27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET / 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER tesı durumunda olmasıydı. Mısır Çarşısı'nın ve Yenicami'nin, o güzelim görunumunu ne köprüden ne de denızden kendi bütünlüğü içinde seyretme olanağı \ardı; çirkin, guzeli ortuyordu. Istanbul Belediyesi'nin butçesi yetmediği ıçın Cumhuriyet doneminde işe devlet el koydu ve rahmetli Ali Çetinkaya'nın Bayındırlık Bakanlığı sırasında butün o salapurya yapılar kamulaştırılarak yıktırıldı. Alan duzenlendiği vakit gerçekten sevinmiştim. 2) 1922'de gozüme batan ikinci çırkinlik, yanık Çırağan Sarayı'nm ayakta kalan iskeleti olmuştu. Bu saray 1910 tarihinde yandığına gore tam on iki (şimdi 78) yıldan beri bu çirkinliğini sürdürmüştü. Bugüne kadar aradan iki dünya savaşı geçti. Avrupa'da* birçok kent ile birlikte anıtsal yapı ve saraylar bu savaşlarda, hele ikincisinde, yerle bir oldu. Benim Avrupa'daki doktora oğrenimim bu iki dunya savaşı arasına rastladığı için, Avrupa kentlerinden bir kısmının İkinci Dunya Savaşj'ndan onceki durumunu iyi biliyordum. Az önce değinditım gibi, onlar hep yok olmuştu. Savaşın bitiminden dört yıl sonra 1949'da, bilimsel bir kongreye katılmak uzere Avrupa'ya gittiğimde, savaşta harap olmuş butun sarayların ve tarihsel değer taşıyan görkemli yapıların eski plan ve desenlerine göre orijinallerine uygun olarak yeniden yapımına başlandığını gördum. Daha sonraki gidişlerimde bunlar bitirilmişti. Biz ise lstanbul'daki Çırağan Sarayı kalıntısını öylece bırakıyorduk. Ne zaman oradan geçsem bu çirkinlik gözume batmakla kalmıyor, bir Türk yurttaşı olarak beni utandırıyordu. Yaklaşık on üç yıl önce (26 Ekim 1975'te) dayanamadım, bu sütunlarda (Çırağan değil) "Duragan Sarajı" başlıklı bir yazı yazarak neden bu kadar duyarsız bir toplum olduğumuzu açıkça herkese sormak ıstedim. Yine bir kıpırdama olmadı. Şimdi işitiyorum ki, orada bir faaliyet başlamış. Lüks bir otel projesi gerçekleşecek ve Çırağan Sarayı da eski biçimine göre restore edilip özgun (orijinal) durumuna getirilerek siyasal ve bilimsel toplamılar için kullanılacakmış. Bu işin gerçekleştiğini görmek için şimdiye kadar beklediğımin ödülu olarak, birkaç yıl daha kalmak isterdım doğrusu yeryüzünde. 3) 1922'de gozume batan çirkinliklerden üçüncusü de Üsküdar'da iskele yakınındaki kıyıda, usta kuyumcu eliyle yontulup tıraş edilmiş bir yüzuk taşı kadar güzel, çekici, küçucük Şemsi Paşa Camisi'nin hemen yanıbaşına dikilmiş yedi sekiz katlı, kızıl boyalı koskocaman iki tütün deposu olmuştu. O tarihten sonra oradan her geçişimde, eğer yanımda kimse varsa, onlara: "Elimde büyük bir yetki olsa Istanbul'da yıklıracagım ilk yapılar şu çirkin tütun depoları olacak" demişimdir. Çok şukür, geçende yıktırılmışlar. Ne güzel!... Ama bu guzeli lekeleyen gölgeyi, yani güzel olmayanı da vurgulamak isterim: Acaba bu depolarda çalışan emekçilere yeni iş alanlan açıld; mı? Bunu gerçekten ummak istiyorum. Guzeli, guzel olmayanla golgelemek, bembeyaz, zarif bir giysiye sıçrayan is karası gibi bataı insana... Bir nokta daha var: Mimar Sinan'ın bu güzel yapıtının arkasında ve yanıbaşında gerçekleştirilen yıkmalar sonucunda açılaeak yerlere minibüs durakları yerleştirilecekmiş diyorlar. Çok çirkin bir iş olur bu. Açılan alan yeşil parklarla bezenmeli ve böylece bir guzel başka bir guzelle beslenmelidir. Umanm öyle olur; bekleyelim. Bence aydınların görevi, olumlu işleri butun halka benimsetmek için çaba harcamak, eğer zaman zaman gazetelerin yazdığı gibi suiistimaller olursa, onları da bütün çıplakhğı ile değerli ve yurekli dostum Uğur Mumcu'nun yaptığı gibi belgelere dayanarak halkın gözü önüne koymaktır. • * * IstanbııTda Güzel Olaıı ve Olmavan, HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Hastanede iken gazetede okuduğum belki çok, kimsenin gözünden kaçmış küçuk bir haber beni etkiiedi: Büyük Kent Belediye Başkanı'nın konuğu olarak bir süre Isianbul'da kaimış olan bir AJman heyetinin üyeleri, çok beğendikleri Haliç duzenlemesine bir katkı olmak uzere beş ıhlamur fıdanı yollamış ve bunlar Haliç kıyısında uygun bir yere dikilmiş. Evden çıkacak duruma geldiğımde hemen gidip göreceğim bu fidanları. Gölgesi, güzelliği ve çiçeğinin hafif kokasu ile temızlik ve rahatlık simgesı olan ıhlamur ağacına Almanlar "Linde" derler ve ulusça onu pek severler. Haliç'e ve dolayısıyla "Haliç'i gözlerirain rengi gibi mavi yapacağım" diye iddialı konuşarak ije koyulup bu doğrultuda epeyce mesafe aJan Büyük Kent Belediye Başkanı Sayın Bedrettin Dalan aracılığı ile İstanbul'a yapılan küçük, fakat anlamlı bir armağandır bu. Dilenm, fidanların hepsi lutar da torunlarımız sıcak yaz günlerinde onların gölgesine sığınarak mavi Haliç'i doya doya seyrederler. Babamın öğretmenlik görevi ile tstanbul'da bulunduğu sırada bu kentte doğmuşum; Çorum Ortaokulu'na atanması üzerine onun ve dedelerimin memleketi olan bu Anadolu kasabasına gittiğimizde altı yaşındaydım. HaJıç'ten bende kalan şu iki anı belfeğimden hiç silinmedi: 1) Vapurla birkaç kez Eyüp Sultan'a göturülüşüm ve cami avlusundaki güvercinlere yem atışım; 2) Ayvansaray'daki bir akrabayı ziyaretimiz sırasında Haliç kıyısında karaya çekilmis (o zamanlar benim gözüme çok kocaman görunen) sıra sıra mavnalann, üstu başı simsıyah birtakım adamlar tarafından ziftienmesi. Bugün bile ne zaman zift kokusu duysam aynı görünüm belirir gözlerimin önünde. Haliç'i yeniden 1922'de, yine vapurla dolaştım. Hasköy'deki cephane deposunun komutanı olan dayı oğlurn yüzbaşı Muammer Doruk ile birlikte bir kez Hasköy'e de indim. O tarihte Haliç, yine 12 yıl önceki gibi bir görünum içindeydi; henüz kirli ve batak durumda değildi. Zaten Çorum'a 1910 yılında gittiğimizde çok küçuk yaşca olduğum için aradan geçen 12 yıl içinde tstanbul'da, atlı tramvayın yerini elektriklisinin alması dışında, herhangi bir değişikliği aynmsayacak durumda değiidim. "Altın Boynuz"u boydan boya son ziyaretim 1986'nın kasımında ılık bir güz guneşinin insanı tatlı tatlı ısntığı bir gunde oldu: Sevdiğim birkaç yakırumla birlikte Üsküdar'dan bir Haliç vapuruna binerek Eyüp Sultan'da indik ve oradan bir arabayla Piyer Loti Kahvesi'ne çıktık. Haliç düzenlemesinin ne kertede ilerlemiş olduğunu kuşbakışı ile görmek istiyordum ve gördüm. Gerçekten çok değişmişti Haliç. Yalnız güzel ve yeşil düzlüklerin kimi yerlerinde kimi yapılar birer çıban gibi sıntıyordu. Güzel olania güzel olmayan yan yana gelince bu ıkincisi daha çok göze batıyor. Hele hele kulaktan kulağa fısıldanan dedikodular doğruysa, yani yıkılmayan bu binalar hatır, gönül, ya da siyasal baskı yüzünden ayakta kalmışlarsa, daha da çirkin gorünuyorlar. Bir de kamulaştırma bedellerinin vaktinde ödenmediğini gazetelerde okumuştum. Bu durum da güzelin üzerine düşen kara bir gölge. Vakit bulursam başka bir yazımda Haliç konusunu yeniden ele alacağım. Şimdilik bütün dileğim bu güzel ve eşsiz körfezin temizlenmesi ve tam anlamıyla duzenlenip onda mavi ile yeşil cumbüşünün sağlanması yolunda Sayın Dalan'ın başarıya ulasmasıdır. * • * 1922'de İstanbul'a geldiğımde giizel olmaysn üç gorünüm beni çok etkilemişıi: 1) Yenicami önunün (şimdiki Yenicami alanının) binakım dar ve pis sokaklarla ayrılmış birkaç katlı binalardan oluşan bir alışveriş. çirkin bir ticaret si Yukanda belirttiğim gibi, güzel işler, güzel olmayanlarla lekelenmemelidir. ANAP'a oy vermemiş olan yoksul semtlerden kimisıne yerel belediyelerce güçlükler gösterildiğini; yol, elektrik, temizlik gibi işler yönünden hiçbir yardım yapıimadığını zaman zaman gazetelerde okumaktayız. Belediyeler, iktidar partisine oy verenkrin değil, vermeyenler de içinde olmak uzere herkesin belediyesidir. Hem akıllı bir belediyenin yöneticileri, iktidar partisine oy çıkmayan yerlere çok daha iyi hizmet götürur ki orada yaşayanların gönüllerini kazanarak gelecek seçimlerde oyları kendi lehine döndürebilsin. lstanbul'daki olumlu ve olumsuz işler bu kadarla bitmiyor. Zaman bana fırsat verirse ötekileri uzerinde de durmak isterim. EVET/HAYIR OKTM AKBAL OKURLARDAN Haldun Taner'i Anarken "Ölüm daha genç yaşta gelse çok daha fazla şaşırtabilir. Belli bir yaşa gelince plağan karşılanmalı, ama olmuyor. Ölümü her zaman düşünmüşümdür. insanın biraz da tesadüfen yaşadığı bu ulkede... Bu trafik olaylan, türiü hastal/klar... Fakatben şöyle düşünüyorum: Eğer insanın yapacağı çok şey olursa ölümden daha çok korkar. Bir nevi ölümü bekier gibi olursa kolay da, fakat yapacak çok şeyi olursa, ölüm beni engeller endişesi içinde oluyor." Haldun Taner, ölümünden bir süre önce arkadaşımız Yalçın Pekşen'e böyle diyordu: "Daha da yazacaklanm var" Yayımlanmış otuz kırk kitap, yayımlanacak bir o kadar daha!.. "Ölüm herkesin başında" der Cahit Sıtkı Tarancı. Öyledir herkes bir gün bu dünyadan çıkıp gidecek, şu yoldan, bu yoldan!.. Ne var ki daha söyleyecek sözü olanların, yazacakları, yaratacakları yapıllar olanların bunlan veremeden yaşamdan kopmaları acı... Şöyle diyordu Taner o konuşmasında: "Bir daha dünyaya gelsem yine yazar olurum. Çünkü bir insanın en büyük mutluluğu mesleğini sevmesi. Mesleğinde mutlu olmayan insan yasamının en büyük bir kısmında mutlu değil demektir. Paranın getireceği mutluluğu tepmemin nedeni, kendi mesleğimin bütün mesleklerden daha büyük bir nimet olduğunun bilindnde oluşumdandır. Dünya sahnesinde aktör olmaktan çok seyird olmayı yeğl&dim v» böyle bir seyirdliğin insana büyük bir üstünlük sağladığı kuruntusundayım." Ödül dağıtma törenınde yaptığım konusmada, Taner'in öyküleriyle gündefik yazılarında arasındaki koşutluğu belirtmeye çalıştım. Usta bir köşe yazarı olan Haldun Taner'in Bilgi Yayınlan'nda çıkan kitaplarını okursanız, yirmi otuz yıl önce yazdıklannın günceliiğini koruduğunu görürsünüz. Toplumumuz elbatte ki değişıyor, ama bu değişme acaba hangi yöne doğm? 26 Ekim 1957 günü yaytmlanan "Köprü" başlıklı yazısını okurken aradan geçen otuz yılı unutuverdim, yazı bugün yazılmış gibi taze, güncel ve canlı... "Modern ttbbın son ihtiyaçlanna göre teçhiz edilmiş tek hastahanemiz yok, kalkmış birtakım kışıavari yapılann kapısına hastane levhası asmayı marifet sayıyoruz" diye başlamış. Geçen gün Sağlık Bakanı "Sobayia ısıtılan hastanelerimiz var" diyordu. Otuz yılda acaba ne değişmiş? "Özgür düşünebilen, Batılı aydın seviyesinde yüz insanımız yok, tutup okuma yazma bilir sayısının istatistik artışı ile böbürleniyoruz." Ne dersiniz yüz sayısını gectik mi? Abeceyi sökmek acaba gerçek "okur yazarlık" sayılabilir mi? "Kalitelerinin, seviyelerinin on yıl önceye kıyasla ne kadar düştüğünün farkında değiliz, gazetelerin yükselen tirajı ile böbürleniyonız." Gazetelerimiz 1957'deki düzeylerinin çok altına düşmedi mi? Bana 1957'deki gazeteler daha 'ciddi', daha güvenilir geliyordoğrusu!.. "Devrimferini, ideallehni kusa çevirdik, sonra utanmadan her 10 Kasım günü Ataturk'ün kabrine huşu ile çelenk koyuyoruz." Otuz yıldan sonra 10 Kasım'ları büsbütün kaldıracağa benzeriz! Ne demiş ANAP'lı bir bakan: "Atatürk'ü anma törenlerini yeni bir anlayışla gozden geçireceğiz." O 'yeni anlayış' Ataturk'ün devrimlerini ortadan kaldırmak olmasın. "Gururumuz: GüreşçHer." Otuz yıl sonra güreşçilerimiz de gururumuz olmaktan çıktı! Bir üçüncülük aldık mı seviniyoruz! "Müziğimiz: Manolya. Edebi övüncümüz: Sahibini Arayan Kadtn." Ya şimdiki övüncümüz? Sayısız baskılar yapan kitabın adı bile otuz yıl önceki kitabınkine ne kadar benziyor: 'Kadının M\ Yok." "Düşünürlerimiz: Vaizler, beş vakit namazında fıkra yazarlan. Akademik tartışmamız: Kuran'ın Türkçe yazılması caiz mi değil mi?" O\\JZ yıl geçti, ama bu 'akademik ve bilimsel' tartışmalan bir türlü bitiremedik! Otuz yıl önceki düşünürler yaşlı başlı insanlardı, Osmanlı artıklarıydı Bugünkü 'düşünürler' ise cumhuriyet kuşakları... Ama kafa hep o kafa! "Günlük konumuz: Karagümrük Fenerbahçe maçı. İktisadiyatımız: Amerikan yardımı. Demokrasimiz: Postkavgası. İçpolitikamız: Partiden partiye transfer. Dinimiz imanımız: Menfaat, mevki, para ya da tevekkül, beddua." Otuz yıl sona aynı görüntü ile karşı karşıya olmamız hem acı hem de epey gülünç! . Şöyle bitirmiş Taner bu güzel ve anlamlı yazısını: "Sonra da Boğaz'a kurulacak köprü Asya'yı Avrupa'ya bağlayacakmış. Laf, bu gidişle olsa olsa Asya ile Afrika'yı bağlar." Sevgili dostumun anısına saygıyla... Derneğimiz uyesi, emekli muşavir mufettışlerden Trafiğe kapatdan yolaçıhnah Bahırköy BahçeUevUr'de oturmaktayım. Son günlerde eski Londra asfaJtı üzerinde bulunan 1. taf yolu çıkiflan trafiğe kapatılmiftır. Nedenini anlayamadım. Oradan çıkan tüm otolar Yayia'dan dönmek torunda burakümıştır. Esasmda Yayia'dan dönmeyi bir tara/a bırakın, oradan arabayla geçmek bir azaptv. Misal; Şirinevler'den gelen Bahçtlievlere sapacak vasıta, zaten kilit gibi yoldan içeri girememekte, Yayla durağı arapsaçına dönmektedir. Halbuki tatyola girecek ota. hiç orayı sıtuştırmadan geçip içeriye girecek ve dolayısıyla yoğun olan yayla trafiğinin yükiinü aıaltacaktır. Keza yoğun trafiği olan Yayla'ya giremeyen otolar bu kez zorunlu olarak Ünverdi'ye inmekte, burası da aynı Yayla durağı gibi kargaşa içinde bulunmaktadır. Kapatılan bu yol çıkifının, bir kez daha görevliler tarafından gozden geçirilerek yanüşhğın giderilmesi yoluna gidilmesini istiyoruz. Aynca Haznedar'da Sayın Başbakanımızın temelini attığı köprü henüz hizmet vermemektedir. O yol, yani Migros'un önü otopark gibi kullanılmaktadır. Şimdilik infaatı durdumlmuş köprunün yol üzerinde bulunan molozlan kaldınhrsa, bu yol trafiğe açtltr. VBCDİ ŞENER B.EVLER, BASIN SİTESİ İSTANBUL Bankaolıkta a c ı k l ı k Mevduat 785,4 mflyar TL Kredfler 454,7 mfl^rTL 28 mflyar TL Özkaynaklar 110 milyar TL Dış işlem hacmi 1,7 mflyar $ Tahali gedkmiş alacaklar (Net) 3,7 milyar TL : Büyüme % 93 Büyüme % 112 Büyüme % 63 : Büyüme % 104 : Büyüme % 124 : Küçülme % 41 Urla'nın Balıklıova köyünden okurum Hayrettin Karademiri den bir mektup aldım. Diyor ki: "Bizim köyde, yirmi bir yıl ytomen'de askerlik yaptıktan sonra vatanma dönebilen Seyfi adında birbüyüğümüz vardı. Rahmetli, uzun kış gecelerinde çevresine toplanan gençlerin isteğine uyar, çektiği çileieri anlatırdı. Sizin 9.3.88 gunlü "Çifte" başlıklı yazınızı içim burkularak okuduktan sonra Seyfi dayının bir öyküsü. nü anlatmak gereğini duydum. Seyfi dayının öyküsü şöyle..." "Sultan Murat tebdili kıyafet memleketi dolaşırmış. Bir gün akşam vakti, veziriyle birlikte bir yörük çadınna misafir olmuş. Yörük, oğluna "Oğlum, birkaç koyun, birde kuzu kes" diye bağırmış. Padişah, "Ağa, bizim yiyeceğimiz şuncaz et, neye bu kadar masraf edersin?" derken yörük sığanmış, çemremiş, padişahın suratına bir tokat aşkedip "Evsahibinin işine karışma" demiş. Ertesi günü konuklar uğurlanırken, padişah, mührünü taşıyan bir kâğıdı ağaya verip "ağa" demiş, "Vb/un düşer İstanbul'a gelirsen bize de buyur; bu kâğıdı kime göstersen sana bizim evi tarif eder" Aradan aylar geçmiş; yörük beyinin İstanbul'a gidesi tutmuş; atını eğerlemiş; heybenin bir gözüne bir kuzu, öbür gözüne peynirle yağ tulumunu yerleştirmiş; yola revan olmuş. istanbul'a vardığında sora sora sarayın kapısına gelmiş; atının başını çekmiş; elindeki mühürlü kâğıdı kapıdakı kalabalıktan birine göstererek, "Bunun sahibi burada mı oturur?" diye sormuş. "Evet" cevabını alınca da atını içeriye doğru sürmüş. Kapıdakıler bağrış çığrış yörük beyini durdurmaya uğraşırken, padişahla veziri görmüşler. Padişah "Bırakın gelsin" diye bağırmışken, adamcağızı yaka paça yere yıkmışlar, at kurtulmuş, eğeri atın karnı altına gelmiş, yağfa peynir yere saçılmış, kuzu şaşkın bahçede koşmaya başlamış. Sonuçta padişah yetişip yörük beyini kapıdaki güruhun elinden kurtarmış. Koca yörük çevresine ve konuğu olmaya geidiği, tanışı iki kişinin yüzüne bakmış: "Ülen" demiş, "Benim dört ayaklı köpeklerim senin iki ayaklı köpeklerinden daha terbiyeli bel.. Köpeğine söz geçiremeyen ağanın sürüsünü kurt götüre..." Sonuçta konuğu sıraya almışlar. Padişah, vezırine "Ben yediğim tokadın öcünü bu adamdan alacağım. Sofrayı deniz kenanna kurun, her yemeğı altın tabakta getirin" diye buyurmuş. Emrı yerıne getirilmiş. Padişah, veziri ve yörük beyi deniz kenarında yemeğe başlamışlar. İçinde yemek biten altın tabak denıze atılıyormuş. Yemek yenmeye, altın tabaklar denize atılmaya devam ederken öyle bir noktaya gelinmiş kı vezir, "Şevketlim, yeterartık, hazine boşaldı" demiş. Yörük başını sofradan kaldırmış, vezire bir tokat aşketmiş, ardmdan da "ülen" demiş, "Ben sana evsahibinin işine kanşma dememiş miydim!.." Böyle bir tepkiyi yörükten beklemeyen padişah büsbütün şaşırmış; sonuçta yörük beyine vezirlik önermiş. O da kırk gün ne yaparsa yapsın işine hiç karışılmaması koşulunu koymuş. Yörük beyı başvezir makamına ertesi günü bağdaş kurup oturmuş; başını önüne eğmiş, akşama değin öylece oturmuş; bir gün, beş gün, on gün, yirmi gün, otuz gün. Hep öylece oturmuş. Derken vezirleraralannda fısıldaşmaya başlamışlar; bırbirlerine "Allah Allah, bu başvezir dilsiz mi ki, bir derdi mi var ki?" diyorlarmış. Otuz dokuzuncu gün, öğle vakti, en kıdemli vezir, yılışık bir dille neden konuşmadiğını ve derdinin ne olduğunu basvezire sormuş. Yörük beyi eliyle işaret edip veziri yanına çağırmış; kulağına eğilmiş; usulca "öen sünnetsizim" demiş. Vezirlerin kıdemlisi "Or)cooooo... Sıkıntın bu mu ağam, biz hepimiz sünnetsisiz." diye yanıt vermiş. Yörük beyi o akşam padişaha "Senin devlet işlerinin niçin bozulduğunu, düzelmesi için ne yapmak gerektiğini öğrendim; yarm sabah birlikte işi çözeceğiz" haberini vermiş. Ertesi sabah padişahla yörük beyi kapıya durmuşlar; vezirler boy sırasına göre teker teker çağrılmışlar; her gelenin donunu sıyırmışlar; kırk vezirden ikisi sünnetli çıkrmş. Yörük beyi, "Padişahım, bunlardan birisini başvezir, ikincisini yardımcısı yaparsın, devletin işleri yola girer" deyıp atına binmiş, çekmiş, çığırmış, gıtmış.." Ohooo... PENCERE 20 MART 1988 DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VURUN <*Cok subeli bir banka,dıs islemlerde de uzmansa Garanti Bankası 1987'de ithalatihracat işlemlerinde, döviz gelirlerinde büyük artışlar sağladı. İlhan Selçuk 15. bası 1500 lira (KDV içinde) Çağdaş Yayınları Türkocağı Cad. 3941 Cağatoğtuhtanbul BRAVO DOGRÜSU!" Yurtiçinde çok şubeli, yaygm bir bankanın, aynı zamanda dış islemlerde uzman olabilmesi, başan göstermesi, sağhklı ve dinamik bir yapının işaretidir. Garanti Bankası'nın 1987'deki gelişimini dikkatle inceleyin. Paranızı, işinizi, geleceğinizi Garanti 'ye alın. L GÜZELDİR Nnnıllah Can İsteme Adresi: P.K. 140 Kadıköy/lst. Fiyatı: 500 TL. Dağıtım: ÇabaTümda MENTEŞ ERTAY'ı kaybetmiş olmanın uzüntusü içindeyiz. Merhuma Tanrıdan rahmet, ailesine ve bankamız camiasına başsağlığı dileriz. Ingiltere'de İngilizce 1016 yaş grubu çocuklara BARAT 147 44 88 148 43 57 İngiltere'de Ingilizceyi ucuz oğrenme imkânını şirketimi* sağlar. Derin Limited 1158 53 42 1727 yaşiannda bayanlar, ingiltere'de çocuğa bak, karşıhğında İngilizce öğren. 1158 53 42 Jngiltere'de İngilizce, haftada 94 pound'dan ıtıbaren BARAT 147 44 88 148 43 57 T.C ZİRAAT BANKASI MÜFETTİŞLERİ DAYANIŞMA DER.VEĞİ YOL KESENIRMAK Hıfzı V.Velidedeoğlu 2. bası, 1200 lira (KOV içinde) Çağdaş Yayınları Türkocağı Cad. 39/41 Cağaloğlutstanbul GARANTİ BANKACILIKTA İHTtYAÇTAN SATILIK Ankara Kurtuluş'ta telefonlu daire. istanbul Tel.: 556 28 00 Ingilıere'de İngilizce Studio School Cambndee BARAT 14744 8SI4S 43 57
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle