim kendi yaşamımda. Kadının ça-
lışmaya karar vermesi, kocasına bir hakaret gibi al-
gılanıyordu. Bu nedenle bu sürecı de anlatmak ge-
rekiyor diye düşündüm. Türk edebiyatında pek çok
öğretmen yazar var. Ama öğretmeni anlatan yazar
çocuklanmdan ve
öğrencilerimden biliyorum,
Türkiye'nin bir dönemine
yabancılar. Bugün yaşanan
olaylann birdenbire ortaya
çıktığını sanıyorlar. Oysa bu
sürecin mücadelesi zamanında
verilmiş ve yanm bırakılmıştı.
O yanm bırakılan yerden
sürdürülmesi gerekiyor
mücadelenin. Beni bu romanı
yazmaya götüren şey de bu
yaşananlann boşa gitmemesini
istememdi. Yetişmekte olan
gençler nasıl bir süreçten
geçtiğimizi bilsinler. Faşizm,
ayak sesleriyle geldi bu
ülkeye. Bunlan anlatmadan
kurtulamayacağımı düşündüm.
pek yok. Bir yanıyla öğretmeni. bir yanıyla da ka-
dının bu noktaya gelişinin nasıl büyük bir mücade-
le gerektirdiğini anlatmak istedim.
- Son öykü kitabınızdaki savrulan insanlardanson-
ra dimdik ayakta duran Sibel öğretmeni okuyoruz
bu kez. Bu geçiş süreci nasıl yasandı.
Aslında Sibel öğretmeni daha önce yazmıştım. Ro-
manımda 1984 Türkiyesi'ni anlatıyorum. Devrim-
ci bir süreçten de yeni çıkılmıştı. Bu nedenle diren-
me gücü, ayakta durma arzusu bu romanda çok be-
lirgin. "Sa\ rulmalar' ise Türkiye'nin savrulduğu
yerden bakıldığında görülen tabloyu yansıtıyor. Çün-
kü ıyi bir yere savrulmadı Türkiye. Savrulma, zaten
ülkeleri ya da insanlan belki çok büyük bir rastlan-
tı sonucunda iyı bir yere götürebilir. Yoksa hedefı
belırsiz bir noktaya atarbırakır. Türkıye'nin savrul-
duğu. bana savrulmalan yazdıran nokta da bu aslın-
da.
- Pek çok türde ürün vermentze karşın öncelikle
bir öykiicü olarak tanımlıyordunuz kendinizi. İlk
romanıntan ardından öykü ve roman yazarüğınızı
karşıiaştınr mtsınız?
Yazar bence türler arasında seçim yapmaz. Ben
öykücü olayım, romancı olayım diye yola çıkılaca-
ğını sanmıyorum. Son kitabım bir öykü de olabilir-
di ama, öykü olamayacak kadar katmanlı bir yapı-
sı vardı. Roman olmaya kendisi zorladı beni. Üste-
lik ben çok da karşı çıktım öyküyü romana geçmek
için basamak olarak kullananlara. Aynı şeyi kendim
de yapmış oldum. Ama ben romandan öyküye de dön-
düm. Romanın rahatlığına alışan yazann tekrar öy-
küye dönmesi çok zordur. Roman insana yazma se-
rüveninin tadını doyasıya veren bir türdür.
Öykü yazarken ise ağır bir işçilik altındasınızdır
ve o ışçiliğin ortaya çıkardığı şey de pek göz doyur-
maz. Üç beş sayfalık bir şeydir. Roman, yazan da-
ha özgür bıraktığından yazma keyfıni almak için, bi-
tirmek zorunda değilsiniz.
*DU konusunda hatasız değüim'
- 'Türkçe-OfT adlı dil yanlışlaruu irdelediğiniz
kitabınızın ardından,getebilecckeleştirüeri gözönüne
alarak romanınızın dili konusunda daha titiz
davranmak zorunda hissettiniz mi kendinizi?
Aslında kıtabı yeniden ele alıp Türkçe açısından
düzeltmedim. Türkçe-Off, ilk çıktığı zaman insan-
lardan iki türlü tepki almıştım. Bir grup çok olum-
lu karşıladı. Pek çok kişi 'Etinesağlık' dedi. Bir baş-
ka tarafda 'Türkçe-OfF'taki dil yanlışlannı bulmak
için kollan sıvadı. Oysa ben, Türkçe konusunda ha-
tasız sunmadım kendimi. Edebiyatçılar dili iyi bil-
mek zorundadır, ama o dih çok iyi biliyor olmak \yi
edebiyatçı olmayı sağlamaz. Yoksa bütün dilbilim-
cilerin çok iyi edebiyatçı olması gerekırdi. Hatta za-
man zaman o dili bozmak bile gerekir. Ben bunu ken-
di yazılanmdaayınyorum. Dil yazılanmda başka bir
titizlik gösteriyorum. Ama roman ya da öykü yazar-
ken aynı titizliği gösterirsem hiçbir şey üretemem.
Bir kere o akış hızı gider. O yüzden çok fazla titiz-
lenmiyorum, daha sonra şöyle bir bakıp çok belir-
gin hatalan düzeltiyorum. O yüzden romanımda
hiçbir hata yok diyemiyorum.
-RomanınsonundaSibel öğretmendimdik ayakta.
Buaçtdanbakacakohırsak,soakaranfüsotarmısizce?
Aslında solmaz. En solmuş göründüğü zamanda
bile bir tek yaprak olsun dipdiridir ve oradan yeni-
den uç verecek, yeniden o kırmızı rengine kavuşa-
caktır diye düşünüyorum. O yüzden umudumu hiç
yitirmedim. Belki kırmızı karanfillerden biri olarak
ben solabilirim günün birinde ama, benden daha
kırmızı başka bir karanfil çıkacaktır.
T i y a t r o F e s t i v a l i ' n d e n g e r i y e k a l a n l a r
Festivafler insanin ııfkııııu açar
1ESENÇAMURDAN
Geçen günlerde sona eren 10. Ulusla-
rası Istanbul Tiyatro Festivali'nde benzer
duygular yaşadık. 1997-1998 kış döne-
minde izlenip programa ahnmış olan
oyunlann dışında kalan, yani yabancı ya
da tasan olarak festıvale sunulmuş gös-
tenlere bakılacak olursa önce Mirva ile
Gisela May'ın Brecht konserleri dikkati
çeker. Nitelikli ve coşkulu bir ortam ya-
ratması bakımından Giorgio Strehler'in
yönettiği Milva Yeni Bir Brecht Söylüyor
- AyHer Zaman Parlamaz adlı konser, fes-
tıval açıhşı için doğru bir seçimdi. Mıl-
va yalnızca başanlı bir şarkıcı değil, ay-
nı zamanda iyı biroyuncu, tiyatrocu; mü-
zikle birlıkte sahnenin de hakkını veriyor.
Şarkı söylemenin. oynamanın tadını çı-
kanyor ve bunu seyirciye aktarabiliyor.
Milva'yi dinlerken. çoğu gösteride atla-
nan Brecht lirizmini yakahyor, şiirin in-
celiklerinin zevkine vanyordunuz.
Milva ile Strehler ikilisinin Akdeniz-
lilere özgü o yaşama sevinciyle yorum-
ladıklan şiir ve şarkılann ardından Gise-
la May'ı dinlemek, daha Alman ve kla-
sik bir Brecht konserine tanık olmak de-
mektı. EHi beş yıllık sahne yaşammm
otuz yılını Berliner Ensemble'da geçirmiş
olan Gisela May, insanı kendine hayran
bırakan bir performansla verdi konsen-
ni. Programın ilk bölümünü doğumunun
100. yıldönümü kutlanan Brecht oluştu-
rurken. ikinci bölüm, ölümünün 20. yı-
lında anılan ünlü Fransız şarkıcı Jacqu-
esBreTe aynlmıştı. Niyet iyi olmasına iyiy-
di de gerek Fransızca kadar incelikleri,
şiirselligi ohnayan Alman dilinin yadır-
gatıcılığı, gerekse Gisela May'ın yorumu,
insana "Keşke Brecht'le ye(inse>di" de-
dirtecek nitelikteydi.
Derin duyarlık, büyüle>ici estetik
Festivalde üç büyü ustasının (Pina Ba-
usch.Robert\V'ilson,TadashiSuzuki),üç
ayn zamanda geçen (günümüz, 19. yüz-
yıl, Î.Ö. V. yüzyıl), üç tragedya boyutun-
daki durumu, üç ayn bıçemle ele aldık-
lan çahşmalanm izledik. Yönetmenler,
birbirlerinden çok farklı görünümlerine
karşın, birçok ortak noktada buluşuyor-
lardı: Derin duyarlık, büyüleyici estetik,
yüksekentelektüel düzey, insan enerjisi-
ni olabildiğince ortaya çıkanp onu oyu-
na yönlendirme arayışı ve en küçük ay-
nntısına dek hesaplanarak koreografîk
bir sıralamaya oturtulan kurgu anlayışı.
Pina Baucsch, 'Cam Temizleyicisi' ile
belirlibirkonuyu(Hong-Kongkenti)çı-
kış noktabi olarak alıyor, buradan yola çı-
karak insanlann -trajik boyuta ulaşan-
var olma savaşımı verdikleri, kopukluğun,
iletişimsizliğin yansıtıldığı birdünya ser-
giliyor seyirciye. Pina Bausch'da dans
unsuru, müzik ile öyküyü pekiştiren bir
araç olmaktan çok, kendi içinde bir bü-
tün olarak çıkıyor karşımıza, Wuppertal
Dans Tiyatrosu'nun özünü doğrudan in-
san enerjisi oluştuyor.
Herhangi bir anlatım çizgisi olmayan,
birbirlennden kopuk sahnelerden oluşan
göstende, izlenen parçalann bütünleşti-
rilmesi seyirciye bırakılıyor. Seyirci ken-
dine göre anlamlanduıyor bunlan ve kur-
guyu, kişısel deneyim ve birikim doğ-
rulnısunda yeniden yapıyor, böylece sah-
neyle dolaysız iletişime girmiş oluyor.
'Cam Temizieyidsr birtakttn durumlan.
koyuyor ortaya ve yanıt vermekten kaçı-
narak, soru sordurtma yolunu seçiyor.
Bunu yaparken de aktarmak istediğıni
oynarmış yapmaktan çok onu "oldugu
gibi" iletiyor salona. Oyun kişilerinin se-
yirciye ısrarla çocukluk fotoğraflannı
gösterdikleri, kendi öykülerini anlatma-
ya çalıştıklan o çarpıcı sahne, söz konu-
su yaklaşımın unutulmaz örneğini oluş-
turuyordu.
'Cam Temizleyicisi'ndekı yoğun devi-
nim, "Denizden Gelen Kadın'da yennı.
VVUson'un deyışiyle "Ibsen'in hayalleri-
ne" bırakır. Ne var ki bu kez, oyun kişi-
lennin iç dünyalannın derinliklerinden ula-
şılır seyirciye ve sahnede yaşanmakta
olanlann sarsıcı yoğunluğu gıderek tüm
tiyatro uzamını kuşatır. Estetik minima-
lizmin doruğundaki Robert Wilson'un
sahne tasanmı ve tbsen'in zaman ve uza-
mını başka bir yere. daha soyut ve evren-
sel bir düzleme çekmek istercesine hazır-
çok, erk ile hahcm-torşıthgına dönüştü-
rülmüştür. Yine aynı bağlamda, asal so-
run insan ve Tann arasında olmaktan çı-
kıp "bir tarikat ile politik otorite arasın-
daki çeüşki" niteliği kazanmıştır.
Keskin bir dışav urumcu biçem
Oyunun Japon geleneksel tiyatrosu ile
savaş oyunJan arasında gidip gelen kes-
kın bir dışavurumcu bıçemı vardı. Kışi-
lerin duruşlan. davranışlan. konuşma bi-
çimleri, konuşma yerine bir atılımda bu-
lunmalan. devınimsizlikleri ve benzeri
öğelerin hedefı çeşıtlı duygulan, tepki-
leri beden diliyle yansıtmaktı. Beden di-
li nasıl birhareketin hakkını veriyorsa. ko-
nuşma dili de her sözcügün üstünde du-
ruyordu. Amaç. "insan bedeninin fizik-
sd veduygusal gücünübirteştirmek"tı. El-
len Lauren'ın canlandırdığı ana kraliçe
Agave'ın oyuna katılmasına dek -mini-
malist sahne düzeni ve ışık da içinde ol-
mak üzere- sahnedeki her öğe iki boyut-
dığt metni genç yönetmenin nasıl ele al-
dığını merak ediyordum, daha dogrusu,
onu sahnede nasıl seyredilebilir kılaca-
ğını Gördüğüm oyun beklentimin çok
altındaydı. Yönetmen olsun, oyuncularol-
sun metinle baş edememiş, ezilmişlerdi.
Metnin ağırlığı, durağanlığı ve kimi za-
man kendini yinelemesi, yalnız sahnele-
meyi değil, oyunculuğu da etkilemişti,
bu durum çok geçmeden seyirciye de
yansıdı. Braunscvveig' in AKM'nin o de-
vasa sahnesini, yukandan indirilen per-
delerle bölerek çeşith uzamlar yaratma-
sı, oyun alanında olabildiğince az, nere-
dey se minimalıst düzeyde aksesuvar kul-
lanması ve özenli seçılmiş bu nesnelere
yüklediüi anlamlar, gösteride ilgimi çe-
ken unsurlar oldu, Daha çok komedi tü-
ründe yaptıklan çahşmalarla tanman
Jerome Deschamps ile Macha MakeierTın
ilk klasik oyunu 'Gülünç, Kibarlar'. Sa-
natçı çitt, Fransa'da sahnelenen Moliere
yapıtlannın içerdiği fars bölümlerinin çı-
gerek metin gerekse sahneleme ve oyun-
culuk açısından hazin bir sahipsizlik ya-
şanıyordu sahnede. Bunlaryetmiyormuş
gibi metin ile dil, yanlış kullanılan bir
öykünme öğesine, bir aksesuvara dönüş-
müştü, oyunun kurulduğu yer ve tarihle
kurulan ilişki ise folklorik bir görüntüden
öteye gidemiyordu. Ne kadar da yükle-
nilmişti her şeye... Sahnede öyle konu-
şuldu, gösterildi, anlatıldı ki seyirciye bir
şey kalmadığı gibi onlarca soruyla çıkıl-
dı tiyatrodan: Neden izbe bir ahşap ko-
nakta unutulmuş bir tiyatro kumpanya-
sı? Bunu "Kibarhk Budalası" ile buluş-
turmanm mantığı nedir? Moliere, "için-
de gönlü zengin insanlann yaşadığı bu yv
kıkkonağa" neden konuk olsun kı?.. HaJ-
dun Taner'in 'Sersem Kocanın Kurnaz
Kansı'nı anımsatan oyun kişilerinin dil
karmaşasını nasıl açıklamalı? Neden uyar-
lama yoluna gidildi? İlle de "bİ2den" bir
şey olsun kaygısının yarattığı bir zorun-
luluk muydu bu?..
//aı
1)'GüzBitimindeMoliereyadaKibarhkBudalası'-tstanbul ŞehirTıvatrolan 2) 'Gülünç Kibarlar"- DeschampsetDeschamps,3) 'Balkon'-Tryatro Stüdyosu
' angi dalda
olursa olsun, her
sanat festivali
günlük yaşamdan
çalınmış değişik
bir zaman
dilimidir. Bu tür
etkinliklerde
insan kendi
dışındakı
dünyalarla tanışır,
yaşantılara
tanıklık eder,
farklı olmanın
getirdiği
zenginliğin
keyfine vanr.
lanmış ve işin artık felsefesine vanlmış
ışık düzeni seyirciyi, ona çok uzakmış gi-
bi görünen. ama aslında bütünüyle için-
de yaşadığı, ama herkesten -kendinden bi-
le- titizlikle gizlediği bir iç dünyaya gö-
türür. Bu noktada Susan Sontag'ın başa-
nlı uyarlamasının yönetmenle buluşma-
sının büyük önemi olduğunu unutma-
mak gerekir. Söz konusu birlikteliğe Do-
minique Sanda, Philippe Leroy gibi usta
oyunculann katkılan da eklenince. orta-
ya gerek sahneleme gerekse oyunculuk
bakımından. tiyatroka\Tamını yeniden dü-
şündürten, onu sorgulatan önemli bir baş-
yapıt çıkmış.
Suzuki. 'Dionisos' olarak adlandırdığı
çahşmasına Euripıdes'in "Bakalar ını te-
mel oluşrurmuş. Antik dönemin yazann-
dan pek uzaklaşmamakla birlikte, kimi
önemli aynntılann üstünde durup onlan
işleyerek, günümüzde de geçerli olan si-
yasi bir tartışma ortamı yaratmayı hedef-
lemiş. Bu yaklaşımın en belirgın örneği.
Euripides'te bir karakter olarak karşımı-
za çıkan Dionisos'un, Suzuki'detannsal
kimliğinden anndınlması, söylem ile ey-
leminin koroya verilmesidir. Böylelikle
Dionisos' un düşünceleri bir yerde toplu-
ma mal edilmiş, kral Pentheus'la çıkan ça-
tışma da kral ile Tann sürtüşmesinden
lu görünürken, Amerikalı oyuncunun be-
linnesîyle birlıkte bir duygu patlaması
gerçekleşti. Ve iki boyutluluğun. nere-
deyse ana kraliçenin tragedyabinı vurgu-
tamak' üzere düşünüldüğüne, onunla bir-
likte yeni anlamlar kazanarak üçüncü bo-
yuta ulaştığına tanık olduk. Boyutlarla
oynama durumu Suzuki'nin, yüzü Ba-
tı'ya dönük, ama Doğu'yu da bütünüyle
dışlamamış bir sanatçı olduğunu düşün-
dürttü bana. Öyle ya, geleneksel sanatın-
dan bire bir alıntılar yaparak bunlan sah-
nesinde yapay \e zorlama olarak kullan-
mak yerine, Doğu ile Batı kültürünü göz-
lemleyip özümsemiş olan, kendi çağcıl
sanatsal çizgisi doğrultusunda kullanabi-
leceğı kimi öğelerden özgürce yararlana-
bilen bir sanatçıdan bunu beklemek hiç
deşaşırtıcı değıldi.
10. L'luslararası Istanbul Tiyatro Fes-
tivali'nin merakla beklenen bir bölümü
dei
*Fransa'ylaBuluşına''ydı.'Doktor Fa-
ustus ya da Şeytanın Pallosu" adh çalış-
masıyla tanıyıp hayran kaldığımız ve bir
tek Fransa'nın değil, Avrupa'nın dâhi ço-
cuğu olarak bilinen Braunscvveig, bu kez
Brechfin gençlik dönemi oyunlanndan
bin olan 'Kentlcrin Ormanında'y ı sah-
nelenıişti. Oldukça hantal bir yapıya sa-
hip olan, Brecht'in birkaç kez yeniden yaz-
kanldıgını gözlemleyip, genelde pek sah-
nelenmeyen ve mizah yanının güçlü ol-
duğunu düşündükleri oyuna bir de bu
açıdan yaklaşmaya karar vermişler. Ve or-
taya ne pahasına olursa olsun, seyirciyi
güldürmek isteyen bir çalışma çıkmış.
Başvurulan yol ise oyunun -ve de Mo-
liere'in- fars öğelerini öne çıkarmak, bun-
lan iyice abartmak. kimi rolleri, olayla-
n olur olmaz gülünç kılmak. Deschamps-
Makeieffikilisi yazılı metine dokunmak-
tan, ona eklemeler yapmaktan çok oyun
kişilerinin sesleriyle oynama, heceleri
gereksiz yere uzatıp kısaltarak konuşma
biçimlerini ya da söz dizimini bozma yo-
luna gitmişler, sık sık mimik oyunlanna
başv^ınnuşlar. 'Gülünç Kibarlar', gülünç
olmaya çalışan, ama gülünçlüğü tartışı-
lır bir oyun olmuştu.
'Bizden' bir şey oisun kaygısı
Bu yıl Moliere için gerçekten talihsiz
bir yıldı. festivale tasan olarak önerilen,
yani perdelenni aynı dönemde açan "Güz
Bitiminde Moliere ya da Kibarhk Buda-
las" seyirciyi düş kinklığına uğrattı. Tur-
gay Nar'ın uyarlayıp Mehmet Ulusoy'un
yönettiği oyun, herkesin kendi başının
çaresine baktığı, bakmak zorunda kaldı-
gı bir ortamı yansıtıyordu. Gerçekten de
5. Sokak Tiyatrosu'nun, İstanİHil Dans
Topluluğu'yla birlikte hazırladığı 80060
adlı oyunu, festivale seçilmiş ikinci tasa-
nydı. Yaratıcılannın bir "kent masah"
olarak niteledikleri ve bireyin kentle olan
zorlu ilişkisini anlatan gösteri, temelde mü-
zik. dans ve çizgi-romandan oluşmak-
taydı. Dansçılann kostüm ve makyajla-
n, projeksiyonla dipteki duvara yansıtı-
lan çizgi-romanın biçemi, sahneyi birye-
raltı atmosferine sokarken koreogTafinin
sertçizgisi doğrultusunda kurulmuş olan,
kişiler arasmdaki acımasız ilişkiler, ya-
şanılan ortamın içerdiği gizli şiddeti yan-
sıtmaktaydı seyirciye.
tlgıyle izlenmiş olan gösterinin, ka-
nımca, giderilmesi olası iki zayıf nokta-
sı vardı: OzenYub'nın kimi zaman "çok
konuşan" ve gördüklerimizi bize yeniden
anlatan metni ile oyunun gereksiz yere uza-
tılmasıydı. Beden diliyle konuşma dili-
nin işlevleri gözden geçirilir, oyunun dra-
maturgisi yeniden ele alınırsa ve genel-
de birtakım kısaltmalara gidilip gösteri-
ye yoğunluk kazandınlırsa, desteklen-
meye değer bir başlangıç yapmış olan
80060'ın önü daha da açılacaktır.
Festivallerin en sevdiğim yanı da insa-
nı düşünmeye yöneltmesi, onun yaratıcı-
lığını kışkırtmasıdır.
Enka Vakfı Kültür Ppogramı
• Kültür Servisi - Enka Vakfı'nca her yıl
düzenlenmekte oyan Yaz Dönemi Kültür Programı
başladı. Sadi Gülçelik Spor Sitesi Amfitiyatrosu'nda
düzenlenen ve ağustos ayı sonuna dek sürecek
program sanat etkinlikleri ve film gösterimleri
olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Kültür programı
çerçevesinde temmuz ayı boyunca izlenebıkcek
oyunlar şöyle: 1 Temmuz"da Ankara Sanat
Tiyatrosu'nun sahnelediği 'lnadına Yaşamak'. 3
Temmuz'da Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nun
sahnelediği "Bozuk Düzen', 6 Temmuz'da Sadn
Alışık Tiyatrosu'nun sahnelediği 'Allahaısmarladık
Cumhuriyet', 10 Temmuz"da Yalçın Menteş'ın
sahnelediği 'Yalçın Menteş Shovv', 14 Temmuz'da
Dostlar Tiyatrosu'nun sahnelediği "lns>anlanm\ 16
Temmuz'da Dostlar Tiyatrosu'nun sahnelediği
'Yosma', 29 Temmuz'da Dormen Tiyatrosu'nun
sahnelediği 'Bu Filmi Görmüştüm'. Ovunlann
başlama saati 21.15.
Geceyarısı Sineması
• Kültür Servisi-Gecevansı Sineması adlı yeni bir
sinema dergisi sinemaseverlenn beğenısine sunuldu.
'Geceyansı Sineması'nın ilk sayısı Giovanni
Scognamillo'ya ithaf edilmiş. İlk sayıda >er alan
yazılar şunlar: Savaş Arslan'ın 'Yetişkin Bir Kadın
Bir Cüceyi Gerçekten Sevebilir mi? Freaks:
Ucubeler'. Karaca Savaş'm 'Ed Wood"un Izınden
Gidenler', Orhan Anafarta'nın 'Dünyanın En Pislik
Film Yönetmeni John Waters\ Karaca Savaş'ın
çevirisiyle Cathal Tohlih ve Pete Tombs'un
'Avrupa'daki Seks ve Korku Sineması: Ahlaksız
Öyküler', Kaya özkaracalar'ın 'Kayalıklann
Dibindeki Sahillerin ve Harabe Şatolann Ozanı Jean
Rollin', 'Kara Eldivenli yönetmen Dario Argento.
'Ayhan Işık'ın Italyan Korku Filmleri". Alı
Aİcbayram'ın "Anti Roman Anti Sinema- Robbe
Grillet', Serhat Günaydın'm 'Gözün Öyküsü ve
Salo'da Ölüm ve Kurban Etme\ Savaş Arslan'ın
'Ortaçağda Kaybedenler Vardı". Dergide aynca
korku sinemasından haberler de yer alıyor
Rumelihisarı konserleri başlıyor
• Kültür Servisi -
Most Production
tarafından geleneksel
hale getirilen
Rumelıhisan konserleri
9 Temmuz'da Nilüfer'in
verecegi bir konserle
başlayacak. Bu yıl
dokuzuncusu
düzenlenecek olan
Rumelihisan konserlen,
Kültür Bakanhgı'nın
desteği ve Renault'un
sponsorluğuyla Most
Production tarafından
gerçekleşecek. 9-16
Temmuz tarihleri
arasında Nilüfer'in vereceğı konserlenn ardından 17-1S-
19 Temmuz tarihleri arasında Muazzez Abacı.20-21.22
Temmuz tarihleri arasında Zültu Livaneh. 23-2"?
Temmuz tarihleri arasında Ajda Pekkan. 30 Temmuz-3
Agustos tarihleri arasında Kayahan. müzikseverlerle
buluşacak. Rumelihisan'nda agustos ayında
gerçekleşecek konserler ise şöyle' 4-6 Agustos arası
George Moustaki, 7 Ağustos'ta Grup Gündoğarken. 8-9
Ağustos'ta Kubat, 10-11 Agustos'ta Haluk Levent. 12
Ağustos'ta Erol Evgin, 13-15 Agustos arası Cahıde
müzıkali, 16 Ağustos'ta Müzeyyen Senar, 17-19
Ağustos arası Sibel Can, 20 Ağustos'ta Zuhal Olcaş. 21-
16 Ağustos tarihleri arasında Cem Yılmaz. 27-29
Ağustos tarihlen arasında Mustafa Sandal
Yokolan Tünlerin İzinde-Aîrika
• Kültür Servisi - Harvard Üniversitesi mezunu
biyolog, antropolog Çağan Hakkı Şekercıoğlunun
'Yok olan Türlerin tzinde-Afhka" projesi Yapı Kredi
tarafından destekleniyor. Temmuz-ekım döneminde
ilk bölümü Afh'ka'da gerçekleşecek olan bu proje
çerçevesinde Çagan Hakkı Şekercioğlu. soyu tükenme
tehlikesi alhndaki canlılan, o canlılann yaşadığı özgün
yöre kültürlerini, bu kültürlerin dogayla ilişkilerinı ve
nasıl korunabileceklerini araştıracak. Har\ard
Üniversitesi'nde biyoloji ve antropoloji eğitimı gören
Çağan Hakkı Şekercioğlu, aldığı derslenn yanı sıra
okulun ve araştırma kurumlannın desteğiyle altı kıtada
araştırmalar gerçekleştirdi. Şekercioğlu'nun bugüne
dek katıldıgı bilimsel yanşmalarda da çeşıtli ödüllen
bulunuyor. Şekercioğlu'nun projesi Yapı Kredi
Yayınlan tarafindan kitap haline getirilecek "\okolan
Türlerin Izinde-Afrika' projesinin ilk bölümü olan
Afrika gezisinin maliyeti 60 bin dolar." Yokolan
Türlerin tzinde-Afhka, projesi çerçevesinde Çağ3n
Hakkı Şekercioğlu, teknik altyapı uygun olduğu
sürece Intemet'te açılacak olan bir sayfada proje
hakkında bilgi verecek. zaman zaman İnternet
sohbetlerine kaülacak.
Picasso'nun doğduğu ev
zfyarete açıMı
• İSPANYA (AA) - Ünlü ressam Pablo Picasso'nun
25 Ekim 1881'de dünyaya geldiğı ev ziyarete açıldı.
Picasso'nun ikinci katında doğduğu dört kath ev.
tspanya'nın liman kenti Costa del Sol tarafından iki
milyon marka restore edildi. Ziyaretçilere açılan
evde Picasso'nun taslaklan. seramikleri ve çeşitlı
yapıtlan sergileniyor. 1973 yılında Fransa'nın
güneyinde ölen Pablo Picasso'nun doğduğu kentte.
bir de Picasso Müzesi açılması planlanıyor. Ancak
müzenin açılış tarihi belli değil.
BUGÜN
• 2. ULUSLARARASIBOĞAZİÇİFESTİNALİ
kapsamında Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda saat
21.30'da Paco Pena Flamenko Dans Topluluğu yer alıyor
• GENÇ ETKİNLİK kapsamında 13.00-19 00 arası
TÜYAP'ta kısa filmler (13.00-14.30), '2 Yüz T (16.00-
16.30). 'Bir Şışede Bir milyon lnsan", (17.00-17.30).
'Mücadele veYasam'(18.00-18.15),-Yol'(18.20-
18.35), 'Savaş' (18.40-19.00) konulu performans \e
gösterilerin yanı sıra gün boyu devam edecek olan
vvorkshopve happening ızlenebilır.
26. ULUSLARARASI ISTANBUL MÜZİK HSTİVALİ
BUGÜN
• Aya trini IMüzesi'nde saat 19.00'da Musica Antiqua
Köln dinlenebilir.
YAREV
• Aya lıini Müzesi'nde saat 19.00'da Ensemble
Concordia müzikseverlerle buluşacak.