18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER genliğimn, yani sözcük aktarımırun yalmzca o dilin "iç düzeni, biçimi, yapısı" ile açıklanabileceğinden yanadır. Lohmann'ın bu doğrultudaki görüşlerini Sayın Önay Sözer, "Anlayan Tarih" adlı yapıtında belirtirken, şöyle demektedir: "Türkçe'de tek başına anlamlı olan ve değişmeden kalan köklere çeşitli sonekler bitişerek yeni anlamlar geliştirilebilmektedir. Kökün biçim öğesiyle (eklerle) yoğrulması değil, belli bir düzen içine yerleştirilmesidir burada anlamı yaratan. (...) Kökün yabana kökenli bir sozcuk olması durumunda da ilke değişmez, örneğin "karar" Arapça bir sözcük, bunu çeşitli Turkçe eklerle bağımlayan (bitişken) yapının içine hemen sokabiliyoruz: Kararlaştırıldıkı (dığı) için, gibi. (...) Türkçe'nin Arapça Farsçfi sözcükleri geniş ölçüde içine alması işte bu kendi yapısından, kökü etkin bir biçimde işlemek yerine, tek başına anlamlı kabul edip ona edilgen bir biçimde çeşitli ekleri bağlamakla yetinen biçiminden ileri gelmektedir." Başka dilden sözcük aktanmının karşıtı olan dildeki özleşme, arılaşma özellikle Turkçe'de gerçekleşen "Dil Devrimi" konusunda Lohmann'ın bir yaklaşımı olmadığını Sayın Ö. Sözer yapıtında belirtiyor. Ama kendisine göre bu olgu da yine dilin yapısından kaynaklanıyor. "Türkçe'nin kendi iç düzeni ve yapısından öturü alınmasına izin verdiği yabancı sözcükleri, yine kendi iç düzeni adına geri çevirdiğini" ileri sürerek bu göruşünü açıkhyor. cüklerin atılarak yeıierine özellikle Arapçalarının geçirilme savaşımı, devlet katına ulaşmış ve orada da kabul görmüştür. Oysa bugunkü yönetimce özturkçeden ustun tutulan Arapça, Farsça dillerinin durumu, bu dilleri konuşanlann tutumu özenilecek bir dil bilincini ortaya koyar. Arapça' run belli başh diller arasında tam bir geçirmezlik gösteren dillerden olduğu uzmanlarca belirtilir. Islamiyetten bir süre sonra antikçağ felsefesi ile tanışan Arap düşünurleri, yazarlan Aristo çevirilerine başladıklannda karşılaştıklan pek çok kavrama kendi dillerinde karşılık yaratma çabası içinde olmuşlardır. İlk karşılıklar analoji (benzetme) yoluyla bulunmaya çalışılnuş, ancak iki yüz yülık bir sürecin sonunda kavramlar yerlerine oturmuşlardır. Yüzyılımızda ise Batı tekniğinin getirdiği sayısız kavram ve sözcük ilk zamanlar olduğu gibi kullanılrruşsa da daha sonra Kahire'de kurulan Arap dil derneği bunlara ayn ayrı karşılıklar bulmuştur. Elbette bu çalışmaiarda Arapça'mn "harf dili" olmasının sağladığı kolaylıklardan, esnekliklerden çok yararlanılmıştır. Ama dilin bu özelliklerinin yetmediği durumlarda "uydurma" yoluna başvurmaktan da hiç çekinilmemiştir. önıeğin "dynamometre" karşıhğı "mikva", ressamlık karşıhğı "risamet", vb.. gibi. Bu dil kurumu yalnız beşinci toplantı döneminde graphe, metre ve scope ile sonlanan yüzü aşkm yabana sözcüğun Arapça karşıhklanru koymuştur. "Microscope" karşıhğı "michâr", "telescope" karşıhğı "mikrâb" örnek olarak gösterilebilir. Aynca bugün uluslararası sayılan sozlerden birçoğunun da Arapça karşılıklan bulunmuş ve kullanıma geçmiştir: Berid (posta), berkîye (telgraO, mizya (radyo), mahatta (istasyon), mis'ad (asansör), vb. gibi. (4) Farsça'ya da tslam din ve özekininden geçen sozcükler, günümüzde yerlerini özdildeki karşıhklarına bırakmaktadırlar. Batıdan gelenlere de Arapça'da olduğu gibi, yeni kavramlar, sözcükler yaratılarak örneğin: Bisiklete "duçerha", istasyon'a "istgâh", gazeteye "ruznâme", kültür'e "ferhenk", vb. denilerek, dil yabancı sözlerden anndınlmaya çalışılmaktadır. Bize göre bir bilim adamımızın, "Türkçe'yi kavramak, Okyanus'u kucaklamaktır" özdeyişindeki dil bilincinin toplumumuzda yayılması, ne kadar baltalansa da er geç yine de gerçekleşecektir. (1) Cumhuriyet Dergı, Nisan 1988 (2) F.lz, Dilde Moda, Wıen 1986, (3) F de Saussure, Genel Dilbilim Derslen, Çev: Prof. Dr. Berke Vardar, Ist. 1985. (4) Dil Devrimi Üzerine, TDK, 1967 26 EYLÜL 1988 Dil Bilincimiz Üzerine MERİÇ KARACAOVALI Roraa tmparatorluğu'na ikinci başkent olarak Bizans kurulup buraya yerleşilince, Doğu saraylannın birçok gelenek ve göreneğinin Romalılarca benimsendiğini tarihçi E.Gibbon bu konudaki yapıtında uzun uzun anlatır. Doğudan alınanlar arasında Gibbon'a göre en kotüsu Latin dilinin arüığını bozan kirai nitemİCTdir. "Soylulara, yüksek düzeydeki subaylara verilen bu nitetn sozcükkrini, dil ustası Çiçero, ya da Augustus duysa tiksinerek reddederdi" diye belirtmekten kendini alamaz. Hemen hemen her toplumun kendi dilinin üstünlüğune inanmasını, başka dil konuşan bir kimseye kolayca hiç konuşmasını bilrniyonnuş gibi bakmasııu, dil uzmanlan doğal buluyorlar. Nitekim Rusça'da Almanlar'ın "Nemtysy", yani "dilsiz" diye adlandınlmasında da ayru kanı geçerli. Kimi topluluklarda dil bilinci öyle bir aşamaya varabilir ki, dili yaşamla eş görebilirler. Buna örnek Ubıhlann davranışıdır. Bir Kafkas budunu olan Ubıhlar, Rus carhk yönetiminin acunasız baskısıyla karşılaşınca, bu durumu içlerine sindiremeyip topluca karşı çıkmışlar, Hase adını verdikleri yun meclisinde kendi dılleri Ubıhça'yı bırakıp, komşu Abzakalar'tn dilini konuşraaya karar vermişler (1). Bu davranışın tarihte görulen üstun duşman kuşatması karşısında halkı ile birlikte kendini yakan kentlerden bir ayrımı olmasa gerek. Bize gelince, dilimiz karşısındaki tutumurnuz Göktürkçe'den günümuz Türkçe'sine gelinceye değin değişik aşamalar gösterir. Göktürkçe ile yazılmış belgelerde dilin arıhğının şaşılası duzeyde olması, sanki Göktürklerin dillerini titizlikle korudukları izlenirnini vermektedir. Aynca o yüzyüda başat bir özekini alan Çin ile her türlü alışverişe karşın, Göktürkçe'nin bundan etkilenmemesi bu sanıyı bir bakırna kuvvetlendirmektedir. Türklerin lslarrüığı benimsedikleri ilk yıllarda da Türkçe'nin arüığını komduğu söylenebilir. Bunun en belirli bir kanıtı o çağlarda (X. yy'da) yapılan bir Kuran çe\'irisinde yüzlerce dinsel kavrama Turkçe karşılıklar bulunmasıdıt. tslamiyetin bütün kurum ve yaptırımları ile iyice yerleştiği XI. yy'ın sonuna doğru Arapça'nın yanında Farsça sözcüklerin de günlük dile girdikleri görülür. Bu dönemin yazüı belgesi Kutadgu Bilig'de, dilimize aldığımız Arapça, Farsça sözcükler Türkçe'leriyle birlikte kullarulır. Bu dururn sanki bir geçiş sürecidir. Bu süreç sonunda, XVI. yy'da bu ikili kullanımlardaki Türkçe sözcükler yerlerini Arapça ve Farsça'ya bırakırlar. CÜMHURtYET"TEZV OKURLARA... OKAY GÖNENStN Dilde "moda" Bu çağlarda kimi sayüamalara gore yaa dilimizde yüzde 65'e varan yabana sözcük aktanrrunın nedenleri dilbilimcilere, dil uzmanlanna, dil felsefecilerine göre başka başkadır. örneğin, Sayın Fahir tz bu olguyu "Dilde Moda" olarak değerlendiriyor: "Acaba dilde de sağduyuya, mantığa ve yarar dttşüncesine dayanmayan, salt göreneği izleyen, başkalan yapıyor diye yapılan değişiklikler, yenilikler var mı? Moda, dilde de geçerli mi?" diye soruyor, yanıt olarak da buna "evet" diyeceğini belirtiyor (2). Sayın tz'e göre: Ilkin, Orta Asya Türk aydınlan arasında yayılan bir ArapçaFarsça modası başlar. Halkın konuşma dilinden sapılarak, karşılıklan bulunduğu halde, yazı dilinde gittikçe artan sayıda ArapçaFarsça sözcükler kullarulır. Bu salgın, Osmanlı Türkleri'nin dilinde doruk noktasına varır. Tazminattan sonra Batı ile her türlü ilişkinin artması sonucu, Baü dillerinden birçok sözcük dilimize geçer. ttalyanca'dan alınan sözcüklerin birçoğu halkın konuşma diline yerleşir: Mobilya, taraça, riziko, vb. gibi. Ne var ki bu sözcüklerin "halkın ağzma düşmesi" zamanla "kibar" çevrelerde bunlann "bayağı" görülmesine yol açar. Hiçbir "sağduyuya ve mantığa dayanmadığı halde", ltalyanca kökenli sözcükler "avam"a bırakıhr, "seçkinler" bunlann Fransızcalannı kullanmaya başlarlar: Mobilya yerine "möble", taraça yerine "teras", riziko yerine "risk", vb. gibi. Bu son olguyu Sayın Iz, "tşte 1900'lerden sonra günümüze kadar gelen bu ttalyancaFransızca çekişmesi bir dil modasımn bütün özelliklerini göstermektedir" tümcesiyle vurgular. Yüzyılımız dilbiliminin kurucusu Ferdinand de Saussure (18571913), ünlü yapıtı "Genel Dilbilim Dersleri"nde, bir dilin başka dillerden sözcük aktarmasımn "dilin iç düzenini" ilgilendirmediğini, bunun, dilin her türlü kurumla (kilise, okul vb.) ' ilişkileri gibi "dil dışı" olgulardan biri olduğunu, aynca "aktanmın dilin yaşamında hiç de surekli bir öğe olmadığını" belirtir (3). Öte yandan, günümüz Alman fılozof ve dilbilimcilerinden Johannes Lohmann. bir dilin eecir Bir Dönemeç Daha eni bir dönemeçten daha geçiyoruz. Bu satırların yazıldığı sırada gazetede, henüz referandum sonuçlarının izlenmesiyle ilgili son hazırlıkları gözden geçiriyoruz. Sonuç ne olacak sorusunun yanıtı bizim için de kocaman bir boşluk. Ama siz bu satırları okurken sonuç bir ölçüde belli olacak. Geçtiğimiz bu yeni dönemeç, ülkemizi nereye götürecek? 1992'ye kadar rahatlamış ve •cumhurbaşkanlıgı seçimini de zorlayacak özal yönetimine mi? Uyarıdan gerekli sonuçlan çıkarmış bir Özal yönetimine mi? Erken bir genel seçimle yeni dönemeçlere mi? Y Dilimizin yaşadığı iki olgu Dilimiz elimize geçen ilk belgelerinin tarıhi olan VII. yy'dan günümüze kadar iki büyük olgu yaşamış: tlki >lukarıda belirtilen yüzde 65'e varan sözcük aktarımı, öteki ise özleştirme. Yine bilindiği gibi cumhuriyet yönetimi kuruluncaya değin, dilde zaman zaman özleştirme çabaları kendini göstermiştir. Ama hiçbiri laik yaşam biçiminin toplumun yapısında köklü değişimler gerçeklestirdiği, ulusal bilincin doğduğu süreçte başlayan, gelişen büyük aşamalardan geçen özleştirme ile boy ölçüşemez. Aynca 12 Eylul 1980 askersel yönetimle beliren, günümüzde gözle görulür bir ivmeyle yayılan laiklikten uzaklaşma, toplumda tslamsal yaşayışı, düşünüşü, davranışı geri getirmiş, bu değişimle birlikte dilde de eş doğrultuda değişraeler başlamış, örneğin "günaydm"ın yerine "selamunaleykum" geçivermiştir. Dil uzmanlan, dil tartışmalaruun hâlâ sözcük düzeyinde sürüp gitmesinden yakınmakta haklıdırlar. Ne var ki, özdilimizden diriltilmiş, Uretilmiş söz Hızlı değişiklikler ülkesinde yaşadığımıza göre, bütün mantıklı öngörülerden çok başka şeylerte de karsılaşabiliriz. Ama sonuç ne olursa olsun, bir kez daha ülkemiz adına kendi meslek alanımız çerçevesinde yine aynı şeyleri istemekten başka şu an yapacak başka bir şey yok: Yönetimle basının ilişkilerinin zaman zaman ulaştığı gerginlik ve kopuklukların bir daha yaşanmaması için yetkililerin her türlü özeni göstermesi, Basının, demokrasinin temel güvencelerlnden biri olduğu ilkesinin, soğuk biçimde tekrarlanmak yerine sürekli göz önünde tutulması, Gazetenin ve kitabtn yasakçı gözle görülmemesi, çok okunan bir ülke olma yolunda önlem almaktan çekınilmemesi, Basının da, kendi işlevinin tam bilincinde olarak kendi dayanaklannı dar bakışlarla yıpratmak yerine, sektörün uzun vadeli çıkariarı açısından diyalog ortamına girmesini, bu yeni dönemeçte bir kez daha umutla diliyoruz. EVET/HAYIR OKT4YAKBAL Naim Süleymanoğlu, Seul Olimpiyatlarında Bulgar Naum Şalamanof'un dünya rekorunu kırdı Böyle yazdılar, böyle açıkladılar orada. Naim, Naum'un rekorunu kırdı! Oysa Naim de Naum da aynı kişi! Bulgaristan adına yarışmaiara kendi adıyla değil, Naum Şalamanof olarak katılmış, bu yüzden kayıtlara bu adla geçmiş... Bulgaristan'daki bir milyondan çokTürke yapılan baskılann, ad değiştırme olaylarının canlı bir kanıtı bu. TV'de yarışmaları izlerken bir Bulgar sporcu karşımıza çıkınca kendimize soruyoruz, acaba bu da Türk mü, bunun da adını değiştirip Bulgar mı yaptılar? Naim Süleymanoğlu, gerçekten 'küçük birdev'. Kendi ağırlığı 60 kilo, kaldırdığı ağırlık 190 kilo! Üç katından fazla... Bugüne dek halter sporunda bir benzeri görülmemiş bir olay. Naimin üstün başarısı Türk ulusunun yüzünü güldürdü. Sanırım tek attın madalya bu olacak bu olimpıyatlardan bize kalan... Hep eski günler anımsanır, nerde Londra'da yapılan 48 Olimpiyat günleri! Altınlı gümüşlü madalyaları topladığımız dönem! Yaşartar, Celaller, Gazanferler! Ama hep unuturuz 48'in savaş sonrası bir tarih olduğunu Pek çok ulusun bu olimpiyatlara katlamadığını. Meydanı az çok boş bulduğumuzu... Yok yok, Celal, Yaşar ve arkadaşları ile bugünküleri kıyaslama olanağı yok, ama o sporcularımızın kendi alanlarında daha yetkin oldukları ortada... Şimdi Naim bir altın madalya aldı, dünya rekorları kırdı diye seviniyoruz. Madalya töreninde, tam istıklal Marşı söyleneceği, bayrağımızın onur yerine çekilecegi sırada TV yayınının kesilmesi ulusal bir felaket oldu! Telefonlar işledi, halkımız TV yönetimine demediğini koymadı. Demek içimizde bir özlem var, ülkemizin, ülkemiz insanlannın dünya yarışmalarında üstün gelmesini istiyoruz. Bu doğal bir duygudur. Naim 190 kiloyu kaldınrken hepimiz onun yanındaydık sanki, 'Haydı Naim, dayan' diye bağırıyorduk oturduğumuz yerden. O ağırlığı biz de duyar gibiydik. Naim'in yüz çizgilerinin değişmesi bizi de etkiliyordu. Scnra gözyaşlarımızı tutamadık bir an. Türklük adına kazanılan bir yengi ister istemez hepimizi sevindiriyor. Naim'in ülkemize kazandırdığı büyük başarıdan bayram ederken biraz da başka şeyleri düşünmemiz gerekmez mi? Bu Naim'i bız mi yetiştirdik? Bız mi eşsiz bir halterci yaptık? Gerçi iki yıldır aramızda, elimizden geldiği kadar onu koruduk, formunu kaybetmemesini sağladık, ama onu bu hale getiren Bulgar uzmanlar, Bulgar yetiştıricilerdir. Naim, Bulgar Türkü değil de Anadolu'nun herhangı bir köşesinden gelen bir sporcu olsaydı acaba bu üstün sonuçlan kazanabilir miydi? Bızim de haltercilerimiz, güreşçilerimiz, boksörlerimız, atletlerimiz var. Ama bunların hiçbiri olimpiyatlarda sıralamaya bile giremedi! Naim'in zaferlerinden sevinç duymakta haklıyız, ama işin bu yanını da gözardı edemeyiz. Naim Süleymanoğlu'nun Naum Şalamanof u att etmesi olayı Bulgaristan'daki azınlığın ne kadar güç durumda olduğunu dünyaya göstermiştir. Naim bu konuda da büyük bir iş başarmıştır. Bulgaristan'da Türklere yapılan ad değiştirme baskıları olimpiyatlar nedeniyle iyice açığa çıkmış oluyor. Osmanlı devleti beş yüz yıla yakın bir süre Bulgarları, Yunanlılan yönetimi altında tutmuştu, ama zorla, baskıyla kimsenin ne adını, ne dinini değiştirdi. Osmanlı hükümetlerinde görev alan, en önemli yerlere geçen Rumlar, Ermeniler, Yahudiler adlarını da, dinlerini de korumuşlardır. Kimse onlara, elçi, bakan, vali atanırlarken "Bari adını değiştir" dememiştir. Böyle bir şey kimsenin aklına gelmemiştir. İki milyona yakın Türk azınlığına yapılan baskı, Bulgar yönetiminin kendine güvensizliğini gösteriyor. Naim'in Naum'a karşı kazandığı zaferin başka bir anlamı da bu gerçeği iyiden iyiye gözler önüne sermesıdir. Naim Süleymanoğlu'nu bu açıdan da kutlamak gerekir sanıyorum. Naurrfdan Nainfe... Iştebu,okumaş! ÖZGÜN MÜZİĞİ USTASINDAN DİNLEYİN !. OZGURLUK VE DEMOKRASİYİ ÇIZMEK TOM PLAK ve KASETÇİLERDE v cneı"rıen S e ^ r Boğcan MAJÖR PLAKÇILIK Tei 512 58 32 is. £^ | \ yıldır adı dillerde, kendi gönüllerde yünlü kumaş Merinos'tur. Saf yün, H ^ ^ vx \y yumuşak, ılık Merinos...^^) Merinos yünlü kumaşlar yalnız Sümerbank'ta. Gelin, bir takım elbiselik Merinos yünlü kumaş alın; biliyoruz, gelip bir elbiselik daha alacaksınız. BEKLENEN KASET CIKTI BEKLENEN KASET ÇIKTI NELER OLACAK NELER SÜMERBANK AYSUN KOCATEPE 1 Numara Plakçıiık Dağıtım. Yonca Plak BEKLENEN KASET ÇIKTI BEKLENEN KASET CIKTI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle