01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 EKİM 1997 CUMA 10 KULTUR Kaybolmuşluk ve dağılmışlık içinde bir arada toplanan örnekleriyle Kuzgun Acar Taşm kudreti, metaliıı komışkanbğı ERHAN KARAESMEN 1969 sonbahannda ders yılının iik koşuşturmalı günlerindeyiz. Bir öğrencimiz koridorda beni yakalıyor: "Hocam, size Kuzgun Baba'dan sdam ve dostluk mesa- jı getirdim." Soruyorum: "Nere- den tanıyorsun? IstanbuTda mı görüştünûz?" Yanıt ve açıklama uzunca ve Kuzgun esprisiyle do- luydu: "Zap Köprüsü inşaabnda rastlaşük. Aynı çadın paylaşıvor- duk. Kendisinden düşünceve pra- tik beceri olarak çok şe> öğren- dik. Oraya asluıda dokümanter film çekmek için gelmişti. Ancak öylesine dayanışmacı, iş yapma heyecanı doiu ve becerikrte dona- blnruş bir adamdı ki sık sık kame- rayı bırakıp bize halat nasıl bağ- lanır. metal parçalar nasıl kaynak- lanır ve biıieştirilir vb. bir vığui pratik şey öğretiyordu. Devrimci coşkumuza karşın biz yorguniuk- tan ve acaktan bazen yakmıyor- duk. Onun "of" çektiğüıe ya da yakudığına hiç tanık olmadık. Oynayarak.okşayarak kullandığı o çetik halatiar kadar sağlam ve gösterişsiz bir adam." Biraz duygusal, belki biraz da o dönemlere özgii devnmci. coş- kulu, kendine göre ınsancıl an- lam taşıyan bir Zap Suyu yaya köprüsü ınşaatindakı imece çalış- ması, 68 kuşağının bir sevımlı ışı olabilirdi. Ancak koskoca Kuz- gun Acar'ın orada ne işi vardı? Kendisine bir yıl kadar sonra yıl- ların özlemıni gidermeli bir ls- tanbul rastlaşmasında bunu sor- duğumda, açıklaması çok net ve yine "Kuzgun"caydı: "Zap Va- disi'nin geçit vermezliğine bir ka- fa tutma olarak yaya ve gerekirse beygir geçişine müsaade edecek bir küçük mütevazı asma köprü yapılması ptanlanmıştı. Coşkulu, r\i nivetli mimartık- mühendislik öğrencilerinden çocuklar oraya koşuşımıştu. Sevimli bir olavdı. Bu yolla Doğu'nun terk edihnişli- ğine büyük bir ışık tutulduğunu düşünecck kadar romantik deği- limdir. bilirsin. Ama oralara git- mek için bana çok sevimli bir ge- rekçe gibi gözüktü. Pratik aklım- la ve azıcık el becerimle gençlere birazcık yardım ettiğim de oldıı. Amasanaanlatanlarabartnuşlar. Ben daha ziyade moral hocasıy- dım. Duymuşsundur, daha sonra sarp kayalann arasından dağlar- da dolandım. Kâh dolmuşla > a da otostopla ama daha çok yüriive- rek Toroslar'a kadar sarktım. Çok güzel bir yaz oldu. Mumıy- dum." Zap Suyu Köprüsü Doğu'ya bir nimet saçma destanı elbette değildi. Ancak, Kuzgun Acar'ın bu olaya bulaşmış olma biçimi yan mitolojik kişiliğine uygun, destanımsı bir şeydi. Kendi ben- zersiz alçakgönüllüğüyle, çok sa- deye indirgediğinin mutlaka epeyce ötesinde katkısı olmuştu bu insancıl ola> a. Bunun kendisi- ne paye çıkancı öykülerini anlat- tığını ya da yazdığını hiç sanmı- yorum. O, orada yaşanmıştı ve bitmişti. Tüm doğruluğuyla ve güzelliğiyle. Kuzgun Acar'ın ya- şamındaki pek çok diğer güzellik olaylannda oldugu gibi. Şaşırücı bir diğer 'ilk' Tefrikaya beş yıl atlayarak de- vam ediyorum. 1975 Temmuzu Antah/ası'nda toprağın kavruldu- ğu, körfezin turuştuğu, eskılere göre "son otuz yıhn en kızgın sı- cağı"nın yaşandığı bir öğleden sonra vaktinde bir sinema salo- nunda otuz kırk kişi toplanmış- tık. Antalya kentınin tarihınde ilk kez sanatsal-kültürel biraçık otu- jlVuzgun Acar'ın kirpileşmiş kitleleri değişikti. Yenilikçiydi. İstanbul Milli Reasürans sergisindeki örneklerden de görüldüğü gibi klasik göz beğenisi yönünden çok dolu yapıtlardı. Kuzgun'un kirpi metalleri ya da uzaysal çubuklara sanlmış telleri müthiş bir görsel dinamizme sahiptir. Bunun yanı sıra da düşündürücüdür ve kafa tutucudur. rum yapılıyordu. Yol gösterici bir zan yönetiyordu. hasbelkader. kahraman. Özendirici dil dökme- agabey sanatçının izinde ve kana- Masada sola doğru gençleri koy- lere. dokundurmalara karşın bir dıaltındatoplanmışbıravuçgenç muştuk. Yanlış hatırlamıyorsam türlü konuşruramıyorduk, kendi- sanatçı kentin boş mekânlannı Orhan (Taylan) ve Bihrat (Mavi- smi. Amabirarabirşeylersöyle- süsleyıp zenginleştirecek heykel tan). Düzenlemede büyük emeği meye karar verir gibi oldu. Şöyle ve duvar kaplaması kompozis- geçmişCıhzoğju'lardanbiri(Tan- birdoğruldu. Yaşlıgözlerlevebu- yonlanüzenndehaftalarcayenn- ju,belkıdeSeckin)hemensağım- ğulu bir sesle "Bu dayanılmazst- de çalışmıştı. da yer almıştı. Sağ uçtaki biraz cağı benim için cennet serinüğine Uygar ve yenilikçi bir belediye ileri itilmiş bir sandalyeye ise öne çevirdiniz. Hepinize teşekkürler" başkanı olan Selahattin Tonguç çıkanlmış olmanın ve aynca otu- dedi. sadece. Ve oturdu. Çok duy- işin öncülüğünü yapıyordu. O rum boyunca kendisine övgüler gulanmış olduğu belliydi. Çok günkü toplantıda Türkiye"de yağdınlmışolunmasınıniçtensı- değişik ve yepyeni bir maceraya "üVkezsürdürülmüşbubenzer- kılganlığmı sergileyen sakallı ka- kendisine güvenip katılan ve ba- siz etkinliğin sonuç ve izlenimle- ra bir adam yan çökük ilişmişti. şaran genç, yetenekli, sevimli bir ri tartışılacaktı. Bu satırlann ya- Elbette Kuzgun Acar'dı bu baş avuç sanatçıya şükran duyuyor- du. Aynca o sabah Türkiye'nin o- la ki (bana göre kesin) en güçlü açık hava taş yontusu "Haşûn Iş- can"ı son gecesinde bazılanmız hiç uyumaksızın son dakikasmda yetiştirerek yerine koymuştuk. Kuzgun onun doyumunu ve de boşalmışlığmı taşıyordu üzerin- de. Ama hepsinin ötesinde Kuz- gun, Kuzgun'du; işte. Övgüyle, alkışla, alayişle hiç işi düşmemiş- ti, hayatında. Yaptığını yapmış ol- manın keyfıyle yetinegelmiş bir bilge filozoftu. Yarattığını anlat- mak. ballandırmak onun işi de- ğildi. Oysa, Türkçeyi akıl almaz bir zarafet, ustalık, zenginlikle kullanırdı ve aynı anlatım gücü- nü bulamayacağı endişesiyle yıl- larca yaşadığı yabancı ülkelerin dilini öğrenmeyi reddediyordu. İşte bu Türkçesiyle sadece "te- şekkürier" diyordu. Benzerleri sonraki yıllarda tekrarlanacak da olsa 1975'teki ilk sanatçılar forumu Kuzgun'un bilge kişiliğiyle ve yapımcılık gü- cünü bir " d " fıgüründe görkem- le yoğunlaştırmış "Haşim İşcan" yontusunun görkemli anısıyla belleklerde çok özel bir yer rut- muştur. Bu başyapıt sonradan sahipsiz kalıp oraya buraya atıldı. Sonun- da sanatsal büyük değerine hiç yakışmayan türden de olsa, bir y- er bulur gibi oldu. Antalya'ya yo- lu düşen sanatseverlere, Falez üzerinde oluşturulmuş, o keyif- siz yeni parkın sünepe bir köşe- sinde kendilerini mucizevi bir "d" utkusunun beklediğini anım- satmak isterim. Sıkıntılann alağuuhı ParisliKıı:gımKuzgun Acar ı bilgısı kıt ama hevesi yo- ğun, gencecık amatörler olarak aralanna girmeye çalıştığımız 1950 sonlan İstanbul sanat çevrelennde tanımıştım. Bu amatör takımına ılgi gösteren tek kişi olarak gön- lümde yer tutmuştu. On yaş kadar küçü- ğüydük. Öğrenme hevesimizi ciddiye alıp ağabeyce anlatırdı. Dostluk 1960'lar Parisı'nde pekişti. Bi- ze yıllarönce sözünü ettiği kafes telleri, çi- viler, paslı rnetal parçalan, yan yana ge|- miş ürpertici sivnlikler oluştunnuşlardı. Metal heykel anlayışının Giacometti ıle Zadldne ile biraz da Brancusi ıle belırlen- diği bir dönemdi İnce uzamış, tek bir tel- le ya da benzen biraz daha kalınca bir çu- bukla ana doğrultu düzleminden firlayı- vermiş formlann ve oylumlann peşındey- di, tümü genç heykeltıraşlar. Kuzgun Acar'ın kırpileşmiş kıtlelen de- ğişikti. Yenilikçiydi. Aynca, 1997 İstanbul Milli Reasürans sergisindeki örneklerden de görüldüğü gibi klasik göz beğenisi yö- nünden çok dotu yapıtlardı. Aralannda do- laştığım, yaygınca bir uluslararası sanat kesiminde Kuzgun Acar konuşuluyordu. Metal sıvTİlikler demetinden "diren^' ve "başkaldın" çağnşımlanyla söz edıliyor- du. Kendisıvle konuşmalardan, Paris'te ve sonralan Istanbul'da. şöyle şe>ler hatınm- da kalmış gibiydi. Her insanın içinde bir miktar ıtelenmışlik sıkıntısı, doyumsuzluk, dış baskılardan hoşnutsuzluk duygulan ya- tar. Bunlardan kaynaklanan belli belirsiz bir kafa tutma, başkaldın düzeyıne varan ya da varamayan bir tepkı gereksınmesı bir ölçüde galiba kaçınılmazdır. Ancak, her kafa tutma mutlaka dinamik değıldır. Her dinamik görüntü de mutlaka bir kafa tutuşuyansıtmaz. Kuzgun'un kirpi metal- leri ya da uzaysal çubuklara sanlmış telle- ri müthiş bir görsel dinamizme sahiptir. Bunun yanı sıra da düşündürücüdür, dert boşaltıcıdır ve kafa tutucudur Benliğinı ürününe bu denli sadakatle ve açıklıkla