Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 0CAK1995SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Çağdaş Yunan şiirinin temsilcileri arasında yer alan Titos Patrikyos:
Şiir ve beflek hep yan yanadırPELİN ÖZER
Uluslararası Nâzım Hikmet
ŞiirÖdülü'nünjüri üyelerinden,
Yunan şair Titos Patrikyos, çağ-
daş Yunan şiirinin temsilcileri
arasında yeralıyor. Nâzım Hik-
met ve Adonis'in şiirini yakın-
dantanıyan Patnkyos, 1944 yı-
lında Nazi birlikleri tarafından
Makronissos Adası'na sürül-
müş ve iki yılını bu adada geçir-
miş. Hukuİc ve sosyoloji öğreni-
mi gören; sosyoloji, edebiyat
sosyolojisi üzerine yazılar ya-
zan: Ingilizce, Italyanca ve
Fransızcadan çevirileryapan Ti-
tos Patrikyos ile, Yunan şiinnin
bugünü, şiir serüveni, Nâzım
Hiktnet ve Adonis üzerine ko-
nuşma fırsatı bulduk:
- Nâzım Hikmet \e Adonis'in
şiirini nasıl değerlendiriyorsu-
nuz?
Benim kuşağımdaki Yunan
şairler, 1950'li60'lıyıllarda Nâ-
zım Hikmet'in şiiriyle beslendi.
O dönemde Nâzım Hikmet'in
şiiri bize 'insanın sonsuzluğu'.
'yaşama inanç' gibi mesajlar ve-
nyordu. Nâzım'ın şiiri; günde-
lık yaşam. insan dayanışması
üzerine sorulan tüm önemli so-
rulanolumluyanıtlıyordu. Şim-
di geriye dönüp de Nâzım'ın şi-
irine yeniden baktığımda, ona
yalnızca gençliğimde beni çok
etkileyen şıırler yazdığı için de-
gil; çevirilerden okuduğumda
bile çok güçlü bir şiirsel dili ol-
duğunu sezdiğim, kanşık dö-
nemlerde bile insana inancı güç-
lendiren şiirler yazdığı içın hay-
ranlık duyduğumu anlıyorum.
Adonis'in şiiri Nâzım Hik-
met'in şiirine bir anlamda çok
yakın, bir anlamda ise çok uzak.
Uzak; çünkü onun dili, Nâ-
zım'ınkinden farklı. Onun dili
daha yoğun, bana göre anlama-
sı daha güç, ama okudukça içi-
ne girilebilen bir şiir. Ancak
Adonis her ne kadar Arap şaın
olsa da, evrensel bir şiir dili ya-
ratmada çok başanlı. Adonis'i
okuduğumda neredeyse duygu-
sal olarak dılin tadını alıyorum.
Adonis'in şiirinde dil neredey
se tensel bir şeye dönüşüyor.
Titos Patrikyos. Nazım Hikmet şiirinin insanın sonsuzluğu', "yaşama inanç' gibi mesajlar verdiğini sövlüvor. (Fotoğraflar: DEVRlM BARAN)
- Siz çeviri de yapıyorsunuz.
Bir edebiyatçı olarak. hangi ya-
zar ve şairlerin yapıtlannı çevir-
mekten hoşlanıyorsunuz?
Çevinyi sonuna kadar savu-
nuyorum. her zaman çeviriden
yanayım. italyanca, Ingilizce ve
Fransızcadan çe\ iri yapıyorum.
Paul Valery, Lukacs, Stendhal.
Balzac gibi yazarları. Saint-
John Perse'in şiirlerini çevır-
mek benım ıçin büyük bir zevk
oluyor.
- İki ydını sürgünde geçirmiş
bir şair olarak, o dönemi değer-
lendirir misiniz? Şiirinizin geli-
şüninde bu sürgünlük yıllannın
etkisi oldu nıu; kendinize örnek
aldığıruz ustalar var mıydı?
Tabıı ben bir politıkacı deği-
lım, yalnızca kendını sorumlu
hisseden bir vatandaşım. Ancak
yine de politikacılan küçümse-
mıyorum. Bu da farklı bir ter-
cihtir. Artık yaşını başını almış
biri olarak, insanın yaşamının
her döneminde farklı tercihleri
olduğunu görüyorum. Ben ilk
yazmaya başladığımda yazı
yazdığımın bile farkında değil-
dim. Sonraları, yazdıklanmın
şiir olduğunun farkına \ardım.
Daha da sonralan ise yazmaktan
korkmaya başladım. Çünkü in-
san. okumaya başladığında.
kendinden önce y azılmış olanla-
n görüyor. Bu da ınsanı korku-
tuyor doğal olarak. Ben durgun-
luk dönemleri de geçirdim. İn-
san sürgünde de olsa hapiste de
olsayaşamdevamediyor. Insan-
lar düşünü>or, yazıyor...
1950'li yıllarda. sürgündey-
ken bir grup genç arkadaş yaz-
ma>ı sürdürüyorduk. Hıçbir ki-
tabımız yayımlanmamıştı. ama
yıne de yazmakta ısrarlıydık. O
yıllarda bizim üzerimizde ina-
nılmaz derecede olumlu etkisi
olan bir adam vardı. O bizım ar-
kadaşımızdı. ağabeyımizdi; bi-
ze şiirin ne olduğunu. nasıl ya-
zıldığını,tekniğini öğrettı. Oki-
şi Yannis RHsoslu Çok büyük
bir insandı Ondan çok şey öğ-
rendik.
- Kavafis. Rıtsos. Seferıs. Elı-
tis gibi Yunan şairlerini tanıyor,
ancak Yunan şiirinin gelişimini
izleyemiyor.
Bu saydığınız şairler bile Yu-
nan şiin üzerine bılgı sahibi ol-
duğunuzu göstenyor. Bız de bu-
gün Türkiye'de yazılan şıın ye-
teri kadar tanımıyoruz. Yakın
komşular bırbınnı genelde çok
iyi tanımaz Yunanıstano'a şıır
her zaman olmuştur. Her zaman
ıçin genç ve başanlı şairler var-
dır. Şiirin çok geniş bir okurkıt-
lesı yok. Çünkü şiir, edebı bir bi-
çım olarak hep uç durumlan ko-
nualır. Her zaman insanın buuç
durumlarda yaşaması çok zor-
dur. Bu, psikolojik bir patlama-
ya neden olur; büyük bir acıdır.
aşktır. çok güçlü bir duygudur
Sabahtan akşamadek bir insanın
böylesine zengin bir ruh halınde
olması beklenemez Ama şiirin
büyük bir avantajı vardır: Şiir
her zaman yaşamaya devam
eder. Bundan üç bin yıl önce ya-
zılmış bir şiırı unutamazsınız.
Şiıraynı zamanda insanın belle-
gine de kök salar. Şiir ve bellek
hep yan vana durmuştur.
- Cünûmüzde Yunanistan'da
şiirin konumu nedir? Edebiyat
dergileri, şiir kitaplannın yayını
ve satışı üzerine bilgi \erir misi-
niz?
Yunanistan'da dergilerde tam
anlamıyla bir patlama yaşanı-
yor. Öncelen Atina. Selanik gi-
bi büyük kentlerde edebiyat der-
gileri yayımlanırdı. Şimdı artık
küçük kentlerde, hatta kasaba-
larda bile edebiyat dergileri çı-
kıyor. Bu işle çok aktif olarak
ılgilenen bir kitle var. 2O'lı yaş-
larda gençler. dört-beş kışı bir
araya gelerek çok başanlı dergi-
ler çıkarıyorlar. Yunanıstan"da
çok da ünlü olmayan bır şairin
kitabı ayda 2 bın satabıliyor. Ta-
bii Yunanistan'ın nüfusunun 10
milyon olduğunu unutmamak
gerek. Yunanistan'da çok sadık
bır şiir okuru var. Elitıs, Ritsos
gibi büyük şairlerin kıtaplan or-
talama 10 bın satıyor. Benım
son kıtabımın üçüncü basımı
yapıldı Tabiı sokakta y ürürken.
alışvenşyaparken Kimsearkanı-
dan seslenmiyor, çok ünlü oldu-
ğum söylenemez. Şiirlenm 14
yıldırokul kıtaplannda yeraidı-
ğı ıçin beni öğrenciler çok iyi
tanıyor
ALINTJLAR
Gitgide bir yıldınm olduğumu anladımKültür Servisi - Nobel ödüllü ünlü Nijeryalı ya-
zar Wble Soyinka, geçen kasım ayında, politık ne-
denlerle ülkesinden aynldı. NkciGerrard, TheOb-
server'da. yazarla yaptığı konuşmayı anlatıyor:
"Herhangi bir şeye neden olmaktan nefret ediyo-
nım. Bir neden uğruna savaşmayı tercih ederim. Ne
zaman bir nedene dönüştürülsem, eksildiğimi du-
yumsuyorum."
Politık savaşçı, çılekeş sürgün. şimdi de yabancı
topraklarda yaşayan göçmen Wole Soyinka. düş kur-
ma özgürlüğüne her zaman ınandı. Nıjerya'nın ba-
nşa, demokrasiye, adalete kavuşmasıyla; asken yö-
netıme. çürümüşlüğe. cinayete son verilmesıyle ıl-
gılı düşlerinı hep dılegetırdı. Kurduğu düşler, oyun-
lanna (CMüm ve Kral'ın Atlılan). romanlarına (Bu-
nalım Mevsimi). denemelenne (Sanat Diyalog ve
Zuliim). şiirlenne (son olarak Mandela'nın Dünya-
sı) ve anılanna (geçen yıl çıkan Ibadan) esın verdi.
Ama Soyinka. aynı zamanda en güç ışi de başar-
maya çalıştı: Düşlerinı gerçekleştırmek ıçın ugraş-
tı. Hapse atıldı. sürgüne yollandı. Yürüdü. protesto
ettı. 1965'tebirradyoıstasyonunuelegeçırdı veon-
lardan başbakanın polıtik yayınını kesıp. polıtikacı-
lara "ülkeyi terketmeleri" uyansında bulunduğu
kendi konuşmalannı yayımlamalannı istedı. O, ken-
dısınde. başkaldın yazınının keskin dılli. karanlık
yazan ve yüreklı. pervasız politıkacı olarak herhan-
gi bir aynm yapmıyor. "Gitgide bir yıldınm olduğu-
mu anladım." dıyor Soyinka kesınlıkle gurur belır-
tısı göstermeden. "Yaradılışımveduyaıiılığım. top-
lumdaki negatif yiikü çekiyor ve toprağa bağlıyor.
N ükün bu şekilde boşahılması, yarabcı ya da etkili
bir biçim alabilir."
Geçen eylül ayında. Wole Soyinka. Almanya ve
Isveç'te ders vermek ıçın yolculuk hazırlığı yapar-
ken, Birleşmış Mılletlerpa-
saportuna. Nijeryalı gü-
venlık görevlılen tarafın-
dan el kondu. Kasım ayın-
da, kansinı ve çocuklannı
"güvenli bir >er"e yerleş-
tirdıkten sonra. "yüzünden
başka" bır pasaportu ol-
maksızın, gızlıce Nijer-
ya'dan aynldı. Şimdi. yal-
nızca elindekı bır valizle.
Pans. Londra. Zürih ve
ABD'de yaşıyor. Onunla
karşılaştığımda, geçıcı ola-
rak Londra'da. bunaltıcı bır
apartman dairesınde kal-
maktaydı. Çıplak banyoda
tek bır dış fırçası. boş yata-
ğın üstünde açık bir valız,
mutfakta da tek bır kahve
fıncanı vardı. Soyinka, çe\ -
resindeki bütün yabancı eş-
yalara karşın, kendisini yu-
vasındaymışgibi hissediyor. Son "macera"sı konu-
sunda sıcak, içten ve neşeli davranıyor. Yazarlar.
sıklıkla sürgünün "onulmaz nostalji"sını tanımlar-
lar: Özlem, insanın bılınçaltını ele geçınr. çaresi ol-
mayan bır nakarat gibi. zıhınde yankılanır. İnsanın
yuvasını bir efsaneye dönüştürür. Sıla özlemı ceken
yazar ıçın. şımdıki zaman acı venrken. geçmiş. bir
masal halıni alır.
Soyinka. hem gönüllü hem zorunlu olarak. sürgün
konusunda ustalaştı. Delikanlılık yıllannda, kendi
kendinı sürgüne yollamıştı. 1967 yılında. politık ne-
denlerle iki yıl hapıs yatmış ve hapis yazınının ka-
ranlık klasığı İnsan Öldü
adlı kıtabını yazmıştı. Iç-
sav aş sona ermiştı. ama et-
kilen sürüyordu. Soyinka.
Nıjeryalıların. durumla-
nndan hoşnut olmalarına
karşı çıkıyor ve onları ba-
sıt ve boş buluyordu. Kıt-
lelerin hareketsizligınden
ve ruhsuzluğundan nefret
ediyordu. Tam bir tiksıntı
ıçinde. ülkesinden aynldı.
"O sürgün, gerçek bir sür-
gündü" dıyor şımdı. "İ'l-
kemi terk etme karannı
bea verdim. \aşamım teh-
dit altında değûdi. Toplu-
mıın u\sallığı \e her şeye
raa olmasu beni hasta edi-
^»•" -J"J I jordu. Orada bir yabancı
/ ' li%i/ . - A gibiydini.amayurtdışında
Wole Sovinka dayabancılıkçekiyordum.
Kızgındım, yersiz >e yıırt-
suzdum, bir türiü rahatedemivordum." Soyinka. bu
kez, ülkesinı terketmedıgıni söylüyorgerçekten de
ülkesinden aynlmak ona nereye aıt olduğu konusun-
da yeni bir bakış açısı vermiş. "Şu anda görevimi ya-
pıyorum. Vlnelenen diktatöriük hastalığını sonlan-
dırmaya niyetleniyorum. L'lkemi içimde taşıyorum:
Benim iç dünyam, benim coğrafyam N'ijerya. V üz-
süz katilkrdtn iğreniyorum. (Aslında hepsinin yüz-
lerini \e isimlerini biliyonjm.) Güçlü bir kızgınlık \e
dargınlık hissediyorum. Ama korkmuyonım. sıla öz-
lemi de çekmiyonım. Her neyse, er ya da geç, döne-
ccgim. bilİNorsunuz." Hınzır bır bıçımdc gülüyor:
•"GeMigim gibi geri gideceğimi yazabilininiz. \'e dö-
neceğim. Bunu ummuyorum. biliyorum."
Soyinka. nerden başlayacağını bılmıyor. ama her
yen dolaşmayı ve ınsanlan kendi safma çekmeyı ıs-
tıyor. Bu. aynı zamanda yazmayı bıraktığı anlamı-
na gelmıyor. "Her yerde. yazı yazabilirim. Nobel
ödülünü kazanmak. bana bunu nasıl >apabUecegi-
mi öğretti: Yazma sûrecimi o kadar hoİdü ki. Ödülü
aldıktansonra,Küba'da.Gabnel Garcıa \larquez'le
karşılaştığımda. artıkdüzenli olarak çalışamadığımu
ama yakında yeni bir güzellik kraliçesi seçileceğini
ve o zaman, çe\ remdeki bu karmaşanın sona erece-
ğine inandıgımı sö> ledim. V1arquez guldü ve bana o
kadar emin olmamam gerektigini sö> kdi. Onun söz-
lerini dinlemeliydim. Eylemcilik. yarahcılığımu bü-
yük ölçude sekteye uğrattı. Yazar işievi göremedigim
kıtlık dönemlerinden geciyorum. Yazın dünyası. ge-
nellikle, yarancı bir alanı ve derin derin düşünmeyi
zorunlu kılar. Ama böyle biralana kendimi kapata-
mam. Haksızbk konusunda. anormaJ denebilecek
kadar acı veren bir duyaıiılığa sahibim. Ama zaman
zaman, bu duyaıiılık. yarancılığımı engellemek ye-
rine besliyor. Kendi ic dünyamı daha iyi görüp, ya-
şamanın ne anlama geldigini çok daha iyi anlayabi-
Byorum şimdi."
Soyinka. dünya üzenndekı bûtün yazarları "pro-
fesyonel kabilearkadaşlarT olarak görüyor. (En çok
beğendığı yazarlar da UmbertoEco,ToniMorrison,
DerekNValcott ve Tony Harrison|. Aynı zamanda tu-
haf bır belırsizlıkle söyledığı gıbı, "dünyaya dağü-
mış bir sürü çocugu" \ar. Kaç tane? Yanıt \erı-
yor:u
A\Tupa'da ™var." Duruyor. "İnsan asla çocuk-
lannı saymamalı. Size yalnızca. üç e\ lilik yapüğımı
söyleyeceğim. Tannlar bana cömert davrandı. Iste-
diğimden daha cömert"
'Canterbury Hikâyeleri' bütünüyle Türkçe'deKühür Servisi - Yapı Kredi Yayınlan
Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi.
Türk yazınındaki büyük bir boşluğu
dolduruyor. 14. yüzyılda yaşamış. önemli
Ingiliz şairi Geoffrey Chaucer'ın başyapıtı
Canterbury Hikayeİeri. yazılışından altı
yüzyıl sonra Nazmi Ağıl'ın eksıksiz
çevirisiyle, iîk kez Türkçe'de.
ıngiliz yazınının en önemli klasiklerinden
olan Canterbury Hikayeleri, Aziz Thomas
Beckett'ın Canterbury Katedrali'ndeki
türbesine ulaşmak için hac yolculuğuna
çıkan ve toplumun değişik
katmanlanndan gelen otuz kadar hacının.
Londra'nın taşrasındaki Southwark'ta
Taljard Hanı'nda birbirlerine anlattıklan
öykülerden oluşuyor. Chaucer. çeşıtli
meslek gruplannı ve sınıflan temsıl eden
farklı kişilerin portresini çizerken ve
onlara öykülerini anlattınrken çok ince ve
ustalıklı birdille, yaşadığı devrin
Ingilteresi'nı hicvediyor, Ingiliz
toplumunun ve özellikle de kilisenin
çürümüşlüğünü gözler önüne seriyor.
Yapıt. Italyan yönetmen Pasoiini
tarafından sinemaya uyarlanmış, bu film
1992 lstanbul Film Festivali sırasında
gösterilmiş ve ilgi çekmişti. Türk okuru.
şimdi, yıllardır eksikliği yoğun olarak
hissedilen bu hazineyi kitaplığına koyma
şansına sahip oluyor.
Kesin olarak bilinmemekle birlikte
Chaucer'ın 1340-1343 yıllan arasında
dogduğu sanılıvor. Şair, 1400 yılında,
arkasmda onu Ingiliz yazının "baba"sı
yapan bırçok değerli yapıt bırakarak öldü.
Önemi, bir sûre Fransızca'nın etkisınde
kalan Ingilizce'nin yeniden güç
kazanmaya başladığı bir dönemde.
çagdaşlan Latince. Fransızca ve Ingilızce
• Chauser'ın başyapıtı,
Aziz Thomas Beckett'ın
Canterbury
Katedrali'ndeki türbesine
ulaşmak için hac
yolculuğuna çıkan otuz
kadar hacının, Londra'nın
taşrasındaki Southwark'ta,
Tabard Hanı'nda
birbirlerine anlattıklan
öykülerden oluşuyor.
yazarken Chaucer'ın yalnızca ingilizce'yi
tercih etmesinden kaynaklanıyor. Belli
başlı yapıtlan arasında tamamlanmamış
"Şöhret Evi" ve "İyi Kadınlar Efsanesi",
"Troilus ve Cressida" \e "Kuşlar Meclisi"
yer alan Chaucer'ın "Canterbury
Hikayeleri*' adlı yapıtı olgunluk dönemi
ürünü olarak görülüyor. Yapıt. "bir
çerçeve öykü içinde öyküler dizisi'1
örneğıne uygun olarak tasarlanmış. Her
hacının anlattığı öyküde. gerek anlatış
biçimı gerek seçtiği konuyla, Chaucer
toplumda gözlemlediğı hatalarla vc
davranış bıçimleriyle ınceden inceye alay
etmekte. en namuslu ve ahlaklı görünen
bırey ve kurumlann aslında ne kadar
kokuşmuşolduklannı ustaca dile
getirerek yaşadığı devrin acımasız bir
eleştirisini yapmaktadır.
Titiz ve başanlı birçalışmayla, kitabı
dilımize kazandıran Nazmi Ağıl. önsözde.
metni Orta Ingilizce aslmdan. Türkçe'ye
çevirirken özgün metne sadık kalmaya
çalıştığını. 'çalışmasmın bir ilk olması
nedeniyle daha sonraki Chaucer
çalışmalanna yardımcı olacağı umudunu
taşıdığı'nı belirtıyor. Chaucer'ın
Canterbury Hikayeleri, yalnızca tngilız
yazınına ilgi duyanlann değıl. şimdiye
kadar Chaucer'la tanışmamış her iyi
okurun edinmesi gereken bir kitap. Çünkü
17. yüzyılda yaşamış ünlü Ingiliz şair \e
eleştirmen John Dryden'ın da belirttiği
gibi "Tann'nın bütün kullan burada"
Yapı Kredi Yayınlan Kazım Taşkent
Klasik Yapıtlar dizısinden çıkan bir diğer
kitap. Tahsin Y'ücel'ın çevirdiği Locus
Solus. Kıtabin yazan Raymond
Roussel(1877-1923). çağdaş Fransız
yazınının en önemli isimlerinden biri.
Gerçeküstücülerin büyük ilgi ve saygı
gösterdiği Roussel için AndreBreton.
"Laurreamont'la birlikte bütün çağiann
en büyük büyücüsü" nitelemesıni
kullanıyor.
Ünlü ressam Sahador Dali de "Bir
yangında tek bir kitap kurtanyor olsam,
bu Locus Solus olurdu" diyor. Michel
Foucault, Roussel ıle ılgilı önemli bir
inceleme kitabı yayımlarken Yeni-
Roman'ın öncülen Alain Robbe-Grillet ve
Michel Butor. Roussel'i büyük bir yazı ve
kurgu ustası olarak değerlendinyorlar.
ilk kez 1914'te yayımlanan ve o günden
bugüne çağdaş Batı yazınının en önemli
yapıtlarından bin olma nıtelığinı koruyan
Locus Solus, çevırmcni Tahsin Yücel'ın
deyimiyle "imgekmin sınırlarınuözellikle
ayrıntılarda /ortayan" bır yazı, düşgücü
ve yaratıcıhk şölenı.
TAHSİN YÜCEL
İmgeler
Picasso'nun Stalin portresini görenleriniz vardır kuşku-
suz. Ben gördüğümü anımsamıyorum. Öyküsünü de ger-
çekleşmesınden yıllar sonra Michel Toumier'nin bir ya-
zısından öğrendim.
1953 başlarında, Stalin öldüğü zarnan Aragon Fransız
Komünıst Partisi'ne bağlı Lettres Françaises dergisinde
"halkın babası"n\n, çağın en büyuk ressamının fırçasından
çıkmış bır portresini yayımlamanın güzel bir saygı sunma
biçimi olduğunu düşünür. Gelen portre de bayağı beğeni-
lir, derginin başyazarı Pierre Daix bir Picasso hayranıdır,
yapıtın "hem an, hem de şaşılacak ölçüde karariı bır ya-
pıda" olduğunu söyler. Ama portre yayımlanır yayımlan-
maz, gene Fransız Komünist Partisi'ne bağlı olan L'Huma-
nite ve France Nouvelle'm yazarları yaygarayı koparıverir-
ler. llımlılar, Picasso gıbı büyük bir ressamın dünya prole-
terlennin gözdesinın doğru dürüst bir resmini yapamamış
olmasına üzülür, başkaları daha acı konuşur. Aragon, Let-
ters Françaises'ın başyazanna, "Senınle ben Picasso'yu,
Stalin'idüşündük, komünıstlerı düşünmedik" der. iş lyice
kızışınca da özeleştıri kaçınılmaz olur: "Bütünyaşamım bo-
yunca, örneğin Picasso 'nun bir desenine Picasso 'nun
tüm yapıtına göre bakmaya alışmış olduğumdan, buna
çizgiyi, uygulayımı düşünmeden bakan okuru gözden ka-
çırdım. Yanlışım burada. Bunu çok pahah ödedım. Yanla-
şımı kabul ettim, gene de ediyonım..."
Aragon, dönemın katı parti kuralları uyannca bu özeleş-
tıriyi yaparken gerçekte bır el - eleştıriye girışır. Tournier'in
vurguladığı gibi tüm utancanın "komünistyönetıcı veyan-
daşlann çağcıl resmı bilmemelerinden" kaynaklandığını
anıştırır. Ancak gene Tournier'ye göre kendisınin de bilme-
dığı bır şey vardır: 1953 yılında. çağcıl bır ressama büyuk
bir devlet başkanmm resmini yaptırtmanın saçmalığı.
Andre Malraux bu yargıyı Manet'nın Clemenceau port-
resı dolayısıyla çoktan temellendirmiştir: "Manet'nın Cle-
menceau 'nun portresini yapabilmesi için burada kendi-
sinin hemen her şey, Clemenceau 'nunsa hemen hiçbır şey
olmayı göze almış olması gerekir. "Bu özne/nesne uslamı
herhalde doğrudur. Picasso'ya gösterilen sert tepkiden
Tournıer'nin çıkardığı sonuç da doğru görünür: "Deneyim
de kanıtlıyor kı fotoğraf çıkalıberı, resım resmi portre için
yetersız duruma düştü, resmı portre bundan böyle Na-
dar'/n sanatımn kapsamına gınyor. öyleyse buyurun fo-
toğrafçılar!"
Ne var ki yazısının gerısınde. Churchill'in, De Gaul-
le'ün, Mrtterrand'ın fotoğrafçılardan istedıkleri resmi port-
releri anlatmaya girişince, Tournıer bır düzlemde kesinle-
diğinı bir başka düzlemde yadsır: Bu resmı portreler de bü-
yük ölçüde "kurma"6\r, portrenın fırçayla gerçekleştirıldi-
ği koşullar ıçinde, portreyi yapanla portresı yapılanın kar-
şılıklı uzlaşımıyla gerçekleştırilır. Öyleyse, benim alçak gö-
nüllü kanıma göre açıklamayı resım/ fotoğraf karşıtlığından
başka bır yerde. belkı de şu "uzlaşım" kavramında arama-
mız gerekir.
1953 yılında, Picasso'nun Stalin portresı konusunda ya-
zılanların aynntılannı bilmiyoruz, ancak Elsa Triolet, daha
sonra yaptığı bir yorumda, kıtlenin tepkisinı "bu an gözlü
folklorik delikanlı ;mges/"nin "bılgelığin, gözüpeklığm, in-
sanlığın, savaşı kazanmış olanın, kurtarıcımızın cısımleşi-
minin alışılmış resmı"ne çok uzak düşmesine bağlamış.
Demek kı gerçek benzerlik söz konusu değil burada; kit-
le de Kremlin'in kalın duvarları ardındakı "insanlık imge-
s/"nin gerçek cisimleşimi konusunda yargıda bulunma ola-
nağından yoksundur.
Fotoğrafın üstünlüğünü ornekçesine benzerliğine bağ-
lamak da fazla kolay olur: Ornekçesine çok benzeyen re-
sımler de çoktur. ornekçesine hiç mi hıç benzemeyen fo-
toğraflar da. Öyleyse, burada bir kusurdan söz edebılirse,
Picasso'nun kusurunun ornekçesine benzemeyen bir
portre değil, üzerınde "uzlaşılmış" ımgeyle bağdaşmayan
bir portre yapmış olmasıdır.
Churchill'in, De Gaulle'ün ya da belkı bır hafta sonra boy-
nu vurulacak Afrikalı devlet başkanmm bır resmı portre
yaptırtmak ya da "çektırtmek" ıstemesının nedenı de bu
belki: Üzerinde uzlaşılmış, dolayısıyla kalıcılığı sağlama
bağlanmış bir ımge sunma ıstemi. Bu düzlemde, resimle
fotoğraf arasında pek de büyük bir ayrım yok. Napole-
on'un çok portrelerı yapılmıştır, ama kitaplar yüzde dok-
san aynı Napoleon'u çıkarır karşımıza. Atatürk'ün sayısız
fotoğrafları vardır, ama, durumlar zorlamadıkça; paralar,
dergiler, gazeteler kendisini Dirkaç görüntüye ındirger. Ay-
nı şey sanatçılar içın de geçerlidir: Baudelaire den, Ver-
laine'den, Tolstoy'dan kalmış imgeler arasında hep aynı
resimler. aynı fotoğraflar öne çıkarılır. Bunlar geri kalanlar-
dan daha "benzer"ya da daha "güzel" olduğundan mı?
Hayır, bu imgeler üzerinde sessiz bır uzlaşım oluştuğun-
dan.
Bugün, önderlerin imgeleri her gün evimize girmeye baş-
ladıktan sonra durum pek de değişmedi. Hıç kuşkusuz.
yakın bir döneme değin ressam ya da fotoğrafçıyla yapı-
lan uzlaşım bugün daha çok terzi ve berberle yapılmakta.
ama uzlaşımm ağırlığı hep duyuluyor: Gerçek örnekçe de
ona uymak zorunda. Bayan Çiller, her gün en olmayacak
kararları şaşırtıcı bir rahatlık ve pişkinlıkle alıyor, ama saç
biçimini değiştirmeye kalktığı her seferde nasıl bocaladı-
ğını hep görüyoruz.
14. v iizy ılda yaşamış İngiliz şairi Ceoffrey Chaucer.
Tıyatro Beştipmenteni Birliği Ödülleri
• KültürSenisi-Tiyatro Eleştirmenlerı Bırliğı (TEB) 1993-94
sezonu ödülleri, geçen yıl olduğu gibi yine Ankara. lstanbul \e
İzmir'de verildı. Ankara jürısı ödülü. ""Miletos Güzeli"nın
uyarlama. yönetim. tasanm ve uygulamasında ulaşılan başan
için Diyarbakır Devlet Tıyatrosu'na ve Ankara Devlet Tiyatro-
su'nda sahnelenen "Izler IT'deki oyunculuğu içın Mehmet
Atay'a; lstanbul jürisi. bir semt tiyatrosunu bır metropol tiyatro-
suna dönüştürmesi.tutarlı repertuar seçimı. genç kadrolara
olanak yaratması \e tüm bunlann »üreklilığinı sağlamak adına
verdiği onurlu savaşım adına Zelıhü Berksoy'a \e Bölge Tiya-
trolan yaklaşımını özellikle Diyarbakır \e Trabzon
tiyatrolannda sahnelediği oyunlarla kuramsjl bir kişilık
kazandırarak gerçekleştıren evrensel \e çağdaş tiyatro
coşkusunu Anadolu'ya taşıyan çalışmalanyia İşıl
Kasapoğlu'na: izmirjünsı ise Malcolm Keıth Kay'ın sahnele-
diği Peter Weiss'in "Maraat-Sade" adlı oyuna \erdi
Aksanatia, 'Hancock Trio' konseri
• Kühür Servisi- Aksanatta bugün saat 12.30 \e 18.30"da
videodan büyük ekranda "Herbıe Hancock Trio"nun konseri
izlenebilir. Lçlüyü oluşturan sanatçılardan her bin. bu gün Ak-
sanat'ta seslendireceklcri albümlerinde kendi köklerini
araştırmakta \e caz sanatının en uzak köşelenne ulaşmaya
çalışmaktalar. Aksanat'ta yann ise saat 12.30'da videodan
büyük ekranda Vincente Minelli'nin "Lust For Life" adlı filmi
Ingilizce orijınalinden gösterilecek. Van Gogh'un yaşamım an-
latan bu fılmde Anthony Quınn ve Kirk Douglas başrolleri pay-
laşıyor.
Fransız Kültür'de Üç Renk: Mavi'
H Kültür Servisi - Kıeslowski"nın. bır süre önce sinemalarda
gösterime gırcn "Üç Renk: Mavi" adlı filmi lstanbul Fransız
Kültür Merkezı'nde. bugün. yann \e perşembe günü 15.30 ve
18.00'de gösterilecek. Başrollennde Juliett Binoche ve Benoit
Regent'ın rol aldığı filınde, Kıeslovvskı, Fransız Devrimi'nin üç
temel düşüncesinden biri olan "özgiırlük" kavramını ele almış.
Mavi. aynı zamanda kalbının derınlıklcrinde gizlice yoğun bir
acı yaşaynn Julıeft Binoche'un duydugu korkunun soguk mavisi
ıle ucccııııı ı^sı/ IIIÜMM