Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 NÎSAN 1989 DİZİ YAZI CUMHURİYET/13 îlk rol, ilk ders, ilk heyecan Benden sonra tufan olmasın Muhsin Ertuğrul'un anıları 2 Muhsin Ertuğrul30 Temmuz 1910'dafutbolcu arkadaşı Selahattin'in desteğiyle 18yaşında sahneyle tanıştı Selahattin, sahneye çıkmadan önce verdiği ilk derste şöyle konuştu: "Seyircilerin tarafına hiç bakmayacaksın. Gözün karşındakinde olacak. Yüksek sesle, anlaşılır biçimde, ağır ağır konuşacaksın ve hiç korkmayacaksın" Selahattin'in oyunculuk dersini ömür boyu kendim uyguladığım gibi genç kuşaklara da salık verdim. Şimdi de ben, belirli bir meslek eğitimi gör görmeden binbir sanat öyküsünü duyduğum meden, körükörüne bir sevgi duyduğum tiyat Reşat Rıdvan Bey'in karşısında bulunmak ne roya yöneliyordum. O tiyatro ki, Türkiye'de büyük bir onurdu! Odeon'un kasvetli koridorlarından kendien ünlü sanatçüarını bile ancak orta halliden aşağı besleyebiliyor; hele geleceğe değin en kü mi sokağa attığım anda duyduğum mutluluk çük bir umut kapısı açmıyordu. Bir çocuk afa sonsuzdu. Bu andan sonra tiyatroculuğu mescanlığıyla Zanbaoğlu Tiyatrosu'nun sahnesi lek olarak seçmenin verdiği sevinçle doluyni merak edip kapısım araladığım zaman ora dum. Olayın tek buruk yönü, bunu eve nasıl da çoğu kez bir maltızda fasulye tenceresinin duyuracağımdı. Onu düşünrnek sevincimi kekaynadığını görürdüm. Bu Istanbul'un en ünlu siyor, kafamın içini altüst ediyordu. Bir yan' Osmanlı Dram Kumpanyası'mn karargâhııı dan da ayda beş lira alacak değerde başan gösda pişen bir karavanaydı. Toplu çalışanlar bir •termiş olmanm övüncü vardı içimde arada yemek yiyeceklerdi. Vahram Papazyan Decourcelle'in sahneye uyguladığı Sheriock Katolik papazı olmak uzere ailesi tarafınHoimes komedisi, o günlerin tiyatro zevki açısından Arsen Lüpen gibi "policier" diye dam dan Vatikan'a gönderilen, ama sanata karşı galanmış; bugün de gecerli, ağustos ayında bir olan eğiliminin ağır basmasıyla papazlıktan bardak su gibi renksiz, tatsız, soğuk, vakit ge vazgeçerek tiyatroya yönelen Vahram Papazçirici bir oyundu. Eğer o piyes bir kez daha yan, ttalya'da büyük usta Ermete Novelli'nin tekrarlansaydı ve ben de yine o Bob rolünü yanında tiyatro stajı yaptıktan sonra o yıl Isoynamaya zorlansaydım, korkarım tıyatroda tanbul'a dönmuştü. tstanbul'da amatörierle kalmam tehlikeye düşerdi. verdiği Othello ve La Mort Civile'in çevirisi iSTANBUL'un tiyatro çevrelerinde, yaklaş olan Korrado piyesleriyle hemen büyük başan makla olan ramazan ayı için giderek yeni ta kazanan bu aktörü Reşat Rıdvan Bey bir an Eniştem Rıfat Bey, asalet yanlısıydı. Bir akşam tiyatro ilanını göstererek, "Buradaki Ertuğrul Muhsin sen misin?" diyerek sordu. "Evet" cevabını alınca "Ailemizde oyuncu yok, ya düşüncenizden vazgeçersiniz, ya ailenizden" dedi. "Eğer bu bir ültimatomsa, ailemden vazgeçiyorum" dedim ve o akşam evden ayrıldım. den bir şey yitirmemişti. Sahne kılavuzumun hunda sürdürüyordu. Kendisi ne kadar sırabu erdemlerini her zaman tekrarlamakla övu dan bir memur olsa da, ülke sorunlanyla uğraşan bir ortamda çahşıyordu. Yaradılıştan ternürüm ve bunu bir uğur sayanm. biyeli ve dürüst oluşu, yüksek düzeydeki baİkinci oyun: Dreyfus kanlar, müstesarlarla birlikte bulunuşu, içinProvaya başladığımız ikinci yapıt Lorya deki aksoyluluk tutkusunu arttırıyordu. AiBey'in yazdığı Dreyfus oyunu. Bu oyunda da lemize damat olarak girdiği günden beri de bize, özellikle biz küçüklere, babamın yine genç bir subayı canlandırıyorum. Sahnei Milliyei Osmaniye'nin ilk oyunu ölümünden sonra adeta bir ikinci babalık şefolarak Napolyon Bonapart daha tstanbul se katini surdürüyordu. yircisine sunulduğu ilk geceden itibaren ola "Ertuğrul Muhsin sen misin?" ğanüstü başarı kazandı ve ramazan döneminin en ilgi çeken oyunlanndan biri oldu. Sahneye çıktığım güne kadar boş zamanHalk tıklım tıklım tiyatroyu dolduruyor ve lanmı futbol oynayarak değerlendirmiştim. O daha da birkaç ay dolduracak derecede büyük sırada Toptaşı futbol takımının da başkanı olilgi gösteriyordu. Yıldız Sarayı'ndan alınan yıl muştum. Haydarpaşa Çayırı o zaman en geların birikmiş zengin tarihsel giysileriyle sah niş, en düzgün sahaydı. Biz orada oynardık. neler gerçekten de pırıl pırıl, görmeye değer Tiyatroya bir meslek olarak başladıktan parlakhkta. sonra, seyircilere verilen el ilanlarında adımı, öte yandan çok ciddi prova edilen Dreyfus tanınmamak için başına "Ertuğrul" diye ekpiyesinin ne olacağını da kimse kestiremiyor. leyerek yazdırmıştım. Eskiden bu ilanlar, çeNe var ki, Reşat Rıdvan Bey başarı yoluuda şitli semtlerde evlere de dağıtıhrdı. Evdekiler olanca hızıyla yürüyen ilk piyesi kaldırarak, bir zamanlar futbol oynamaktan dönuşümDreyfus'ü oynatıyor. Yüzde yüz başarı kaza le, sahnede role çıktıktan sonraki dönüşüm YAŞAMÖYKÜSÜ2 1915: 3 ocakta çıkan Darulbedayi Ycnetmeliği'nin 29. maddesi uyannca Muhsin Ertuğrul, Darulbedayi kadrosuna sekiz lira aylıkla alındı. 13 ocakta Ertuğrul'un da kalkılarıyla düzenlenen Darulbedayi'nin ilk uygulamagösterisinde şiirler okundu, şan konseri verildi. Mınakyan Efendi'nin denetiminde Ziya, Kegam, Agavni ve Vehanuş'un oynadıkları Altı Aydan Beri adlı tek bölumlük bir oyun sunuldu. 1916: 20 ocakta Darülbedayi'nin ilk oyunu olarak sahnelenen, Emile Fabre'dan Hüseyın Suat'ın Çiirük Temel adıyla uyarladığı La Maison d'Argile adlı yapıtta Ertuğrul başrolü oynadı ve başansı nedeniyle uzun sure ovüldu. 14 martta Darülbedayi'de para sıkıntısı başgösterdi ve müzik bölümü kapatıldı. 20 mayısta Darülbedayi'nin ikinci oyun olarak sunduğu tbnürrefik Ahmet Nuri'nin Hissei Şâ>ia adı>la Daniel Riche'den uyarladığı Le Pretexte'te Suudi rojünde sahneye çıktı ve ilk oyundaki başansım da bastırdı. Kurumdaki geçimsizliklere ve karışıklıklara dayanamayarak, tiyatro alanında gorgusunu arttırmak için haziranda Darulbedayi yönetiminden izin alarak, Berlm'e gitti. Ciunduzleri Fılm studyolarında çalışırken, gecelen Max Reinhardt'ın izniyle Deutsches Theater'de Viktor Barnowsk\'nin izniyle Lesssing Theater'de, Geheimrat Wınter'in izniyle de Kraliyet Tiyatrosu'nda provaları izledi. Sinema yönetmeni Emil Albes ve ünlü oyuncu Alberl Bassermann ıle tanıştı. Yonctmen Harry LambrezPaulsen'in Karl Beckersachs ile çevirdıği bir komedi fılminde, yönetmenin yardımıyla küçuk bir rol aldı. Aym yonetmen, başrolünu Magda Magdalena'nın oynadığı Karanlıkta Işık (Das Licht in der Nacht) fılminde ona daha uzunca bir rol verdi. Sinema dunyasına girip başka yonetmen ve oyuncularla tanıştıktan sonra Ertuğrul çeşitli fılmlerde oynadı. Aralık ayında Istanbul'a döndu. 1917: 25 ocakta Robert de Fleurs G.A.Caillavet'nin La Belle A\anlure adlı yapıtından Tahsin Nahit'in uyarladığı Bir Çiçek, İki Böcek guldurusünü Darülbedayi'de sahneledi %e büyukbaba roKlnü oynadı. 2 martta Darülbedayi'nin sahnelediği ilk yerli oyun olan Halit Fahri Ozansoy'un Ba>kuş adlı manzum drammın gosterisi gerçeklestırildi. Sanatçı, bu oyunu hem sahneledi ve hem de ihtiyar kçjlu rolunu oynadı. Deneyimi, oyun duzeni ve başansı göz onune alınarak, sanatçıya iki lira zam yapılarak aylığı 12 liraya çıkarıldı. 26 haziranda Henri Kistemaeckers'ten Muhjin Ertuğrul'un Uçurum adıyla uyarladığı ve birinci perdesini yeni baştan yazdığı La Flambee'nin ilk temsili verildi.Oyunu yöneten ve başrolu üstlenen Ertuğrul, o sırada Boğazlar Genel Komutanlığı'nda askerlık görevini yapmaktaydı. Temmuzda izin alan sanatçı, ağustos ayında yeniden Berlin'e gitti. 1918: Muhsin Ertuğrul, Berlin'de Maria Carmi ile tanıştı. O dönemin tanınmış oyunculanndan Bruno Kastner'in oynadığı filmlerde yan rollere çıktı. Yonetmenliğini Ernst Reicher'in yaptığı ve Kastner'in başrolu oynadığı Die Furstin von Beranien (Beranien Düşesi) adlı filmde oynamak için StuartWebbs kuruluşuyla bir sözleşme imzaladı. ilk deneme yılında sanatçıya yonetmen ve oyuncu olarak ödenecek aylık 500 marktı. Darulbedayi yönetimi sanatçının izninin uzatılmasıru reddedince, M. Ertuğrul Komutanlık'tan izin aldı. Berlin'deki tiyatro ve sinema çalışmalarını bitirdikten sonra o yılm mayıs ayında Istanbul'a döndu ve Darülbedayi'ye katılmayarak, Edebi Tiyatro Heyeti adında bir topluluk kurdu. Topluluk. ramazan ayı boyunca gosteriler verdi. I haziranda lbsen'ın Hortlaklar'ını sahneledi ve yeterli oyuncu bulamadığı için yapıtta iki rolu birden ustlenmek zorunda kaldı. Aynı toplulukla, W. M. Förster'in Eski Heidelberg (Alt Heidelberg) muzikalini sahneledi ve L utz rolunü oynadı. Kistemaeckers'in "L'lnstinct adlı yapıtından Vazife adıyla uyarlanan oyunda ise doktor rolunu üstlendi. Ayna Ibnürrefık Ahmet Nuri'nin ilk telif komedisi olan Sivrisinekler'i sahneledi. Muhsin Ertuğrul, bu arada Robert Kolej'de oynanan, Halide Edip Adıvar'ın vazdığı, Vedi Sabra'nın besteledıği Kenan Çobanlan muzikli oyunun hazırlıklanna katkıda bulunmuş ve dekorlannı yapmıştı. 1919: Ağustosta kurulan Beyoğlu Musıki Akademisı'ne, estetık, mimik ve deklamasyon dersleri vermesi için oğretim uyesi olarak çağnldı. Darulbedayi'ye yeniden katıldı. Ancak oyun seçimi konusundaki bitmek bilmeyen anlaşmazlıklar ve \onetimde karışıklıklar nedeniyle kısa bir süre sonra bu kururadan ayrıldı. Ekim ayında yeniden Almanya'ya'gitti. Nabi Zeki (Ekemen) ile İstanbul Film'i kurdu. Maurice Level'in L'Angoisse adlı romanından hazırladığı senaryo ile Samson filmini çevirdi ve başrolu oynadı. 1920: Almanya'da L'stad Film'in kurucu ortağı ve yonetmenı oldu. Kumluş adına. Alexandre Dumas'nın Kara Lale romanıyla Karl May'ın Şcvtana Tapanlar romammn senaryolarını düzenlevip çevırmeye karar verdi. Her iki filmi de Muhsin Ertuğrul yönetti. Kara Lale filminin dekorlarını da sanatçı hazırladı. Şeytana Tapanlar'ın dekorlannı ise Ma\ Reinhardt'ın unlü dekor sanatçısı Ernst Stern yaptı. Bela Lugosi de bu fılmin başrolunü oynadı. 1921: Mart başında Darulbedayi'ye 150 lira aylıkla yonetmen olarak girdi. Darülbedayi'de oyunlar yönetti ve önemli rollerde oynadı. Kurumda yönetiın bozuklukları yine sürmekteydi. Muhsin Ertuğrul, tüm Darülbedayi sanatçılan adına "tiyatro yönetiminin sanatçılara bırakılmasını" ve "Edebi Heyet üyelerinin de sanatçılardan secilmesi"ni istediklerini yönetim kuruluna bildirince yönetim kurulu, M.Ertuğrul'u, Behzat Hâki'yi, Emin Beliğ'i, Ercüment Behzat'ı ve Onnik Binemeciyan'ı Darülbedayi'den çıkardı. Haziran'da sanatçı önce Almanya'ya, sonra da Avusturya'ya gitti. 1922: Muhsin Ertuğrul, Bozkurt Film adlı bir yapımevi kurmak istediyse de bu tasarı gerçekleşmedi. tstanbul'da Kemal Film adına, güncel bir olaya dayanarak senaryosunu kendisinin yazdığı tstanbul'da Bir Faciai Aşk ve Yakup Kadri'nin Nur Baba adlı romanından senaryosunu duzenlediği Boğaziçi Esran adlı filmleri çevirdi. OKULUMUZ 1910 yılında yaz tatiline girince, tstanbul'da oyunlar vermeye başladığından beri bütün gazetelerde, dergilerde sık sık resmini gördüğümüz Burhanettin Bey'e artık başvurarak aktör olmaya karar verdim. (Burhanettin Tepsi II. Meşrutiyet döneminde Türk tiyatrosunun öncülerinden.) Bu kararı gerçekleştirmek çok güçtü. Topluluğun belirli bir tiyatrosu olmadığı için, Burhanettin Bey'i nerede, nasıl bulacağımı, kimin aracılığıyla kendimi tanıtacağımı bilmiyorum. Yaradılış bakımından doğrudan doğruya, hiç tanımadan, tanıtılmadan kendisine gidip de "Ben geJdim, aktör olmak istiyorum" demek için de yeteri kadar cesur ve yırtık değilim. Arada birisinin olması eerek. Selahattin derdimi öğrenince... Haydarpaşa Çayın'nda futbol oynadığımız günlerde, karşı oyuncular arasında Selahattin adında bir genç vardı. Benden belki bir yaş daha büyük. Onun Burhanettin Bey'in yanında çalıştığını öğrenince kendisine açıldım. Bana çok yakınlık gösterdi. Ertesı gün Erenköy Tiyatrosu'nda gündüz, yalnız kadınlara l'ArKsienne'i oynayacaklarını, oraya gidersem Burhanettin Bey'le tanışabıleceğimi söyledi. Aracılık edeceğine de söz verdi. Uykusuz bir geceden sonra, yine erkenden Erenköy Tiyatrosu'nu buldum. Çevresi yüksek duvarlarla kuşatılmış geniş bir bahçede yepyeni bir sahne yapılmıştı. Herhalde bitişik köşkte oturan, hali vakti yerinde, yanılmıyorsam Fuat Bey adında birinin yaptırdığı yazlık bir tiyatroydu bu. öteki derme çatma salaşlardan aynlığı, bunun daha yeni ve daha temiz yapılmış olmasıydı. Binanın nerede oldugunu bulduktan sonra, sanatçılar gelinceye kadar başladım bütün Erenköy sokaklarını arşınlamaya. Yaz günü, oyunlar öğleden sonra başlıyor. Güneş yana kayınca, yüksek duvarlar sıcağa karşı koruyucu oluyor. Gise ve kapı açılınca en ucuzundan bir bilet alarak içeri girdim. Son sırada bir yere iliştim. Gözlerim kapıda. Sanatçılar' dan girenleri kontrol ediyorum. Daha Selahattin gözükmedi, Burhanettin Bey de henüz gelmedi. Seyirciler yavaş yavaş geliyorlar. Epey kalabalık oldu. LArlesienne nasıl oynandı? Nihayet Selahattin geldi. Kendimi gösterdim. Beni alarak sahneye götürdü, sanatçılarla tanıştırdı. Ne garip, ben onları seyirci olarak nasıl tanıyorsam, sürekli izlemem yüzünden onlar da beni adeta tanıyor gibiydiler. Sonunda Burhanettin Bey'le de tanıştun ve seyirciICT arasına oturarak oyunu seyretmeye koyuldum. Alphonse Daudet'nin (18401897) 1872'de yazdığı ve Georges Bizet'nin (18381875) bestelediği korolu ve danslı, üç perde, beş tabloluk bir yapıt olan l'Ariesienne, bizde müziksiz oynanıyordu. Burhanettin Bey de Frederic rolündeydi. Herhalde piyesin çeviricisi ve yöneticisi de rol aldığı için hiç abartmadan, hiç bayalığa kaçmadan, temiz bir üslup içinde candan oynanıyordu. Piyes de duygulu ve düşündürücüydü. Kaderimi kaderlerine bağlayacağım sahnedeki arkadaşlanm da rollerini çok iyi oynuyorlardı. Aralanna katılacağım topluluğu o gün biraz daha çok sevdira. Bu kadar duyarh bir yapıtı böylesine duygulu oynayan insanlar, kötü kişiler olamazlardı. Seyircüer oyunu çok alkışladüar. Seyircilerle birlikte ben de alkışlamakta bir sakınca görraedım. Herkesin gözünde ben daha onlardan biri değildim ki, arkadaşlaruna rüşvet verme durumuna düşeyün. Tiyatro seviası Fotoğraflarda Ertuğrul Muhsin 1912 yılında 20 yaşındayken Burhanettin Bey'in tiyatrosunda P.H. Loyson'un "Müçtehid" (L'Aputre) oyununda Octave Baudouin rolünde görülüyor. sanlardan söz ediliyordu: Burhanettin Bey'in bu kez Reşat Rıdvan Bey'le birleşerek Beyoğlu'nda sonradan Lüks Sineması adını alan Odeon Tiyatrosu'nu kiraladıklan, topluluğa yeni yeni sanatçılann katılacağı, ramazana özel bir repertuar düşünüldüğü herkesin ağzındaydı. Geleceğe ilişkin bu tasanlar benim durumumun da açıklığa kavuşturulmasını gereküriyordu. Böyle bir çalışmaya ben nasıl katılabilecektim? Haydi, yaz aylarında okullar kapalı olduğu için benim oyunlara katıldığımı kimse duymamıştı. Ama provalar yoğunlaşıp da okula gitme olanağı ortadan kalkarsa, eve karşı durumum nasıl olacaktı? Onlara "tiyatroya geçme"! kararımı nasıl bildirecektim? Beynimi kurt gibi yiyen bu sorular rahatımı kaçınyordu. Günün birinde Selahattin, Reşat Rıdvan Bey'in beni Odeon Tiyatrosu'ndaki müdürlük odasına çağırdığını söyledi. tçeriye girdiğim zaman posbıyıklı, sevimli, etine dolgun Reşat Rıdvan Bey'in, karşısındaki biriyle Italyanca konuştuğunu gördüm. Odadaki misafirin, Yıldız Sarayı sanatçılarından Bertrand olduğunu sonradan öğrendim. laşmayla Odeon Tiyatrosu'ndaki topluluğuna nacağım bilmeden bu piyesi değiştirme olayı, bağlamıştı. Reşat Rıdvan Bey'in sanat anlayışı hakkında kesin bir yargı vermeye değer. Onun için Reşat Rıdvan'la ilk prova önemli olan, gişenin dolup taşmasından çok, Tepebaşı'ndaki sahnede ilk provalar benim bir tiyatro topluluğunun çalışma yolunda veiçin çok önemliydi. Bir oyunun nasıl hazırlan rimli ve yaratıcı olmasıdır. dığını ilk kez burada görecektim. Rejisörümüz Reşat Rıdvan Bey'di. Sahnenin önüne konan Yahudilerin ilgisi üç sandalyeden birincisine suflör Karakin Dreyfus de Vahram Papazyan'ın sanat güEfendi, yanındakine de yapıtın çeviricisi Ali cüyle seyirciler tarafından çok sevilerek basaNihat Bey oturmuştu. Üçüncü iskemle yönet rıya ulaştı. özellikle gerek konunun, gerek men Reşat Rıdvan Bey için konmuştu. Fakat kahramanının, gerekse bu siyasal olayın Yayaradılış bakımından çok canlı ve hareketli hudi dünyasmdaki ünü, Istanbul'un bütün Yaolan Reşat Rıdvan Bey, öyle oturduğu yerden hudi azınlığını Odeon Tiyatrosu önünde kuyprova yönetecek lapacılardan degildi. Elindeki ruk yapmaya zorladı. bastonla sahne üstündeki giriş, çıkış yerleriyEvden nasıl koptum? le mobilyaların durumunu belli ettikten sonra, kişilerin bulunduğu yerleri gösterdi. GüORTANCA ablam Saadet'in kocası, enişzel Marsilyalı Lokantası'nın yemek salonun tem Rıfat Bey, Osman Paşa'nın torunu olmakda geçen ilk sahnede, en önde sağdaki masa la övünen, asalet yanlısı yaradılışı bulunan bir da ben ve Selahattin, iki de subay, yemek yi kişiydi. Üsküdar'da Valide Camisi yanında, o yoruz. Rol dağıtırr nda da belirtildiği gibi, be soyluluktan arta kalmış bir Osmanpaşa Sonim adım Barral, Selahattin'in adı Rap. kağı vardı. Yıkılan konağın yerine, üçer dörNe gariptir ki Selahattin bütün ömrünce der odalı küçük evler yapılmıştı. Kendisi de "Rap Selahattin" diye ün kazandı. Selahat o evlerin birinde kiracıydı. tşi önemliydi. Kartin öyle derin okumamıştı. Fakat çalışma sı tının üstünde "Sadaret Evrak Odası rasında işine çok önem veren, gereğinden çok Hulefasından" diye yazardı. Bugünkü deyişciddi bir görünümü vardı. Selahattin sahne ya le, Başbakanlık Bürosu'nda çahşırdı. Görevi şamında hemen hemen kimseden bir şey iste nedeniyle her gun gelen yazışmalar dolayısıyla memiş, kimseye boyun eğmemiş, tiyatroya da zamanın sadrazamıyla doğrudan doğruya ilişbel bağlamamış bir insandı. Selahattin için kö ki içindeydi. Sadrazam Kâmil Paşa'yı, Sait Patü söz söyleyen arkadaşını hiç anımsanuyo şa'yı, Tevfik (Okday) Paşa'yı ve daha sonrarum. Birinci Dünya Savası'ndan döndüğümüz kileri de tanımıştı. Görevi dolayısıyla yüksek düzeydeki kişilerde, yeniden çalışmaya başladığımız zaman, Selahattin iyiu'ğinden, saflığından, dürüstlüğün le günlük ilişkileri, onun asalet yasantısını ruarasındaki aynlığı giderek sezmişlerdi. Böyle bir cuma akşamı yine matineden eve döndüğum zaman, hem ablamın, hem eniştemin suratianm allak bullak olmuş buldum. Evde fırtınadan önceki suskunluk havası vardı. Akşam yemeği sessizce yendi. Sofradan kalkıp odadaki günlük yerlerimize oturduk. Çok geçmeden eniştem, elindeki bir el ilanını göstererek, "Buradaki Ertuğrul Muhsin sen misin?" diye sordu. "Evet" dedim. "Gelip geçici bir heves mi?" "Hayır, ömür boyu bu meslekte kalmak istiyorum. Çünkü tiyatroyu çok seviyorum." "Evet, ama ne bizim ailemizde ne de rahmetli babaruzın ailesinde "oyuncu" var. Onun için ya bu düşüncenizden vazgeçersiniz ya da ailenizden!" "Eğer bu kesin bir ültimatomsa şu halde ailemden vazgeçiyorum" sözleriyle ayağa kalktım ve "AUahaısmarladık" diyerek evden çıktım. Geceyansı sokakta Gece bu saatten sonra, Üsküdar'dan vapur yok. Anadolu yakasındaki akrabalara gece karanlığında misafırliğe gidemem. Karşıya geçmem gerek. Hele bir iskeleye doğru yürüyeyim. O çağlarda geceleyin Anadolu yöresiyle karşı yaka arasında, iki ucu sivri hafıf kayıklar çahşırdı. Nöbetçi kayığa atladım ve karşı yakaya geçtim. Beşiktaş'tan Karaköy'e, köprüyü geçerek Çemberlitaş'a doğru yürüyorum. Gidecek bir yerim yok. Bir yere gitmeyi de düşünmüyorum. Kafamda "Bundan sonra ne olacak" onun planlamasını kuruyorum ve boyuna hedefsiz yürüyorum. Gün ağardı. Sultanahmetteyim. Bir belediye bahçesi vardı. Onun çevresinde oturacak sıralar bulunurdu. Onlardan birine iliştim. Karşımda Alman Çeşmesi var. Hani açıldığı gün bizi bütün okul çocuklanyla birlikte karşısına dizmişlerdi, biz de ne olup bittiğini anlamadan "Padişahım çok yaşa" diye birkaç kez bağırmıştık. Hani, okulun sakallı mubassırı, bir müzik oğretraeni edasıyla bize birkaç okul şarkısı öğretmişti. Biz de o gün arahklarla onu tekrarlamıştık. O günü düşündüm. Sonra Muvakkiıhanenin karşısındaki büyük konağa gözum dikildi. Yukan kattaki odada küçük ablam Servet veremden ölmüştü. O gün ben, yandaki şu odanın buğulanmış camına parmaklarımla ablamı ne kadar sevdiğimi yazmıştım. Aşağı köşedeki Kazasker Süleyman Sırrı Efendi'nin odasında onu nasıl karyolada yatarken ilk kez gördüğumü anımsadım. Oğullannın koskoca delikanlılar oldukları halde evin kâhyasına "Aputte" diye çocukken taktıkları adla hâlâ nasıl hitap ettiklerini hatırladım. Sonra fırından yeni çıkmış taze bir simit aldım, onu yiye yiye ilkokulum olan Tefeyyüz'ün bulunduğu Gedikpaşa Yokuşu'na doğru yöneldim, tekrar okulun yolunu tuttum. Bundan sonra artık bir tiyatro tutkunu olarak tek başına yasayacaktım. îlk sözleşme Reşat Rıdvan, önündeki dosyada bulunan basılmış sözleşmelerin arasından birini seçti; bana uzattı. Yeni kurulan Burhanettin Reşat Rıdvan Topluluğu'nda, beş lira aylıkla çalışacaktım. Yalnız ramazan ayında her gece oynanacağı için aylık 10 lira oluyordu. Hiç düşünmeden imzaladım. Tanımadan, yüzünü îlk rol, ilk ders... O gün l'Arlesienne'i seyrederken, bir hafta sonra bu sahne ustüne çıkarak tiyatroculuğa başlayacağımı hiç ummamıştım. Gerçekten, bir hafta sonra Conan Doyle'un "Sheriock Hoimes piyesinde ben de Bob rolüyle ve Selahattin'in ilk dersiyle aktörlük mesleğine atıldım. tlk rolümü Selahattin prova ettirdi. Kendisi daha once nasıl oynadıysa, bütün mizansenleri öğreterek ne yapacağımı, nasıl oynayacağımı o anlattı. Sahneye çıkmadan önce, verdiği ilk derste şöyle konuştu: " Seyircilerin tarafına hiç bakmayacaksın. Gözün karşındakinde olacak. Yüksek sesle, anlaşılır biçimde ağır ağır konuşacaksın ve hiç korkmayacaksın..." Selahattin'in oyunculuk sanatının temel kurallarından olan dersini bütün ömrilm boyunca kendim uyguladığım gibi, genç kuşaklara da salık verdim. Fakat "hiç korkmayacaksın" kuralına bir turlü uyamadım; bu engeli bir türlü aşamadım. İlk gün olduğu gibi, bugün de her sahneye çıkışta korkudan, titremeden kurtulamadım. Üç cütnlelik rolümü Selahattin bana yarım saat kadar tekrarlattı. Söyleyebileceğime güven getirdikten sonra, Behzat, Burhanettin Bey'e başvurarak Bob rolünü benim oynamam için izin aldı. Böylece 30 Temmuz 1910'da, Conan Doyle'un Sheriock Hoimes piyesinde, daha önce Selahattin'in oynadığı Bob rolüyle sahneye ayak atmış oldum. O gün bugün, sahne benim için bir meslek değil, bir ihtiras oldu. Hiç kurumayacak olan bir heyecan kaynağı. Yalnız o günlerde kendi kendime veremediğim bir hesap vardı. Bu hesap bilmecesini çözemiyordum. Beni sahneye iten etkenin bilincli cevabını bilmiyordum. Baba evindeki üç erkek çocuktan büyuğü doktor.olmuştu; ortancası yazgısını Amerikada denemek için oraya göç etmişti. TDpkapı Sarayı'nda Aya Irini önünde ve Haydarpaşa İbrahim Ağa'da top koştururduk Futbol çayırında sosyatizm tlkokula giderken yaşıtlanmızla birlikte futbol oynadığınuz yer, Topkapı Sarayı'nın girişinde, Aya Irini'nin önündeki geniş meydandı. Burası karma bir okul bahçesi gibiydi. Sirkeci'den Yahudi, Kumkapı'dan Rum ve Ermeni arkadaşlanmızın katıldığı temiz, bakımlı bir top alanıydı orası. Okul sonrası burada toplanılır; çantalar yan yana duvar kıyısına sıralanır, ceketler üst üste istif edilir; on birerlik takımlar kurulur; oyun başlardı. Bu oyunlann özelliği bağırtısız, çağırtısız oluşuydu. Saray bahçesindeki görevlilerin yasaklamalarım önlemek için gürultüsüz patırtısız bir futbol karşılaşmasıydı bu. Böyle sessız, gürültüsüz oynamakla alammıza sahip çıkmayı, oradan kovulmamayı sağlıyorduk. Topkapı Sarayı önündeki alan arkadaşlarımızdan, bu bağı ömür boyu sürdürdüklerimiz arasında Galip Arcan'la kunduracı Zoto'yu sevgiyle anmaktan kendimi alamıyorum. Ortaokula giderken futbol alanımız Haydarpaşa'da, tbrahimağa Çayın'run geniş çimenlikleri üstunde kuruldu. Burada da çeşitli yakın semtlerden gelen orlaoku! çağındaki çocuklar vardı. Futbolda biraz daha palazlanmış olmalıyım ki, Toptaşı Futbol Kulübü Başkanı oldum. İleride bana öncülük edecek olan Vitali ise Selahattin, futbol oynarken Haydarpaşa Çayın'nda edindiğim arkadaşlarımdandı. Tiyatro argosuna Rap Selahattin adıyla geçen arkadaş, hem beni sahneye çıkaracak hem de "Koracak hiçbir şey yok, seyircilere hiç bakmayacaksın, yüksek sesle konuşacaksın!" diye bana aktörlük mesleğmin ilk anahtarını verecekti! Vitali'ye gelince... O da bize sosyalizm dersleri verecek; Kari Marx'tan, Jaures'ten söz edecek, cebinde taşıdığı İtalyan dilindeki Propaganda adlı aşırı sol gazetenin önemli haberlerinı okuyup Türkçeye çevirecektı. Bu arkadaşlığın etkisiyle, onun sözlerinin ışığında, öğrenilmesi gereken bir sosyalizm eğilimi oldugunu anladık ve o etki bizim içimize o kadar işledi ki, ömür boyu solcu kaldık. Hocamız Vitali ise işi borsacıhğa dökerek borsacılıkta "en zengin" sırasını aldı vebizi yarı yolda bıraktı. Bu olay bana "Âleme verir lalkını, kendi yutar salkımı" atasozünü ezberletti. ve asker yüksek kademelere çıktı. En küçük arkadaşım Sadri Ethem (Ertem) tanınmış bir yazar, en buyük arkadaşım İsmail Hakkı Tekçe, Atatürk'ün Muhafız Alayı Komutanı oldu. Haydarpaşa Çayın'nı futbol alanı olarak kullanan öteki gnıplardan da Burtıan Felek, tanıdığım ünlüler arasındaydı. Benim için futbol, bir gencin kendine meslek seçinceye kadar zaman ayırabileceği bir eğlence, bir spor dalı olarak kaldı. Tiyatroya girdiğim günden sonra, mesleğimden başka bir şeyi düşünmeyi bile zaman israfı saydım. O günden sonra beş dakikamı olsun tiyatrodan ayrı bir konuya harcamayı düşünmedim. Futboldan yakasını kurtaramayanlan gördükçe, kendi kendime hep, "Ya bu kişiler mesleklerini aşın derecede sevmiyoriar ya da o kadar >alın bir işleri var ki, mesleklerinden gayri böyle bir sponı düşünecek zamanı ayırabiliyorlar" derim. Yaşamımda futbola, çocukluğumdan gençliğe geçiş döneminde yer verdim. Zevkle, istekleoynadım. Ama, kendime tiyatroyu seçtikten sonra, futbolu bir an düşünmeyi Toptaşı arkadaşlarımızdan birçoğu, sivil mesleğime ihanet saydım. SÜRECEK SCRECEK