yansıtabilmesı ıçın bir sanatçının kendi kendisiyle ve dışanyla hesaplaşmada çok ıçten olması gerekir. Kuzgun Acar'da bu • Kendi kendisiyle ve dışanyla hesaplaşmada çok içtendir. Aynı hesaplaşma berraklığını son döneminin önemli ürünleri olan "Maskeler"de de buluruz. Bu "Maskeler", zevkli ve anlamlı bir tiyatro ifadeciliğine katkılannın çok ötesinde tek tek önemli ve güçlü plastik ürünlerdir. fazlasıyla vardır. Aynı hesaplaşma berrak- lığını son döneminin önemli ürünleri olan "Maskeler''de de buluruz. Bu "Maske- ler", zevkli ve anlamlı bir tiyatro ifadeci- liğine katkılannın çok ötesinde tek tek önemli ve güçlü plastik ürünlerdir. Sezon başınm en önemli sergisi 1964-67 döneminde Kuzgun Ağabey'in izıni kaybettim. Ben bir yıllığına Amen- ka'ya kaybolmuştum. Yeniden Paris'e dön- düğümde Kuzgun \oktu görünürlerde. Ona, abartmalarla yakıştıragelmiş drama- tik bir davTanışla, bir sarhoş gecede kafa- sının kızıp ertesi sabah bir küçük el canta- sıyla İstanbul'a gittiği ve bir daha haberalı- namadığı söyleniyordu. Abartılmış öykü- lerde Kuzgun Ağabey'in içkiciliğinden çok söz edilegelmiştir. Oysa çılgın yaratı- cınm, bu döneminde Paris gibi bir diyarda aylarca içki içmediğini ve hatta hiç arama- dığmı çok yakından biliyorum. Biraz için- ce kendinden geçmesi aUcolle olan bağlan- tısından çok öte bir yaratılış özelliğinden, "içindeki esriklik'nen ileri geliyordu. Do- layısıyla Paris'ten Istanbul'a ani göçüşü kendisiyle daha sonralan da görüştüğüm gibi derbeder ve bohemce bir zikzak ihti- yacmın sonucu değildi. İçindeki esrik se- si dinlemişti sadece. Kuzgun Acar olağa- nüstü insani ve yaratıcı vasıflarla donatıl- mış olmasma karşın üstün değerleri sade- ce küçük çevTelerde anlaşılmış bir adam- dı. Aynca, surekli olarak pratik dertlerin ve sıkıntılann odağında yaşadı. Hücrelere ka- patıldı. Yapıtlan atıldı, söküldü, parçalan- dı. En parlak Pans döneminde bile zaten çok az sayıda satılmış sahipli bazı kompo- zisyonlanrun bile izini bulamıyoruz. Hat- ta son dönemlerinde oyma zarafetiyle res- mettiğı desenler ve guaşlann ömekleri de ortalıkta dolaşmıyor. Milli Reasürans Ga- lensi'nin bu ız kaybolmuşluk ve dağılmış- lık içinde epeyce sayıda bir örneği bir ara- da toplamış olması takdırle karşılanmalı- dır. Sezon başının sanıyorum ki en önem- li sergisidir. Tüm sanatseverlere duyurmak isterim. IKI GUN BOYUNCA MUZIKLE ILGILI HERKES BIRARADA 25-26 Ekim »97 H a r b i y e A s k e r i M ü z e v e K i i l t ü r S it e s i • S I » I I 1 » l Loreena McKennitt Türkiye 'yegeliyor w \1; iılj L ' 1 1, | r - ım-ıj Saat 10:30-20:30 arası 27 Konser, 14 Dinleti-Söyleşi, 5 Panel, 5 Atölye, Çocuk Etkinlikleri, Tanıtım Masaları, CD ve Kitap Satışı, Sergi, İmza Masaları Biletler: Tüm Vakkoramalar ve § e nl ı k gınjınde Tam Bılet: 1,500,000.TL Oğrencı. emeklı, bğrttmeır 1,000,000.TL Şenlığe günlük bilctle girilecek ve gün boyunca jenlık kapsamındakı tüm etkınlikler ücretsız olarak izlenebilecektir. lilEczâcıbaşı İESBANK I k KAIONCALAR ULUSLARARASI TAŞIMACILIK A Ş total Cumhuriyet »e J i j l ı Belediye B a j k a n l ı ğ ı ' n ı n k a t k ı l a r ı y l a . Orfcniıotyon: PozitİJ ! Açık Hadyo 94.9 - * cı • — - L - - - ' J /muzıksenti{i.turk.net Kültür Servisi- L nutul- muş şarkı sözlerine ya- şam veren Kanadalı sa- natçı Loreena McKen- nitt. Amenka'da ve Tür- kiye'de altın plak alan 'The Vlsit' ve 'The Mask and Mirror' albümlerin- den sonra yaptığı yeni al- bümü 'The Book CW Sec- rets'la Kelt kültür mirası- nı kazıp çıkarmaya devam ediyor. Albümün büyük bir bölümü Akdeniz deki keşifleri yansıtıyor. Sa- natçı, yeni albümünün ta- nıtımı için yann iki gün- lüğüne ülkemize geliyor. Adını ilk olarak 'She Moved Through The Fair' adlı albümündeki folk ba- ladlannı söyleyiş tarzıyla duyuran McKennitt, daha sonraki albümlerinin ko- nu seçimi için pek çok yolculuğa çıktı. Kelt tari- hiyle yakından ılgilenen sanatçının 'The Mum- mer's Dance' şarkısı, ttal- ya'da Palermo'da karşılaş- tığı bir kukla ustasının yaptıklanyla Padstow, Comwall'de 1 Mayıs kut- lamalanndaki 'ojuncak at' ve Türkiye'deki tasavvuf yaşamını birbirine bağlıyor. Irlanda'daki rahıple- rin yaşam tarzından Marco Polo'ya ve Sibirya yolculuğuna dek uzanan bir müzik serüveni var sanatçının. Kana- da'da alçakgönüllü göçmen aılelerden oluşan bir toplumun içinde büyüyen McKennitt, amacını gerçekleştirmek için ilk olarak Stradford'da Shakespe- are Festivali'nın yarattığı canlı ortam- da beste ve yorum yeteneği ile takdir topladı. Irlanda'ya yaptığı ilk yolculu- McKennitt yeni albümünün tanramı için iki günlüğüne İstanbul 'da. ğundan sonra, Irlanda folk müziğinin lirizminden çok etkilenen sanatçı Ka- nada'ya döndüğünde Yeats'in 'The Stolen Child' şıinni yorumladı. Dianc Svvard Rapaport'un yazdığı 'How To Make and Sell Your Ow n Recordings' (Kendi Kayıtlannızı Yapıp Satmanın Yollan) adlı bir kitaptan esinlenerek 1985 yılında kendi plak şirketi 'Quin- lan Road'ı kurdu ve 9 şarkıdan oluşan 'Elemental' albümünü kaydetti. Albü- münün ilk kayıtlannı kendi arabasında sanp. halkın karşısına so- kak çalgıcısı olarak çık- tı. Kısa bir sürede kala- balık bir dinleyici kitlesi edinen sanatçı, ıkinci al- bümü 'To Drive The CoM \\liiter AVHÇ' ve ar- dından 'ParaDel Dreams' adlı albümleriyle kültür- lerarası etkileşime ilk adımrnı attı. " Bana tarihlerimizin birildmlerinden oluştu- ğunıuzu ve sonunda sa- dece aşağı vukan a> nı ot- duğumtızu değil, birbiri- nıizi a> ırmaktan çok bir- arada tutacak daha fazla özelüğe sahip olduğumu- zu öğretti" diyen sanatçı bundan sonra çıkardığı 'The VTsit' albümünün açıhş parçasındaki eski çağlardan gelen tambur sesi. Shakespeare ve Tennyson'ın cesur, sine- matik yorumlan ve 8. Henry'nin kaleme aldığı balad 'Greensteeves'le yeni bir yön çizdı. 'The Mask And Mirror' adlı albümünden sonra McKennitt'ın yeni yol- culuk rotasında tspan- ya'mn Kelt köşesi Galiçya, sonra da Musevi, Islam ve Hıristiyan kültürleri- nın birleşerek Batı uygarlığının gelişi- minde önemli kültürel etkilerin yaşan- dığı ve altın dönem olarak bilinen 15. yüzyıl Ispanyası vardı. Yolculuk sonra- sı 'A Wînter Garden: Fıve Songs For TheSeason' adlı albümünü çıkardı. Ta- rih aracılığıyla katettiği keşif yollannı müziğine yansıtan McKennitt, son al- bümünde zihnini sürekJi meşgul eden felsefı sorulara yarut bulma arayışmda. YAZIODASI SELİM İLERİ Sait Faik'in Bip Hikâyesi Var Genç kuşakla şimdi daha sık görüşebiliyorum. Gençler sorunlannı bize oranla çok daha cesurca di- le getiriyorlar. Yaşamdan ne bekliyoriar... Yann için ülküleri... Düşlerindeki yaşama... Anlatıyorlar. Ben de çok şey öğreniyorum o ara. Bi- zim beklentilerimiz bugüne cevap veremiyor artık. Ül- küler, düşler alabildiğine değişmiş. Büyük kentlerin genç insanlan neredeyse sofu bireyci diyebileceğim bir dünya görüşünden yana. Bunda edebiyat sevgisinin iyiden iyiye silinip git- mesinin rolü var mı diye düşündüm. Söyleştikçe ayırt ettim: Genç insanlanmız edebi- yattan büsbütün kopartılmışlar. Dünya edebiyatını hemen hiç bilmiyortar. Dostoyevski, Tolstoy, Bal- zac, hatta Shakespeare... Bu adlar onlara hiçbir şey söylemiyor. Türk edebiyatı konuşulduğunda, bir ara, Orhan Pamuk adı anılırdı. Gündemde olursa, Yaşar Ke- mal'i de hatıhayanlar var. Orhan Kemal, Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Kemal Tahir, Sait Faik di- yorum, gelişigüzel sıralıyorum usta yazar ve şairteri- mizin adlannı, sağırduyarlıkla yüz yüze geliyorum. Nâzım Hikmet'i tanıyorlar ama 'pek' okumamış- lar. Aziz Nesin'i okumuşlar ama Hüseyin Rahmi Gürpınar'ı ilk kez benden işitiyoriar. Hemen hepsi en azından liseyi bitirmiş bu genç insanlann ne ka- dar talihsiz olduklannı düşünüyorum. Okuma mutlu- luğuna kavuşamamışlar. Bundan sonra kavuşsunlar dilerim. Ortaöğretimde Nâzım Hikmet'e ya da Oman Ke- mal'e yer yoktu, benim öğrenım yıllanmda. Bununla biriikte Yahya Kemal'i. Abdülhak Şinasi'yi, hatta Necatigil'i az buçuk okumuştuk. Hatırlıyonjm: Orta- okul Türkçe kitatümızda Fahim Bey ve Biz"den bir bö- lüm vardı; Fahim Bey'in giysilerinin anlatıldığı bölüm. Abdülhak Şinasi'yi o zaman sevmiştim. Gerçi yıllar sonra bütün eserini okudum, ama tanıyordum Ab- dülhak Şinasi'yi, dedim ya, romanının bir bölümüy- le bile sevmiştim. Aradan geçen zaman içinde ne oldu da bu yazar- lanmız tanrtılamaz oldu? Okul kitaplannda Yahya Ke- mal'in şiirierinden örnekler bugün deyerfi yerinde du- ruyor. Gelgelelim Yahya Kemal bilinmiyor. Ahmet Haşim hiç bilinmiyor. Refik Halid Karay'ı kimse tanımıyor. Ya günümüz yazarian? Yaş ortalaması yirmi-yirmi beşse; ne Tahsin Yücel, ne Enis Batur, ne Füru- zan... Olabilir mi? Oluyor işte... Sait Faik'ten bir hikâye okuyorum genç dostlan- ma, "Haritada Bir Nokta"y\ okuyorum. O kadar çok severim ki bu hikâyeyi! Genç dostlanmın gözlerin- de pınltılar aranıyorum. Hayır, sevmiyoriar. Bir türlü sevdiremiyorum. O zaman başka konulara, bambaşka kişilere sıç- nyoruz. Sezen Aksu ya da Hülya Avşar konuşulur- sa herkesın söyleyecek bir sözü oluyor. Tarkan'ı ko- nuşuyorlar, ama Müzeyyen Senar'ı konuşmuyorlar. Aralanndan kımileri benı 'tıyatrocu' sanıyor. Yazar olduğumu bilen çokaz. O tiyatroculuğun da neöl- duğu belli değil: Aktör müyüm, yönetmen miyim, oyun yazan mı? Sadece 'tiyatrocu': Tıyatrocusunuz, siz daha iyi bilirsiniz..." işin tuhafı, tiyatrocu olmadığımı söyieyemiyorum. Kimileyin umutsuzluğa kapılıyorum. Otuz yıl geç- ti, Yeni ufuklar dergisinde yayımlanmış ilk yazımdan bu yana. Hepsi boşuna mıydı? Eve dönüp kendi kendime Sait Faik okuyorum: "Yıldızlarabaktım. Haniyıldızlar. Birahanedeyıldız mı olur. Yıldızlara baktım. Birsinemaya daldım. Ge- çen gün koşa koşa caddeden geçiyordu. Vakit be- şe çeyrek vardı. Geç kalmıştı matineye. Koşa koşa o sinemaya girdı. Ardından baktım kaldım." Nasıl okunmaz "Yalnızlığın Yarattığı Insan"? "Hiçbir şey ölüm gibi güzeldir." Ne oldu da artık etkilenmiyorlar bu tümceden? "Biraçıkyer bulsam. Birbira daha içsem. Yok. Her yer kapanmış." Aklımdan "Kırtangıç Yuvasındaki Kadın" geçiyor, elbette "Kalinikhta" geçiyor, "Mahalle Kahvesi", "Menekşeli Vadi"... Sait Faik'in bir hikâyesi var! Sait Faik'in birçok hikâyesi var! Çok yazık: sadece Sezen Aksu konuşuyoruz. Takvimde İz Bırakan: "Yağmuriarmevsiminde gittim/renklerden annmış bir kentl ve beyaz teniyle Kız Kulesi/ yazdı, bir ya- nım İstanbul/ biryanım sulann bedeni" Refik Dur- baş, Düşler Şairi, Adam Yayınlan, 1997. Şair Tupgut Uyar anıldı • İSTANBUL (AA)- Şair Turgut Uyar doğumunun 70. yılında, Türkiye Yazarlar Sendikası tarafından düzenlenen bir toplantıyla anıldı. AKM'de düzenlenen aruna toplantısında konuşan TYS Başkanı Ataol Behramoğlu, Turgut Uyar'ı iki kuşak önce tanıdığını ve Uyar'ın Türk şiinnin önemli, kendine özgü üslubu olan, yalnız şairi olduğunu söyledı. Turgut Uyar'ın eşi Tomris Uyar da eşinin yazdığı şiirlerde Türk şiirinin bugünkü yalnızlığını gördüğünü ve uzun yıllar önce buna dikkat çektiğini kaydetti. Toplantıda, sanatçı Isa Çelik'in Uyar için hazırladığı dia göstensi de sunuldu. K Ü L T Ü R » Ç İ Z İ K KAMİL MASARACI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle