18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET / 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER rumda. Kısacası, yeni bir Evrensel tnsan Hakları Bidirisi hazırlamak gerekli" Foreign Affairs Dergisi'nde 1961 yılında yayımlanan bir yazısında, Gana'nın eski Devlet Başkanı Nkrumah, gelişmekte olan ülkelerin önünde başlıca üç önemli konu vardır diyordu: Bağımsızlık, yansız bir dış polin'ka ve ekonomik kalkınma. Yaayı okuduğumuzda siyasal özgürlüklerin gündemin ilk sıralannda yer almadığı dikkatimizi çekmiş ve bu üç önemli konunun çözümü sonrasına ertelendiği görüşüne varmıştık. Bu konuyu gündeme getirdiğimizde Senegalli Dr. Diillo, ayn şeyi konuştuğumuzu, Nkrumah'ın platformunun doğru olduğunu vurguladı. Ancak bağımsız olunca özgür olunur dedi. Kuşkusuz.* Fakat bu, konunun bir yanı. Ekonomik özgürlük adına siyasal özgürlükler kısıtlanırsa, siyasal özgurlüklere ulaşılamayabilinir. Siyasal özgürlüklerin var olduğu bir ortamda sağlıklı ekonomik seçenekler yapılabilir. Ekonomik kalkınma, siyasal özgürlüklerin var olduğu bir rejimi kesinlikle sağlar diye bir kural da yok. Ekonomik kalkınma uğruna siyasal özgürlükler ya benimsenmez ya da durmadan ertelenebilir. Ekonomik kalkınmayı sağlama gerekçesiyle siyasal özgürlükler gündemden çıkarılmamalıdır. Az gelişmiş bir toplum şeklen bağımsızdır. Onun gerçek bağımsızlığını sağlayacak pek çok neden yanında ekonomik ve teknolojik kalkınma yönünün ağırlıkta olduğu da bir gerçektir. Ancak ekonomik kalkınma uğruna kapalı bir rejime yol açmak yeni bağımlüıklara yol açar. Siyasal özgürlükler insan olmanın vazgeçilmez bir parçasıdır. tnsan evrenseldir. Her ülkenin kendisine özgü koşulları nedeniyle bazı konular daha ağırlıklı olabilir. Ancak insan haklan konusunda, insan konusunda göreceli bir anlayış son derece sakıncalıdır. Bunun en somut örneği, Nazi Almanyası uygulamalandır. Bir Senegalli, bir Türk, bir İngüize özgü haklardan söz edersek hiçbir yere varamayız ve ortak bir platform oluşturamayız. Üçüncü Dünya ülkeleri kendilerine özgü ya da önemsedikleri bazı haklann Evrensel İnsan Hakları Bildirisi'nde yer almadığından yakınabilirler ve bunlan bu bildiriye ekleme çabasına girişebilirler. Ancak insanın evrenselliği ve bundan kaynaklanan haklan konusunda ortak bir platform oluşturamazsak bundan en çok Üçüncü Dünya ülkeleri zararlı cıkacaktır. Bu doğrultuda yaptığır.ıız konuşma sonrası tartışmalardan samrız ki Üçüncü Dünya ülke temsilcileriyle ortak bir görüşe varabildik. Bize öyle geliyor ki, Üçüncü Dunya ülkeleri temsilcileri Türkiye'den gelen görüşleri genelde özenle dinliyorlar. Gelişmiş ülkelere orania bize ilk aşamada tepki ve kuşkuları yok. Batılı sol ile Üçüncü Dünya ülkeleri arasında insan hakları konusunda başka anlaşmazlıklar da var: Bunun çarpıcı bir örneği de Güney Afrika konusunda. Biri Kent (Prof. Birmingham), öbürü Glasgow (Prof. Donnison) Universitesi'nden iki Ingiliz profesörle Trinidad'daki Batı Hint Universitesi'nden (Prof. Parris) ile birlikte katıldığımız bir tartışmada insan haklan konusunda KuzeyGüney diyaloğunun ne denli zor olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bu iki tngiliz profesör, tngiliz tşçi Partisi üyesi ve konuşmalanndan edindiğim izlenime göre de bu partinin sol kanadındandılar. tngiliz profesörlerden biri kendi bölgesinde Güney Afrika temsilciliğınin bulunduğu meydana Mandela Meydanı adını verdiklerini söyleyince, Prof. Parris, "Bu ne demek. Kendinizi ve çevrenizi aJdatıyorsunuz. Ben olsam o binanın kendisini yakardım" diye sert bir tepki gösterdi. (Oysa bu profesör, şiddet yanlısı bir kişi değildi.) Tamşmanın hızı daha da artınca, Ingiltere'nin dış ticaretinin % 28'inin Güney Afrika ile olduğu, bu nedenle bu konuda yeterince kesin bir tavır alınmadığı vurgulandı. Tartışmayı adeta açıkça sözlü bir kavgaya dönüştüren tümceyi tngiliz profesörlerden biri söyledi: "Güney Afrika'dan bir davet aJsam gider, konuyu yerinde incelerdim. Siz de gidiniz:' Prof. Parris ise, "Bu ne demek. Daha hâlâ neyi inceleyeceksiniz? Durum apaçık ortada. Ben oraya gidip hava meydamna iner inraez insan olmadığımı bana gösteren bir muameleyle karşılaşmam için mi? Çünkü benim rengim siyah!' Aslında bu ve benzer tartışmalarla zaman zaman karşılaşmamıza karşın gelişmekte olan bir ülkenin aydını ile Batılı sol aydın arasındaki farklı yaklaşımı vurgulaması bakımından olayı belirtmeyi uygun bulduk. Aynca gördük ki bu ve benzer tartışmalar sürecinde, bir kimlik ve model arayışı içindeki bu ülkelere Türkiye henüz yeterli bir mesaj verememiş. Atatürk Devrimi daha yaşlı kuşaklan etkilemiş durumda. Bir kimlik ve model arayışı içindeki Üçüncü Dünya ülkeleriyle, özellikle Kara Afrika ve Latin Amerika ulkeleriyle olan ilişkilerimizi değerlendirmeyi bir başka yazımızda ele alacağız. Ancak sonuç olarak diyebiliriz ki, insan hakları konusunda Üçüncü Dünya ülke temsilcileri Evrensel tnsan Hakları Bildirisi'ni genelde "Batılı" bir bildiri olarak değerlendiriyorlar ve bu konunun tekrar ele alınması gereğini vurguluyorlar. Eğer bu ülkeler giderek bu alanda etkili olabilirlerse, insan haklan konusunda yeni bir bildirinin hazırlanması yakın gelecekte gündeme gelebilir kanısındayız. İnsan Hakları ve Cçünett Diinya Clkeleri I I . Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızhklarına kavuşan ülkelerin yeni kuşak aydınları, o ülkelerin kurucularından sanki daha kızgın, bazı konularda daha uzlaşmaz tutum içindeler. O ülkelerin kurucuları arasında inançlı, sürekli kimliğini koruyan yöneticiler olduğu gibi yozlaşan, işbirliğine giden önderler de vardı. O önderler ülkelerini kurarken, bazen de zorunlu olarak, çeşitli ödünler vermek durumunda kalmışlardı. Sanıldı ki bir süreç içinde kırgınlıklar unutulacak ya da azalacak. öyle olmadı. Üstelik gelişmekte olan ülkeler öylesine darboğazlardan geçiyor, öylesine dış karışmacılığın sarsıntılarını yaşıyorlar ki tarihten gelen acılara bir de yenileri eklenmekte. PENCERE Tünel!.. 2 NİSAN 1988 Prof. Dr. SUNA KİLİ Boğaziçi Üniversitesi İnsan hakları konusunda çeşitli etkinlilderle dolu bir yılı geride bıraktık. Bu etkinliklerle ilgili olarak yurtdışında kaüldığımız bazı toplantılardan en sonuncusunda, Aralık 1987'de Messina (Italya)'da yer alan konferansın üzerinde durmakta birçok nedenle yarar görüyoruz. Konferansın önemi yalnızca Columbia Universitesi'nden Louis Henkin ve Paris Üniversitesi'nden Marcel Merle gibi konulannda uzman kişilerin katılmasından kaynaklanınıyordu. Bu toplantı, Avrupa Konseyi ve UNESCO tarafından desteklenmiş, çeşitli görüş ve eğilimlerin tartışılması doğrultusunda düzenlenmişti. İnsan haklannın hemen tüm boyutlanyla ele alındığı bu uluslararası konferans, adeta bir yıl içinde bu konuda yapılan toplantıların bir özetini çıkarıyor ve üzerinde gönis birliği ve görüş aynüğı olan konuları vurguluyordu. Özellikle bu görüş ayrılıklan tüm bilimsel ve zaman zaman duygusal boyutlanyla bu konferansta bir kez daha vurgulandı. Bu görüş ayrılıklan, klasik iki blok anlaşmazlıkları çerçevesinde değildi. Üstelik konferansta Doğu Blok'tan temsilci yoktu. llginç olan, hâlâ dünyada yer alan çeşitli kargaşa, savaş, ayaklanmalar yaşayan yörelerden gelen Üçüncıi Dünya ülke temsilcileriyle Batılı bilim adamları arasında insan hakları konusunda ortaya çıkan bazı önemli anlaşraazlıklardı. tnsan haklan konusunda güncelliğini koruyan bu anlaşmazhkların anlaşılmasının, Üçüncü Dünya ülkeleriyle olan ilişkilerimizi daha sağlıkh değerlendirmemize yardımcı olacağı kanısını tajıyonız. II. Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızlıklanna kavuşan ülkelerin yeni kuşak aydınları, o ülkelerin kuruculanndan sanki daha kızgın, baa konularda daha uzlaşmaz tutum içindeler. O ülkelerin kuruculan arasında inançlı, sürekli kimliğini koruyan yöneticiler olduğu gibi yozlaşan, işbirliğine gıden önderler de vardı. O önderler ülkelerini kurarken, bazen de zorunlu olarak, çeşitli ödünler vermek durumunda kalmışlardı. Sanıldı ki bir süreç içinde kırgınuklar unutulacak ya da azalacak. öyle olmadı. Üstelik gelişmekte olan ülkeler öylesine darboğazlardan geçiyor, öylesine dış karışmacüığın sarsıntüannı yaşıyorlar ki tarihten gelen acılara bir de yenileri eklenmekte. Bu kızgın genç bilim adamlan adeta bir protesto eylemi içindeler. Düş kınklığını yaşıyorlar, ama buna boyun eğmiyorlar. Yazgıcı değiller. Batı ile bu gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum insan haklan konusuna da yansımış durumda. Şöyle ki: Özellikle Kara Afrika'dan gelen genç aydınlar, Evrensel tnsan Haklan Bildirisi'ni bir "Batı" bildirisi olarak değerlendiriyorlar ve genelde diyorlar ki: "Evrensel tnsan Haklan Bildirisi Birleşmiş Milletler'den geçtiğinde, bu kuruluşta gelişmekte olan ülkeler yeterince temsil edilmiyordu. Pek çoğu henüz bağımsız değildi. Üstelik bu bildiride bu ülkelerdeki insanla.in insan hakları konusunda bazı anlayışlanna yer verilmemiş du Tutukevi, Maltepe Zırhlı Tugayı'nın yayıldığı geniş alan içinde yer almış yapılardan biriydi; gösterişsiz, iki katlı, soluk yüzlü.sevimsiz... Yıl 1971... 12 Mart'tan sonra beni tutuklayıp götürdüklerinde bahçe duvarı bile yoktu; belli ki hapishane diye yapılmamıştı, ama aradan birkaç ay geçince tutukevinin çevresine bir duvar ördüler, köşelerine birer yüksek nöbetçi kulübesi koydular. Sonbahara doğru tutukevi tıklım tıklım doldu. Türkiye 12 Mart ara rejiminın çalkantısını yaşıyor, her yaştan ve baştan insan gözaltına alınıyordu. Bizim koğuşun trafıği de hızlıydı, ama demirbaş olanlar "83'ler Davası"nın sanıkları genç denizcilerdi. Öteki konuşlarda işçiler, sendikacılar, her fraksiyondan eylemci gençler vardı. Bizim koğuştaki denizcilerin lideri Sarp Kuray sırım gibi birteğmendi; yüreklı, cana yakın, bileği güçlü bir çocuktu; bir gün haber verdi: Abi, büyük koğuşta tünel kazılıyor, Mahir Çayan'ı da o koğuşa aldılar... 12 Mart'ın havası ağırlaşıyordu; Deniz Gezmiş ve arkadaşlan tutukluydular, darağacına doğru sürükleniyorlardı, karar kesinleşmişti, ama idamları durdurmak için çalışmalar da başlamıştı. Artan Öymen, ismet Paşa'nın da onayıyla kolları sıvamış, imza topluyordu; CHP "infaza karşı" tutumunu belirlemişti; gelişmeleri izliyorduk. Günler geçiyor, Sarp Kuray'la konuşuyoruz, 83'lerin delikanlı liderinin yüregi pır pır ediyor, mapusane duvarlarını aşmak, özgürlüğe kanatlanmak, eyleme atılmak isteği ağır basıyor, ama hevesini inatla kırıyorum: Göreceksin Sarp, bu çocukları yok edecekler, sakın katılayım deme!.. Kasım ayının puslu ve yağmurlu günleri. Tünel kazıcılar havalandırmada bahçeye çıkıp futbol oynuyorlar, çamur deryasında kostuktan sonra içeriye giriyorlar Necmi Demir birkaç kez, "Abi sen degelsene" diyor. Gözlerine bakıyorum, ama anlamıyor, tünelden haberim olduğunu ne bilsin!.. Gençler bahçenin çamuruyla tünelin çamurunu koğuşta ve giysilerinde birbirine karıştırıyorlar ki iş çakılmasın... * Bir gün Mahir Çayan'ın görüşme isteğini haber verdiler, arkadaşlarıyla geldi dedi ki: İlhan abi, arkadaşlanmızı idam edecekler, elimiz kolumuz bağlı duruyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz? Ne yapalım? Bize söyleyeceğiniz bir şey var mı? Bak Mahir dedim, İsmet Paşa we CHP idamlan durdurmak için harekete geçtiler; Altan Öymen bu yolda imza topluyor, onların işini zoriaştıracak bir şey yapmayın yeter... Kuşkusuz Mahir, bu sözleri dinleyecek durumda değildi. Eylemciler kaçtılar. Haber gazetelerde patladığında Türkiye'ye bir atom bombası atılmış gibi oldu; zırhlı tugay ve hapishane birbirine girdi; Genelkurmay çalkalandı, o günlerin öyküsü bir kitap olur. Sonuç: 12 Mart'ın cuntayönetimi birdenbire sertleşmek ve güçlenmek fırsatını buldu; CHP etkisizleşti, Deniz Gezmiş ve arkadaşlan idam edildiler, Mahir Çayan ve arkadaşlan da Kızıldere'de yok edildi. Geriye iki soru kaldı: Maltepe Tutukevi'nde tünel kazılırken yönetimden kimilerinin haberlerı var mıydı? Kızıldere'de dört yandan kuşatılmış Mahir Çayan ve arkadaşlarının kaçma olanağı yoktu. Teslim olmaları neden beklenmedi? İngiliz rehinelerle birlikte niçin yok edildiler? Gerçi bu iki sorunun da yanıtı bellidir, ama yine düşünelim diye soruyorum. EVET/HAYIR OKTM AKBAL Bir resim: Metris Cezaevi'nin girişinde askerler, tüfekterini omuzlarına dayamış, kum torbalarının üstüne yatmışlar, ateş etti edecekler!.. Karşılannda kim var? Kadınlar. Anneler, eşler, kızkardeşler. Bir kaç gün önce bu ceza evinden ki aslında bir kışladır 29 idam ya da müebbet hapse mahkum genç kaçmış, kaçınlmış ya da öyle bir şey... Nöbetçiler, göreviiler bu kaçış olayına seyirci kalmışlar, ama mahkum ve tutuklu ailelerine rahatlıkla silah çekebiliyorlar. Yirmi kişilik kadın topluluğunun bağnşmalarına karşı görevli bir subay bakın ne demiş: 'Zoriarsanız vururlar' Vururlar mı dersiniz? Mehmetçik, annesi, kızkardeşi olan kadınlara ateş eder miydi? Hiç sanmam. Ama bu görüntü bile içler acısıdır. Kadınlar ne istiyor? Yıllardır mahkum yakınları neyin ardındadır? Adaletin işleyişine mi karışıyorlar? Hayır. Yasalara baş mı kaldırıyorlar? Hayır. istedikleri, içerdeki yakınlarının 'insanca' bir yaşama kavuşturulmasıdır. Onlarla rahatlıkla görüşebilmek, konuşabilmek... Tutuklu ve Hükümlu Aileleri Yardımlaşma Derneği'nin kamuoyuna yayımladıkları bildiride isteklerini şöyle belirliyorlar: "12 Eylül yargılamaları \üm sonuçlarıyia katdınlmalıdır. işkence ile atınmış ifadelerle yargı ve karar olamaz. Savunmanın olmadığı yargı, bağımsız olmaz. Çocuklanmız tutuklanmadan suçlu ilan edildiler. Suçlu olan çocuklanmız değil 12 Eylül hukukudur. 810 yıl süren tutukluluk en ağır cezadır. Sanıksız sürdürülen mahkemelerden adalet beklenemez. DGMIer kaldırılsın." Şu 12 Eylül sonrasında tutuklu ya da mahkum gençler kadar, belki de onlardan daha çok acı çekenler; analar, kardeşler, eşler, çocuklar oldu. Suçlu sanki bu kadınlar ve çocuklarmış gibi yıllardır hapishane kapılarında, mahkeme salonlarında perişan oldutar, olmaktalar. Demokratik döneme geçtik geçıyoruz diyenler kadınları hapishane kapılarında tüfekle karşılamak gibi durumları en kısa sürede önlemenin yolunu bulmalıdırlar. • Yurdun dört bir yanındaki ceza ye tutuklu evlerindeki gençlerden yakınma seslenişleri geliyor. infaz yakma, tek tip elbise uygulaması (hâlâ mı?) daha başka kısıntlar yakınma konusudur Son olarak Çanakkale Cezaevi'nde açlık grevi yapan 120 siyasi hükünv lüden gelen bir yazıyı okurlarıma olduğu gibi sunmak istiyorum. Yetkilıler, belki bu haklı yakınmalardan etkilenir, AT'ye girmek için umutla bekleştiğimiz bir dönemde insanca istekleri haklı bulur, bir 'iyileştirme' girişimini başlatırlar: "Bizler, Çanakkale E Tipi Cezaevi'ndeki siyasal hükümlüler olarak, cezaevlerinde insanca bir yaşam için karşılanması gereken ve de karşılanabilecek olan haklı isteklerimizi, yetkililere yıllardır yineleyip durduk. Tüm çabalarımıza karşın, olumlu bir sonuç alamadık. En üst düzeydeki yetkililerce alınacağı açıklanan "iyileştirme önlemleri" bizleri, yakınlarımızı ve duyarlı kamuoyunu uyutma girişimleri olmanın ötesine geçemedi. Tek tip elbise zorunluluğu, insan sağlığı karşısındaki duyarsızlık, kötü yaşam ve beslenme koşulları, insancıl olmayan tutum ve davranışlar, görüş günlerini "eziyet günleri"ne dönüştüren uygulamalar surüp gidiyor. İçinde bulunduğumuz olumsuz koşullara karşın, kişiliklerimizi ve insanlık onurumuzu savunmaya karaıiı olan bizler, aşağıda özette sunduğumuz istemlerimizin yaşama geçirilmesini sağlamak için 28 Mart 1988 gününden başlamak üzere SÜRESİZ AÇLIK GREVİNE gidiyor, tek tek duyarlı, demokrat insanlarımız ile tüm demokratik kurum ve kuruluşların anlayış ve desteğini bekliyoruz. İSTEKLERİMİZ: Tek tip elbise zorunluluğu kaldırılsın; siyasilere "siyasi hükumlü statüsü" tanınsın; infaz yakma uygulamalarına son verilsin, tuzük ve yönetmeliklerce hükümlülere tanınan "yıllık izin", "mazeret izni", "açık ve yarı açık cezaevlerine gitme" hakları siyasi hükümlülere de tanınsın; iaşe bedelleri arttınlsın, dışarıdan yiyecek alma yasağı kaldırılsın, kantinlerde her türlü yiyecek maddesi bulundurulsun, piyasa fiyatının üstündeki satışlara son verilsin; tutuklu ve hükümlülerin sağlığırta gerekli özen gösterilsin; haberleşmeye konulan keyfi yasak ve kısıtlamalar kaldırılsın, ailelerimızle telefonla haberleşme olanağı sağlansın; açık görüşler, bazı cezaevlerinde olduğu gibi, tüm gün koğuşlarda yapılsın; içeriye radyo, teyp, walkman alınabilsin; koğuşlararası sosyal ve kültürel etkinliklere olanak sağlansın. Poliste ve cezaevlerinde uygulanagelen baskı ve işkence, adli hükümlülere dayatılan angarya son bulsun." OKURLARDAN Süper adaletsizük 506 sayılı SSK Yasast'nın bazı maddelerinin değifririlmesine ve bu yasaya ek ve geçici maddeler eklenmesine dair 3395 sayılı yasa, 9.7.1987günlü 19512 sayılı Resmi Gazete'de yaytmlanarak yürürlüğe girmistir. Yürürlüğe girinceye kadar sabırla, umutla çarpıkUklaruun giderilmesi beklenen, özellikle gazetelere telefonla, yazıyla haksız, çelisik yönleri gösterilmeye çalısdan bu yasa doğuştan özürlü ve ötrü giderUemeyecek bir yasadır. Tümüyle yeniden ele alınmalı. Yasalar topluma hak ve adalet sağlayan ilkeler içermelt. Yoksa hosnutsuıluk, huzursuzluk, kin, nefret, kıskançlık, isyan gibi kötü duygulan üretmekten başka işe yaramaz. Bir emekli neyi niçin aldığmı bitmeli. Bir başka emekliden az veya çok aiifinın haklı bir nedeni, bir açıklaması obnalı. Yasa hazırlanırken, "Emektüer arasında ayncahk kalmayacak", "Hazreti ömer'in adaleti gibi adil bir çözüm" tümcelerini Sayın Taşçıoğlu'nun açıklamalarından öğrendik. Sonuç her yönüyle tam bir adaletsizük oldu. Çalısırken, veya emekli iken verüen aylık emeğirt gerçek değerine, niteliğine uygun olmalıdır. Yoksa SATIN ALINMIŞ BİR EMEKLİLİK her zaman hakkm, adaletin dengesini bozacaktır. O halde herkesin hakkına razı olacağı emeğin ölçüsü nedir? 1Eğitim, öğretim yıllan ki, bir başkası kendi hesabına para kazanırken, eğitim yapan kişi devletm, ailesinin maddi olanaklannı ve kendi maddi manevi gücünü, yıllannı harcar. Nitekim Emekli Sandığt ve Askeri Personel Yasası, bu hususu göz önüne alır. 2Çalışma yülan: Beş bin gün prim ödeyenle, on bin gün prim ödeyen elbet farkh olmalı. Yasa değil, çalışma yıllanna prim verümeli. Fazla 240 gün için %1 prim 1982'den öncesine de uygulanmalı. 3"Devlet, çahşanlarm yaptıklan işe uygun ve insanlık haysiyetine yaraşır adaletli bir ücret elde etmelerine çalısır" tümcesi, anayasa hükmüdür. O halde isin niteliği ve Emekli Sandığı 'nda olduğu gibi 1520 çeşit ek göstergeye neden olan hususlar da göz önünde bulundurulmalı. Bugün sigortah emekliyi mağdur, üstelik haksız duruma düşüren yine geçmişte iyi düşünülmeden eksik, yanhş çıkanlmış yasa maddeleri veya yanhş uygulamalardır. örneğin: a) Bir müessese (bilhassa özel okullar) sigortaya bağlanmadan yıllarca çalışıyor, hesap sorulmuyor. Çahşanlar eğer ilgili ve bilinçli iseler işveren primlerini de ödeyerek hizmetlerini saydtnyorlar. Bu, çauşanlann suçu mu? b) Sendikasız veya grev hakkından mahrum ya da iş yerinde azınlıkta olan sigortahlar, tüm niteliklerine, çahşmalanna, haketmelerine karşın yeterli ücret alamıyorlar, her yeni işyeıine asgari ücretle başhyorlarsa, bu çalışanlann suçu mu? c) Özellikle, nitelik, görev, sorumluluk ve ceza hükümleri bakımından benzeri resmi okullar mevzuatma tabii olan özel okul öğretmenleri yıllarca kadrosuz, yabıız asgari ders ücreti ile çalıştınlmış ve yine de sigorta primleri ödenmemiş, birçoğu bu nedenle emeklüik hakkını bile alamamışlarsa, bu çalışanlann suçu mu? e) Çalışmalannm 810 yılı resmi okullarda geçtikten sonra zorunlu nedenUtrU özel okullarda çahşanlar meslek aşkıyla bu milletin çocuklanna az ücretle hizmet vermek zorunda kaldüarsa, bu, çalışanlann suçu mu? Daha neler sayıhp dökülebilir!.. Sonuç olarak: ömrünü bu memUtketin çocuklannı yetiştirmeye adayanlar, nerdeyse asgari ücretle çakışacak ayhklan ile içleri isyanla dolarken yeni yetişenlere "okuyun, çalısın, bu memlekete hizmet edin, hele Öğretmen olun " deme gücünü kendüerinde bulamayacaklardır. Bu açıklama ve çözümler dısında bir de hesap adamlanna diyeceğimiz var: tşin içinden çıkamıyorlarsa, piyasayı ve zamlan dolara göre düzenlerken ücretleri de dolara göre duzenlerlerse kolaylık olur ve hiç kimse mağdur olmaz! EMEKLİ FELSEFE ÖĞRETMENİ DİDAR ERÇETİN İçerdekiler, Dışardakiler... Cumhurıye' öveçler 'den bir grup vatandaş 1987 yılında telefon için başvurduk. Seçimlerden sonra en geç aralık ayında telefonunuz bağlanır dediler. Aradan üç ay geçmesine karşın telefonlarımız bağlanmadı. Yetküilerden de yanıt alamadık. Sorunumuzla ilgUenilmesini isttyomz. MEHMET TURAN / ANKARA Oveçler'e telefon CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ SUNAR. ÖLÜMÜNÜN 40. YILINDA SABAHATTİN ALİ KİŞİLİĞİ.SANATIVE EDEBİYATIMIZDAKİ YERİ D E N İ Z C İ N İ N D E R G İ S t 2 Nisan 1988 Cumartesi KONUŞMACILAR ATILLA OZKIRIMLI (Yöneten) OKTAY AKBAL MÜZEHHER VÂNğ RASIH NURI I.LERI ASIM BEZİRCİ Gms serbestttr KAYSERİ 1. SULH CEZA HÂKİMLİĞİ'NDEN Esas no: 1987/26 Karar no: 1987/1592 Davacı: K.H. Sarulc Mehmel Demir/Hüse>in oğlu Fatma'dan olma 1956 doğumlu, Sarız ilçesi Tavla Koyü nufusuna kayıtlı ve Kayseri Karpuzatan mevkii No: 6'da ÜNLÜETİ Pastırma Sucuk İmalathanesi Sorumlu Müdürü. Suç: Sağlığa zararlı ve taklittağşiş edilmiş sucuk imal edip satışa arz etmek. Suç tarihi: 22.10.1986 Yukanda açık kimliği yazılı sanık hakkında mahkememizde yapılan açık yargılama sonunda; 1. Sağlığa az veya çok zarar verecek derecede bozulmuş sucuk üretip satışa arzetmekten, TCK. 396, 402/12, 647 S.Y!nın 4, TCK. 72. mad. gereğince, 32.OOOr TL. ağır para cezasıyla tecziyesine, 3 ay süre ilecürme vasıta kıldığı meslek, san'at ve ticaretinin tatiline, 7 gün süreyle işyerinin kapalılmasına, 2. Taklit ve tağşiş edilmiş sucuk üretip satışa arzetmekten TCK. 398, 402/12, 647 SY:nın 4. TCK. 72. mad. gereğince 32.000r TL. ağır para cezasıyla tecziyesine, 3 ay süreyle cürme vasıta kıldığı meslek, san'at ve ticaretinin tatiline ve 7 gun işyerinin kapatılmasına, Hüküm özetinin Ankara, Istanbul ve Izmir'de yayımlanan trajı yüzbinin üzerindeki bir gazete ile Kayseri'de î'ayımlanan bir gazetede ayn ayn ilamna, ilan masraflarının sanıktan alınmasına karar verilmiştir. tlan olunur. Basın: 15132 • ANIT KUPA. ^ "America's Cup '88 de neler olacak? • YELKENİN MABEDİ: "Dennis Connor'un y/ sevgili kulübü San Diego Yacht W/' Club..." • EFSANE*YACHTLAR: "Fotoğraf ' ları ve öyküsüyle Jezebel..." • KOYLARI MIZI KORUYALIM: 'Özal. harekete geçti..." • PROTOKOL YACHTLARI: "Mavi Kan'ın gemileri "Britannia..." • SERLVEN: Ali Pasiner "Balık üzerine söyleşiyi" bu kez serüvenin iÇine katıyor: . "Llyssese yolculuk" • Özcan Özyemişçi den OPTIMIST üzerine • DENİZİN DİNAZORLARI: Otomobili ve helikopteriyle Motor Yacthların en görkemlisi "Empress Subaru..." • BA TIK: Serçe Burnu'nda "Akdeniz'i 1000 yıldır taşıyan kadehler... " VE: *fe' Gazetecıfer Cenvyev Konferans Saaı U00 Karanfillerden bir tabutta taşıdık seni zamana, sonsuzluğa Devrimci öğretmen 1962 HUSEYEV AYDEMİR 11 Mart 1988'de GercüşAydınca köyünde katledildi. Anısı kavgamızda yaşayacak. MUCUR'DAN KARDEŞİ VE ARKADAŞLARI Yiğit yoldaşımız, arkadaşımız AFACAN DOĞU'yu Elim bir trafik kazası sonucu kaybettik. Acımız sonsuzdur. GÜNERÎ CIVAOGLU yönetiminde. tLHAN AYHAN, İRFAN HAMUYREN, ŞÜKRÜ YILDIRIM, MAHMET CÖRGÜLÜ, HALİL CERİT, HAÜL L'ĞLRLU, NACİ YALÇI.N, ALİ KARASU, İBR\HİM EZGİ, MUSTAFA YARAR, ADNA.N İLHAN VE ESKİ TÜM ZERBANKDER'Lt ARKADAŞLARI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle