02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 AĞUSTOS 1989 DİZt YAZI CUMHURtYFT/7 Denize dökülen Yıınan aclalan Nedim Gürsel'in Yunanistan ve adalar coğrafyası, doğanın kaynaklık ettiği şiirde ve ülke tarihinde etkisini gösteriyor Seyir Defteri Bırden anımsadım, bugunku gibi sıcak bir gündu. Bugunkünden de sıcak. Omonia'da ucuz bir otele inmıştık. Perdelerı çekip çırılçıplak yanıma uzanmıştı. Güzel, beyaz gövdesınin aynadaki de\ inimini yıllarca unutmadım, ta ki sana rastlayıncaya dek Atına'ya ilk gelişimde, sen henüz gırmemiştin yaşaraıma. Belki bu kentteydin, belki başka bir yerde. Bırbirimizden habcrimiz bile yoktu. Sonra... Sonra her şey değışti, "bir aşk olınerdi aşinalık". Şimdi seni yıllardır taruyor gibıyim. Bırakıp gittiğin, ancak yazdan yaza, o da iki üç yılda bir dönduğun Atina'yı da. Uzun, upuzun, bîrbirıni dikey kesen sokaklar. Geniş caddeler, alanlar... Ağaçsız bembeyaz bir kent. Aşağıda, yüzlerce metre derinde genişleyıp yayılan kocaman bir meduza gibi. Karşıda dağları gördüm. Deniz uzakta, yaz göğünun altında maviydi. tnsanı şaşırtacak kadar mavi. "Ülkemde denizi göreceksin sakın şaşınna!" Ne var kı, bulunduğum tepeye dek ulaşmıyordu kokusu. Limanın dar sokaklannda, birbirinın uzerine abanmış apartmanların arasında yitip gidiyor. uzaktan görünen, araa kendini hiçbir zaman ele vermeyen koyu mavı rengiyle kanıtbyordu varhğını. Deniz kıyısında yosun kokusundan uzak bir kent. Tam deniz kıyısında da sayılmaz. Biraz içerde, tepelerin yamacına kurulmuş, inişli çıkışlı sokaklarında, sıcakta asfaltı eriyen caddelerinde denizi çağrıştıran hiçbir işaretin bulunmadığı, bozkırda yalnız bir ağaç gibi kuruyan, kurudukça da içine kapanan, tentelerinin, balkonlannın, boyalı pancurlannın, hatta serin sofalannın berisindeki dar odalara çekilen bir kent. Ağustos sıcağında dalgalanan televizyon antenlerini gördüm. Birbirinı dikey kesen sokaklar ıssızdı. San boyalı troleybusler, arabalar, otobilsler alacalı bulacalı bir karmaşada, bulunduğum tepeye ulaşıncaya dek boşlukta azalan sinir bozucu bir uğultuda akıp gidiyorlar caddeler boyunca. Alanlar çıplak, parklarda selviler uzun. Petralona, Kolokintu, Pankrati... Kifisia, Patission, Leoforos Aleksandras, Vasilis Sofıas... Ne güzel, yumusacık adlar. Senin tenin gibi. Yanık, esmer tenin, sıcak bakışlann gibi. Ambelokipı, Kipselı, Kolonaki... Türaü de bir ses olarak var benim için. Kahvelerinde oturmadım çiınkü. Gölgesiz kaldınmlannda, dar sokaklarında dolaşmadım. Omonia, Panepistemiu, Stadiu... Kulağırna sen fısıldıyorsun bu sözcükleri. Dilimin dönmediği dilınin, anadilindeki vurguların, seslerin hakkını vererek. 39 Agustos 1977, Atina Yunanistan Günlügü ren. Belki de ruhu burada, dünyanın ilk kâhinlerinin arasında dolaşıyordur şımdi. Delphes gerçekten ilginç bir yer, özellikle coğrafi konumu bakımından. Eskiler buradaki Apollon tapınağının dünyanın merkezı olduğuna manırlarrmş. Aşağıya, vadiye bakıyonım dağın yamacından. Bir yeşillik denizinde zeytın ağaçları akıp gidiyor. Yıkıntılar da var. Sütunlar, duvar kalınttlan, muzede yontular. Ve tumunde hâlâ yaşayan bir ınsan, Kıral Oidipus. Kâhinler Oidipus'a başına gelecekleri söylemişlerdi. Ve söyledıklerinin hepsı doğru çıktı. Delphes kâhinlerinin şaşmaz ongörusünden korkmuyorum. Yolun yarısına doğru, otuz dört yaşımı bitirirken, çok az şeyden korkuyorum zaten. "Yaşam >olunun yansında / kendimi karanlık bir ormanda buldum / çiinkii doğru yoldan aynlmıştım." Olanlar oldu işte. Doğru yoldan ayrıldığım için mi? Mutlaka. Evet, mutlaka doğru yoldan aynidığım için oldu olanlar, kıyamet koptu. Ayrıhğın kıyameti. Oidipus'un alınyaasmı düşünüyorum. Antigone olmasaydı yaşlı gunlerini nasıl geçirirdı, ne yapardı kör haliyle? Pasolini'nin filmin ^ de kör olurken, attığı korkunç çığlık hâlâ ku ; laklanmda çınlıyor. Şimdi Apollon tapınağın • dan ıçeri girsem. Kâhin kadın başıma gelecek . leri söylese bana. Onun karmaşık, dolambaçlı dilıru Si. anlaşıhr kılsa. Ya da Paris'e döndüğurade ışıklı, guzel kentin, sevgili Parisimin kapısını bekleyen sfenks yanıtlayabileceğim l bir soru sorsa. Kaderim Oidipus'un kaderine \ benzemese! Ya da ne bileyim yirmi yaşında • otsam yeniden. Yirmi beşinde olmaya da ra « zıyım, yeter ki zaman geçmese! Bu yalnızlık, ; bu bun gunleri geride kalsa! 26 Eylttl 1986, Atina. Syntagma Alanı'nda guneş. Parlamentonun . J önunde nöbet tutan efsun askerleri. 1919'da '. tzmir'e girişlerini görmuş nenemin ablası. ; Şimdi, bır denizin iki kıyısında yaşayıp gidiyoruz işte. Ama gun geçmiyor ki gazeteler Ege'deki gerginliği yazmasın, savaş uçaklannın hava sahasını ihlal ettiklerinden söz etmesın. öğle yemeğini bir tavernada, Arletta'nın , son şarkısından şu sozlerle birlikte yedim: "Mia fora timame magapuses." Bir zamanlar beni sevmiştin. Evet, bir zamanlar beni anlatmasını bflen bir şair Seferis: "Bizim ölkemrz kapanık Tılsımlı kara adalar / Gecıt vermıyor denızlere. sevmiştin. Sonra... Sonra... Yıktık birbirimibir yplculukta denize karşı. Bır denizden, bir neşe doğru jukselirken, dünyayı. dağ ve ko tumceyı bîr öykumde kullarursam "bacalann zi. Son gunum Atina'da. Sıcak, saydam bir Seferis'ten okuyorum. Okudukça da daha iyı >aklan son kez sevrettigini; suya, toprağa, dan tüten duman" bir dızgi yanlışı sonucun gün. Nedense kederliyim. • *•• ateş ve günışığına bir daha dokunamayaca da "bacaklanndan tutetı duman" olabılir. tşte anlıyorum doğayı. ğını bilmiyordu. Bu >uzden, govdesine bal o vakit, Odos Filis'teki çıplak ampullü evi 2 \isan 1979. HMra. Abdi İpekçi Banş Ödülü mumuvla yapıştınlmış kanatlarını çırparak anımsarsın. Evler. Her biri kale gibi. Kendini savunma alabildigine yukseldi gokyuzunde. Ama ne ozBu yıl Atina'da bir turlu geçmek bilmiyor 24 \buın 1987, Atina. ya hazır, demir pencereli, taş yapılar. Hidra' gurluğun sevinci ne de guneşin gozkamaştınzaman. Oysa hava guzel, sokaklarda güz guBu sabah Abdı İpekçi Banş ödülü töreninnın evleri Yunan devletinı kurmuş unlü aile cı ışığı başını dondurmuştu. Yukselme, hep neşı Gezilecek görulecek yerler bitmedi da deydim. Televizyon, gazeteciler, kalabalık. lere aıt. A. anlatıp duruyor: daha yiıkseklere çıkma tutkusuna da kapılma ha. Yazılacak anılar, acılar da. Dün gece Mag* ödulumü Teodorakls'ten aldım. Alır almaz "Bak şu amiral Kunduryotis'in. Beriki mışlı bir an olsun. Babası Daidalos. alçaktan da'nın evinde Eluard'ın Gala'ya yazdığı mekda, "Bana bu odulü uzun yıllar bir Yunanlı Tombazis'in. Yunan devletini kuran ticaret uçarsa nemli havanın kanatlarını agırlaştıra tuplan okudum. Şöyle bitiriyor bir mektubukadına tahamraul ettiğim için verdiginizi biburjuvazisinin adasındayız agapimu! Size kar cağını, çok yukseğe çıkarsa guneşin balmu nu: liyorum!" demek istedım. Oysa bunun tam, şı savaşanlann adasında." munu eritip kanatlarını yakacağını so\lemiş"Tu as fait ma jeunesse, tu as fait ma vie. tersi geçerli. tstanbul'dan kalabalık bir heyetle* Eskinin olağanustu gunlerim duşunuyo ti. Tam olçuyu bulmak, bir kez havalandtk Je t'aime pour toujours." Aynldıktan sonra geldik. Onlardan bazılanna Atina'yı gezdiri" rum. Korsan gemilerıni, kuplerde saklanan tan sonra, goğun mavisinde yukselmeden uç bır kadına yazılabilecek en guzel, en içten, en yorum. Öyle ya bildik bir kent burası. " doğru sözcükler. zeytinyağını, kuyudan su çeken kadınları. Ka mak insanın elinde>miş gibi." Karavel Oteli'nde, akşam kokteylden ön Brueghel'ın tablosunu anımsadım. Bruktır sırtmda çıkılan dağ manastırlarını. • •• ce. Pencereden dışarıya bakıyorum. Caddei Lımanda bır kahvedeyız. Radyoda oynak sel'deki muzenın duvarında mıdır hâlâ? Köy 25 E>lül 19SS. Delphes ler, modern yapılar, gurultulu otobüsler. Ati^ Parnasse Dağı'nın yamacına tırmanıyoruz. na'ya ilk gelişimde bu kentin yaşamımda böybır hava, masada buzlu uzo. Hidra'nın evle lu, sapını şehvetle tuttuğu demır sabanla yurıni anlatmalıyıtn bir gun. Kendı goçebeliği muşak, yağlı toprağı surer. çoban koyunları Az sonra Delphes'de olacağız. Geleceğı ha lesine önemlı bir yeri olacağım bilemezdim el! bet. Törende bunu söylemeüydim asıl. Ama* vakit yoktu. Hiçbir şeye vakıt yok zaten. Kokteyllere, resepsiyonlara, yemeklere, tatlara yetişmeliyim. Sen de bu kenttesın, Phılotei'de. Ama nasıl da uzaksın! Radyoda bir şark'ı. Sonra bir şarkı daha. Ve her ikisinde de bütün Yunanca şarkılarda olduğu gibi, anladığım tek sözcuk: "Kaymos." ••• İ Tarihı ve coğrafyasıyla bu ülkeyı en yetkin bıçimde çuk kilıseler. Beyaz duvarların oğle sessizliği. "Öğle sessizliğinde beyaz duvariar" diye mi yazmalıydım? Bu ulkede doğa şiire kaynaklık etmiş uzun sure. Halkın yaşamıyla, direncıyle yoğrulmuş. Rıtsos'un dediğı gibi: "Bu ülkede, sırtımızda taşıdığımız kayanın/yan agırlığını yukleoir gtineş." Çok şukür, ne Sizifos'un kayası var sırtımda ne yumurta kufesi. Gıivertede, denize karşı guzel bır hafiflik içındeyım. Şıir okuduğum için herhalde. Doğru, bu ulkede, şiir ekmek gibi, su gibi gerekli bir şey. Homeros'u oku anlarsın. Şarap rengi denizle hasat \ermez enginı. Ve erken doğan gul parmaklı şafağı. Yok, beyaz duvarların oğle sessizlığı daha guzel. Adanın gemiden gorunuşunu, ıçınde bulunduğumuz şu anı başka türlu anlatamam. Odissea'yı kapattım, Seferis'i açtım. Seferis'ı açtım, çunku en çok sevdiğim şürlerinden birini, "Ardıç KuşıT'nu yıkım gunlerin tkonlar ve Bizans müzesi 24 Mart 1979, Atina. Atina'ya 1972 yazında gelmiştım ilk kez, TUrkiye'ye dönemediğim için. Şimdiyse A.'dan vazgeçemediğim için yine buradayım. Bizans müzesini dolaştık birlikte. Kentin en sevdiğim yerlerinden biri. tşte Kikos Manastın'ndan getirilmiş bir ikon: Meryem, kucağında tsa'yla. Ikisinin de ', karanlık, huzunlu yüzleri. Bakışlarına acının tortusu sinmiş. Yine de birbirlerine sığınmış, halleşıp kaynaşmışlar işte. Bir başka ikon daha: Haça gerilmiş Isa. öyle ince, zayıf, acılı. İki yana açılmış kollanyla gerçekten göğe yukseliyor sanki. Ne tuhaf, nereye gitsem Meryem'le lsa çıkıyorlar karşıma. Arkeoloji miızesinin "kuros"larını, Akropolis'in mermer sütunlarını çoktan unuttum. Dün, çarşının kalabalığında yürurken, karşıma çıkan Kaprikarea Kilisesi'nin loşluğunda da onlarla birlikteydim. lsa, yine Meryem'in kollannda buzülmüş küçuk bır çocuktu. Annesinin boynuna sanlmış, yanağını yanağına yapıştırmıştı. Birbirlerine sokulmuşlar, yakınlığın, aynı govdede butünleşip bir olmanın hazzında, mumların titrek aleviyle aydınlanan boşlukta erıyip gıtmışlerdı. Meryem'in uzun kollu mavi giysisinden, Isa'nın pembe teninden silik bir renk karmaşası kalmıştı gerıye. Yoktular. Bakışlan, elleri ve yüzleri vardı, ama kendileri yoktu. Bu dünyadan değildiler. tkonun ust köşesınde "Tannnın anası" yazılıydı. Yunanca harflerin yanı sıra kuşlar ucuyordu. Ardıç kuşları, belki kırlangıçlar. Belki de gerçekte olmayan, hiç kimsenin görmediği, göremeyeceği kuşlar. Yanda, bir başka ıkonun üzerinde de gördüm Isa'yi Bu kez Meryem'in kucağında değil, çarmıhta tek başınaydı. tki yana açılrmş ipince koüanyla göğe yukseliyordu sanki. Başı yana duşmuş, gozleri kapanmıştı. Çıplak gövdesi bir işkence odasında acıya dayanıyormuş gibi gergindi. Tek tuk ağaçlar, çölde kurulmuş bir kentin surlan vardı geride. Gök sarıydı. Meryem, oğlunun ayaklanna kapanmı; ağhyordu. • •• • ¥ gereklibir şey. Homeros'u oku anlarsın. Şarap rengi denizle, hasat vermez engini. Ve erken doğan göl parmaklı şafağı, yok, beyaz duvarların öğle sessizliği daha güzel. Adanın gemiden görünüşünü, içinde bulunduğumuz şu anı başka türlü anlatamam. B u gibi, suşiir, ülkede ekmek gibi onra A kropolis 'e çıkardık, gece neonlann ışıgında, gündüz selvi ağaçlarının altında yürüyerek, Mermer her zaman sıcak olurdu. Gece Si.'nin uzun, beyaz gövdesi karanlıkta akar giderdi. Kaç kez yazdım bunu, kaç kez geldim bu kente? Lstanbuldan Atina'ya, Atina'dan Paris'e... Böyle günlerde senin gibileri... 23 Eylnl 1988, Atina. "Boyle günlerde senin gibileri kurşuna dizerler!" demışti, bugun banş şhrleri yazan solcu bir şair. Neydi suçum? Kıbrıs çıkarması karşısında duyduğum endişeyi açığa vurmam. 1974 temmuzunu anımsıyorum. Paris'te Turk öğrenciler Birlığı'nde toplanmış radyo haberlerini bekliyorduk. Ecevît'in "Banş Harekâü" başlamıştı. Aramızda tartışma çıktı. O her zamanki tatsız edası, kendini beğenmiş tavırlarıyla, "Ağzından çıkam kulağın dtıymuyor senin" demışti. "Boyle günlerde senin gibileri kurşuna dizerler!" öyle ya, şahlanmış geliyordu Mehtnetçik! Onu durdurmak kimin haddineydi. Evet, geliyordu Yeşil Ada'ya Beşparmak Dağlan'nı aşarak. On dort yıl geçmış aradan. tlk kez, Türk ve Rum toplumlarının liderleri, Denktaş ile Vasiliu, bir araya geldiler. lstanbul'da televizyonda onlan el sıkışırlarken görünce, 1974 temmuzunu ammsadım. Sana rastladığım yazı Şimdi, on dört yıl sonra, Atina'da ve "Every Da>" kahvesinde Floka kahvesi yok artık, olsaydı orada otururdum Yunan dosyasını kapatmak gerektiğini duşunuyorum. Savaş \e gerilim günlen geride kaldı artık. Barış adım adım ilerhyor. Davos ruhu, Kıbns goruşmelerı derken, sıcak bir yakınlaşma doğdu iki ulke arasında. Ülkelerimiz arasında. Ne tuhaf, bu kentten kopamadım bir turlü. Yunanlı kadınlardan da Meıs adasında liman gınşı. Yukarıda kalede Yunan bayrağı, ktyıda Türk camisı den sonra tatilıni geçirdiği Paros'ta yazdığını biliyordum. "Ardıç Kuşu" bır gemımn adı. Savaşta burada batınlmış, bu adanın açığında. Seferis'i pencerelerı denize bakan buyuk bir evde duşunuyorum. Guzel bir evde, ama kendi evinde değil. "Ev diye neyim varsa çekip alddar elimden. Zaman / Çığrından çıkmış bir zamandı: Savaşlar, >ıkımlar, surgun. / Gun olur goçebe kuşları vurur avcı, / Gun olur eli boş döner. Benim zamanımda / Av boldu, kuşlann çogu vurulurdu saçmayla / Kalanlar ya başıboş uçarlar >a da çıldırırlardı sığınaklannda. (...) Ben pek anlatnam evlerden / Sevinçlerini acılannı anımsanm / Arada, durup duşununce." Seferis Izmir doğumlu. Nobel'ı almış, buyuk şair. Nobel'i aldığı için buyuk şair değil, biıyuk şair olduğu için Nobel'i almış. Bozgundan once evıni bırakıp Yunanistan'a gelenlerden. Gerçek bir surgün. Yolculuk ve arayışı, koksuzluğun yol açtığı yalnızlık duygusunu onun kadar derın yaşamış başka bır şair tanımıyorum. Tarihı ve coğrafyasıyla bu ulkeyi en yetkin bıçimde anlatmasını bilen bır şair: "Bizim ulkemiz kapanık, hep daglar / Tavanı alçak bir gokyuzu gece günduz. / Irmaklanmız yok, kmlanmu yok / Kaynaklamnız yok, / Yalnız bir iki sarnıç onlar da boş / (...) Bizim ulkemiz kapanık. Tıbımlı kara adalar / Geçit vermiyor denizlere. Pazarlan / Limanlara inince soluk almaga / Goruvoruz kavuşan gunun a>dınlığında / Çurumuş teknelerini bitmemiş yolculuklann / Artık sevişmeyi unutmuş go>deler." İşte boyle gemıde Seferis'leyim Bitmemiş mi, evsizlığimi unutmak ıçın belki. Bir gun Hidra'nın evlerini, beraberliğimizı, yakınlığımızı anlatmalıyım. "Nedimaki", diyor A., "beyaz badanalı, mavi kapılı bir ev duşun, babçesiıtde nar çiçekieri açan!" Ona, dun gemıde okuduğum Seferıs'in dızelerini tekrarhyorum: "Ben pek anlamam evlerden / Bilirim ki onlar da kendilerince yasar!". 12 Tenmuz 1983, Ikaria. Burada doğayı oğrenıyorum. Önce deniz: Ma\i. Bundan doğal bir şey olabılir mi? Ama insanı şaşırtacak kadar ma\i. "Ma\iyi anlarsın / Denizi anlarsın / Mavi denizi zor anlarsın!" Dalgaları, çakıltaşlarını öğreniyorum burada. Bir oğrencı gibi doğaya çalışıyorum. Dun bir su kaynağına ındik A.'yla. Çınarların serin golgesinde oturup su perılerının turkusunu dinledık. Gunbatımında dik yamaçlara tırmandık dağ keçilerı gibi Orada delı ruzgâra rastladık. Ada keçilerine, Mersin ağaçlanna, dikenlere. Gundoğumunda alçaktan geçen beyaz bulutun golgesı vurdu yatağımıza. Gunışığını ve renklerı tanıdım. Asmaları, dut ağaçlarını. Doğayı öğreniyorum, bir de yazmayı oğrenebılsem! Ikaros buraya duşmuş, karşıdakı bu kopuklu denize. Ben de, Kral Mınos'un buyruğuyla kapatıldığı labırentten çıkıp kurtulduktan sonra omuzlarına baimumuyla yapıştırdığı kanatlarını çırparak uçmaya başlayan Daıdalos oğlu Ikaros için, bır öykumden şu alıntıyı yaptım: "Ikaros labirenlten kurluiup babasıyla guber veren kadının dizlerı dibinde. Rehber, Apollon kultünu anlatıyor. Apollon'un, Zeus'la Leto'nun birleşmesınden doğduğunu, kendıne bir tapınak ararken buralara dek geldığinı, Delphes'e havran kalıp ejderi öldurdukten sonra, pışman olduğunu, kendini yunup arıtmak, suçunu yıkamak evet yıkamak!Ada turu. Sarp yamaçların eteğınde kıvrı için yedı yıl çile çektiğinı anlatıp duruyor rehlıp gıden tozlu yollar. Deniz. Nas'ta, çıplak ber. lar kampında tenımi yakan (o>lesine soğuktu kı!) tuzlu su. Kopuklu dalgalar. Kadınla Ateşten bir sarık rı n çıplak goğuslerıyle uvanan ıstek. Sonra bır Lahorava Koyu'nde durduk. Çevrede tudağ koyunde oğle yemeğı Ko\un adı "Tem rısl avcılan>la Ortodoks papazlardan başka bellik", kayınvalidemın ko>u. Kahvedekı çar kımse yok. Bir de guneş. Bu ulkede guneş tedağı, batan guneşin ışıgında kılısenin beyaz penizde "ale>ten bir sarık" zaıen. Fırının duvarlarını umutmayacağım A.'jla bitıp tu onunde ekmek bekleyen yaşlı bır kadın gorkcnmek bılmeyen kavgalannıızı da. dunı, bır nine. A.'nın babaannesinı anımsaEvgılos. Evgilos'ta evler Yalnızca Ev'gilos' dım bırden. Sahi 'Yaya' olmuş, bırkaç ay önce ta mı, her yerde, her koyde evler Bahçe ıvin habcrı Paris'e geldı. Bundan uç yıl once lkade, serin, guzel Rum evleri. Dcnı/c inen çam rıa'da gorduğumde guçlukle yuruyebılıyordu. ormanları, sarp yamaçlar. Guııc^. "Guneşin Doksan yaşını geçmış, yuze doğru yol aldn sığırları." Ve ruzgâr Golgenın anlamı dunya tutlısı bir ihtivardı. Guçlukle yuruye• •• • ¥ bılKordu, ama ektiği domates tldelerim kcçılcı çığncmesin dı>e bahçeye duvar orıııe>e 17 Kvlil l»8«. Atina. Odos Fılıs'tc, kapısında çıplak ampul ya kalkışmışiı. Bana "Osmanlı" derdı. Ikaria nan bır e\in onunden gcçcrken Sı.'yı duşuıı 1912 yılıııa dek Osmanlı yonetımındc kulmış. dum. Bıtmek bılmeyen Paris gecesınde bıtim Va\a, gençliğindc bı^imkılerııi yonelınıııu yasi/ govdesını. İki yıl once Vulyagmcm'de Has kmd.ııı ıjnımışlı. Dcıııck sun goruşmcmizııuş. tır Palas'ın bir odasından gcmılcrc bakmısDoğrusu guzt'l bır ya/ geçırnıiştık lkana'tım. Gunışığında bcmbcya/dılar. Pırc'dcn ha da. Akşam, hava açık oluııca, Paımos Adavalanıp denize konmuş nıarlı kuşları gıbı sı'nııı bılc gorunduğu dcnuc bakan pu/cl bır Sanki hiçbir yere grtmeden mavı denızın or odaıııı/ vardı. PCIICCILMIIII onundckı tahıa ııutasında öylecc duruyorlardı. Kuskun, u/jk sadj bır şeylcr yu/ıııaya çabularkcıı, duııyjKoyu lckder vardı yuvarlak, beyaz karınta nın sonunu Palmos Manastın'ndan haber \erında. Vc bacdlarından tuıcn duman bulut TLMI Azız Jean'ı düşuııurdum. O da kcndıııc suz gökyüzunde bır ınce luldu. Bır giın bu gore bır kâhındı, kıyaınet guııunu haber venı tepenın yamacına yayar, uzakta, beyaz dağların arasındakı boşlukta guncş batar ve limana gıren gemı demir tararken, lkaros'un duştuğu kopuklu deniz, kanatlarından dokulen tuylerle birlikte hâlâ onu derınlığine çekmekte mıdir? 29 Temmnz. 1983, Ikaria. Plaka'da gerilim Plaka'da bır taverna \ardı, Si.'yle giderdık. Teofilos'un yeri. Duvarlara kazınrnış yazıları sokmeye çabalardım karşımda Si. gulümserken. Benim bile anlayabileceğım, basıt sevda sozleriydi: "Dimitri Hrisula'yı seviyor.'* "Sen, yalnızca sen..." Sonra Akropolis'e çıkardık, gece neonlann ışıgında, gündüz selvi ağaçlarının altından yuruyerek. Mermer her zaman sıcak olurdu, Kanatidlerin bakışlar» durgun. Akropolıs'ten Atına'nın görunuşu başkaydı, Likavıtos'tan daha başka. Gece Si.'nin uzun, beyaz gövdesi karanlıkta akar gıderdi. Kaç kez yazdım bunu, kaç kez geldim bu kente? ömrum gıdip gelmelerle geçti zaten. Istanbul'dan Atina'ya, Atina'dan Parii'e, Parıs'ten Atina'ya. Dun Plaka'da dolaşırken, tuhaf bır gerilim içindevdim. Yağmurdan sonra guneş açmış, sokaklar kalabalıklaşmıştı. Bır dukkânda eski Yunan vazolarını süsleyen erotık desenler gördüm. Bır kadın. ınce beyaz gövdeli bir kadın iki adamın kollanndaydı. Birı omuzlarından, ötekı bacaklanndan tutup havaya kaldırmışlardı kadını. Bir eli omuzlanndan (utan adamın erkeklığindeydi, oteki karşısında dıkilen adamın boynunda. Ne kötu senı anımsadım birden, ne kötu. Nerdesin, şımdı ne yapıyorsun? Hangi ellerde ellerın? lhanetın bedelını yalnızhkla odedım, aşkınkıni hastalıkla. Nerdesinız şimdi nerde o sıcak yaz günleri, Omonıa'dakı perdelerı çekılı oıel odası? 1 ftfean 1979, Dcnizde. Yaros Adası'nı gördüm uzaktan. 1972 yazında gittiğim Mikonos'la hiçbir benzerlıği yoktu. Denizden fışkırmış ağaçsız bır kaya parçası. Şu tumceyle başlayan bir öyku •kurdum: "Ağustos sıcağında tek başınaydı. Kimscler yoktu çevrede. Ne bir kadın ne bir dost. Ne de gölgesine oturabileceği bir ağaç. Çıplak, kızgın kayalan yalayan nızgârda kerlenkeleler ve duşler vardı. Geçmişin sanrılan." Dun Atina'da bir kahvede A.'yı beklerken su bardağında boğulan arıyı anımsadım. Nasılsa bırden duşuverdi suya. Orta kahvemı, ardından da soğuk suyumu içmış, bardağın dibinde biraz bırakmıştım. Arı çırpınıp duruyordu. Boğulacağı kadar derin değildi su, ama kanatları onu bardağın ötesindekı yaşama kavuşturacak denlı guçlu de değildi. Mutluydum. A.'yı beklerken ışık içindeydi kent. Kadınlar bembeyaz, caddeler kalabalıktı. An bilmıyordu bunu. Dunyada bildiği tek şey kendi ölumüydü. Şimdi A. yanımda, yanıbaşımda. Hıdra'ya giden bir gemideyiz. Pire'den yola çıkalı pek fazla olmadan, bir burnu dönunce gördüm Paros'u. Mavi kapılı evler, ev kadar ku SDRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle