07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 0CAK1995SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Çağdaş Yunan şiirinin temsilcileri arasında yer alan Titos Patrikyos: Şiir ve beflek hep yan yanadırPELİN ÖZER Uluslararası Nâzım Hikmet ŞiirÖdülü'nünjüri üyelerinden, Yunan şair Titos Patrikyos, çağ- daş Yunan şiirinin temsilcileri arasında yeralıyor. Nâzım Hik- met ve Adonis'in şiirini yakın- dantanıyan Patnkyos, 1944 yı- lında Nazi birlikleri tarafından Makronissos Adası'na sürül- müş ve iki yılını bu adada geçir- miş. Hukuİc ve sosyoloji öğreni- mi gören; sosyoloji, edebiyat sosyolojisi üzerine yazılar ya- zan: Ingilizce, Italyanca ve Fransızcadan çevirileryapan Ti- tos Patrikyos ile, Yunan şiinnin bugünü, şiir serüveni, Nâzım Hiktnet ve Adonis üzerine ko- nuşma fırsatı bulduk: - Nâzım Hikmet \e Adonis'in şiirini nasıl değerlendiriyorsu- nuz? Benim kuşağımdaki Yunan şairler, 1950'li60'lıyıllarda Nâ- zım Hikmet'in şiiriyle beslendi. O dönemde Nâzım Hikmet'in şiiri bize 'insanın sonsuzluğu'. 'yaşama inanç' gibi mesajlar ve- nyordu. Nâzım'ın şiiri; günde- lık yaşam. insan dayanışması üzerine sorulan tüm önemli so- rulanolumluyanıtlıyordu. Şim- di geriye dönüp de Nâzım'ın şi- irine yeniden baktığımda, ona yalnızca gençliğimde beni çok etkileyen şıırler yazdığı için de- gil; çevirilerden okuduğumda bile çok güçlü bir şiirsel dili ol- duğunu sezdiğim, kanşık dö- nemlerde bile insana inancı güç- lendiren şiirler yazdığı içın hay- ranlık duyduğumu anlıyorum. Adonis'in şiiri Nâzım Hik- met'in şiirine bir anlamda çok yakın, bir anlamda ise çok uzak. Uzak; çünkü onun dili, Nâ- zım'ınkinden farklı. Onun dili daha yoğun, bana göre anlama- sı daha güç, ama okudukça içi- ne girilebilen bir şiir. Ancak Adonis her ne kadar Arap şaın olsa da, evrensel bir şiir dili ya- ratmada çok başanlı. Adonis'i okuduğumda neredeyse duygu- sal olarak dılin tadını alıyorum. Adonis'in şiirinde dil neredey se tensel bir şeye dönüşüyor. Titos Patrikyos. Nazım Hikmet şiirinin insanın sonsuzluğu', "yaşama inanç' gibi mesajlar verdiğini sövlüvor. (Fotoğraflar: DEVRlM BARAN) - Siz çeviri de yapıyorsunuz. Bir edebiyatçı olarak. hangi ya- zar ve şairlerin yapıtlannı çevir- mekten hoşlanıyorsunuz? Çevinyi sonuna kadar savu- nuyorum. her zaman çeviriden yanayım. italyanca, Ingilizce ve Fransızcadan çe\ iri yapıyorum. Paul Valery, Lukacs, Stendhal. Balzac gibi yazarları. Saint- John Perse'in şiirlerini çevır- mek benım ıçin büyük bir zevk oluyor. - İki ydını sürgünde geçirmiş bir şair olarak, o dönemi değer- lendirir misiniz? Şiirinizin geli- şüninde bu sürgünlük yıllannın etkisi oldu nıu; kendinize örnek aldığıruz ustalar var mıydı? Tabıı ben bir politıkacı deği- lım, yalnızca kendını sorumlu hisseden bir vatandaşım. Ancak yine de politikacılan küçümse- mıyorum. Bu da farklı bir ter- cihtir. Artık yaşını başını almış biri olarak, insanın yaşamının her döneminde farklı tercihleri olduğunu görüyorum. Ben ilk yazmaya başladığımda yazı yazdığımın bile farkında değil- dim. Sonraları, yazdıklanmın şiir olduğunun farkına \ardım. Daha da sonralan ise yazmaktan korkmaya başladım. Çünkü in- san. okumaya başladığında. kendinden önce y azılmış olanla- n görüyor. Bu da ınsanı korku- tuyor doğal olarak. Ben durgun- luk dönemleri de geçirdim. İn- san sürgünde de olsa hapiste de olsayaşamdevamediyor. Insan- lar düşünü>or, yazıyor... 1950'li yıllarda. sürgündey- ken bir grup genç arkadaş yaz- ma>ı sürdürüyorduk. Hıçbir ki- tabımız yayımlanmamıştı. ama yıne de yazmakta ısrarlıydık. O yıllarda bizim üzerimizde ina- nılmaz derecede olumlu etkisi olan bir adam vardı. O bizım ar- kadaşımızdı. ağabeyımizdi; bi- ze şiirin ne olduğunu. nasıl ya- zıldığını,tekniğini öğrettı. Oki- şi Yannis RHsoslu Çok büyük bir insandı Ondan çok şey öğ- rendik. - Kavafis. Rıtsos. Seferıs. Elı- tis gibi Yunan şairlerini tanıyor, ancak Yunan şiirinin gelişimini izleyemiyor. Bu saydığınız şairler bile Yu- nan şiin üzerine bılgı sahibi ol- duğunuzu göstenyor. Bız de bu- gün Türkiye'de yazılan şıın ye- teri kadar tanımıyoruz. Yakın komşular bırbınnı genelde çok iyi tanımaz Yunanıstano'a şıır her zaman olmuştur. Her zaman ıçin genç ve başanlı şairler var- dır. Şiirin çok geniş bir okurkıt- lesı yok. Çünkü şiir, edebı bir bi- çım olarak hep uç durumlan ko- nualır. Her zaman insanın buuç durumlarda yaşaması çok zor- dur. Bu, psikolojik bir patlama- ya neden olur; büyük bir acıdır. aşktır. çok güçlü bir duygudur Sabahtan akşamadek bir insanın böylesine zengin bir ruh halınde olması beklenemez Ama şiirin büyük bir avantajı vardır: Şiir her zaman yaşamaya devam eder. Bundan üç bin yıl önce ya- zılmış bir şiırı unutamazsınız. Şiıraynı zamanda insanın belle- gine de kök salar. Şiir ve bellek hep yan vana durmuştur. - Cünûmüzde Yunanistan'da şiirin konumu nedir? Edebiyat dergileri, şiir kitaplannın yayını ve satışı üzerine bilgi \erir misi- niz? Yunanistan'da dergilerde tam anlamıyla bir patlama yaşanı- yor. Öncelen Atina. Selanik gi- bi büyük kentlerde edebiyat der- gileri yayımlanırdı. Şimdı artık küçük kentlerde, hatta kasaba- larda bile edebiyat dergileri çı- kıyor. Bu işle çok aktif olarak ılgilenen bir kitle var. 2O'lı yaş- larda gençler. dört-beş kışı bir araya gelerek çok başanlı dergi- ler çıkarıyorlar. Yunanıstan"da çok da ünlü olmayan bır şairin kitabı ayda 2 bın satabıliyor. Ta- bii Yunanistan'ın nüfusunun 10 milyon olduğunu unutmamak gerek. Yunanistan'da çok sadık bır şiir okuru var. Elitıs, Ritsos gibi büyük şairlerin kıtaplan or- talama 10 bın satıyor. Benım son kıtabımın üçüncü basımı yapıldı Tabiı sokakta y ürürken. alışvenşyaparken Kimsearkanı- dan seslenmiyor, çok ünlü oldu- ğum söylenemez. Şiirlenm 14 yıldırokul kıtaplannda yeraidı- ğı ıçin beni öğrenciler çok iyi tanıyor ALINTJLAR Gitgide bir yıldınm olduğumu anladımKültür Servisi - Nobel ödüllü ünlü Nijeryalı ya- zar Wble Soyinka, geçen kasım ayında, politık ne- denlerle ülkesinden aynldı. NkciGerrard, TheOb- server'da. yazarla yaptığı konuşmayı anlatıyor: "Herhangi bir şeye neden olmaktan nefret ediyo- nım. Bir neden uğruna savaşmayı tercih ederim. Ne zaman bir nedene dönüştürülsem, eksildiğimi du- yumsuyorum." Politık savaşçı, çılekeş sürgün. şimdi de yabancı topraklarda yaşayan göçmen Wole Soyinka. düş kur- ma özgürlüğüne her zaman ınandı. Nıjerya'nın ba- nşa, demokrasiye, adalete kavuşmasıyla; asken yö- netıme. çürümüşlüğe. cinayete son verilmesıyle ıl- gılı düşlerinı hep dılegetırdı. Kurduğu düşler, oyun- lanna (CMüm ve Kral'ın Atlılan). romanlarına (Bu- nalım Mevsimi). denemelenne (Sanat Diyalog ve Zuliim). şiirlenne (son olarak Mandela'nın Dünya- sı) ve anılanna (geçen yıl çıkan Ibadan) esın verdi. Ama Soyinka. aynı zamanda en güç ışi de başar- maya çalıştı: Düşlerinı gerçekleştırmek ıçın ugraş- tı. Hapse atıldı. sürgüne yollandı. Yürüdü. protesto ettı. 1965'tebirradyoıstasyonunuelegeçırdı veon- lardan başbakanın polıtik yayınını kesıp. polıtikacı- lara "ülkeyi terketmeleri" uyansında bulunduğu kendi konuşmalannı yayımlamalannı istedı. O, ken- dısınde. başkaldın yazınının keskin dılli. karanlık yazan ve yüreklı. pervasız politıkacı olarak herhan- gi bir aynm yapmıyor. "Gitgide bir yıldınm olduğu- mu anladım." dıyor Soyinka kesınlıkle gurur belır- tısı göstermeden. "Yaradılışımveduyaıiılığım. top- lumdaki negatif yiikü çekiyor ve toprağa bağlıyor. N ükün bu şekilde boşahılması, yarabcı ya da etkili bir biçim alabilir." Geçen eylül ayında. Wole Soyinka. Almanya ve Isveç'te ders vermek ıçın yolculuk hazırlığı yapar- ken, Birleşmış Mılletlerpa- saportuna. Nijeryalı gü- venlık görevlılen tarafın- dan el kondu. Kasım ayın- da, kansinı ve çocuklannı "güvenli bir >er"e yerleş- tirdıkten sonra. "yüzünden başka" bır pasaportu ol- maksızın, gızlıce Nijer- ya'dan aynldı. Şimdi. yal- nızca elindekı bır valizle. Pans. Londra. Zürih ve ABD'de yaşıyor. Onunla karşılaştığımda, geçıcı ola- rak Londra'da. bunaltıcı bır apartman dairesınde kal- maktaydı. Çıplak banyoda tek bır dış fırçası. boş yata- ğın üstünde açık bir valız, mutfakta da tek bır kahve fıncanı vardı. Soyinka, çe\ - resindeki bütün yabancı eş- yalara karşın, kendisini yu- vasındaymışgibi hissediyor. Son "macera"sı konu- sunda sıcak, içten ve neşeli davranıyor. Yazarlar. sıklıkla sürgünün "onulmaz nostalji"sını tanımlar- lar: Özlem, insanın bılınçaltını ele geçınr. çaresi ol- mayan bır nakarat gibi. zıhınde yankılanır. İnsanın yuvasını bir efsaneye dönüştürür. Sıla özlemı ceken yazar ıçın. şımdıki zaman acı venrken. geçmiş. bir masal halıni alır. Soyinka. hem gönüllü hem zorunlu olarak. sürgün konusunda ustalaştı. Delikanlılık yıllannda, kendi kendinı sürgüne yollamıştı. 1967 yılında. politık ne- denlerle iki yıl hapıs yatmış ve hapis yazınının ka- ranlık klasığı İnsan Öldü adlı kıtabını yazmıştı. Iç- sav aş sona ermiştı. ama et- kilen sürüyordu. Soyinka. Nıjeryalıların. durumla- nndan hoşnut olmalarına karşı çıkıyor ve onları ba- sıt ve boş buluyordu. Kıt- lelerin hareketsizligınden ve ruhsuzluğundan nefret ediyordu. Tam bir tiksıntı ıçinde. ülkesinden aynldı. "O sürgün, gerçek bir sür- gündü" dıyor şımdı. "İ'l- kemi terk etme karannı bea verdim. \aşamım teh- dit altında değûdi. Toplu- mıın u\sallığı \e her şeye raa olmasu beni hasta edi- ^»•" -J"J I jordu. Orada bir yabancı / ' li%i/ . - A gibiydini.amayurtdışında Wole Sovinka dayabancılıkçekiyordum. Kızgındım, yersiz >e yıırt- suzdum, bir türiü rahatedemivordum." Soyinka. bu kez, ülkesinı terketmedıgıni söylüyorgerçekten de ülkesinden aynlmak ona nereye aıt olduğu konusun- da yeni bir bakış açısı vermiş. "Şu anda görevimi ya- pıyorum. Vlnelenen diktatöriük hastalığını sonlan- dırmaya niyetleniyorum. L'lkemi içimde taşıyorum: Benim iç dünyam, benim coğrafyam N'ijerya. V üz- süz katilkrdtn iğreniyorum. (Aslında hepsinin yüz- lerini \e isimlerini biliyonjm.) Güçlü bir kızgınlık \e dargınlık hissediyorum. Ama korkmuyonım. sıla öz- lemi de çekmiyonım. Her neyse, er ya da geç, döne- ccgim. bilİNorsunuz." Hınzır bır bıçımdc gülüyor: •"GeMigim gibi geri gideceğimi yazabilininiz. \'e dö- neceğim. Bunu ummuyorum. biliyorum." Soyinka. nerden başlayacağını bılmıyor. ama her yen dolaşmayı ve ınsanlan kendi safma çekmeyı ıs- tıyor. Bu. aynı zamanda yazmayı bıraktığı anlamı- na gelmıyor. "Her yerde. yazı yazabilirim. Nobel ödülünü kazanmak. bana bunu nasıl >apabUecegi- mi öğretti: Yazma sûrecimi o kadar hoİdü ki. Ödülü aldıktansonra,Küba'da.Gabnel Garcıa \larquez'le karşılaştığımda. artıkdüzenli olarak çalışamadığımu ama yakında yeni bir güzellik kraliçesi seçileceğini ve o zaman, çe\ remdeki bu karmaşanın sona erece- ğine inandıgımı sö> ledim. V1arquez guldü ve bana o kadar emin olmamam gerektigini sö> kdi. Onun söz- lerini dinlemeliydim. Eylemcilik. yarahcılığımu bü- yük ölçude sekteye uğrattı. Yazar işievi göremedigim kıtlık dönemlerinden geciyorum. Yazın dünyası. ge- nellikle, yarancı bir alanı ve derin derin düşünmeyi zorunlu kılar. Ama böyle biralana kendimi kapata- mam. Haksızbk konusunda. anormaJ denebilecek kadar acı veren bir duyaıiılığa sahibim. Ama zaman zaman, bu duyaıiılık. yarancılığımı engellemek ye- rine besliyor. Kendi ic dünyamı daha iyi görüp, ya- şamanın ne anlama geldigini çok daha iyi anlayabi- Byorum şimdi." Soyinka. dünya üzenndekı bûtün yazarları "pro- fesyonel kabilearkadaşlarT olarak görüyor. (En çok beğendığı yazarlar da UmbertoEco,ToniMorrison, DerekNValcott ve Tony Harrison|. Aynı zamanda tu- haf bır belırsizlıkle söyledığı gıbı, "dünyaya dağü- mış bir sürü çocugu" \ar. Kaç tane? Yanıt \erı- yor:u A\Tupa'da ™var." Duruyor. "İnsan asla çocuk- lannı saymamalı. Size yalnızca. üç e\ lilik yapüğımı söyleyeceğim. Tannlar bana cömert davrandı. Iste- diğimden daha cömert" 'Canterbury Hikâyeleri' bütünüyle Türkçe'deKühür Servisi - Yapı Kredi Yayınlan Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi. Türk yazınındaki büyük bir boşluğu dolduruyor. 14. yüzyılda yaşamış. önemli Ingiliz şairi Geoffrey Chaucer'ın başyapıtı Canterbury Hikayeİeri. yazılışından altı yüzyıl sonra Nazmi Ağıl'ın eksıksiz çevirisiyle, iîk kez Türkçe'de. ıngiliz yazınının en önemli klasiklerinden olan Canterbury Hikayeleri, Aziz Thomas Beckett'ın Canterbury Katedrali'ndeki türbesine ulaşmak için hac yolculuğuna çıkan ve toplumun değişik katmanlanndan gelen otuz kadar hacının. Londra'nın taşrasındaki Southwark'ta Taljard Hanı'nda birbirlerine anlattıklan öykülerden oluşuyor. Chaucer. çeşıtli meslek gruplannı ve sınıflan temsıl eden farklı kişilerin portresini çizerken ve onlara öykülerini anlattınrken çok ince ve ustalıklı birdille, yaşadığı devrin Ingilteresi'nı hicvediyor, Ingiliz toplumunun ve özellikle de kilisenin çürümüşlüğünü gözler önüne seriyor. Yapıt. Italyan yönetmen Pasoiini tarafından sinemaya uyarlanmış, bu film 1992 lstanbul Film Festivali sırasında gösterilmiş ve ilgi çekmişti. Türk okuru. şimdi, yıllardır eksikliği yoğun olarak hissedilen bu hazineyi kitaplığına koyma şansına sahip oluyor. Kesin olarak bilinmemekle birlikte Chaucer'ın 1340-1343 yıllan arasında dogduğu sanılıvor. Şair, 1400 yılında, arkasmda onu Ingiliz yazının "baba"sı yapan bırçok değerli yapıt bırakarak öldü. Önemi, bir sûre Fransızca'nın etkisınde kalan Ingilizce'nin yeniden güç kazanmaya başladığı bir dönemde. çagdaşlan Latince. Fransızca ve Ingilızce • Chauser'ın başyapıtı, Aziz Thomas Beckett'ın Canterbury Katedrali'ndeki türbesine ulaşmak için hac yolculuğuna çıkan otuz kadar hacının, Londra'nın taşrasındaki Southwark'ta, Tabard Hanı'nda birbirlerine anlattıklan öykülerden oluşuyor. yazarken Chaucer'ın yalnızca ingilizce'yi tercih etmesinden kaynaklanıyor. Belli başlı yapıtlan arasında tamamlanmamış "Şöhret Evi" ve "İyi Kadınlar Efsanesi", "Troilus ve Cressida" \e "Kuşlar Meclisi" yer alan Chaucer'ın "Canterbury Hikayeleri*' adlı yapıtı olgunluk dönemi ürünü olarak görülüyor. Yapıt. "bir çerçeve öykü içinde öyküler dizisi'1 örneğıne uygun olarak tasarlanmış. Her hacının anlattığı öyküde. gerek anlatış biçimı gerek seçtiği konuyla, Chaucer toplumda gözlemlediğı hatalarla vc davranış bıçimleriyle ınceden inceye alay etmekte. en namuslu ve ahlaklı görünen bırey ve kurumlann aslında ne kadar kokuşmuşolduklannı ustaca dile getirerek yaşadığı devrin acımasız bir eleştirisini yapmaktadır. Titiz ve başanlı birçalışmayla, kitabı dilımize kazandıran Nazmi Ağıl. önsözde. metni Orta Ingilizce aslmdan. Türkçe'ye çevirirken özgün metne sadık kalmaya çalıştığını. 'çalışmasmın bir ilk olması nedeniyle daha sonraki Chaucer çalışmalanna yardımcı olacağı umudunu taşıdığı'nı belirtıyor. Chaucer'ın Canterbury Hikayeleri, yalnızca tngilız yazınına ilgi duyanlann değıl. şimdiye kadar Chaucer'la tanışmamış her iyi okurun edinmesi gereken bir kitap. Çünkü 17. yüzyılda yaşamış ünlü Ingiliz şair \e eleştirmen John Dryden'ın da belirttiği gibi "Tann'nın bütün kullan burada" Yapı Kredi Yayınlan Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar dizısinden çıkan bir diğer kitap. Tahsin Y'ücel'ın çevirdiği Locus Solus. Kıtabin yazan Raymond Roussel(1877-1923). çağdaş Fransız yazınının en önemli isimlerinden biri. Gerçeküstücülerin büyük ilgi ve saygı gösterdiği Roussel için AndreBreton. "Laurreamont'la birlikte bütün çağiann en büyük büyücüsü" nitelemesıni kullanıyor. Ünlü ressam Sahador Dali de "Bir yangında tek bir kitap kurtanyor olsam, bu Locus Solus olurdu" diyor. Michel Foucault, Roussel ıle ılgilı önemli bir inceleme kitabı yayımlarken Yeni- Roman'ın öncülen Alain Robbe-Grillet ve Michel Butor. Roussel'i büyük bir yazı ve kurgu ustası olarak değerlendinyorlar. ilk kez 1914'te yayımlanan ve o günden bugüne çağdaş Batı yazınının en önemli yapıtlarından bin olma nıtelığinı koruyan Locus Solus, çevırmcni Tahsin Yücel'ın deyimiyle "imgekmin sınırlarınuözellikle ayrıntılarda /ortayan" bır yazı, düşgücü ve yaratıcıhk şölenı. TAHSİN YÜCEL İmgeler Picasso'nun Stalin portresini görenleriniz vardır kuşku- suz. Ben gördüğümü anımsamıyorum. Öyküsünü de ger- çekleşmesınden yıllar sonra Michel Toumier'nin bir ya- zısından öğrendim. 1953 başlarında, Stalin öldüğü zarnan Aragon Fransız Komünıst Partisi'ne bağlı Lettres Françaises dergisinde "halkın babası"n\n, çağın en büyuk ressamının fırçasından çıkmış bır portresini yayımlamanın güzel bir saygı sunma biçimi olduğunu düşünür. Gelen portre de bayağı beğeni- lir, derginin başyazarı Pierre Daix bir Picasso hayranıdır, yapıtın "hem an, hem de şaşılacak ölçüde karariı bır ya- pıda" olduğunu söyler. Ama portre yayımlanır yayımlan- maz, gene Fransız Komünist Partisi'ne bağlı olan L'Huma- nite ve France Nouvelle'm yazarları yaygarayı koparıverir- ler. llımlılar, Picasso gıbı büyük bir ressamın dünya prole- terlennin gözdesinın doğru dürüst bir resmini yapamamış olmasına üzülür, başkaları daha acı konuşur. Aragon, Let- ters Françaises'ın başyazanna, "Senınle ben Picasso'yu, Stalin'idüşündük, komünıstlerı düşünmedik" der. iş lyice kızışınca da özeleştıri kaçınılmaz olur: "Bütünyaşamım bo- yunca, örneğin Picasso 'nun bir desenine Picasso 'nun tüm yapıtına göre bakmaya alışmış olduğumdan, buna çizgiyi, uygulayımı düşünmeden bakan okuru gözden ka- çırdım. Yanlışım burada. Bunu çok pahah ödedım. Yanla- şımı kabul ettim, gene de ediyonım..." Aragon, dönemın katı parti kuralları uyannca bu özeleş- tıriyi yaparken gerçekte bır el - eleştıriye girışır. Tournier'in vurguladığı gibi tüm utancanın "komünistyönetıcı veyan- daşlann çağcıl resmı bilmemelerinden" kaynaklandığını anıştırır. Ancak gene Tournier'ye göre kendisınin de bilme- dığı bır şey vardır: 1953 yılında. çağcıl bır ressama büyuk bir devlet başkanmm resmini yaptırtmanın saçmalığı. Andre Malraux bu yargıyı Manet'nın Clemenceau port- resı dolayısıyla çoktan temellendirmiştir: "Manet'nın Cle- menceau 'nun portresini yapabilmesi için burada kendi- sinin hemen her şey, Clemenceau 'nunsa hemen hiçbır şey olmayı göze almış olması gerekir. "Bu özne/nesne uslamı herhalde doğrudur. Picasso'ya gösterilen sert tepkiden Tournıer'nin çıkardığı sonuç da doğru görünür: "Deneyim de kanıtlıyor kı fotoğraf çıkalıberı, resım resmi portre için yetersız duruma düştü, resmı portre bundan böyle Na- dar'/n sanatımn kapsamına gınyor. öyleyse buyurun fo- toğrafçılar!" Ne var ki yazısının gerısınde. Churchill'in, De Gaul- le'ün, Mrtterrand'ın fotoğrafçılardan istedıkleri resmi port- releri anlatmaya girişince, Tournıer bır düzlemde kesinle- diğinı bir başka düzlemde yadsır: Bu resmı portreler de bü- yük ölçüde "kurma"6\r, portrenın fırçayla gerçekleştirıldi- ği koşullar ıçinde, portreyi yapanla portresı yapılanın kar- şılıklı uzlaşımıyla gerçekleştırilır. Öyleyse, benim alçak gö- nüllü kanıma göre açıklamayı resım/ fotoğraf karşıtlığından başka bır yerde. belkı de şu "uzlaşım" kavramında arama- mız gerekir. 1953 yılında, Picasso'nun Stalin portresı konusunda ya- zılanların aynntılannı bilmiyoruz, ancak Elsa Triolet, daha sonra yaptığı bir yorumda, kıtlenin tepkisinı "bu an gözlü folklorik delikanlı ;mges/"nin "bılgelığin, gözüpeklığm, in- sanlığın, savaşı kazanmış olanın, kurtarıcımızın cısımleşi- minin alışılmış resmı"ne çok uzak düşmesine bağlamış. Demek kı gerçek benzerlik söz konusu değil burada; kit- le de Kremlin'in kalın duvarları ardındakı "insanlık imge- s/"nin gerçek cisimleşimi konusunda yargıda bulunma ola- nağından yoksundur. Fotoğrafın üstünlüğünü ornekçesine benzerliğine bağ- lamak da fazla kolay olur: Ornekçesine çok benzeyen re- sımler de çoktur. ornekçesine hiç mi hıç benzemeyen fo- toğraflar da. Öyleyse, burada bir kusurdan söz edebılirse, Picasso'nun kusurunun ornekçesine benzemeyen bir portre değil, üzerınde "uzlaşılmış" ımgeyle bağdaşmayan bir portre yapmış olmasıdır. Churchill'in, De Gaulle'ün ya da belkı bır hafta sonra boy- nu vurulacak Afrikalı devlet başkanmm bır resmı portre yaptırtmak ya da "çektırtmek" ıstemesının nedenı de bu belki: Üzerinde uzlaşılmış, dolayısıyla kalıcılığı sağlama bağlanmış bir ımge sunma ıstemi. Bu düzlemde, resimle fotoğraf arasında pek de büyük bir ayrım yok. Napole- on'un çok portrelerı yapılmıştır, ama kitaplar yüzde dok- san aynı Napoleon'u çıkarır karşımıza. Atatürk'ün sayısız fotoğrafları vardır, ama, durumlar zorlamadıkça; paralar, dergiler, gazeteler kendisini Dirkaç görüntüye ındirger. Ay- nı şey sanatçılar içın de geçerlidir: Baudelaire den, Ver- laine'den, Tolstoy'dan kalmış imgeler arasında hep aynı resimler. aynı fotoğraflar öne çıkarılır. Bunlar geri kalanlar- dan daha "benzer"ya da daha "güzel" olduğundan mı? Hayır, bu imgeler üzerinde sessiz bır uzlaşım oluştuğun- dan. Bugün, önderlerin imgeleri her gün evimize girmeye baş- ladıktan sonra durum pek de değişmedi. Hıç kuşkusuz. yakın bir döneme değin ressam ya da fotoğrafçıyla yapı- lan uzlaşım bugün daha çok terzi ve berberle yapılmakta. ama uzlaşımm ağırlığı hep duyuluyor: Gerçek örnekçe de ona uymak zorunda. Bayan Çiller, her gün en olmayacak kararları şaşırtıcı bir rahatlık ve pişkinlıkle alıyor, ama saç biçimini değiştirmeye kalktığı her seferde nasıl bocaladı- ğını hep görüyoruz. 14. v iizy ılda yaşamış İngiliz şairi Ceoffrey Chaucer. Tıyatro Beştipmenteni Birliği Ödülleri • KültürSenisi-Tiyatro Eleştirmenlerı Bırliğı (TEB) 1993-94 sezonu ödülleri, geçen yıl olduğu gibi yine Ankara. lstanbul \e İzmir'de verildı. Ankara jürısı ödülü. ""Miletos Güzeli"nın uyarlama. yönetim. tasanm ve uygulamasında ulaşılan başan için Diyarbakır Devlet Tıyatrosu'na ve Ankara Devlet Tiyatro- su'nda sahnelenen "Izler IT'deki oyunculuğu içın Mehmet Atay'a; lstanbul jürisi. bir semt tiyatrosunu bır metropol tiyatro- suna dönüştürmesi.tutarlı repertuar seçimı. genç kadrolara olanak yaratması \e tüm bunlann »üreklilığinı sağlamak adına verdiği onurlu savaşım adına Zelıhü Berksoy'a \e Bölge Tiya- trolan yaklaşımını özellikle Diyarbakır \e Trabzon tiyatrolannda sahnelediği oyunlarla kuramsjl bir kişilık kazandırarak gerçekleştıren evrensel \e çağdaş tiyatro coşkusunu Anadolu'ya taşıyan çalışmalanyia İşıl Kasapoğlu'na: izmirjünsı ise Malcolm Keıth Kay'ın sahnele- diği Peter Weiss'in "Maraat-Sade" adlı oyuna \erdi Aksanatia, 'Hancock Trio' konseri • Kühür Servisi- Aksanatta bugün saat 12.30 \e 18.30"da videodan büyük ekranda "Herbıe Hancock Trio"nun konseri izlenebilir. Lçlüyü oluşturan sanatçılardan her bin. bu gün Ak- sanat'ta seslendireceklcri albümlerinde kendi köklerini araştırmakta \e caz sanatının en uzak köşelenne ulaşmaya çalışmaktalar. Aksanat'ta yann ise saat 12.30'da videodan büyük ekranda Vincente Minelli'nin "Lust For Life" adlı filmi Ingilizce orijınalinden gösterilecek. Van Gogh'un yaşamım an- latan bu fılmde Anthony Quınn ve Kirk Douglas başrolleri pay- laşıyor. Fransız Kültür'de Üç Renk: Mavi' H Kültür Servisi - Kıeslowski"nın. bır süre önce sinemalarda gösterime gırcn "Üç Renk: Mavi" adlı filmi lstanbul Fransız Kültür Merkezı'nde. bugün. yann \e perşembe günü 15.30 ve 18.00'de gösterilecek. Başrollennde Juliett Binoche ve Benoit Regent'ın rol aldığı filınde, Kıeslovvskı, Fransız Devrimi'nin üç temel düşüncesinden biri olan "özgiırlük" kavramını ele almış. Mavi. aynı zamanda kalbının derınlıklcrinde gizlice yoğun bir acı yaşaynn Julıeft Binoche'un duydugu korkunun soguk mavisi ıle ucccııııı ı^sı/ IIIÜMM
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle