Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 KASIM 1995 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Oscarlı senaryo yazan Christopher Hampton ilk yönetmenlik denemesinde İngiliz ressam Dora Carrington'ı anlatıyor
Olağanüstü bir yaşamnı gözleıncisi
AHl ANTMEN
LONDRA - İngiliz ressam Dora Car-
rinçon'ın vaşamı da sonunda fiim oldu.
"TeMikeli ftişkiler" fılminin senaryosuy-
la b:r Oscar kazanan Christopher Hamp-
ton ın tam 17 yıldır kaynak bulmak ıçin
rafbbekleyen senaryosu. edebi yapıtlar-
la \e özellikle de "edebi yaşam*'larla
flör eden doksanlı yıllann sınemasına
deıAgeldi. E.M.Forster'dan "Howard's
End\ Louisa May Akott'tan "Küçük
Kadınlar". Nathaniel Havvthorne'dan
"The Scarlett Letter" (bu arada. •'Piya-
no". •*Masumiyet Çağı", "Ciinden Ka-
lanlar"_) gibi güçlü oyuncu kadrosu ve
reM'nsel tbtoğraflarla izleyiciye zengin
bır veyîrlik Minan filmlerin yanında yer
alıvor "Carrington" da. Geçen Cannes
Fılm Festivali'nde başrollen Emma
Thompson i le pav laşan Jonathan Pryce'a
en i\ı erkek oyuncu ödülünü kazandıran
film. şu sıralar Londra'da Barbican Ga-
len.M'nde süren. Carrington'ın resimle-
rinınyanı sıra mektuplan \e müthiş bir
süsleme meraklısı olan sanatçının desen-
lernle donanmts kimi eşyalarının da yer
aldığı genış kapsamlı bir retrospektifle
birlıkte v aşamı boyunca pek az sergi aç-
mı^ ressam Carrington'ı gün ışığına çı-
karnor.
Ingiltere'nin önde gelen sanat okulla-
rından Slade'in en başanlı öğrencilerin-
dcn biri olan Dora Carrington. gelenek-
çı bır ressam olmakla birlikte modern
lngüız sanatı kapsamında da anıiıyor. Sa-
natçının en ayırt edici özelliğı, sanatının
son derece özyaşamöyküsel oluşu. Sev-
diği \erler \e insanlar dışında herhangi
bır konuya rastlamak mümkiin değıl
Carrington'ın resimlerinde. Film de işte
bu yönûyle beyazperdeye getiriyor sa-
natçıyı.
Filmin ana temasını. afişlerde "olağa-
niistü bir aşk öykiisü" olarak tanımla-
nan. ov sa gerçekte bu klişe tanımını çok
çok aşan Dora Carrington-Lytton Strac-
hey birlikteliği oluşruruyor. Bunun para-
lelinde. Barbican "daki Carrington sergi-
siniıı de en dikkat çekici yapıtı, sanatçı-
nın 1916 tarihli Strachey portresi. Car-
rington'ın yaşamının vazgeçilmez tut-
Türkive
sinemalannda
dabirsüre
sonra
gösterime
girecek
filmde,
Carrington'ın
Emma
Thompson,
Lytton.
Strachey'i
(vanda)
Jonathan
Pryce
canlandınvor.
• "Carrington"ın ana temasını, afişlerde
"olağanüstü bir aşk öyküsü" olarak
tanımlanan, oysa gerçekte bu klişe tanımını çok
çok aşan Dora Carrington-Lytton Strachey
birlikteliği oluşturuyor. Bunun paralelinde,
Barbican "daki Carrington sergisinin de en
dikkat çekici yapıtı. sanatçının 1916 tarihli
Strachey portresi.
kusu olan yazar Strachey. bu portrede
upuzun, incecik parmaklanyla bir kitap
tutuyor elinde. Carrington'ın bir gece
gizliçe odasma girip kesmeye yeltenir-
ken âşık olduğu meşhur sakalı da görme-
ye değer! Bu ikilinin öyküsü, eşcinsel
Strachey'in Carrington'ı erkek sanma-
siyla başlıyor. Carrington'ın -erkeksi gö-
rünümünekarşın-kadınoluşu Strachey'i
hayal kınklığına uğratmakla birlikte. iki-
si arasındaki dostluk. sevgi, aşk, tutku ve
hepsinin toplamı bir şey tam 17 yıl sürü-
yor. Lytton'ın kansere yakalanıp ölme-
sınden çok kısa bir süre sonra onun yok-
luğuna dayanamayan Carrington da bir
av tüfeğiyle intihar ediyor. Arada. ikısi-
nin de cinsel tercihleri doğmltusunda ya-
şadıgı birdizi ilişki. hatta Carrington'ın
Strachey'in arzusu üzerine Ralph Part-
ridge ile yaptıgı zoraki birevlilik de var.
Ancak. ikısınin kurduğu '*ortaklığın~dı-
şında kalan >aşamın kınntılan bunlar ve
filmde. "Tehlikeli İlişkiler
rl
de olduğu gi-
bi. ilişkilerin daha çok cinsel boyutuyla
ilgilenen Christopher Hampton'ın aynı
turumu var. Carrington'ın her yeni sev-
gilisiyle birlikte. yoğun bir cinselliğin
ardından Carrington retrospektifine bir
portre daha ekleniyor. Ancak Strac-
hey'in eşcinsel ilişkilerinegelince. bun-
lara pek dokunmuyoryönetmen. Hamp-
ton'ın şiirsel *
4
Carrington'*ının zayıf ka-
lan bir başka noktası da. filmin belkemi-
ğini oluşturan Strachev-Carrington bir-
likteliğinin cinsel boyutunu yeterince
deşmemiş ya da yeterince açığa çıkara-
mamışolması belki. Carrington'ın kadın
sevgililerine gelince. bu yönünü tama-
men gözardı ediyor yönetmen.
Carrington sergisinde ise, filmde ek-
sik. örtülü ya da düpedüz yönlü olan bir
tııtumun olmayışı. sanatçının dünyasına
bir parça girmek adına daha zengin bir
malzeme sunuyor. Carrington: günlükle-
ri. mektuplan ve resimleriyle kendi keıı-
dini anlatıyor sergide. "Resmimden son-
ra en çok önem verdiğjm şey, bir insanu
bir duvguvu keşfetmek" diyen Carring-
ton. atmosfer yüklü manzara resimleri
ve özellikle portrelenyle sözlerini doğ-
ruluyor.
Lytton portrelerinden sonra. Carring-
ton'ın cn iyi resimleri. kadın arkadaşla-
nnı tuvale aktardığı resimler. Kocası
Ralph Partridge'in portrelen. günümûze
kalmamrş. Partridge ileevlendiği zaman
kayıtlanna adını Partridge ve Strachey ile
birlikte yaşadığı "Tıdmarsh MiH E\i'nin
ressamı" dıye geçiren Carnngton bu ev-
de yarattığı "küçük cennef"in kimi kö-
şeleri de Barbıcan'daki sergide baştan
yaratılmaya çalışılmış. İzleyici. bir evin
köşeleriylekarşılaşıp.Carnngton'ınkü-
tüphanesindeki kitaplara dokundukça.
bir sanatçı, ama aynı zamanda bır kadın
duyarlılığıvla döneminin gerçeklerini
yansıttığı günlüklerine ve mektuplanna
ilk elden bakabilince. olağanüstü bır
yaşamın gözlemcisi oldugunu algılıyor.
Carrington'ın sanatının tuhaf bir han-
dikapı bu. Yaşamı. resimlerindeki
akademık çizginin çok dışinda kalan bir
yaşam, ve doğrusu sanatından daha çe-
kici.
Carrington. yaşamının en kusursuz
yapıtının. o 1916 tarihli Lytton Strachey
portresindeki duyarlılıktan da an-
laşılacagı gibi bu. sakalı neredeyse
boyundan uzun. sevımli. ama aynı
zamanda son derece kibirli ve kendini
beğenmiş adama duyduğu se\gi ol-
dugunu düşünüyordu belki de. Carring-
ton 1932 yılında intihar ettiğinde. 39
yaşındaydı. Şimdi yıllar sonra vaşamıve
sanatı film, sergi \ebiyografileriyle bir-
likte yeniden gözler önüne gelince. Lyt-
ton Strachey'nin Carrington'dan (\e
filmde de Pryce'ın Emma Thomp-
son 'dan) vine rol çaldığı görülüyor. Ama
Carrington herhalde böyleolmasını yeğ-
lerdi zaten.
Sevimli, oyunbaz^ tanıdık bir dünya
CANAN BEMCAL
Şu günlerde Atatürk Kültür Merke-
zi'negidenhergencin. 1967-68 yıllann-
da Akademi'de açılan Dada sergisini iz-
lerken benım duyduklanma yakın bır
şe> ler duyacağından eminim. Dada ser-
gisi. henüz klasik dönemin sorunlanyla
\e boya resminin abcsiyle boğuşan bir
genç olarak üzerimde inanılmaz bir etki
> apmış. benim için birdönüm noktası ol-
nıuştur. Her sabah atölyeye giderken ara-
lanndan geçtiğim Duchamp. HcartfekL
Hausmann, Man Ra> ve Picabia gibile-
rınin yapıtlannı selamlardım ve bu yapıt-
lann karşısında. sanatın bu "sınırlaröte-
si" gösterisinin başkaldmcılanna derin
bır sevgi geliştirirdim. Bir tek serginin
bıle dogru okunduğunda. bilgilerle do-
natıldıgında ve kavrandığında sanatın
başka türlü de yapılabileceğinin düşü-
nülmesine yeltenecegine inanıyorum.
Dada sergisi kafamda, düşüncelerimde
veinançlanmdadagedikleraçmavayet-
mıstir.
19 ekim günü açılan Fluxus sergisi.
lstanbul Sanat Bienali'nin ilk sergisıydi
veTürkizleyicilerinebirarmağandı. El-
bene 68 yıllanndaki gözle izlemem ola-
naksız bır sergi olan Flu.\us. tarihsel bir
kesit sunmaktaydı. Ancak yine de Tür-
kıve'de pek çok yoksunlukları yaşayan
genç sanatçılar için sanatı yeniden dü-
şünmelerine bir fırsat sunacağı için öne-
me de sahipti.
Fluxus"un köklerini oluşturan Cage,
Paik ve Beuys yanında Peter Hallev ve
La>vrence VNeinergibi kavramsal sanat-
çılar. V\blf \estell, Ben \autier, Nam Ju-
ne Paik ve Dainel Spoerri gibi Türk sa-
natçılarının da tanıdıgı adlar; YokoOno,
Ya Monte Young, Dick Higgins, Emmet
VViIliams, Ben Peterson. Robert FiBiou,
Henning Christiansen, Arthur Köepke
gibi uluslararası isimler bulunuyor, an-
cak bu topluluğun en önemli adı hiç kuş-
kıısuz George Maciunas.
Flu\us sanatçılan "dün>anın gerçek
olgulanna insanlann dikkatini çekecek
G
ündelik
nesnelerle
ready-made'ler,
müzik gibi algılanabilir
şiirler, gürültü ağırlıklı
sesler, çoğaltılabilir ve
kolay taşınabilir objeler,
yeniden düzenlenebilir
kutular ve yaşama dair
olgularla gösteri yanı
olan bir biçimdir ortaya
çıkanlan sanat.
Fluxus; sanatın yalın,
basit, somut ve modern
karşıtı olmasını
savunur.
George Maciunas (Fluxkit)
bir sanat yapmak" istediklerinde bunun
bir sanat değil bir "sanat davramşı** va-
ratmak oldugunu keşfederler. Çünkü
içinde dinamık. eylemsel ve akışkan su-
nu biçimi olan sanat davranışının da di-
namik. e> lemsel ve zamanın akışıyla il-
gili olması gerektiğini kavrarlar. Flu-
xus'un temeli müzikle anlaşılabılir.
1950'ler ortamı Amerika'da Cage Zen
Budizm'e dayalı öğretisiyle sanatçılan
etkilerken Amerikan
soyut sanatçılarının
babalarını yaratırken.
Oldenburg gibi pop
sanatçılan happe-
ninglerini oluşturur-
larken 1947 yılında
Ne\s York'a gelip bir
yandan miman okur.
bir yandan müzik
okuluna gidip. birga-
lerı yöneten Litvanva
kökenli George Maci-
unas müzik ağırlıklı
bir sanat grubu oluş-
turmayı başanr. Flu-
xus adını ilkkullanan
Maciunas 1961'den
başla>an Fluxus ser-Takako Saito (Balance Chess)
gıleriyle akıma uluslararası bir nitelik
kazandınr. "Fütürizm w Bassolo'dan
konkre diişünce \e gürültüyü, Duc-
hamp'dan Read> Made fikrini, Dadetst-
lerden kolajı" alan ve temeline Cage'in
öğretilerini oturtan bu yeni sanat biçimi,
soyut sanatın karşısına somutu. modern
vedokunulmazolanlannkarşısına yaşa-
ma ait ve gündelığı koyar. sanatı; tiyat-
ro şiir. edebiyat. obje bağlamında müzik
gibi algılayarak intedisipliner bir sanat
davranışı oluşturur.
Beuys. **.Modern sanat bitti, şimdi sa-
nat başlayabilir"derken herkesin sanat-
çı oldugunu ıddia eder. Böylelikle dar
bir sanat tarzının dünyasmı genişletme-
yı ve sanatı yeniden kurmak için her sa-
nat dalı içinde banndıracak dinamik bir
aktiviteyaratılır. Gündelik nesnelerle re-
ady-made'ler. müzik gibi algınalabilir
şiirler. gürültü ağırlıklı sesler. çogaltıla-
bilirve kolay taşınabilirobjeler. yeniden
düzenlenebilir kutular ve yaşama dair ol-
gularla gösteri yanı olan bir biçimdir or-
taya çıkanlan sanat. Fluxus; sanatın ya-
lın. basit, somut ve modern karşıtı olma-
sını savunur. Yeni bir Dada aktivitesi ola-
rak tanımlanan Fluxus; her ne kadar
1916 yıbnın Dadacılannın hemen lıe-.
men römünde görûlebilen dramatik ve'
savaş karşıtı politik-sosyal içerikli bir sa-
nat tavnndan farklıy<!a da Dada'dan mi-
ras aldıklan kavramlan kulianmaktan
geri kalmazlar. "Sanatın mağrur öznel-
liğine karşı, burjuva beğenisine karşı gi-
bi sözler sıkça kullanılır. Buna karşı çı-
kan sanat Dada'dan daha sıcak. sevimli
ve daha mirasyedi bir davranış sergiler.
Ancak 1916 yılından beri hâlâ bazılan-
nın kafasından "Acaba bu sanat mıdır"
düşüncesini yıkmakpek güçtür. Yerleşik
her tür kurala, begeniye nice başkaldın,
yerleşik biçimleri eskitse bile düşünce-
lerin geçersizliğine bir darbe vurmakta
zorlanır. Oysa daha anlaşılır. daha so-
mut. daha gündelik nesneler. sesler. gö-
rüntüler içinde bırsanatyaratılmaktadır.
"dokunulabilir,koklanabilir.dıi)ulabiiir
%«görüIebiBr" bir sanat olan Fluxus. mü-
ziğin akışkanlıgı gibi her sanat yaratısı-
nın zaman, eylemve hareketleilgili bağ-
lamını kurarve müzikle algılanabilir to-
tal bir sanat görüntüsünü sunar. Cünkü
Fluxus sanatçılan uzmanlaşmaya. sanat-
çı egosunun biraracısı olan sanat ve sa-
nat nesnesi yaratmaya karşıdırlar. Maci-
unas eğer sanatın sosyo-politik mücade-
lesinden kopulursa Fluxus aktiviteleri-
nin bütün anlamını yitireceği kuşkusunu
taşır. Atatürk Kültür Merkezi duvarla-
nnda asılı, mekânlannda yerleşmiş FIu-
xusyaratılannı izlerkenbirzamanlarbü-
tün bu objelerin nasıl bır dinamizm ve
yaşam dolu olduklarını düşlememiz ge-
rekir. Atatürk Kültür Merkezi salonla-
nnda kıçlannın üzerinde yaşam sıv ısı çe-
kilmiş statik biçimde oturan bu yapıtlar.
geçmiş bir dönemin belgeleri olarak yi-
ne de sıcacık. sevimli, oyunbaz bir tarz-
da tanıdık. bildik birdünyayı. insanlara
hiç de yabancısı olmadıklan bir âlemı
açıyorlar.
6
NewJazz'm ustası Craig Harris CRR'de
Kültür Servisi- Ünlü trombon ustası
Craig Harris. Tailgater's Tale adlı
dörtlüsüyle, bugün saat20.30'da
lstanbul Cemal Reşit Rey Konser
Salonu'nda bır konser verecek. Pozıtif
ve CRR Konser Salonu'nun 2 yıldır
düzenledıği caz konserleri serisınin 3.
yılının açılışını yapmak üzere gelen
Craig Harris "ın grubu. gitarda Bill
\\hite. basta Cahin Jones ve davulda
Danıon Due»hite'dan oluşuvor.
Günümüzün en aktif pazcılarından biri
olan Craig Harris. bugüne kadar David
Murray, Âbdullah İbrahim. Sun Ra,
Cecil Ta>lor \e Henn ThreadgiU gibi
ustalarla çalışmış: usta bir vokalist. bir
vırtüöz ve >'etenekli bir bestecı.
Geleneksel bir Avustralya enstrümanı
olan didgeridoo da çalan sanatçının
tıpık konserleri; caz standartlan.
balladlar. blues, funk ve Afnka
ntımleri taşıyan dinamik
performanslardan oluşuyor.
Harris'in ülkemıze getirdıği grubunun
ısıııi olan 'Tailgater*.'\ük vagonu'
anlamına gelıyor. Ama bu keliıne
tronıbonculara çok daha fazlasını
ifade ediyor. Harns, kelımenin asıl
anlamını $öyle açıkhyor: "Tailgater,
tromboncu demek. Bu yüzyilın
başında müzisvenler bir vagona
bindirilir ve rüm kasabayı dolaşarak
müzik yapaıiardı. Trombonculan da
trombonun "slide'ını rahatca hareket
ettirebilsinler diye hep en arka>a
ko>ariardı. Bu vüzden tronıbonculara
"Tailgaters' deıier. Dolayisıyla
Tailgater's Tales de 'Tromboncunun
Hikâyelen" anlamına geliyor."
Her ne kadar grubunun adı, caz
geleneğinin köklerinden gelse de
Harris. ne bestelerinde ne de
icralannda hiçbir müzikal gelenege
baglı değil: kendi müzigini. "Son
derece bildik bir müzik" olarak
tanımlıyor. Duke Ellington. Cecil
Ta>fc>r, AJbert Ayler ve Chariie
Parker'ın müziğının devamı olan
aşina bır müzik. Craig Harris ve
grubunun yaptığı müzik, caz
çevrelerince "Nevv Jazz" olarak
niteleniyor. 60 ve 70'lerin avant-garde
cazından. 1980'lenn başında ortaya
çıkan bu müzik. Duke Ellington \e
Charles Mingus'un çalışmalarının
yenıden keşfedilmesi ve geleneksel
cazın elementlerinin modern cazla
birleştınlmesi sonucu oluştu.
Trombone çalmaya okul yıllannda
başlayan Harris. I976'da kolejden
mezun olduktan sonra. 2 yıl boyunca
Sun Ra'nın orkestrası ile Avrupa,
Amerika ve Afrika'yı dolaştı. Daha
sonra kendi gruplannı kurana kadar
Âbdullah Ibrahimle Senegal.
Avustralya \e Avrupa turnelerine
çıkan tromboncu: David Murray. Olu
Dara, Henn ThreadgilL Lester Bo»^ie.
Ronald Shannon Jackson. James
Newton \e Bilh Morris ile çalışmalan
sırasında her zaman gelenekselliği
deneysellikle bırleştiren anahtar
müzisyen oldu.
Craig Harris. 1982'de Kool Jazz
Festfvali'nın bır bölümü olan Young
Lions adlı konserde çaldığı Big Band
bestesi "Nigerian Sunset" ile büyük
ilgi topladı. Harris. Wynton Marsalis.
James Nevvton. Anthony Davis ve
Chico Freedman tarafından
seslendirilen beste, sonradan festivalin
"Young Lion*'adlı kayıtlarında yer
aldı. O zamandan beri sanatçı. yanm
düzıneden fazla albüm yaptı \e
Aquastra. Cold Swcat ve Tailgater's
Tale başta olmak üzere birçok
topluluğa önderlik etti. Harris, son
zamanlarda •"Elec-acou" adını verdigı
elektro-akustik müzik ka\ramının
üzerinde çahşıyor. "Etektronik >«
akustik soundu kanştırma>a
çalışı\orum. Ben bmürken, gerçek
piyano sesini ögrendim. Ama
keyboardu da i\i tanıyorum.
Şimdilerde hiç piyano çalmamış
ke\ boardçular ve akustik basa
dokunmamış basçılar \ar. Ben akustik
ve elektronik soundu. ruhlannı
kaybetmemeye özen göstererek
birieştirivorum"' dıyor.
Bu akşam izleme fırsatı bulacağımız
Harris. yalnızca Istanbul'a geldıği
Tailgater's Tales'le çalışmıyor. Sanatçı
aslında "Cold Svveat" adlı. kendilerini
funk \e R & B yapmaya adamış.
tamamen farklı birgrubun liderlıginı
yapıyor ve bu grupla iki de albümleri
var.
New Jazz'ın usta temsilcisi Harris'in,
bu akşam saat 20.30'da CRR'de
vereceği konserin biletleri. öğretmen
ve öğrenci. öğretmen ve emeklilere
yüzde 50 ındirimli olmak üzere. 400
ve 500 bin lıradan satılacak. (Bilet
satış yerlerı:CRR ve AKM gişeleri-
Capitol Altunizade).
V-
Craig Harris,
Tail gater's Tale
adlı dörtlüsüyle
bu akşam saat
20-30'da
CRR'de.
DÜŞÜNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
İletişim Yıldırısı
Dilımize "terör" dıye yerleşen yabancı bir sözcük
var. Kaba güç kullanmayı. silahlan, bombalan çağrış-
tırıyor. Fransızcası "terreur", İngılizcesi 'terror" olan,
Latince kaynaklı bu sözcüğün anlamı "aşırı korku du-
rumu" diye ozetlenebılir.
Demek ne yolla olursa olsun insanlan aşırı korkuya
sürükleyenlere, insanlan korkutarak yönlendirmeye
çalışanlara "korkutucu", "terörcu"",yadasözcüğüal-
dığımız dilin kuralıyla "terörist" diyebiliriz.
Çocuklar azgınlık edip ortalığı birbırine katarlarken
anneleri sesleniyor:
"Akşam babanıza söylenm ha!"
Evet, ailede bir "korkutucu", yani bir "terörcu" var...
Çocuklan öylesine korkutmuş ki, onun korkusuyla az-
gınlık etmekten, "çocukluklannı yaşamak "tan bıle vaz-
geçiyorlar.
Şöyle deneceğıni biliyorum: Çocuk büsbütün başı-
boş bırakılırsa nasıl eğitilir?
Günümüzde, birçok baba, aydın insanlar, boyle bir
görevi kesınlikle üstlenmiyor, çocuklarının kendılerin-
den korkmasını istemiyoriar.
Sevgi yolu var çocuklan eğitmek için...
Ama insanoğlunun ta baştan beri toplumsal yaşa-
mı düzene sokmak için korkutuculuktan yararlanma
eâilimi içinde olduğu da bir gerçek...
llkel dinlerde de, tek tanrılı dinlerde de korku hep
başköşede...
En yakınımızdaki dini düşünelim. Insanın içinde Al-
lah korkusu olmalı. diyoruz. Şöyle şöyle yapmazsan,
cehennemde yanarsın. d;yoai2.
Yunus Emre gibi ınananların işı bir aşka dönüştur-
melen bu "korkutucu" görüntüsünü aşmak ıstemele-
rınden kaynaklanıyor.
Uygar dünyanın yasalan da başka türlu değıl. Yasa
koyuculann özellikle üstunde durdukları şey cezala-
rın "caydıncı"olmasıdır. Önlemekistediğınızsuçaöy-
le bir ceza koyacaksmız kı, o cezaya çarpılmamak
için insanlar o suçu ışlemeyecekler. Buna "cezanın
caydıncılık ozelliği" denıyor.
Pekı. "caydıncılık" nasıl sağlanıyor?
Kişi alacağı cezayı düşunünce yaptığı kötu işi yap-
maktan vazgeçıyor.
Açıkçası, "korkutucu"görevini yasa yükleniyor...
Tıpkı babanın çocuklarını. ya da Tann'nın kullannı
korkuttuğu gibi, yasalar da uygar dünyanın ınsanları-
nı korkutuyorlar.
Demek "terör" hep var... Az ya da çok. kabaca ya
da uygarca, yukardan ya da aşağıdan, silahlı ya da si-
lahsız. insanlar birbirlerini korkutmadan yaşayamıyor-
lar.
Kabadayı dükkâncıyı haraca bağlarken, gücüne,
gözü pekliğine güveniyor. Yakarım, yıkanm diyor.
Solcu ya da sağcı vuruşkan işadamından para is-
terken, vermezse kendısinı ya da aılesinı ölmüş bılme-
sıni söylüyor.
Başkaldırıp dağlara çıkan ısyancı. isteklerı yerine ge-
tirilmezse o yörede hiç kimseyı sağ bırakmayacağını
bildiriyor.
Böylece gider, sınıf geçmek için öğretmenine göz-
dağı vermeye kalkan öğrenciye kadar...
Bir de, bunun karşısında, kurulu düzeni, o düzen
içinde yaşayanları korumak için ortaya çıkan "korku-
tuculuk" var... Uygar dünyada yasaların caydmcıhğıy-
la, onlann yetersiz kaldığı yerde, yasalan dmlemeyen
yöneticilerin örtülü sertlikleriyle yürirtülen "korkutu-
culuk"... Televizyonlardaki ABD kaynaklı polis filmle-
rinde süreklı bunun savunusu yapılıyor...
. « "Teför I devlet terörü" ikilisı yıllardır bütün dünya-
da birbirini üreterek süregelmekte... Şımdı bunlara
inanılmaz bir güç olarak "iletişim terörü" de katıldı...
Pek kullanılmıypr, ama "feröV'ün Türkçe bir karşılı-
ğı var: Teror: yıldırı; terörist: yıldırıcı; terörizm: yıldıncı-
hk...
iletişim yıldırısı...
Gazeteler holdinglerin elıne geçip gazeteciliğin ge-
leneksel değerleri bir yana atılınca, hele televizyonla-
nn yayın alanı kamuoyunu yönlendiren çevrelerin çok
ötesine ulaşınca, iletişim dünyasında tam bir başı-
boşluk yaşanmaya başlandı.
Ozgürlük adına, özgürlükler çığneniyor...
Çeşitli çıkar çatışmalannın gergınhği içindeki kim-
seler, eüerindeki yayım olanaklannı kullanarak, doğru
mu yanlış mı olduğu kestirilemeyen suçlamalarla kar-
şıtlanna yükleniyor, çok ağır hakaretlerde bulunuyor-
lar.
Gerçekleri araştırmak. yolsuzluklan ortaya çıkar-
mak için yapılan araştırmacı gazetecilık çalışmalarına
gösterilen ilgi, bazen karşıtlarını aşağılcimak. bazen
daha çok okunmak. ya da izlenmek amacıyla kötüye
kullanılıyor. '
Üstelik de çoğu zaman okurian, ızleyicılerı aptal ye-
rine koyan bır düzeysizlikle yapılıyor bu iş...
Kitle iletişim araçlarının sorumsuz, denetımsiz ya-
yımları herkesi ürkütüyor Kim olursanız olun. umma-
diğınız bir anda, ummadığınız bir görünüşie okurların
ya da izleyicilerin önüne çıkarılıp aşağılanabılirsiniz.
Bakıyorsunuz. bir televızyon programında. hiç su-
çu olmadan içine duştüğu bir durum işlenerek aşağı-
lanan bir gazeteci, telefonu açmış olan bitenı açıkla-
maya çalışıyor, ekranda ıse yarı alaycı bır yüz inanmaz
gülümsemelerle direnıyor, adamı kendini savunmak,
kendini övmek. uzun uzun dürüstlüğünü belirtmek
zorunda bırakıyor.
Tam anlamıyla bir iletişim yıldırısı yaşıyoruz...
T U Y A P ' T A BUGUN
PANELLER Edebivadmızda ve Anılanmı/da Bilge Ka-
rasu ^'öneten: Küsun Akatlı Konuşmacılar: HulkiAktunç.
Oruç Aruoba, Nezihi Meriç, Ahmet Oktav. Miige Sökmcn
Düzenleyen: Metis Yayıncılık-Türkiye Yavıncılar Biriiği
13.00-15.00 saatlcn arasında A Katı Konferan> Salonu'ııdj.
ModemAklınSorgulanması^'öneten: Tunca> BirkanKo-
nuşmacılar: Ali Aka>. Avdın Lğur, Hüsamettin Çetinka\a
Düzenleyen: Aynnti Ya>ınlan-Türki>e Yayıncılar Biriiği
13.00-I5.Û0 saatlerı arasında B Katı toplaniı Salonu'nda.
Edebiyat ve Sinema Yöneten: Françoise Neu\ illc, Emik'
Mantica Konuşma-
cılar: Louise Gar-
del. Bernard Pinga-
ud. Atilla Dorsay.
Rekin Tekso>, Feri-
de Çiçekoğlu Dü-
zenleyen: TÜYAP-
Fransız Kültür
Merkezi 17.00-
19.00 saatleri ara-
sında A Katı Konfe-
rans Salonunda.
Matematik Ne-
dir? Ne Değildir?
Yöneten: Elif Yılmaz Dalkır Konuşmacılar: \li Nesin, Se-
mih Kora\ Düzenleyen: Türki>e Yayıncılar Biıiigi 17.00-
19.00 saatleri arasında B Katı Konferans Salonu'nda.
AÇIKOTLRLM Tarih \e Edebivat Konuşmacılar: iNe-
dim GürseL MeteTunçav, Ne\ ra Necipoğlu, Enis Barur, Ah-
met Kuvaş Düzenleyen: TL YAP 15.00-1 7(K) >jatlerı ara-
sında A Katı Konferans Salonu'nda.
ÇOCL K TtNATROSU Tnatro Elele-Lç Sihirii Öpiicük
Eser:A>tül Akal Yönetınen:Mustafa Arslan Düzenle-
yen:üçanbalık Yayıncılık 12.00-13.00 >aatlen arasında A
Katı Konferans Salonu'nda.
l.VIZA Gt Nİ
Türkhc Vazarlar Sendikası Gülten D;i) loûlu. Sual
Vardal. Arıf Damar. Halıl (,'elcnk. Ayten Mutlu. Metın
Cengız. Oya L\sal.
Edebiyatçılar Derneği Incı Adalı. Erhan Bencr. Faruk
Güçlü. Neşe Karel. Edip Polat. Alattin Topçu.