19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 25 EYLÜL 1988 NcdrobVden IstonbuVdan Ekvatorun Londrası ya da... Gökdelenler, yeşil çimenli geniş parklar ve iş merkezindeki düzenli görüntüler Kenya başkentine bir "sıcak Londra" havası veriyor, ama karanlıkla birlikte bu hava çözülüveriyor. Bir hayaiet sessizliği çöküyor gündüzün canlı merkezlerine. NİLGÜN CERRAHOĞLU NAIROBI Önünde birbiri arkasına Mercedeslerin sıralandığı Hilton Oteli'nin karşısındaki dolmuş durağında her akşarn işten çıkış saatlerinde tekrarlanan eve dönüş mücadelesi, Nairobi'nin bir Üçüncü Dünya başkenti olduğunu hatırlatan tek belirti belki de. 12 kişilik Nissan ya da Toyota minibüslerinden dolmuşa çevrilen "Matatu"lar her tarafından üzum salkırtu gibi sallanan 2030 müşterisiyle turistleri her seferinde dehşete düşüren bir hızla duraktaki yolculara yaklasıyor. Daha minibüs durmadan kapıya davranan yolcular inmeye çalışırken, dolmuşun tepesine tırmanmış çığırtkan çocuklar, kollarından kavramaya çalıştıklan yeni müşterileri sürükleyerek çekip bilet kesmeye çalışıyorlar. Içeride sıkışacak yer bulamayanlar yeniden kapının kenarında asılacak bir yer ararken, "Matalu" duraktan geldiği hızla, lastiklerini gıcırdaıarak aynlıyor. Minibüs gecekondu mahalielerinin yolculanyla ufukta yitip giderken, Nairobi bir süre için yeniden modern, dinamik, sorunsuz bir refah kenti çehresine burünüyor. Gökdelenlerin ve yeşil çimenli geniş parkların çevrelediği bakımlı iş merkezinde, bürolanndan çıkan kravath beyler ve frapan renkli tayyörleri içinde koşuşturan saçları yapılı sekreterler, Kenya'run başkentine ilk bakışta bir Ekvator Londrası tadı katıyor. Ne ki egzotik bir HydePark havasındaki "Uhuru Park"ın karşısındaki Intercontinental Oteli ile birkaç yüz metre ötedeki Hilton Oteli sessizliği çöküyor. Kent sakinlerinin evlerine dönmesiyle, lüks otellerin resepsiyonlannda sokakta yürümemeleri tembihlenen turistler, bir yerden bir yere gitmek serüvenine ancak belli şirketlere bağlı taksilerle girişebiliyorlar. Restoranlann önündeki araba park yerlerinde, durak saatlerinin önünü elleri sopalı "askari'Mer, yani asker denilen bekçiler bekliyor. Daha doğrusu kent, akşam 06.30'dan sonra yalnız durakların değil, dükkânların, evlerin ve otellerin onunü bekleyen bu "askari" ordusuna kalıyor. Keııtin rezidansiyel mahallelerinde sefaretlerin ve evlerin kapılanna asılan fosforlu "muhumi hatari" (dikkat tehlike) yazılannın yanında, kent asayişini temin eden "Ultimate Security System" ya da "Securicom" gibi özel raultinasyonal şirketlerin ilanları bu "askari" sistemini destekliyor. Yüksek ücretler karşılığında bu hizmeti veren bu asayiş şirketleri, evlerin hemen hemen tüm duvarlarına "panic push" denilen, panik düğmeleri yerleştiriyor. Bu panik düğmelerinden herhangi binne basılması halinde ise mitralyetli ve sopalı bir güvenlik ordusu 35 dakika içinde kapının önunde beliriveriyor. Hırsız kaçabilirse kaçıyor, kaçamazsa şirket görevlilerinin kurşunlarına hedef oluyor. On yıl öncesine dek küçük, fakat Avrupai, zarif bir başkent olan Nairobi, son yıllarda kaydedilen dış yardım ve turizm patlamasına ilaveten başlıca ihraç ürünü yüksek kahve ve çay fiyatlannın yarattığı ekonomik patlama nedeniyle hâlâ çoğu toprak ve samandan yapılmış evlerde yaşayan köy nüfusunu artan bir hızla çeken bir metropol haline donüşmüş durumda. "Nairobi'nin laşı toprağı altındır" umutlanyla gelen yüz binlerce Afrikalı, bir milyon nüfuslu kentin etrafında mantar gibi biten gecekondularda yaşayan ve dünyanın en hızlı nufus artışıyla çoğalan (yüzde 4) marjinal kitleyi yaratıyor. Kentin göbeğindeki Parlamento caddesinden birkaç metre ilerde ümitle yoldan geçen her turistin arkasından seslenen ayakkabı boyacılan, yüzlerce saat tamircisi ve işportacılar, ilk bakışta göz kamaştıran bu Afrika kenti etrafında gerçek bif sefalet halkası oluşturuyor. BağımsızJıktan sonra Kenya vatandaşlığına geçen Ingilizlerin ve burada keskin ticaret yetenekleriyle tanınan yeni zengin Hintlilerin oturduğu yemyeşil bahçeli villaları geçer geçmez karşınıza çıkan Kangemi, Kibera gibi gecekondu mahallelerinde kannca gibi koşuşan küçük çocuklar, pislik, açlık ve şiddet bir arada yaşıyor. Beyazların arabalanyla bile girmeye cesaret edemedikleri girmek için de hiçbir neden görmedikleri bu mahallelerde birbiri ardına dizilmiş 15 metre karelik toprak evlerde bazen 10 kişi bir arada yaşıyor. Gündüzleri gökdelenlerin etrafında koşuşturan Jam • Bond çantalı, altın kaplama çt.. çeve gözlüklü, aksesuarlarıyla dikkati çeken memurların bazılan bile, akşamlan tozlu ve çamurlu yolların çevrelediği bu dttnyaya dönuyorlar. Çocuklar, evlerin etrafında boğaz masrafını kesmek için yetiştirilen mısır, patates, fasulye ve muz tarlalarında tavuklarla oynayarak buyüyorlar. Nairobi'yi Harlem'e çeviren silahlı soygun olaylan, çoğu "Nr lokma. bir hırka" standartlarında yaşayan bu insanlan bile esirgemiyor Buralarda oturan ve bir yabanu delegasyonda çalışan şoför Idi, bir yıl içinde 5 kere soyulduğu için Mayerling faciasının yaşandığı köşkün yerfnde bu yapı var şimdi. başka bir mahalleye taşınmak zorunda kaldığmı anlatıyor. Çoğu kez çaresizliğin yarattığı bu "vahşi batı" dünyası engin golf alaıılannın yanıbaşında, "jacaranda" ağaçlarınm çevrelediği Tudor stüi villalarda "Litimate Security System"in şemsiyesi altında yaşayan beyazlann güven adacıklanna kolay kolay bulaşmıyor. Bazen bir Sonunda sabırsızhkla beklediğimiz yere geldik. saat ya da bir radyo için ölmeyi ve öldürmeyi göze alan insanlar Mayerling burası. AvusturyaMacaristan Arşidükü'nün ise "Kenya ntodeli"nin ağır fa elma yanaklı Vetsera'yla yaşadığı aşkm faciayla noktalandığı yer. turasını ödüyor. anılarda İki yıldır oturduğunuz evin kapısına kilidi vurmadan önce başlar hüzün. Kapı yavaşça kapanır, bahçenin yeşilliklerine dalarken daha bir yükselir. Sonra kent biter, havaalanına giden yoldasınızdır. NADİR PAKSOY tSTANBUL Aynhş ve dönüş yolculuklan göçebe gonullere, üstüne bol hüzün dökülmüş meyveli pasta tadı veren karmakanşık bir duygu ikilemidir. Hüzun, ıkı yıldır oturulan evin kapısına veda kilidi asılmazdan hemen önce, çıplak odalar donuk bakışlarla son kez süzulürken başlar. Kapı yavaşça çarpılıp, bahçenin yeşilliğine sarılırken giderek yükselir. Uğurlamaya gelmiş üç beş dostla kucaklaşırken de derec cenin cıvalı göstergesi 41 C'ye vurmakladır. Bellek iyice durur, anılar donar, gözbebekleri buğulanır, gözpınarlan dolar. Şoföre, dudaklardan belirsizce "Haydi tamam, gidelim" gibisinden mınltılar dökulür, daha fazlası zaten çıkamaz nutku tutulur insanın, boğazı kurur. Araba, yirmi dört aydır her gün bilmem kaç kez aşındınlan "Kırka\ak Sokagı"nı gectiğinde, tam karşıya düşen "Samoa n Adalan Ulusal Hastanesi ne isimsiz bir hareketle el sallanır. Kent biter, Apia'nın dışına çıkılır. Havaalanı yolu hızla akmaktadır arük. Köyler, muz bahçeleri, hindistancevizlerinin süslediği kristal koylar üst üste çekilmiş soluk fotoğraflara dönüşür. Ama ne var ki balıktan dönen kano, mercaniarda kırılan okyanus, kriket sopasını hızla savuran çocuk, sönen ikindinin tadını çıkaran Polinezyalı genç kız, her akşam gidilen barın hasır sandalyesi resmi plakalı mavi cibin içini eepeçevre kavrayan bu efkânn hiç, ama hiç farkında olamaz. Avare bir ruhnn sonsuz mavilikte yitip gitmiş bir kara parçasına naal olup böylesine gönül kaptırabileceğine bir türlü akıl erdiremez. Demir attığı limana halatlar yerine duygularla bağlanan denizcinin kaderini paylaşamaz. Havaalanına girilip de pasaport ve gümrük kontrolü geçildiğinde, hüzün ısısında küçük bir düşme kaydedilir. "Pasifik Havayollan" mn dört pervaneli uçağına yerleşip, kemerler bağlandığında, ayrılığın artık şakaya gelir bir yanı kaJmadığının, tüm ciddiyetiyle gerçekleşiyor olduğunun bilinci resmen çöker. Motorun güriiltüsüyle birükte ateş ve nabız, yavaşça mutedil bir çizgiye doğru inmektedir. Tekerlekler yerderı kesilir ve adayla son organik bağ da kopar böylece. E>erece ayrdık ateşinin 37.2cC'de durduğunu göstermektedir. Hurnma atlatılmış, bir sonraki durağa dek sürecek bir nckahet dönemi başlamıştır. Ve bu nekahet dönemini, yeni enlem ve boylam çizgilerinin getireceği heyecan alevleri izleyecektir daha sonra. Viyana'dan Merkezi" modern geometrik yapılı Katolik katedral ve parlamento binası çevresinde dönen bu kendinden emJn, kozmopolit atmosfer, karanlığın basmasıyla birdenbire çözülüyor. Yavaş yavaş el ayak çekilirken, işsiz ve karanlık sokaklara bir hayaiet kent simgesi, "Kenyatta Konferaııs arasında kalan modern Kenya'run Mayerlînglde LEYLA TAVŞANOĞLU BarosHan AtoUin anayurdu işte bu adalar Atol adı verilen ve küçük su alanlarını çepeçevre kuşatan mercan yükseltilerinin isim babaları Maldivliler. 'Atholhu', Maldiv dilinde bir tür mercana verilen ad. Giderek Atol adaları da bu adla anılmış. MÜMTAZ ARIKAN BAROS Maldivliler Hintlilere çok benziyor. Ayrı bir ırk olduklan savına karşın, görünüş açısından fark yok gibi. Başkent Male'de, yeni tanıştığım Muhammed Şefik'in ince bir sakalla çevrilmiş siyah yüzünde bembeyaz dişleri ışıldıyor. Gülmediği an yok. Ama bana göre herhangi bir Hintliden farkl» değil. "Maldivliler binlerce yıldır bu adalarda otunıyor" diyor. Belki de adaların ortaya çıkışıyla insanların yerleşmeye başlaması koşutluk içindedir. Maldiv Adaları "atol" denilen gruplardan oluşuyor. Ülke sınırserpiştirilmiş gibi duruyor. Sözünü ettiğim atol ler, bizim Tlız Gölü veya Beyşehir Gölü büyüklüğünde bir alaru kaplıyor. Içte kalan deniz veya diğer adıyla "lagün" oldukça sığ. 10 metre ile 20 metre arasında değişen derinliklerde. Charies Danvin'in, konuyla ilgili bir kuramına göre, atoller, eski volkanlann çökmesi ve üzerinde mercan kayalıklannın birikmesiyle oluşmuş. "Atol" kelimesi, dünya dillerine Maldivceden geçmiş. Aslı "atholhn." Bu da, klasik anlamda atol denince akla neden Maldiv atollerinin geldiğine açık bir yanıt sanınm. "Atbolbu", Maldiv dilinde bir cins mercana verilen ad. Giderek adalar bu adla anılmaya başlanmış, sonra da diğer dillere geçmiş. Başkent Male'den tekneyle bir saat uzaklıktaki Baros adasına doğru ilerlerken bazı minik adaların yakınından geçiyoruz. Her biri turistik broşürlerden fırlamış gibi. Adaların çevresindeki deniz son derece açık bir mavi. Neredeyse şeffaf bir görünüşü var. Beyaz kumsalla denizin nerede birleştiği belli değil. Birkaç metre genişliğindeki ince kumun ardından duvar gibi bir tropik bitki önüsü başlıyor. Yapraklan suyu yalayan eğilmiş palmiyeler, dallarından çok sayıda köklerle yere sıkı sıkı sanlmış mangrove ağaçları, koca koca meyveleriyle ekmek ağaçları, hindistancevizleri ve daha birçok, değişen yeşil tonlannda yaprak, çalı, kök... Bunlara, büyümüş yerine fışkırmış demek daha doğru olacak... Bu arada, adalann alcak düzeyli oluşu dikkatimi çekiyor. Her birinin denizden yuksekliği birkaç metreden fazla gorunmüyor. Daha sonra gittiğim Baros'ta, ülkenin en yüksek tepesinin 2.5 metre olduğunu öğreneceğim. Mercan adalannın genel karakteriymiş bu. ları içinde 26 atol bulunmakta. Genellikle yuzük biçiminde bir bölge, daha çok kenarlarda yer alan adalarla çevrili. Bu arada, içte kalan denize de küçük adalar Belki ilerde turizmden kattandıklarıyla suni bir dağ yaptınrlar. Şöyle seyirlik bir şey. Dağın ne olduğunu bilmedikleri için Maldivlilere üzülüyorum. Düşunün, ünlü Ferhat burada yaşasa işsiz kalırdı. Atoller, Hint Okyanusu'ndan gelen dev dalgalan kırdıklanndan, lagunlerde denizin hareketi oldukça az. Ancak sığ oluşlan nedeniyle büyük tekneler ve gemiler içeri giremiyor. Ulaşım ve taşımacıbk küçük dhonilerle yapılıyor. önceleri, dhonilerde neden üç denizci bulunduğunu anlayamamıştım. Küçük bir tekne için fazla görünüyordu. Ancak kotü hava koşulları içinde üç kişinin bile az olduğunu daha sonra fark ettim. Güneybatı muson rüzgârlarının sonuna rastlamama karşın, birkaç gun etkisine tanık oldurn. Bardaktan boşanırcasına yağan tropik yağmur ve sertleşen denizde ilginç deneyimler elde ediliyor doğrusu.. BrükseVden ön tekerleği küçük motorlu o 'bisikletmahcup motosiklet' karması aletlerin sonu geidi. Eylülden sonra artık imal edilmeyecek. Ve onunla birlikte yaşanan pek çok şey de geride kaldı. HADİ ULUENGtN 15 YILDAN BERİ Velosolex bitti İNGİLİZCEALMANCA öğretiyoruz*. Onbeş yıl once «UÇÜO* t>rr jutıe ile Mşladık Sımdı dcrt şubeye ulaşt* OÇnncıiaMKm puvenı ve ılgısı tııTi guçlendffdt. üu gunlere gelırdı İLAN BURSA ÜÇÜNCÜ SULH HUKUK MAHKEMESİ Esas: 1988/509 Davacı Ali Aksoy ves. vekili Av. Kadriye Erdoğan Kılıkçıer tarafından davalılar Fatma Aksoy vs. aleyhlerine açüan izalei şuyu davasının yapılan yargılaması sırasında davalı M.Necati Akbaş ve Cevdet Sepicioglu'na çıkanlan davetiyelerin tebliğ edilemediği, yapılan zabıta soruşturmasına rağmen adresleri tespif edüemediğinden, davahlara gazete ile dava dilekçesi ve duruşma gününün ilanına karar verilmiş olup M.Necati Akbaş ve Cevdet Sepicioğlu'nun duruşmanın yapılacagı 27.10.1988 günü saat 9.00'de mahkememizde haar bulunması veya kendisini bir vekil ile temsil ettirmesi, ibraz etmek istediği vesikalan muayyen gun ve saatte ibrazı, veya göndermesi, aksi takdirde duruşmaya gıyabında devam edıleceği hususu davetiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 29281 BRÜKSEL Velosolex bitti. Pabucu dama atıldı. Müzelik oldu. Bir devir kapandı. Eylülden itibaren artık imal edilmeyeceği duyuruldu. Şehrin merkezindeki bisikletçi dükkânlarından biri, mostralık misali, Velosolex'i camekâna koydu ve üzerine, " S o nuncusunu alın, tarihe gecin" yaftasını astı. Araç hâlâ orada. Kimsenin tenezzül ettiği yok. Herkes, cieili bicili Japon mobiletleriyle, sükseli ltalyan scooterlerinin peşinde. Velosolex, siyah ve hüzunlü, ön tekerleğin üzerinde iptidai motoruyla öyle duruyor. Tarihe geçmek isteyecek olanı Ertesi yıl Kızıltoprak'ta Kent bekliyor. O da dükkândan içeri Sineması açıldı. Resnais'nin, girraiyor. "Mnriel Ya da Bir Dönüş Velosolex, her ne kadar ilk de Hikâyesi"ni orada gördüm. fa geçen savas nihayetine doğru JeanBaptiste Thierree, Velosoçizildiyse de dizayn, mekanik ve lex'e binerek küçük kamerasıyla toplumsal işlevi itibarıyle ellili yıl fılm çekiyor ve Cezayir Savaşı'ların aracı olmuştu. Yüz kilomet nın acısını yakalıyordu. Agnees rede bir litre benzin yakan moto Varda'nın "Mutluluk"unu da ru, saatte otuz kilometreyle sınırlı Konak Sineması'nda seyrettim ve hızı, manivelası kaldırıldığında orada da Velosolex vardı. alelade bir bisiklete dönüşen gövBir ertesi yıl Koço Atncam bir desiyle Velosolex, savaş ertesi Av daha gelmemek üzere Yunanisrupası'nda hükum süren tasarruf tan'a göçtüğünde, Velosolex'ini ruhunu temsil ediyordu. Fakat bana hediye etti. Jane Fonda'm aracın aynı zamanda bisikletin olamadıysa da yazlıkçılar Nişanötesinde bir nitelik taşıması da be taşı'na döndüğünde, ilk ekim selirli bir refah göstergesinin sem rinliğinde "La Curte"yi bir daboluydu. Velosolex, henüz oto ha görmek için Velosolex'imle mobil alacak kadar zenginleşme Bağdat Caddesi üzerindeki açıkmiş işçilerin, Norton ve Triumph hava sinemalarına gittim. Çıkışmotosikletlere alışamayan banli larda Cdddebostan'da, Jane Fonyo delikanhiannın, liseye geçişte da'm olur umuduyla, ebebeynlerine siyah patpatı şart Aynı yıl, Velosolex ve Mobyletkoşan ortaokul talebelerinin mite yerli üretime başladılar. Hızıntosuydu. dan ve konforundan dolayı herVeiosolex, estetiği açısından da kes Mobylette aldı. Yavaş ve sabelirli bir "Fransıdığın" sembo kil diye, Velosolex'e fazla rağbet Iüydü. "tki beygir" Citroen oto eden olmadı. Ben, hem Velosomobil. Teppaz marka pikap, Ca lex'imin tekilliği yok olduğu için ravella uçak gibi, alışılmış olanın hüzünlendim, hem de yine azıııötesindekiydi. Çizgilerinde ve me lıkta kaldığım için sevindim. kaniğinde nevi şahsına munhasır, Yülar sonra, Godard'ın bir moFransızlık alameti farikasıydı. tosiklet kazası geçirdiğini okuAma Velosolex mitosu, esas dum. Motosikletinin bin santiolarak altmışh yıllann "yeni metreküplük bir heyula olduğunu dalga" Fransız sinemasında hayat öğrendim. Cahiers du Cinema'dabuldu. Garip motobisiklet bir hal ki fotoğrafına ve Velosolex'e ihave oluş tarzına dönüştü. "Cahi net ettiği için Godard'a gücendim. ers du Cinema", "Godanl"ın Ve Haklı da buldum. Şehir merkezinlosolex üzerinde fotoğrafını ya deki bisikletçiden, mostralık Veyımladı. Brigitte Bardol, Saint losolex'i almaya niyetli değilim. Tropez sahilinde, Velosolex üs Godard, film yapıyor ve sinema tünde mayoyla gezindi. Tnıffaut, devam ediyor. Param ve cesareParis sinemateğine Velosolex'le tim elverirse, bin santimetreküpgeldi. lük Kawasaki alacağım ve arka se••* lede Jane Fonda'mı gezdireceAltmışh yılların tstanbul'u, ğim. Velosolex bitti. Sinema deahali itibarıyle, bugünküsü kadar vam ediyor. demokratik değildi. Azınlık da olsalar, seçkinler ve orta burjuvazi, hayatta ve kültürde, Batılı mitosları daha çok takip ve taklit ediyordular. Bu, özellikle ekalliyet mekteplerinde okuyan "iyi aile çocuklan" için geçerliydi. Ortaokul öğrencisiydim ve Sürej^a Sineması'nda, Vadun'in "La Curee"sini gördüm. Jaae Fonda'ya âşık oldum ve genç sevgilisinin Velosolex'e bindiğini farkettim. Kadıkoy tskelesi'nden Salut Les Copains alıyordum, Françoise Hardy dinliyordum ve bir Velosolex'im olduğu takdirde bir Jane Fonda'm olacağını hayal ediyordum. VtYANA Otobüse doluşuyoruz. Öğleden sonra güneşi camİardan süzülüyor; içerisi "cehennem gibi" denebilecek kadar sıcak. Bildiğimiz, sıradan bir tur otobüsü bu. Sürücünün yamnda oturan rehberimizin tekdüze bir sesle önce lngilizce, sonra Italyanca ve Almanca ezberden anlattıklanru dinliyoruz. Yolumuz Viyana'nın 40 kiiometre uzağındaki Mayerling'e; Viyana ormanları içinde olduğunu biliyor ve görmek için sabırsızlanıyoruz. Yol boyunca harika bağlardan, çam ormanlarından geviyoruz. Bir ara "Tahta Hac" manastırınRehber olaya biraz daha açıkda mola da veriyoruz. lık getirmek gereğini duyuyor: "Arşidük Rudolf'un, evli olduSonunda sabırsızhkla beklediğimiz yere geldik. Mayerling bu gu ve sevdiği Maria Vetsera ile evrası. Çocukluktan kalma olacak lenemediği için sevgilisini öldürbu ad bana pek romantik gelirdi. diikten sonra intihar ettiği söyleMayerling çevresinde kurulan, nir. Ama aslında iktidar kavgası AvusturyaMacaristan Arşidükü nedeniyle babasına ba^küjdırmış. Rudolfun aşk öyküsünden olsa Daha da ote imparatora bir başkaldın hareketini örgütlemişli. gerek. Her neyse... Bizim otobüs ağaçlarla kaplı Galiba da intihar etmekten başka koca bir bahçenin önünde durc*u. çıkaryolu kalmamıştı." Bizim gibi diğer turistler de "büElma yanaklı kızcağızın zayük aşk öyküsü"nün geçtiği yeri manla silikleşen fotoğrafına bir bir an önce görebilmek için heves daha baktım. Söylendiğine göre le aşağı atiadılar. ölduğünde 16, büemediniz 17 yaşDar| uzun, iki yanı meşe ve fıs larındaydı. Nedeni iyice karışık tık çamı kaph yoldan yürüdük. ölümü, yaklaşık bir yüzyıl sonıa Sonra sola kaptık. Şimdi bir mey Mayerling adını duyup da merak danlıktayız. Biraz ileride, pem için burayı görmeye koşan bizim bemsi boyalı, pek de çekiciligi ol gibi yüzlerce turiste her gün anmayan, kocaman bir bina var. Bi latılıyordu. zim rehber o tekduze sesiyle, "tjte Av köşkünün yerine yapılan kiMayerling faciasının gectigi yer lisenin arka kapısındaki merdiburası", diye eliyle binayı işaret venlerden otlarla kaplı bahçeye etti. Biraz düş kınklığına uğra indim. Gruptaki turistlerden kinü makla birlikte sesimizi çıkarma fotoğraf çekiyor, kimi video kadık. merasıyla çevreyi tarıyordu. Ben İçerisi loş. Sol tarafta camlı bir de onlara uyup deklanşöre birkaç bölme var. Burada mihrap duru kez bastım. Sonra meşe ve fıstık yor. Sağa dönüyoruz. Duvarda çamlanyla kaplı dar, uzun yoldan Arşidük Rudolf ve sevgilisi Ma gerisin geriye otobüse döndüm. ria Velsera'nın fotoğraflan. Resimlerin kenarları zamanla sararmış. Arşidük Ferdinand'ın âşık olup evlenemediği için öldürduğü, sonra da uğruna intihar ettiği söylenen Maria Vetsera gencecik bir kızcağız. Elma yanaklı, genç irisi tabir edilen tipte. Arşidük ise kaytan bıyıklı bir soylu kişi. Fotoğrafta bile çevresine hafif tepeden bakan bir hali var. Rehberimiz, "Imparator Franz Josef oğlunun intihanndan sonra, olayın geçtiği kraliyet av köşkünii yıktınp yerine bu kiliseyi inşa ettirdi", diye anlatmasını surdüruyor. Şimdilerde ise artık kilise filan değil, sadece turistlerin gezdiği bir müze olarak saklanıyor bina. Ş«wf G6kN ö j ı r t m n : Butun sınıtlara kurduğu modern laboratuvarlarda • 80 kışılık Turk ve yabancıiardan oluşan uzman oğrelmen kadrosuyla • Ingıltere den getırttığı gunumuzun metod ve sıstemlenyle • Butun şubelerınde oluşturduğu Bılgıtştem ve Rehberlık servıslenyle yapmaktadır > Kurslarımızda tum olçme ve deâerlendırme ışlemierı BILGISAYARLA yapılmaktadır ParisHen D0NEMİ BAŞLAMIŞTIR. Fransa, tarihinin hiçbir döneminde "erkek millet" imgesine bürünmemiş. Bu ulusu her zaman bir kadın simgelemiş: Ortaçağda Jeanne d'Arc, ilk cumhuriyetçilerden bu yana da Marianne. Ve Fransızlar hiç bunun sıkıntısım duymamışlar. MtNE G. PARİS Fransa, tarihinin hiçbir döneminde "erkek ulus" imgesine bürünmemiş. Bu erkeklik illeti bazı milletleri gerçekten daha mı çok erkek kılıyor bilinmez, ama Fransa halkını oldum olası bir kadın simgelemiş hep: Ortaçağda İngilizlere karşı başkaldınrun bayraktart Jeanne d'Arc, ilk Cumhuriyetçilerden bu yana da Marianne. tki yüz yaşında genç bir kadındır Marianne. Ülke ekonomik darboğaza mı girdi? Ertesi gün basında çıkan alaycı yergiler şu başlığı taşır: "Marianne zor durumda." Cumhurbaşkanı adayları, karikatürlerde Marianne'a kur yaparken çizüir. Marianne bazen evlendirilir, bazen de tecavüze uğrar. Antik Yunan giysilerini andıran belden bağlı, tek omuzunu açık bırakan beyaz yeldirmesi içinde, diri göğüsleriyle gururlu, ciddi "yonımlandıgında" oldukça cekici bir kadındır Marianne. Güç durumlarda ütüsü bozuk ve yana kaykılmış, iyi günlerinde ise düzgün taşıdığı bir de Frigyen başlığı vardır. Marianne asla başı açık dolaşmaz. Eski Yunan tarihinde Frigya bölgesinde ayaklanan tutsak ve kölelerden Fransız Devrimi'ne miras kalan bu kırmızı başlığı, Cumhuriyetçilerin üç renkli kokartı tamamlar. Marianne sözcüğü ise ikinci imparatorluk döneminde yönetime karşı ayaklanan bir Cumhuriyetçi birliğin kendine taktığı addan kaynaklanıyor. Fransız cumhuriyetinin vazgeçilmez simgesi Marianne'ın heykel ve büstleri o gün bugündür ülkenin resmi dairelerini, pullannı, kimi meydanlarını süsler. Geçmişfen geleceğe, Marianne'ın kendine ozgü bir yüzu yoktur. Fransa'nm adını yurtdışında dalgalandırmış, Erkek ınillet olmamak halkına mal olmakla kalmayıp evrensel ölçülerde üne kavuşmuş Fransız sanatçıları, zaman zaman hükümetin ısmarladığı Marianne büstlerine modellik ederler. Erdemleri, gerçek yetenekleri, neleri ve nereleriyle ünlendikleri hiç önemli değildir bu kadınların. Et pazarında perakendeye düşmediği sürece, Fransız halkı, kadınlannın cinselliğinden yalnızca gurur duyar. Demokratik bir geleneğe uygun olarak, seçkin ya da populer, ama çoğunluğun hayranlığını zaman içinde uzun süre elde tutabilmiş kişilere önerilir Marianne modelliği. Bu, bir anlamda kadın sanatçılan onurlandırmasıdır devletin. Kadın vücudunu evrensel ölçüde kutsayan Brigitte Bardot... Soğukzarafetiyle Catherine Dene uve... Fransız aydınlannca alaya alınırken, Moskova'da yüz binlere şarkılarını söyleten Mireille Mathieu, işte bu doğrultuda Marianne modelliği yapmışlardır, daha niceleri gibi. 9 fyabana SSü ff&rsUtrı TMMŞUKSI tt8ar*aauaııCiiO 5114883 30KDIL Slmanca 11* 0i * oğrera» İLAN BURSA ÜÇÜNCÜ SULH HUKUK MAHKEMESİ Esas: 1988/797 Davacı Fernıh Özturk vekili Av. Nesrin Şener larafından davalılar Türkan Kadam vs. aleyhine açüan İzalei şuyu davasının yapılan yargılaması sırasında davalı Rağiba Uğut'a çıkan davetiyenin tebliğ edilmediği, yapılan zabıta soruşturmasına rağmen adresi tespit edüemediğinden davalıya gazete ile dava dilekçesi ve duruşma gununün ilanına karar venlmiş olup: Rağıba Ugul'un duruşmanın yapılacagı 24.10.1988 günü saat 9.00'da mahkememizde hazır bulunması veya kendisini bir vekil ile temsil ettirmesi, aksi takdirde duruşmaya gıyabında devam edileceği hususu davetiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 29280 :<us»Cad No 6? VoğJKuOBtusDuraçjKaıss 0 336034? 34b '896 Grafiker 158 49 98 nolu telefondan Nurettin Çelik'le görüşülmesi rica olunur. ARTA REKLAMCIUK A.Ş. DOSTLAR'A Büyük bir dayanışma örneği göstererek gerek yaşamımm iyileştirilmesinde, gerek Türkiye'deki ameliyatımda ve gerekse yurtdışı tedavimde maddi ve manevi katkıda bulunan, katkıda bulunmak isteyip de çeşitli nedenlerle bulunamayan, tüm dostlara selam olsun. HÜSEYİN ÖZLÜTAŞ MADEIN MÜHENDlSt PENDIK AKM RESMİ TARİH Yön. Luis Puenzo CO 15°° 1 8 21° c % PrşC.tesiPaz 354 98 83 Ehliyetimi kaybettim, gecersizdir. ORBA Y ÇA TAROĞLU Fransa'yı simgeleyen kadın heykelleri saymakla bitmez aslında. Cristophe Colomb'uh AmeriBunlara çizgilerini vermiş modellerin en dokunaklılanndan biri de ka'yı keşfınin beş yüzüncü yılını Juliette Drouet. Victor Hugo'nun kutlamaya hazırlanan Ispanya'da, aşkım aralıksız elli yıl koruyarak Barcelona kenti, yüzü Amerikaedebiyat tarihinin enlu metresler ya dönük ve işaret parmağı ince sayfasına adını altın harflerle en hesaplarla tam özgürlük Hanıbaşa yazdıran, kendi dalının re mı'nı gösteren bir Cristophe Cokortmeni Juliette'in güzel yüzü, lomb heykeli dikmeye karar verbugün Paris'in Concorde Meyda di. Bu arada kutlama komitesi, bir nı'nda gelip geçenlere gulumse de çocuklar arası aşk mektubu yamekte hâlâ. Bu güzel kente gele nşması açıyor. Cristophe Cobilip de yalnızca Lafayette ya da lomb'un ağzından en güzel sevgi Printemps mağazalarım gezenler mektubunu özgürlük Hanımı'na den değilseniz Napolyon'un Mı yazan ufaklık, bir Amerika yolcusır'dan getirdiği dikilitaşın çevre luğu kazanacak, Özgürlük Hanısinde oluşturulan bu meydanı do mı'ndan Colomb beye en tatlı salaşın. Ünlu yonlucu Pradier'nin tırları dösenen Amerikalı velet de elinden, Alsace bölgesi halkını (spanya'da ağırlanacak. ayaklanmaya çağıran Strasbourg Son yıllarda Kuzeyli ağabeysikentini simgele>en kadın heykeli ne prestij çalımlan atmaya çalışan nin modeli, Juliette Drouet'dir. Ispanya'nın neler yapabileceğini Yirminci yüzyılın sonunda, kimi Î992'de göreceğız. ülkeler, Victor Hugo'nun yüz yıl önce zamamn yönetimine karşı yazıp söylediklerinin yansı ile en değerli beyinlerini zindanlarda çürütürken, "Sefiller"in babasını Tann katına yükseltmekle kalmayıp sevgililerinin de heykellerini diken bir ülke, bir kent, görülmeye değer. Dünyanın en ünlü heykeu" ise yine bir kadın: Amerika'nın kıdernli "Özgüriük" Harumı. New York limanının girişinde Elia Kazan gibi nice göçmenin yüreğini özgür bir dünya umutlarıyla bazen de yalan yere hoplatan bu heykel aslında "Dünyayı aydınlalan özgüriük" adını taşır ve Amerika1 nın bu en ünlü simgesi, Fransız malıdır. Barthoidi'nin başyapıtı, 46 metre yüksekliğindeki dev heykelin iç demir iskelet pianlarını ise Gustave Eiffel çizmiş olup Özgüriük Hanımı Eyfel kulesinin unutulmaz mimarının hesapları üstünde durmaktadır. 1886 yılında Fransa tarafından ABD'ye armağan edilen "Özgürlük" Hanımı 1 mn Atiantik Okyanusu'nu aşması bile bir olay olmuş zamanında. Geçen yıl yüzüncü yaşı kutlanan özgürlük heykeline, eğer söylediklerini yapabilirlerse Ispanyol Katalanlan bir damat hazırhyorlar, 1992 yılı için.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle