Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yargı organına düşen yetkiyi gasp ediyordu. Bu tutum "zora başvurma" ile eşanlamhydı (CHP'nin kapatılmasını onlardan 20 yıl sonra 12 Eylül generalleri başardılar). Bu yetki gaspı işlemi bardağı taşıran son damla oldu. Öğrenci ayaklanmaları, kitle halinde tutuklamalar, en sonunda 27 Mayıs 1960"ta silahh kuvvetleri harekete geçirdi. Demokrat Parti iktidardan düşürüldü, ne yazık ki bu tutucu partinin liderleri ülkemizde çok partili demokrasinin yerleştirümesi yolunda ellerine geçen fırsatı olumlu yolda kullanmadılar; bunun sonunda da onar yıl aralıklarla askeri müdalıaleler ve demokrasiye ara verme dönemi açılmış oldu. 27 Mayıs 1960 müdahalesi, Atatürkçülük doğrultusundaydı. Onun getirdiği anayasa yalnız siyasal hak ve yetkilere değil, sosyal ve ekonomik haklara, anayasal denetim kuruluşlanna, sendikal hak ve özgürlüklere yer veren bir anayasa idi. Sonraki askeri darbeler bir geriye dönüş oldu. Işte, Demokrat Parti liderlerinin Atatürkçüyüz diyerek Atatürk'ten aynlmalannın öyküsü böyle bitti. Zararları hâlâ sürüyor. Bu liderlerden Celal Bayar için (çoktan tükenmiş olan) Milli Mücadele Anılanm adlı kitabımda ilk Meclisteki izlenimimi şöyle dile getirmişim: "İlk bakışta insan ruhunu sarıveren, her türlü kuşkudan uzak tam bir güven aşılayan tiplerden değildi Mahmut Celal Bey (Bayar). Hafıf dumanlı gözlüklerinden midir nedir, sanki bir karanlık yam varmış gibi gelirdi bana!' Çok sonralan tanığı olduğum kimi olaylar 1920'lerdeki bu izlenimimi ne yazık ki kanıtladı. * • * Şimdi 15 Mayıs 1919'a gelelim. Herkesçe bilindiği gibi 15 Mayıs 1919, Yunanlıların Izmir'e asker çıkanp bu güzel kentimizi işgal ettikleri gündür. Aradan tamı tamına yetmiş yıl geçmiş. "Ne çabuk geçmiş" demeyeceğim. Bu yetmiş yıl içinde çok çileli günler yaşadık, birkaç cephede dört yıl çarpıştığımız Birinci Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkmıştık. Her bakımdan en zayıf ve yoksul bir zamammızdı. Yunanlılar "Megalo ldea" adını verdikleri büyük ülkülerinin gerçekleşmesi için böyle bir fırsat bekliyorlardı. O tarihte en büyük düşmanımız olan emperyalist Ingilizler ve Türkleri Avrupa'dan kovmak, Osmanlı Imparatorluğu'nun mirasından aslan payını almak çabasında idiler. lmparatorluk Afrika'daki ve yakın Asya'daki bütün topraklanm yitirmiş, bize kala kala Türklerin çoğunlukta olduğu Anadolu kalmıştı. Kapitülasyonİar yüzünden yarı sömürge durumundaydık. Istanbul'da güçsüz bir sultanlık yönetimi ve Ingilizlerle işbirliği yaparak tahtını korumaktan başka bir amaç gütmeyen hayın bir padişah ile onun adamları iktidardaydı. Dahası gerek lstanbul'da, gerek Izmir'de ticaret ve sanayi hep yabancılann ya da levantenlerin elindeydi. Hele îzmir'de yabancı ve levantenler ön planda oldukları için benim çocukluğumda lzmir'in adı "Gavur Izmir'i" olarak anılırdı. Bunun öyküsünü yaklaşık on altı yıl önce bu sütunlarda anlatmıştım (9 Eylül 1973). Bu yazıda lzmir'in daha sonralan okuyarak öğrenmiş olduğum acıkh durumunu kısa çizgileriyle şöyle sergilemiştim: "Birinci, lkinci Kordon ve Bornova'daki güzel yapılar hep Rumların levantenlerin ve Îzmir'de yerleşmiş yabancılarındı; yabancı kulüplerine, lüks gazinolarına Tanzimat Avrupacısı tek tük zengin Türkler dışında hep Rumlar, levantenler ve yabancılar girebilirdi. Batı ile iç ve dışsatım işleri yine onların elindeydi; verimli Ege ovalannda güneş ve yağmur altında Türklerce harcanan el, kol, kafa emeğinin kaymağmı hep bunlar alıyor ve asü üreticiye ürününün posa kınntıları kalıyordu. Emperyalist güçler hortumlannı iki demiryolu hattı biçiminde Ege'nin içlerine doğru salmıştı; IzmirAydın hattı lngilizlerin, lzmirTire karaba hattı Fransızlanndı. O zamanın büyük devletlerinden Almanya, Rusya ve Amerika, bu sömürü yarışında biraz geç kalmışlardı. Ruslann gözü buralarda değil, Karadeniz ve Boğazlardaydı. Almanların uzun süreli siyasal ve ekonomik hedefleri HaydarpaşaBağdat demiryolu imtiyazı ile ilk aşamasına ulaşmış bulunuyordu. Amerikalılar daha sinsi calışıyorlar, tstanbul ve Anadolu'da kolejler, hastaneler ve misyoner faaliyetleri yoluyla ülkeye sıayorlardı; Istanbul, tzmir, Talas, Tarsus, Merzifon ve daha başka yerlerde Amerikalıların kolej ve hastaneleri, küçük kiliseleri birer birer oluşmuştu. Bu yazdıklarım dikkatle okunursa hemen göriilür ki, Izmir ve Ege'nin yalnız toprakları bizim siyasal egemenliğimizde, ekonomik egemenlik ise yabancılann elindeydi. Sözün kısası, bu bölge dört yüz yıldan beri TürkOsmanlı egemenliğinde olduğu halde bizler oraları bir türlü Türkleştirememiştik!' "Gavur lzmir'i"ni, "Türk Izmir'i" yapamamıştık. Bu durumdan cesaret alan Yunanlılar, Ege topraklanm bizden koparıp "megalo idea" ülkülerini gerçekleştirmek için lngilizlerin desteğiyle 15 Mayıs 1919*da savunmasız Izmir'e asker çıkardılar ve bin türlü hakaretle sıraya dizdikleri silahsız Türk subaylanndan "Zito Venizelos" (Yasa Venizelos) diye bağırmayı reddedenleri insafsızca süngüleyip öldürdüler; Ege'nin içlerine doğru yaydmaya başladılar. 15 Mayıs 1919 tarihi bu yönden bütün Türk gençlerince unutulmaması gereken bir gündür. • • * 15 Mayıs 1919'lardan ikincisinin yıldönümü de MusUfa Kemal Paşa'nın o gün Istanbul'dan ayrılmasıdır; o gün, yani tam yetmiş yıl önce IstanbuFdan baslayan bu yolculuğun öbür ucu 19 Mayıs 1919'da Samsun'a vanr; 19 Mayıs'ta baslayan yolculuğun öbür ucu da 9 Eylül 1922'de tzmir'e vanştır. Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı'nın dört yüz yıldır Türkleştiremediği "Gavur lzmir'i"ni bu varışı ile Türkleştirmiş ve Türk tzmir yapmıştır. 9 Eylül 1922'den sonraki yolculuğun varış noktası ise Cumhuriyet'in kuruluşu, Ismet lnönü'nün Lozan Zaferi'yle kapitülasyonların kaldırılışı, tam bağımsızlığımızın gerçekleşmesi, laiklik başta olmak üzere bütün toplumsal alanı kapsayan büyük Türk Devrimi'dir. Işte iki 15 Mayıs'ın kısa öyküleri de böyle. * • • Yazıyı bitirirken günümüzdeki durumu düşünüyonım. Kimileri "eğer Atatürk bugün sağ olsaydı bugünkü ortamda bizlerden daha iyisini yapamazdı" diye düşünebilirler. Her türlü yoksulluğa, iç ve dış düşmanlann amansız saldırılarına karşı Türk ulusundaki gizil gücü (potansiyeli) harekete geçirip tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ü küçümsemek büyük bir nankörlüktür. 1980 darbesinden sonraki yönetim Atatürk'ün her türlü olumsuz koşullarda başardığı ve ne yazık ki, tam olarak yerleştirmeye ömrünün yetmediği Türk Devrimi'nin kolunu kanadını budamak yolunu tutmuş, yukarıda anlatılan 15 Mayıs 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin baslatrjğı karşı devrim surecini devam ettirmiştir. 14 ve 15 mayısları hiç unutmazken, 12 Eylül'ün yapUklannı da belleklerden çıkarmarnak ileriki aydınlık günler için çok gereklidir. 14 MA YIS 1989 tki Tarih: 14 ve 15 Mayıs. HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU onu da harcadılar. Ülkemizden binlerce kilometre uzaklıktaki Kore*de ölü ve yaralı olarak binlerce Mehmetçik de harcandı, Demokrat Parti döneminde. Ne işimiz vardı bizim orada? Yunanlılar bile 500 kişiden oluşan göstermelik bir kuvvet göndermişken, Türkiye 4500 kişilik bir tümen yollamıştı, hem de TBMM'de karar almmadan. O tarihte "ne işimiz var Kore'de?" diyenleri hemen komünistlik suçlaması ile içeri alıyorlardı. Amerika'ya karşı söz etmek aynı sonucu doğunıyordu. Amerikan banş gönüllülerine yurdumuzun bütün kapüarı açılmıştı. Onların topladığı bilgilerle halkımızın demografik ve etnik haritası oluşturulup ABD'nin Türkiye masası arşivlerine konulmuştu. Başka ne olmuştu 14 Mayıs 1950 ile baslayan Demokrat Parti döneminde? Halkevleri ve halkodalan kapatılmıştı. Oysa, Atatürk'ün açtığı halkevleri ve halkodalarının amacı genç ve yaşlı bütün insanımızı çağdaş bilim ve sanatla ve dolaylı olarak akıla dünya görüşü ile bezemek ve beslemekti. Atatürk, Türk halkmı "ümmet"likten çıkarıp "millet" olma aşamasına ulaştırmak istiyordu. Bu nedenle Arapça ezanı Türkçeleştirmiş ve bu ezan on yılı aşkın bir süre de minarelerimizde okunmuş, Müslüman halkımız Tann'ya ibadet için, tannevine kendi dili ile çağnldığının bilincine varmaya başlamıştı. Demokrat Parti iktidara gelir gelmez ilk iş olarak bunu değiştirip yerine yine Arapça ezanı getirdi. Böylece din sömürüsünün kapıları ardına kadar açıldı. Ismet Inönü'nün iktidarı döneminde "anayasa" olarak Türkçeleştirilmiş bulunan 1924 tarihli 'Teşkilatı Esasiye Kanunu", yedi yıh aşkın bir süre uygulandıktan sonra Demokrat Parti iktidarı onu ye14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti ik niden Osmarüıcaya döndürdü; böylece devlet dilini, yani yasa dilinin Türkçeleştirilmesi yolunda açıtidara gelince neler oldu? Neler olmadı ki! Neler ve kimler harcanmadı lan kapıyı kapattı. ki!.... Atatürk döneminde kapatılmış olan ve ondan Demokrat Parti, bu seçimlerde gerçek demokra sonra bugüne kadar hep yasaklı bulunan tarikatsiye inanmış aydın kişilere de yer vermişti. Sonra lann yeniden hortlamasına Demokrat Parti iktidadan anlaşıldı ki, bu tutum, Türkiye'deki aydın ke nnca göz yumuldu. Din sömürüsünün bugün ulaşsimin desteğini sağlamak amacına yönelikti. De tığı korkunç sonuçların bilinçli başlangıcı 14 Mamokrat Parti'nin ilk hükümetinde Milli Eğitim Ba yıs 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti dönemilcanı olarak yer alan ilerici ve Atatürkçü, gerçek de dir. mokrasiye inanmış bir kişi olan Avni Başman, bir 1946 seçimlerinde yönetimin baskısmdan yakınan ay içinde harcanıvermişti. Onun yerine gelen Tev ve bunu Cumhuriyet Halk Partisi'ne karşı sürekli fik İleri de Köy Enstitüleri'ni temelli kapatıp, Tür bir propaganda aracı olarak kullanan Demokrat kiye'nin tabandan kalkınması aşamasını başlatmış Parti iktidan, 1957 seçimlerinde, bu kez kendisi basolan bu ışık yuvalarını harcayıvermişti. Bu arada kı yapmaktan geri durmadı ve o seçimleri çok az Demokrat Parti iktidarı yine birer aydınlanma yu bir farkla kazandı. Eğer baskılar olmasaydı Cumvası olarak Atatürk tarafından kurulmuş olan hal huriyet Halk Partisi çok az bir oy farkıyla kazanakevlerini ve halkodalarını kapatmış, bunların kitap caktı, bu da hem ülkemiz için hem de Demokrat lıklarındaki bütün kitaplaı mahzenlerde çürütül Parti liderleri için hayırlı olacaktı. Ama olmadı. müştü. 1960 seçimleri yaklaşırken bu yöneticiler iktidarDemokrasi âşığı olduğu için Demokrat Parti'ye dan düşmenin korkusunu yeniden yaşadılar ve düşbaşından beri gönül vermiş ve hizmet etmiş olan memek için her yola başvurdular. Uşak, Topkapı, Refik Şevket Ince de harcanmaktan kurtulamarruştı. Yeşilhisar olaylan ile demokrasinin banş içinde yerOysa ilk TBMM'de idealizmi ile tanınmış ve Ada leşmesine engel oldular. Bu kez daha ileri gittiler. let Bakanlığı'na seçilmiş olan Refik Şevket, kendi 1960 başlannda TBMM'de kurduklan "Tahkikat si için hiçbir çıkar düşünmeden demokrasiye hiz Komisyonu" ile Cumburiyet Halk Partisi'ne karşı met etmek istiyordu. BayarMenderes ikilisi, onu bir kovuşturma açtılar. Meclisi alet edip, kendi oy bir ara Milli Savunma Bakanlığı'na getirmişti. Ne çoğunluklarına dayanarak muhalefet partisi olan var ki Refik Şevket, "evet efendimci" soyundan de Cumhuriyet Halk Partisi'ni kapatma yoluna gidiğildi. Yaranamadı. Çirkin bir parlamento oyunu ile yorlardı. Bu, bir "yetki gaspı" idi. Yasama organı Bugün 14, yarın ise 15 mayıs. Bu iki günün, Türkiye'nin tarihinde çok önemli yerleri vardır. 14 Mayıs 1950'de çok büyük çoğunlukla Demokrat Parti iktidara geldi. 15 Mayıs 1919"da Yunanlılar Izmir'i işgal etti. Yine 15 Mayfe|919'da Mustafa Kemal Paşa, Bandırma adlı çürak çarık bır gemi ile îstanbul'dan Samsun'a doğru yola çıktı. Bu nedenle yukarıki tarihler bizim için büyük önem taşır. Önce 14 Mayıs 1950'ye göz atalım. Bu tarih, bir bakuna Türkiye'nin deraokrasi sürecinde bir aşamadır. Gerçi 1946 seçimleri sonucunda iki partili siyasal dönem başlamış ise de bu seçimler bazı illerimizdeki vali ve kaymakamlann merkeze yaranmak için yapıruş oldukJan türlü baskılar yüzünden gölgeli olduğundan, çok partili rejime geçilmiş olmakla biılikte 19461950 arasındaki süre, eski Milli Şeflik döneminin devamı sayüıyordu. 1950 seçimleri ise tam bir serbestlik içinde tek dereceli olarak yapılmış ve bununla Demokrat Parti iktidara gelmiş olduğu için bu değişime, kimileri Milli Şeflik dönemine son veren bir "akdevrim" (yani kansız devrim) gözü ile bakıyordu. Umutlar büyüktü. Bu akdevrimin başını Celal Bayar ve Adnan Menderes çekiyordu. Bayar, "Atatürk'ün en yakın arkadaşı!" olarak tanıtılıyordu halka. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ileri gelenlerinden olup, parti müfettişliği bile yapnıış olan Adnan Menderes bir toprak ağasıydı. 1946 seçimleriyle oluşan TBMM'de, kurucularından olduğu Demokrat Parti'den seçilmiş üye olarak bulunuyordu, o Meclise CHP iktidannca getirilmiş olan toprak reformu yasa tasansına şiddetle karşı koyarak ün kazanmıştı. Menderes, okumuş bir toprak ağasıydı, toprak reformuna elbette karşı çıkacaktı. Halk bugünkü kadar uyanmamış olduğundan onun bu çıkışlarını bir tür kahramanlık sayıyordu. PENCERE Anadolu'nun Zenginliği... EVET7HAYIR Salihli Şiir İkindileri... "Kaymakamından, belediye başkanından en küçük görevlisine, sokaktaki adama dek tüm Salihli halkı birer sanat önderi. Keşke her ilçemiz, hatta her ilimiz Salihli'yi örnek alabilse. Salihli gibi olabilse..." Fazıl Hüsnü Dağlarca geçen yılki Salihli Şiir İkindileri'nin onur konuğu idi. Bu güzel ilçede karşılaştığı sevgi ona bu sözleri söyletmiş, aşağıdaki dörtlüğü de yazdırtmış: "Sıcaklığındır Çıkmak ister dışarı İşte sıcaklığındır Benim tutmak istediğim içerde." Şadan Gökovalı, şimdiye dek tanıdığım en güçlü sanat tutkunlarından biridir. Sanatın hertürlüsünün sevgilisidir. Sanat tarihi, yazın, doğallıkla şiir... Konuşmaları şiirle dolup taşar. Size mitolojiden bir öykü anlatsın, yaşarsınız içinde, o masal kahramanlarının yanında sanırsınız kendinizi. Daha da çok siz olursunuz o kişi... Bunu geçen yıl mimarlaria çıktığımız Kaunos gezisinde yaşadtm. Kaunos'un masalsı tarihini öyle bir coşkuyla anlattı ki, hepimiz biraz Kaunoslu olduk, o uzak günlere döndük. Salihli Şiir İkindileri'nin iki kurucusundan biri Şadan Gökovalı. Salihli Belediyesi'nin Kültür Danışmanlığrnı üstlenmiş. Bir yandan îzmir'de Ege Üniversitesi'nde dersleri, öte yandan yazıları, çalışmalan ve Salihli Şiir İkindileri'nde danışmanlık... Salihli, mutlu bir ilçemiz. SHP'li de. Zafer Keskiner ikinci kez seçimi kazandı. Birkaç kez çağrılmama karşın bir türlü gidemediğim bir yer Salihli... Her yıl, gelecek sefer, diyorum. Bakalım gelecek sefer başarabilecek miyim? Keskiner adlı sanat, şiir âşığı, halkının desteğiyle üst üste seçim kazanan genç Belediye Başkanını, Salihli halkmı tanımak ayn bir kazanç olacak... Salihli Şiir İkindileri'nin 1989'daki onur konuğu Melih Cevdet Anday'dı. Salihli'de çıkan 'Bahar 89' adlı dergide Mehmet Doğan, Anday için şöyle yazmış: 'Anday için şiir her şeyden önce bir yapıdır, Sözcüklerle, seslerle kurulan, hiçbir şeyin rastgele yer almadığı, hiçbir şeyin rastlantıya bırakılmadığı bir yapı. Şairin yıllar geçtikçe kendini bu disipline daha çok bağladığını görüyoruz. Hem de bu sıkı disiplinin getirdiğı duyguları kalıplaştırma tehlikesini ustaca aşarak, gerçekten yepyeni, taptaze bir şiir diline ulaşarak. Kolay aşılamayacak büyük bir ustalıktır bu. Bu nedenle Anday'ın şiiri sıradan bir şiir okurunun hemen tadına varacağı bir şiir değildir. Okurdan bir çözümleme çabası ister, genel olarak şiire, özel olarak da Anday'ın şiir çevrenine hazırtıklı, aşina olmayan okur bir anda tadına varamaz onun şiirinin. Çünkü şiir okumak da, şiirden tat almak da en azından şiir yazmak kadar ciddi bir iştir. Emek ister, çaba ister." Salihli Şiir ikindileri'ni yaratanlar, izleyenler, Anday'ı daha önce gelen şairlerimiz gibi coşkuyla, sevgiyle karşıladıklarına göre bu güç, ciddi, emek isteyen aşamaya ulaşmış sayılmalıdırlar.. 'Bahar 89'da Anday'ın ilk şiiri ile en yeni şiiri yer almış. İşte, 1936'da yazılan "Ukde"nin son dörtlüğü: "Bir gün ışığa döner yaprak Üzümler kızarır kütükte Elbet diner bu sağnak Kaybolur içimdeki ukte." Anday'ın son yeni şiiri "Dağ Başındaki Ay"ın son bölümü: "Taşıdım kuruntumda yaban düşüncemi Ay böyle dağ başında şaşkın görüleli Dünyada yapayalnız bulur kendini insan Dağ başındaki ay Korkup kacacak gibi." Salihli Belediyesi Kültür Yayınları da ilgi çekici. İlk kitap Prof. Bilge Umar'ın "Lydia"sının genişletilmiş yeni basımı; Dr. Füsun Baykal'ın 'Salihli Kent Coğrafyası' ve oyun yarışmasında kazanan yapıtları içeren bir başka kitap... Oyunları ilgiyle okudum, genç yazarlann başarılı ürünler verdiklerini görmek sevindirici. Salihli gibi bir ilçe belediyesinin üstlendiği bu kültür ve sanat görevi örnek alınacak bir davranıştır. On yıldır süren Şiir İkindileri, bunun yani sıra kültür yayınları, Salihli'ye ülke ölçüsünde ün ve onur kazandırmıştır. Bu başarıda en büyük pay elbette ki Belediye Başkanı Keskiner'le danışmanı Gökovalı'nındır. Doğallıkla da, bu güzel işleri sevgiyle destekleyen sevgili Saiihli halkınındır. OKURLARDAN Atama bekleyen öğretmenler sesleniyor Sayın Milli Eğitim Bakanımıza aylardır sabırla görev verümeâni bekleyen öğretmen adaylan olarak sesleniyoruz. 1988 yılı içerisinde yapılan öğretmenlik sınavım kazanmış, öğretmenlik hakkını almış öğretmenleriz. Yaptınlan güvenlik soruşturması sonucunun pürüzlu görüldüğü ve bu nedenle durumumuzun komisyonda görüşüleceği gerekçesiyle 6 aydan beri atamalarımız yapılmamaktadır. Daha önceki yülarda 15 günde bir toplanan bu komisyon 1988 atama döneminde hiç toplanmamışür. 1988 ekiminden bu yana çeşitli zamanlarda (başvuru süresi içinde) atama evraklanmızja başvurarak tayin isteyen dilekçelerimize ne olumlu ne de olumsuz bir cevap alamadık. Acaba öğretim yıhnın bitmesini bekleyerek kazanmış olduğumuz sınav hakkımızın vanması mı amaçlanmaktadır? 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'nm aradığı koşuBarı tasımamıza rağmen atamalanmızm yapılmaması üstelik tayin yörelerimiz btürlenip bize bildirildiği halde demokratik hukuk devleti anlayısı ile bağdasmamaktadır. Avrupa Topluluğu 'na girmek için mücadele edüdiği bu günlerde ülkemizde insan haklannın ihlal edilmesi, kazamlan haklann gasp edilmesi ne derece doğru olmaktadır. edilmemekte ve bu kararlar da komisyonda incelenecek diye bekletilmekteyiz. Hiçbir makamdan yasal ve hakkımız olmayan isteğimiz yok. Mesleğimiz bulunmasma rağmen işsiz olmak bizleri maddi ve manevi zorluklarla karşılastırmaktadır. Niçin issiz bıraküahm? Niçin? Zaten ülkemizde önemli bir sorun olan işsizler ordusuna, diplomalı işsizler hatta öğretmenlik hakkını kazanmış insanlar olarak katüahm? Konuyu kamuoyuna duyuyuruz. Sayın Milli Eğitim Bakanımızm da konuya hassasiyetle ve önemle yaklaşacağina inanıyoruz. BİR GRUP ÖĞRETMEN ilber Ortaylt: 'türkiye" diyor "Bugünkü sınırtan içinde dahi dünyada pek az ülkede rastlanacak dini bir çeşit/ilik gösterir. Bu, Hıristiyanlık açısından özellikle böyledir. Ülkemizde var olan bütün kiliseleri (ya ni cemaatleri) saymaya kalkarsam, iki elin parmaklan yetmez. B bir mübalağa değil. İsterseniz sayalım; Rum Ortodoks Kilisesi, Ermeni Gregoryen, E,~meni Katolik, Ermeni Protestan, Süryan dim dediğimiz Süryani Ortodoks, Süryani Katolik, Kaldani eski k lisesi, Kaldani Katolik, Nasturi Kilisesi. Gördüğünüz gibi iki el M ti, kiliseler bitmedi." Ortaylı'nın söylediğine göre bunlar bizim topraklarımızda doğan ve gelişen ya da önemli merkezleri burada olan kiliselerdir. Roma Katolik, Anglikan, Protestan gibi kiliselerin Türkiye'de küçük de olsa cemaatleri vardır. Musevilerden TalmudTorah geleneğini izleyenlerie Karaim denenler arasında da ayn uygulamalar söz konusudur. Ya Müslümanlar? Mezhep, akide, ibadet biçimleri iübanyla renklilik ve bölünme Müslümanlar için de söz konusudur. (...) Türkiye gibi bir ülke«te, resmen mekteplerde din dersi okutulmasının önemli sakıncaları vardır. 'Çoğumuz Müslümanız, Müslüman dinini öğretelim demek yanlıştır. Çünkü dikkatlice bakılacak olursa, mezhep/er birtıirine, hatta bazen Hıristiyanlarla olduğundan daha fazla tars düştükleri bir gerçektir. Bir din bilgisi dersinde öyle bir sey öğretebilirsiniz ki, bunu bazen Sünni Müslüman, Hıristiyan ve Musevi çocuğu kabul edebilir, ama Müslümanların bir kısmına çok ters getebilir!' (Mülkiyeliler Birliği vakfı Yayınları: Çağımızın Söyteşileri) • Gün geçtikçe Türkiye'de din konusu ve özellikle islamcı akımlar önem kazanıyor; siyasal yaşamın sürekli tartışma konusunu oluşturuyor. Çoğu zaman islam denince aklımıza gelen nedir? Televizyonda, radyoda bu alanda konuşmalar yapılıyor, ama Diyanet İşleri Başkanlığı'nm anlayısı nedir? Sanki Türkiye'de ne mezhep vardır ne de tarikat!.. Peki, devlet, bu gerçekleri görmezlikten mi gelir? Hayır. Tarikatların siyasal iktidarı nasıl parselledığını çoğu kişi bilir; Başbakan'ın anasının niçin Süleymaniye'nin avlusuna gömüldüğü siyasal tartışmadır; Nurcularla Süleymancılar arasındaki yarışma da politikanın önemli bir yanıdır. Ya Aleviler?.. Bektaşiler?.. Onlar devletin üvey evlatlan bile değildir; dışlanmış, horlanmış, ezilrnış, kimi zaman tehlikelı görülmüşlerdir. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nde Diyanet İşleri Başkanhğı Sünni iktidarın buyruğundadır Niçin? Bir yandan "laik cumhuriyet" deyip öte yandan siyasete dini karıştırırsan, elbette mezhepler iktidar yarışına çıkacak, tarikatlar devleti parselleyecek, teJevizyonu birileri, eğitimi de kimileri ele geçirmeye çabalayacaktır. Devletin din öğretimine yaptığı olağanüstü yatırım, gerçekte bir mezhebin resmen buyurganlığını vurgulamaktadır. * Kim ne derse desin, Atatürk devrimleri halkın büyük bölümünce benimsenmiştir. Devlet eliyle gericiliğe yatırım yapılıyor; parti liderleri İslamı oy kazanmak için kullanıyorlar, ama bu toplum cumhuriyet öncesine dönebilir mi? Evet, halkın büyük çoğunluğu Müslümandır, ama nasıl bir Müslümanlık bu? Bir aile var, bireyleri günde beş vakit namaz kılmaz; hanım mayoyla denize girer; kız bikini giyer, spor yapar; oğlan dansa bayılır; baba laik cumhuriyetin yurttaşıdır, ama sorulduğunda, Ben der, Müslümanım. Ne yapmalı? Bu aileyi yok mu etmeli? Peki, kaç milyon kişiyi yok edeceğiz? . * Yazık oluyor... Anadolu'nun güzefim küftür birikimini, yedi rengin tonlannı yansıtan inançlarını, insanlardaki hoşgörü eğilimlerini yok etmek yolunda cumhuriyet devletinin gücünü kullananlar ülkeye en büyük kötülüğü yapıyorlar. Bayur'dan açıklama Nöb. Anne EGE ÜNtVERStTESl 1982 GİRİŞLİLER 22. 2. 1989 tarihli gazetenizin 2. sayfasmda yayımlanan "Atatürk'e Bir Saygısızlık Örneği" başlıklı haber hakkmda V'aliliğimizce Görevlerini yerine yaptınlan gerekli inceleme getirmeyenlerin cezasuu biz sonucunda; İstanbul Orman ö'ğretmenler çekmeyelim. Sayın Bölge Müdürlüğü binası girişi Gerçekten üzerinde durulması yetkililer, isterlerse konuya dış duvarındaki, "Ormansız gereken bir konudur. başka bir çözüm yolu Vatan Olmaz" sözü ve yanında Aynca durumumuzu gö'rüsecek bulabüirler kanısmdaytz. bulunan, gazetenizde de uygun komisyonun hangi Yıllarca yetişmemiz için yapılan olmadığı hakkmda yazı yazılan yetkiUrinden oluştuğu son masraflar, harcanan emek boşa Atatürk portresinin üç ay önce derece gizli tutulmakta, değiştirildiği, şu anda gitmesin. Aldığanız bilgileri yaptığımız sö'zlü girişimlerimize köreltmeden, öğretmen sözkonusu duvarda "Ağaç, "Üst makamlar bilir" gibi Çiçek Ve Yeşillik bekleyen insanlara iletmek yanttlar verilmekte. Bildiğimiz Medeniyettir" yazısı ve bir istiyoruz. Ülkemizin birçok bir gerçek, sayın personel genel yöresinde, özellikle Doğu Atatürk maskı bulunduğu müdürünün bu konuda yetkiti tesbit edilmipir. Bilgilerinizi Anadolu 'da öğretmensizlikten olduğudur. Bağımsız yargı okul kapanmasm istiyoruz. Bu saygılarımla rica ederim. organlannın vermiş olduğu yörelere gidip o insanlara ışık B. Cahit Bayar beraat kararlan geçerli kabul olalım diyoruz. İstanbul Valisi BOCAZİÇİ ÜNÎVERSİTESt REKTÖRLÜĞÜ'NDEN Üniversitemiz Yabancı Diller Yüksekokulu tarafından 27 Mayıs 1989 tarihinde tngilizce bilgisinin düzeyini ölçmek isteyen herkesin girebileceği bir lngilizce yeterlik sınavı verilecektir. Sınav ve sınava giriş koşulları ile ilgili aynntılı bilgi almak isteyenler Yabancı Diller Yüksekokulu Sekreterliği'ne başvurabilirler. Sınav başvuru tarihi 24 Mayıs 1989 saat 17.00'ye kadardır. Postadaki gecikmeler dikkate alınmaz. Bu sınavı kazananlar, sınav tarihinden itibaren iki yıl içinde üniversitenin herhangi bir bölümüne kabul edildikleri takdirde aynca bir yeterlik sınavına tabi tutulmazlar. Boğaziçi Cniversitesi yabancı diller okuluna halen kayıtlı olan ya da Boğazıçi Üniversitesi'ne girmeye hak kazanmış öğrenciler bu sınava giremez. Telefon: 163 15 00 / 300301 ÇİLERAHMET YORULMAZ ÇtFTtNE MUTLULUKLAR. Bugün 14 Mayıs Eczacılık günü. Ve Anneler Günü. Asuman Hanım bir demet çiçekle oğlunu kutlamaya gidiyor. Oğlu bu Pazar Üsküdar'da nöbetçi beş eczacıdan biri. O da elinde çiçekler, annesini bekliyor... PFIZER, İ4 Mayıs Eczacılık Günü'nün Anneler Günü'yle bu mutlu buluşmasını sevgiyle kutlar. SATILIK Sefaköy'de acilen satılık daire. Mür: Tel: 579 16 89 Pfizer PFIZER İLAÇLAR1 A.Ş. Ortakcn İstanbul