19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HAZÎRAN 1988 »,• • • CUMHURİYET/13 Semra Özal '\abancilar Türk kadınını yanhş tanıyor' Istanbul Haber Servisi Türk Kadınını Guçlendirrae ve Tamtma Vakfı Başkanı Semra Özal, dün vakfın davetlisi olarak Türkiye'de bulunan Amerikan Kadınları Uluslararası Anlayışı Geliştirme Derneği'nden bir grupla bir basın toplantısı düzenledi. Semra Özal, "Yurtdışında nereye gittirsem Türk kadınları hakkında yanlış fikirlere sahip olduklannı gördüm" dedi. Çağdaş Türk kadınını dünyaya tanıtmak amacıyla Amerikan kadınlarını Türkiye'ye davet ettiklerini söyleyen Bayan Özal, "Amerikalı misafirierinıiz seyahatlerinden çok memnunlar, bizi degisik ve iyi buldular" dedi. "American VVomen For Inter Sosyal demokrat kadınların toplantısı ANKARA (ANKA) Gazetemiz yazan tlhan Selçuk, sosyal demokrat kadınlar tanfından düzenlenen yemekte konuşacak. CHP Kadın Kolu'nun başlattığı geleneği sürdüren "sosyal demokrat kadınlar"ın 3 Haziran 1988 günü Bulvar Palasta düzenleyeceği yemekli toplantının, bu sezonun son toplantısı olduğu bildirildi. Her ayın ilk cuma günü gerçekleştirilen toplantıların bundan öncekilerine gazetemiz yazarlann1 dan Yalçın doğan ile Uğur Mumcu nun yanı sıra, SHFli eski milletvekillerinden Tülay Öney ve Bahriye Üçok da katılmıştı. Sosyal demokrat kadınların yeni donemdeki toplantılannın haziran ayından sonra başlatılacağı bildirildi. Strausz Hupe TrabzorrtJa ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Strausz Hupe, insanlann savaşmak için değil başka insanlardan korktukları için silah temin ettiklerini söyledi. Hupe, KTÜ'de vereceği "Insanlığın Mutluluğu tçin Siyaset Bilimi" konulu konferans için bugün Trabzon'a geldi. national l'nderstanding" adlı derneğe üye 10 kadından oluşan grup, 4 haziran cumartesi gününe değin Ankara'yı ve Antalya'yı ziyaret ettikten sonra Bayan Papandreu'nun davetlisi olarak Yunanistan'a gidecek. Tamamı iş kadınından oluşan konuk heyetin içinde bulunan Yunanistan asıllı Amerikalı uluslararcji ilişkiler uzmanı Anna Lea, "Yunanistan ve Türk başbakanlan anlaşmasalar bile 2 hanım aralannda anlaşacaklardır" dedi. • ı c f i l l l U N I U 3 U pjyet Amirliâi'nce mühürtenen Radıkal Part uyeteri olayı protesto ıçin kapıları kurdela ve mumlaria süsleyerek "rejim tabtosu" yaptılar. Radikal Partı temsılcisı Ibrahim Eren, Türkiye'ye gelen Alman Yeşiiciler'ın kendileriyle görüşmek istemesınden sonra emniyet amirliğine göturüldüğünü öne sürdu ve "Alman Yeşillerte neler konuşacağımı onlann neden Türkiye'ye geldikJerini sormaya başladı. Muhbiriik teMif ettiler bana. Ters yanıüar verince gelip kultür merkezini mühürtediter" dedi. Söz konusu daıre, dernek etkinlıklen yapıldığı ve "parayla çay" sataldığı gerekçesryie mühürlenmişti. R p Ü l t l f3lhlflC||^ l s i ' n S ı r a s e l v ' l e r ' d e M btnaları Be. a . En (rbtoğraf: AA) HABERLERİN DEVAMI Güneydoğu'dan (1) (Baftarafı 1. Sayfada) iki yüksek minare dikkati çekiyor. Harabeler... Kayalaraoyulmuş mağaraların üzerinden bir tur atıyoruz: Hâlâ az da olsa yaşayanlar var bin yıllık mağaralarda... Dicle'yi bırakryoruz, o güneye, Irak'a doğru akmaya devam ediyor. ye uçuyoruz. Komutan eliyle işaret ediyor: Askeri deyişle, "dağjık ve örtülü birbölge" akıyor gürül gürül. Sumaktepe Sınır Karakolu. Yemyeşil çam ağaçlannın arasında yeni kurulmuş bir birlik. Cennet gibi bir yer. Ama buradaki insanlar turistik amaçlarla gelmiş değiller Sumaktepe'ye. Elleri her an tetikte, Türklrak sınırının en duyariı noktalarından birinde gün boyu nöbetteler. Bölge Asayiş Komutanı Korgeneral Sayın, hip çıkm!" diyor heyecanla. Çadırlar araziye yayılmış. Yatakhane: Her iki sahra yatağına bir adet büyük cibinlik; sivrisineklere karşı.. Bir komutanla ağaçlann altında ayaküstü sohbet ediyoruz: "Buralarda görev yapan vatan evlatlarma sa Ecevit: Kürtçe yasagı yanlış NtLAY KARMAN STOCKHOLM lsveç yazarlar Birliği'nin çağrıhsı olarak lsveç"e gelen eski başbakan ve eski DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, önceki gün Stockholm'de "Tiirkiyc'de demokrasi ve geJecegT' konulu bir konferans verdi. tsveç Sosyal Demokrat Işçi Partisi Stockholm il örgütü tarafından düzenlenen ve İngilizce olarak verilen konferansta, Türkiye'de özellikle son bir yıl içindeki gelişmeleri anlatan Ecevit, yasalar aracılığıyla kitle örgütlerinin siyasi partilerden kopanlmış olmasını ve derneklerin birbüierini desteklemekten men edilmesini eleştirerek, Türkiye'de dayantşma yasaklanmıştır' dedi. Bir saati aşkın konuşmasına "Türkiye'deki siyasi yaşamın paradoksal ve karmasık bir gorünüm sergiledigini' vurgulayarak başlayan Ecevit, anayasanın ve 12 Eylül'den sonra değiştirilen yasal yapının gittikçe artan ölçüde eleştiri ve baskı ile karşılaştığını anlattı. Çalışma ve basın yasalan üzerinde de duran Ecevit, "Özal hükiimetinin getirdigi bu yasalar, anayasanın da gerisinde kalmaktadır" şeklinde konuştu. Özal hükümetinin çeşitli yollardan basın üzerinde baskı kurma çabasına girdiğini öne süren Ecevit, "Bugün Özal'ı destekleyen bir gazele bfle kalmamıştır. Çünkü basın hükümetten gelen baskılara degil, okayuculardan gelen baskılara kulak vermektedir" dedi. Ecevit, konusmasının ardından Kürt sorunu ile ilgili bir soruyu yarutlarken, "Bu sosyoekonomik bir sonındur. Biz Türkiye'de TiirkKürt aynnu vapmıyonız. Bugiin Türkiye'de en üst mevkilerde Kürt asıllı kişiler bulunmaktadır. Ben, başbakanlığım sırasında, bakanlanmın bazılannın Kürt asıllı olduğnnu sonradan ogrendim. Türkiye, ABD gibi bir toplumsal yapıya sahiptir. Kürt asıllı kişiler toplumnn her katmanında bulunmaktadır. Ancak, 1982 Anayasası ile soruna kültürel bir boyut kanldı ve Knrtçe konuşmak yasaklandı. Bu yanlışbr. Bugün Türkiye'de İngilizce, Fransızca konuşulabilmekte, Kürçte konuşan cezâlandınlmaktadır.' Ecevit, 1989Cumhurbaşkanhğı secimleri üzerine Cumhuriyet'in sorusunu yanıtlarken şunları söyledi: "Cumhurbaşkanlıgı seçimleri ciddi sorunlar doğuracaktır. Cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçüecektir. Ancak bu parlamento ulusal iradeyi yansıtmamaktadır. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi fikri ise Türkiye'nin Fransa'daki gibi bir sistemi benimsediği anlamına gelecektir. Sorun secimlerin nasıl yapılacagıdır. Beni kaygılandıran da bu sonındur." lsveç ziyaretini tamamlayan Ecevit, dün ABD'ye geçti. Michigan ve California Üniversitelerinde konferanslar verecek olan Bülent Ecevit, 9 haziranda Türkiye'ye dönecek. PKK'ya 'pişmanlık çağrısı' (Baştarafı 1. Sayfada) gidiyor" diye konuştu. Pişmanlık Yasası'na ilişkin ilk uygulamanın "başanlı" olduğunu söyleyen Kozakçıoğlu yeniden düzenlenen yasanın bölgedeki uygulamasını şöyle anlattı: "Pişmanlık Yasası bölgeye duyurulmaya çalışılıyor. Fakat tam sonucun alınabilmesi için bölgedeki duyurma işleminin bitmesi lazım. Dağın başında, magaranın içinde yaşayan teröristlere Pişmanlık Yasası'nın iyi taraflanmn duyurulması lazım. Bu nasıl ulastınlacak? Kesinlikle televizyon izlemiyorlar. Ancak radyoyla ya da diğer yayın organlarıyla bunun kendilerine ulaştınlması sağlanacak. Bu konuda TRT, üzerine düşeni yapmaya çalıştı. Biz de çeşitli broşürler hazııiamak suretiyle terörist gmplanna, özellikle yasadan yararlanmak isteyenlere ulasUrmaya çalışıyonız." Teroristler arasındaki yazışnu.ları, yapılan duruşmaları incelediklerini belirten Kozakçıoğlu, "Eylemlere kanşan terörist gruplann içerisinde hiç Kürtçe bilmeyen var. Degerlendirdiğimiz takdirde bunların bir kısmının başka bölücü örgütlere mensup olduklan, bir kısmının da başka sol örgütlere bağlı olduklan anlaşılmaktadır" göruşunü savundu. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'nden yapılan açıklamada, Tunceli'nin Karşılar köyü Balı mezrasında önceki gün saat 15.30 sıralarında devriye görevi yapan güvenlik kuvvetleri, PKK'lı teröristlerle karşılaştı. "Tesfim o l " çağnsına ateşle karşılık verilmesi üzerine çatışma çıktı. Çatışma sonucu şimdiye kadar 7 kişinin katili olduklan, 10 kişiyi de yaraladıkları bıldirilen Tunceli nufusuna kayıtlı " M u s a " kod adlı Kemal Kunı ile Diyarbakır Dicle nufusuna kayıtlı " H a l i m " kod adlı Nizamettin Benisi ölü olarak elegeçirildi. Ölen üçuncü terorist ise Balı deresine düşerek sürüklendi. Cesedin arandığı bildirildi. Teröristlere ait bir Kalaşnikof ve bir Simirnof tüfek ile mermiler ele geçirildiği bildirildi. EruhŞırnak Karayolu'nun yakınında bulunan Bireni tepesinde, Görendonık köytınden Hamit Yddız ile Abdurrahman Çetin adlı çobanların önceki gece saat 22.20 sıralarında PKK teröristleri tarafından telle boğularak öldürüldüğü öğrenildi. Karşımızda Cudi Dağlan. Tek bir yerden geçit veriyor: Kasrik Boğazı. Tarih öyle yazıyormuş: Büyük iskender de Kasrik Boğazı'ndan geçip güneye doğru seferini sürdürmüş... Helikopterimiz inanılmaz güzellikteki geçitten süzülerek Namaz Dağlan'nın etekterindeki Şırnak'a doğru alçalryor. 119. Sınır Alayı. Helikopter alanının tam karşısında bir Atatürk büstü. Attında, "Ne mutlu Türküm d'ıyene" yazılı. İnsan şöyte bir çevresine bakınca, buralarda görev yapanlann günlük yaşantılannın, ülkemizin öteki bölgelerine göre ne denli değişik ve ağır olduğunu hemen fark ediyor. Her yanda bir olağanüstülüğün izleri gözünüze çarpıyor. Saat 10'da havalandık. Olağanüstü Hal Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu, "Şırnak'a kadarova sayılırdı. Dağlan, sarp, kayalık araziyi bundan sonra görun "Bak şurada geçenlerde bir çatışma oklu. Çantalarını bırakıp kaçttlar..." "Sivrisinek. bataklık olayı. Sadece sivrisinek öldürmekle kökterini kurutmak ımkânsız. • Bataklığı da kurutmak gerekir. Her türtü güvenlik önlemi alınacak hiç şüphesiz. Ama oteyın ekonomik, psikososyal ve siyasal yanlannı hiçbir zaman ihmal edemeyiz." "Haktısmız. Peki istihbarat durumu nasıl?" "Gelişiyor. Ama dikkatli olunması gerek. Çünkü yanlış bilgilendirme de olabilir ara sıra." İstihbarat konusunda gerçekten bir gelisme olduğu belirtilmekle birlikte henüz bu konuda arzulanan düzeye ulaşılamadığı anlaşılıyor. Körfez Savaşı'ndan da yakınryor komutan: siz!" diyor. Bölge Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Hulusi Sayın: "Savaşın sıcaklığı buralan da ısıtıyor gördüğünüz gibi. Hemen şu tepenin arkası Irak. Ama orada askeri yok. Biz burada toprağımızı bekliyoruz, öbür yanda otorite boşluğu var. Bölücü terörist o boşluktan yararianıyor. Irak askeri de orayı tutabilseydi, bu kadan oA mazdı." "Şimdi Irak hududunun en kritik noktastna gidiyoruz. Hassas bir bölgeye..." "Neden hassas?" "Yüksek, sarp ve kayalık. Aynı zamand» örtülü. Bundan dolayı teröristlerin huduttan sızmalan ve saklanmalan için çok uygun. Boi mağara var. Ayrıca sığınaklar yapmışlar." Dağın yamacındaki bir köyü işaret ediyor komutan, yeşillikler içinde bir köy. "Terörist ler için uğrak yeridir şu köy" diyor. Irak sınırı. Bir süre sınır taşlannın üzerinden uçuyoruz. Sının geçmemek için helikopterimiz kuzeye yöneliyor. "Şu yüksek tepenin sağı Irak'm, soiu bizim." Altımızda çağla yeşili rengiyle Hezil Çayı Az ötede, ağaçlann altındaki açıkhava fınnında, öğle yemeğine ekmek yetiştirme çabasmdaki beyaz önlüklu, Yozgatlı Mehmet, acaba ülkemizin coğrafyasının bu kadar duyarlı olduğunun farkında mıydı? Yüzü gözü unlanmış, bembeyazdı. Acemiliğiyle birlikte daha dokuz aylıktı askerlikte. 20 yaşındaki, güleç yüzlü bu Yozgatlı, memleketinde baklavacı olduğu için, Sumaktepe Sınır Karakolu'nda fınncıbaşı yapılmıştı. Pişkin ekmeğini tavşan kanı çaylarımıza katık yaptık. Ve öğleye doğru, Türklrak sınırında, "sı~ fır noWas/"ndaki Kayadibi Çadıtiı Karakolu'na doğru havalandı helikopterimiz. SÜRECEK CUNEYT ARCAYUREK yazıyor (Baştarafı 1. Sayfada) Demirel, SHP liderine oranla bir baş ilerde. DYP liderine göre bu yıl yerel seçimler yapılacak, Özal bu secimleri yapmak zorunda. Bu yıl yapacak; çünkü Özal, "belki bir şeyler kurtarırım" diye düşünecek. Gelecek yıl bu yıldan daha kötü olacağı için ANAP'ın fazla seçeneği yok. Demirel, seçim takvimini daha genişletiyor. 1988 politikalan 1989 sonbaharında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine göre gelişecek. Genel çizgileri seslendiren Demirel'e göre "seçim yasası ve TRT marifetiyle çıkan bir iktidar, hele yerel seçimlerden de yenik çıkarsa" cumhurbaşkanını dilediği gibi seçemeyecek, seçemez! İnönü; olasılıklan, varsayımları bugün genişletmiyor. Yerel seçimlerle birleşen siyasal ufuk turu Demirel'e oranla daha dar çerçeveli. Anayasa Mahkemesi'nin ANAP'ın çıkardığı yasayı iptal edeceğini "umuyor", ancak kararın nasıl çıkacağını bilemediğini "ihtiyat akçesi" olarak öne sürüyor. Ama Demirel'le bir noktada 7akışıyor. SHP lideri de Yüksek Mahkeme yasayı iptal etse de etmese de Meclisin olağanüstü toplantıya çağnlmasını kaçınılmaz görüyor. Inönü'nün Demirel'den aynldığı nokta burada başlıyor. SHP, Meclisin "yerel ara seçimler" kararı almak için toplanacağına inanıyor, oysa DYP genelyerel seçim kararı bekliyor, istiyor. SHP'lilere göre Anayasa Mahkemesi iptal kararı verirken daha önceki kimi uygulamaları dikkate alması gerekiyor. 1983'te ANAP, anayasa buyruğuna uyarak yerel secimlerin işleyişini düzenleyen bir yasa v karmış, bu secimlerin her beş yılda haziranda yapılmasını, ancak bir kez özel olarak o yıl mart ayına alınmasını hükme bağlamıştı. İptal kararı çıkarken bu yasanın göz önünde bulundurulacağı varsayımdan hareket eden SHP, genelyerel seçimin en erken 1989 haziranında yapılacağını, ancak 100'den fazla yörede boş olan belediye başkanlıkları için ANAP'ın ekimde ara seçime gidebileceğini düşünüyor. Demirel, Anayasa Mahkemesi'nin iptal karanndan sonra önümüzdeki ekim ayında yerel secimlerin yapılacağına neden inanıyor; örgütünü, parti grubunu yaz boyunca hazırlığa itmesindeki güvence nedir? Bu soruya Demirel şu yanıtı veriyor: "Anayasa Mahkemesi yasayı iptal eder, ekim ayında seçim yolunu kaparsa, anayasa degışikliğine gidilır" diyor. Yerel secimlerin bu yıl yapılmasını sağlamak için anayasa değişikliğinde "iktidara her türlü kolaylığı" sağlayacaklarını ekliyor. Bu denli AMKARAttm YA1ÇIH POĞAM belirtmek gerekir ki, beliren gerçek ile "Baykalcılar'ın estirmeye çalıştığı hava" arasında farklar var. Erdal Inönü'nün geçen şubat ayı sonunda bir ara genel başkanlıktan ve milletvekilliğinden istifa etme kararı ve daha sonra bundan vazgeçmesi Denız Baykal'ın "yolunu açar gibi" oluyor. "İnönü mü, Baykal mı" tartışmaları bir ara yoğunlaşıyor, sonra İnönü "Ben genel başkan adayıyım" deyince, akan sular yeniden duruluyor. Arada il kongreleri başlıyor. Haziran sonundaki kurultay için SHP içindeki çeşitlı gruplar bir yarışa giriyor. Yıllardır genel baş(Baftarafı 1. Sayfada) kanlığa oynayan, ama bunu hiçbir zaman net bir biçimde dile getirmeyen Deniz Baykal, parti içinde "bir boşluk yakaladığı" inancıyla kongrelere var gücüyle yükleniyor. Adeta, "genel başkan adayı olmaksızın" kurultaydan genel başkan ha^sıyla çıkmak ve böylelikle "İnönu'yü sıkıştırmak" stratejisine dayalı bir politika yürütüyor. Böyle bir stratejinin doğal uzantısı il kongrelerini kazanmaktan geçiyor. Dolayısıyla, kurultaya doğru ıllerde seçimleri kimin, hangi grubun kazandığı önem taşıyor. Çeşitli basm organlarına yansıyar haberlerin tersine, "Baykalctlar illerde sanıldığı kadar bir başarı kazanmaktan uzak" görünü Türk Yunan Dostluk Derneği Akurgal genel başkan İSTANBUL (AA) TürkiyeYunanistan Dostluk Derneği'nin birinci olağan genel kurulu toplandı. Arkeolog Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, yeniden derneğin genel baskanlığına seçildi. tki halk arasındaki banş, dostluk ve dayanısma duygulannın dile getirildiği genel kurulda, iki ülkedeki okul kitaplarıran düşmanlığı kamçılayan yanlış bilgiden arındınlması, müzelerdeki düşmanca sergüemelerin ortadan kaldınlması ve Türkiye'de bir Yunanistan araştınnaları müzesi kurulması kararlaştınldı. Derneğin ilk yönetim kurulu toplantısında Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal oybirliği ile genel başkanlığa yeniden getirilirken yönetim kurulu üyeliklerine de şu kişiler seçildi: Aziz Nesin (yazar), Prof. Dr. Rona Aybay (hukukçu), Panayot Abacı (müzisyen), Zeynep Oral (gazeteciyazar), Demirtaş Ceyhun (yazar), Ersin Salman (reklam ajansı yöneticisioğretim görevlisi), Reha Isvan ve Mengü Ertel (grafik sanatçısı). (Baftarafı 1. Sayfada) nnda polis memuru, "Mebus Istiyorum" diye bağırarak savcının ve onlarca kişinin gözleri önünde beylik tabancası ile başına ateş etti. Osmangazi Karakolu'nda 15 gün önce göreve başladığı bildirilen polis memuru, olay yerinde öldü. Cumhuriyet Savcısı Uğur tbrahimhakkıoğlu, şunları söyledi: "Hadise tamamen polisin mesleki sornnu Ue ilgiBdir. Ali Aktepe bana gelerek, karakolun yanındaki katavede kumar oynanmasına göz yaman karakoi amiri Mehmet Katapogla'nDn kendisine baskı yapbgını sövliiyordu. Kendisiyle 56 dakika konuştum, ikna edemedim. Gözler önünde ölünı Bana kumar oynanao kanveyi göstennek istiyordu. Sürekli 'Girelim görün' diyordu. Sonunda 'Benim arabamla gidelim' dedim. Dtşan çıktığımızda bejlik tabancası elindeydi. Birden tabancasını ateşlemeye başladı. Öyle sanıyorum, polisin amacı, kendisine yapılan haksızhgı, bir adalet adamı önünde dile getinnektL" Osmangazi Karakolu'nda görevli diğer polis memurlan, Ali Aktepe için, "Uyumlu bir arkadaştı. Bizimle sonınu yoktu" dediler. KARDİYOLOG Doktorlar aranıyor Türk Kalp Vakfı Tlf: 166 02 78 / 175 12 44 yor. Hatta, bunun tersini bile söylemek mümkün. "Baykalcilar ilerliyor mu" sorusu, şöyle genel bir değerlendirmede "Baykalcılar geriliyor mu" sorusuna bile indirgenebilir. Yıllardır "kesin Baykalcı" olarak bilinen isimler, önemlı illerde kongre kaybediyor. Örneğin, Ankara'da Önder Sav, Trabzon'da Adıl Ali Cinel, Kırklarelı'nde Tankut Akalın gibi isimleri hep Baykal'la birlikte anılan ve il seçimlerine "Baykalcı" olarak girenler kongre yitiriyor. Bunun yanında Adana, Bursa gibi büyük iller, "Karadeniz'i biz alıyoruz" havasına tam anlamıyla ters düşen Sinop, Ordu kongreleri, hatta "güçlü kale" olarak bilinen Muğla, Baykalcılar'ın hüsranıyla sonuçlanıyor. Büyük iller arasında Baykalcılar'ın kazandığı tek yer İzmir. Baykalcılar'a göre şu ana dek kongrelerde toplam delegelerin "418'ini kendileri, 156'sını solcular" kazanıyor. Buna karşılık, aynı dökümü "Sol Grup" yaptığında, "Baykalcılar 415'e karşı 230 geride" iddiası ortaya atılıyor. Parti içinde yarışan her grubun dışarıya karşı kendisini başarılı göstermesı doğal. Ancak bu doğallık gerçekleri değiştırmeye yetmiyor. Delege hesabına vurulduğunda, kazanılan ve kaybedilen iller alt alta yazıldığında, "Baykalcılar'da bir ilerlemeden çok, gerileme" gözleniyor. Neden böyle?.. Kurultay için yarışan gruplar, yine "parti içi sorunlara kapanmış" bir fotograf çektiriyor. Sırtlannı sanki Türkiye1 ye dönmüş, "politika üretmekten çok, hizip üretiyor". İktidara uzanan bir siyaset yerine. partiyi ele geçirme yarışı önem kazanıyor. Bu basit naliyle siyaset il ve ilçe kongrelerınde yapılıyor. Çünkü, hizipler için siyasetin başka tanını yok. SHP içinde bugün iki tane can alıcı soru var. İlki, partideki bütünlüğü kim sağlayabilir?.. İkincisi de sosyal demokratlan iktidara kim götürür?.. Erdal İnönü için "bütünlüğü sağlar" yargısı ne kadar geçerliyse, "iktidara götürebilir mi" sorusu da, o ölçüde askıda. Ancak, hiziplerle bir partinin iktidara uzandığını da tarih pek kaydetmiyor. inançla seçimin yapılacağını söylediğine, sandığın 1988ekiminde açılmasını bu kadar istediğine göre, elde kesin veriler olmamakla beraber, Demırel'in ANAP'a anayasa değişıkliği için "yardımcı" olacağını önceden vaat ettiği olasılığı akla geliyor. Bu konuda olası ANAP + DYP bütünleşmesine karşın İnönü anayasa değişıkliği istemiyor. Bu nedenlerle ara veya genelyerel seçime gidileceğini gösteren olasılıklar gündeme hemen geldiğinden, iki muhalefet partisi birden alarm duruma geçiyor. Boylece Meclisin tatile gireceği dün, büyük kongreler kadar önem kazanan beklenti yerel seçimler oluyor. SHP ile DYP yerel seçimlerde başa oynadıklarını açıklıyorlar. İnönü, grubuna yerel seçimde birinci parti olacaklarını söylerken, önceki gün Demirel DYP'yi ilk sıraya oturtmayı amaçladığını açıklıyordu. Demirel iktidarın olası seçim oyunları üzerinde duruyor. Ozal'ın "1987 genel seçimlerinde olduğu gibi bu kez devleti yağma etmeye takatı" olmadığını öne sürüyor. Hele 1988'de "hiç takatlan" kalmayacağını söyleyerek, bu yılın yerel seçim yılı olduğunu vurguluyor. içine kapanık bir manzara sergileyen ANAP'ın ufukta beliren tehlikeli onca siyasal gelişmeyi hesaplamadığını söylemek çok yanlış olur. Özal bu yıl ya da 1989 haziran veya ekiminde yapılacak yerel seçimde ANAP'ın oy oranında yüzde 36'lardan çok aşağıya kaymasının hangi sonuçlar vereceğini elbet kestiriyor. Yüzde 36 oy ve 292 miltetvekili getirmesiyle açılan siyasal yara, yerel seçimlerde alacağı kötü sonuçla daha da büyüyecek. bu gerçeğı adı gibi biliyor. Aşağı inen ANAP oylarından sonra muhalefetin erken genel seçim istemini öne süreceğinı, cumhurbaşkanı olmasına önemli bir duvarın çekileceğini bilen Ûzal'ın, ipi göğüslemek için elden gelen her şeyi yapmayacağı düşünülebilir mi? Anayasa Mahkemesi yasayı iptal ederse, yerel secimleri bu yıl yapabilmek için Özal'ın önünde tek yol var: Anayasayı değiştirmek! Muhalefetin düşledıği "vahım seçim sonucunu" göze alabilecek mi? Yoksa gelecek yıl hazıranı da atlayarak ekimde yerel seçim, kasımda cumhurbaşkanlığı seçimini peş peşe getirerek yine işleri karmasık biçıme mi sokacak? Yerel seçim yenilgisine karşın hesabı kitabı bu kargaşaya göre yaparak cumhurbaşkanı seçiminden yüz akıyla ve Çankayaya çıkarak mı sıyrılacak? "Kapalı çarşı, kapalı kutu!" (Baftarafı 1. Sayfada) bir kişinin elyazısıyla geçen 1 nisanda Nusaybin Kilisedüzü'nde çıkan çatışmada 250 askerin öldürüldüğü savlanıyordu. Ele geçen bu belge bir yanıyla teröristlerin içinde yoğun olarak Türkçenin var olduğunu gösteriyordu. Yazışmalarda, hatta çatışmalarda ara sıra birbirleriyle Türkçe haberleştikleri belirlenmişti. Köy baskınlanndan sonra gitti ğimiz yörede çatışmaya tamk olanlara, teröristlerin aralannda ne ve nece konuştuklarıru soruyorduk en çok. Aldığımız yarutlar arasında "Türkçe", "Kürtçe" olduğu gibi "talebe Kürtçesi" de vardı. Bölgedeki dil sorunu hâlâ tartışmalı ve ana hatlanyla çözülmemiş bir olay olarak duruyordu anlaşılan. Bu da teröristlerin ellerinde önemli bir silahtı. Teröristlerin en büyük propaganda aracı fısıltı gazetesi. Bu gazetenin manşetinden, Kürtçe konuşanların başına gelen değişik olaylar bir türlü inmiyordu. Diyarbakır'daki mahkeme salonlarında Kürtçe savunma yapmak için direnenler var. Bu da fısıltı gazetesinin en önemli malzemeleri arasında. Güneydoğu'da yeni bir film daha giriyordu vizyona Fısıltıya karşı korsan bildiri. Bölgedeki basın kuruluşlarına il ve ilçelerin ileri gelenlerine gonderilen "Böyle ölmeye deger mi?" başlıklı bildiri Şanlıurfa'dan postalaruyor. Bildirinin altındaki imza da "Doğu ve Güneydoğu Türkiyelilerin SesiUrfa." Kim tarafından gonderildiği bilinmeyen bildirinin sonunda şöyle deniliyor: "Bu yöre topraklan için çıkar hesaplan yapan, bazı safsatalarla körpe beyinleri.bulandıran. bizleri karanlığa ve geri kalmışlığa iten bu din ve halk düşmanlarıyla elbirliği yapmaktan vazgeç. Bu maceranın sonu olmadığını bir kez daha gördün. Bu vesileyle sana düşen görev, sonu olmayan bu maceraya bir an önce son vermek, özlemiyle yanıp tutuştugun, gözü yaşlı ana, baba ve bacına, çocuk ve eşine kavuşmak için ata ocağına dönmektir. Ölen de öldüren de sensin. yasasın sagduyu sahibi gençlerimîz. Kahrolsun halk diişmanlan." Fısıltıya karşı "korsan bildiri" Güneydoğu'da gündeme gelirken devlet de Pişmanlık Yasası'nı teröristlere duyurmak için üç tip afişle çağrı yapıyordu. Üç ayn renkteki bu afişlerin başlığı "kandınlmış ve suça itilmiş vatan evlallan"ydı. Metinleri şöyleydi: "Masum insanları katleden teröristlerin devlet gucü karşısında uğradıklan akıbetten kurtulmak istiyorsan, sana bu şansı veren Pişmanlık Kanunu'ndan yararlanmak üzere en yakın zabıta makamlanna teslim ol." "Devlet seni kurtarmak istiyor. İtiraflann seni kurtaracaktır. Devlet seni kurtarmamn yanında ananı, babanı, eş ve çocuklannı da konıyacak ve kollayacakür." "Pişmanlık Yasası'ndan yararlanmak isleyen vatandaş: Devlet seni affedecek, cezanı indirecek. sana iş verecek, insanca yaşamanı sağlayacak, seni ve aileni koruyacak." Afişlerin rengi de yapılmak istenen çekici propagandaya uygun: Sarı, yeşil ve turuncu... Ancak herhalde en iyi propaganda "pişman olacak insan sayısı"nı arttırmadan, pişmanlık adaylarına sağlanacağı sözu verilen "Devlet sana iş verecek, insanca yaşamanı sağlayacak, seni ve aileni koruyacak" gibi olanakların pişman olacak bir iş yapmamış Güneydoğu insanına bir an önce sağlanması. Etkileme UĞUR MUMCU (Baştarafı 1. Sayfada) GOZLEM Bu yıl için de "mutabakat" adı verilen belgeler düzenlenmişti. Milli Savunma Bakanlığı İç Tedarik Daire Başkanı Hv. Tuğgeneral Cemal Karaca ve yedi yetkilinin imzaları ile hazırlanan "mutabakat' Bakan Vuralhan tarafından bir türlü onaylanmamıştı. Niçin? Bakan Vuralhan, yüz elli milyar liralık pazarı özel sektöre de açmak istiyordu. Silahlı kuvvetlerin giyimkuşam gereMsinmesi özel sektör için kaçırılmaz bir pazardı. özel sektör, Sümerbank'ı devreden çıkararak böyle bir pazarı elde etmeyi eibette isterdi. Konu bu koşede ortaya atılınca, Vuralhan, haberin "nereden sızdığını" araştırdı. Araştırdı ama haberi bizlere ulaştıranı bulamadı. Sonunda "mı/taöakar/iarı imzaladı. Gerçi, bu yüz elli milyar liralık pazarın bir kısmı özel sektöre açılmıştı, ama yine bu pazardaki aslan payı Sümerbank'ta kalmıştı. Basının bu gibi işlerdeki uyarı görevinin yaran görülüyor. Bu konu bizlere ulaşmasaydı, bu yüz elli milyar liralık pazar özel sektöre açılacak, Hazine'nin bir cebinden çıkan para Hazine'nin öbür cebine girecekken, bu milyarlar, Hazine'nin bir cebi yerine özel sektörün kasalarına girecekti. "Keşke" diyoruz, Dışişleri Bakanlığı'na alman zırhlı araç ve gereçler ile ilgili belge ve bılgıler alım sırasında bizlere ulaşsaydı da bu belgeleri o günlerde yayımlasaydık! Belki de Dışişleri Bakanlığı bu uyarılardan yararlanır, şimdi Sümerbank alımlannda olduğu gibi yanlıştan dönme olanağı bulurdu. Söz bu konuya gelmişken birkaç noktaya değinelim. Anımsayacaksınız, zırhlı araç ve gereç alımları ile ilgili yayınlarımızda VVashington Büyükelçiliğimiz Hukuk Danışmanı Micheal W. Beasley, 2 Temmuz 1982 günü Büyükelçilik Müsteşarı Nabi Şenso/a verdiği raporda, Safeguard şirketi ile ilgili ciddi uyanlarda bulunmuş; ancak bakanlık, bu uyanlara nedense hiç kulak asmamıştı. Bu konuyu araştırmak üzere geçen ay Birleşik Amerika'ya giden Büyükelçi Erol Celasun, herhalde Hukuk Danışmanı Beasley ile de görüşmüştür. Zırhlı araç alımı "teknik uzmanlığı" gerektiren bir konudur. Bu yüzden bu alımlarda bu işlerden anlayan teknik uzmanların bulunması uygun olmaz mıydı? Hiç şüphesiz olurdu. Olurdu, ama bu alımlarda hiçbir teknik uzman görevlendirilmemiştir. Alımlarda teknik uzman görevlendirilmediği, Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz'ın Balıkesir Milletvekili önder Kıriı"ya verdiği yanıtla açıklanmıştır. 1982 yılında 41 tane zırhlı araç için inceleme ve görüşmelerde bulunan iki kişi, Ercan Vuralhan ile Bakanlık Muhasebe Müdürü Remzi Yıldınm'dır. Özetle, bu alımlarda teknik uzman görevlendirilmemiştir. Vuralhan ve Yıtdmni\n uzmanlık alanlart değişiktir. Bu yüzden, çok karmasık yapıdaki teknik konularda yanılabilirler. O günlerde, "Niçin bu alımlarda teknik uzman görevlendirilmiyor?" diye bir yayın yapılmış olsaydı, hiç kuşkusuz, bakanlık bu uyanlan değerlendirirdi. Belki boylece sık sık bozulan Safeguard arabalar yerine daha sağlam arabalar aiınırdı. Dışişleri Bakanlığı'na kimlerden zırhlı araç ve gereç alınıyor? Diplomatlarımızın can güvenlikleri kimlere teslim ediliyor? Bakanhğa bir odacı alınsa, "güvenlik soruşturması" yapılır. Peki, bu şirketler ile ilgili niçin bir soruşturma yapılmamıştır? Örneğin, patronları genelev işleten 'Schuca" şirketi ile ilgili bir soruşturma yapılmadığı yine bakanlık yazıları ile kanıtlanmıştır. O günlerde eğer küçük bir araştırma yapılmış olsaydı, bakanfığa çefik yelek satan, ayrıca zırhlı araç ve gereç satan "H undS.Fahrzeugbau" şirketi ile bakanlık arasındaki bağlantıları kuran "Schuca" şirketinin sahipleri, Dr. Reiner Schutte ve Heinrich Thienen'in Düsseldorf'da "Die Eule" adlı bir genelev işlettikleri hemen anlaşılırdı. Schuca şirketi, 1982 yılının son aylarında Düsseldorf'da kurulmuş, zırhlı araç ve gereç satışları bittikten sonra da şirket 1985 yılında Avusturyalı işadamı VVolfgang Gemeier'e devredilmiştir. Rotingen Ticaret Sicil Memurluğu'nun HR B 1522 sicilinde kayıtlı "Die Eule" şirketi, 17 Kasım 1983 günu kurulmuştur. "Die Eule" adlı genelev (erotik otel ya da randevuevi olarak da adlandırılabilir) Schuca şirketinin sahiplerince kurulmuştur. Dr. Schutte ve Thienen adlarındaki bu iki genelev patronunun danışmanlık hizmeti verdiği "H und S. Fahrzeugbau GMBH und Co. KG" şirketinden 1982 yılında 16,1983 yılında 41,1985 yılında da 3 zırhlı araç alınmıştır. Bu iki Alman, hem genelev işletmiş hem de Dışişleri Bakanlığımıza zırhlı araç ve gereç satımı işi ile ilgilenmiştir. Bakanlık bu konularda uyarılmış olsaydı, ne Vuralhan, Dr. Schutte ve Thienen ile Türkiye'de "TİTAŞ" adlı şirkete ortak olur; ne Bonn Büyükelçıliğimizin kançılarya memuru Osman öznufun oğlu Ibrahim Oznur bu iki Almanla hem de Schuca şirketi ile aynı adreste şirket kurardı. Zamanında bakanlık uyarılsaydı bu ilişkiler kurulabilir, ihale yasasına aykırı alımlar yapılabilir miydi? Basın özgüriüğü işte bu gibi işler için gereklidir. Şimdi bakanlık bir zırhlı araç ve gereç alacak olsa, kimbilir ne kadar dikkatli davranacaktır? Bizlerin amacı da bu değil midir? Uyandan korkulmaz, tersine, yaıarianılır. Sümerbank örneğinde görüldüğü gibi... Basın yoluyla yapılan uyarının her zaman yaran vardır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle