18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7ŞUBAT 1988 CUMHURİYET/7 Stockhohn'den Bazılan çok mu geri kaldı ne? Nükleer silahların ortadan kaldırılması ve yeryüzünde kalıcı barışm sağlanması yönünde çaba göstermek amacıyla 3 yıl kadar önce oluşturulan "6 Ülke Girişimi" bu sürecin dışında mı kalıyor? İki süperin Washington zirvesi onları daha ne kadar kuytuda bırakıyor? Şimdi bu tartışılıyor. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Nükleer silahlann ortadan kaJdınlması ve yeryüzünde kalıcı banşın sağlanması yönünde çaba göstermek amacıyla 3 yıl kadar önce oluşturulan "6 Ülke Ğirişlmi", hızlandırılması uğrunda savaşım verdiği silahsızlanma sürecinin gerisinde, hatta dışında mı kalıyor? 5 kıtayı temsil eden 6 ülkenin liderlerinin kaühmıyla geçen hafta Isveç başkentinde yapılan " 6 Ülke Girişimi 4. Silahsızlanma ve Banş Toplanbsı", gözlemcı ve uzmanlar arasında bu sorunun sık sık gündeme getirilmesine yol açtı. "Söoük" sözcüğüyle ifade edilebilecek bir toplantı yasandı Stockholm'de. Yeni bir bildirge yayımla . mak tizere bir araya gelen Meksika Devlet Başkanı Migud de la Madrid, Hindistan Başbakanı Rajiv Gandi, Tanzanya Devlet Başkanı Julius Nyerere, Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu, Isveç Başbakanı Ingvar Carlsson ile ordudaki isyan nedeniyle ulkesinden ayrılamayan Arjantin Devlet Başkanı Raul Alfonsin'in vekili Dışişleri Bakanı Danle Caputo, ikili ve toplu görüşmelerinde gündeme pek bir yenilik ya da canlılık kazandıramadılar. Görüşmelenn son günü yayımlanan Stockholm Bildirgesi'ne de yansıyan bu durum. " 6 Ülke Girişimi"ne duyulmakta olan kayıtsızlığı daha da arttırdı. Görüşmelerin önemi konusundaki kuşkulan, "Bu tür toplantılann yapılması. yaptlmamasından daha iyidir" şeklinde özetlenebilecek sözlerle gidermeye çalışan İsveç Başbakanı Carlsson, "6 Ülke Girisimi"nin "biçimsel" olmaktan öte gidemediği yolundaki eleştirileri bir anlamda kabul etmiş, en azından anlayışla karşılamış görünüyordu. Liderlerle birlikte 6 ülkenin Stockholm'e gelen basın mensupları acımasız ve alaycı ifadeler kullanmaktan hiç çekinmediler "ciddi bir şaka" diye tanımladıklan toplantı konusunda. Bir Yunanlı meslektaş, "Telefonla konferans düzenleselerdi çok daha iyi olurdu" diyor ve ekliyordu: "Ne bu kadar para ne de bizim bu kadar vaktimiz ziyan olmazdı." 6 liderin ortak basın toplantısmda açıkladıklan Stockbolm Bildirgesi'nde, önceki üç bildirgede yer alan göriişler yer yer aynen, yer yer de ufak degişikliklerle tekrarlaruyordu. Stockbolm Bildirgesi'nde öne çıkanlan en önemli öneri, nükleer denemelerin durdurulmasını öngören bir antlaşmanın hazırlanması ile ilgili olanıydı. 6 ulke, böyle bir antlaşmanın uygulanmasında gözlemci rolünü üstlenmeye hazır oMuklanm da vurguladılar. Vurgulanan bir başka nokta ise, silahsızlanma çabalanmn BM düzeyinde sürmesi için 6 ülkenin çalışmalannı yoğunlastıracağı idi. Mesajda bir değişiklik yoktu; ancak süper gücler arasındaki durum, üç yıl öncesine göre çok değişmişti. ABD ile Sovyeder Birliği'nin "sıkı diyalog" döneminden sonra 8 aralıkta INF Antlaşması'nı imzalaması dikkatleri o yana çekmiş, " 6 Ülke Girişimi" kavtıaklı çağnlar bir bakıma "kuytuda" kalmıstı. İlk adı 5 kıta girişimi olan 6 Ülke Girişimi, 36 ulkenin silahsızlanma uzmanlannın süper güçler arasında diyalog kurulmasım sağlamaları için çeşitli ülkelerin liderlerine 1983'te çağn yapmasından bir yıl sonra, Oiof Palme ile lndira Gandi'nin çabalanyla 1984 baharında oluşturulmuştu. Diyaloğun "kilitli" olduğu bir sırada 6 ülke liderinin yayımladığı 22 Mayıs 1984 tarihli ilk bildirgede, "İnsanlığın varhğı ya da yokluğunun söz konusu olduğu" vurgularuyor, nükleer silahlanmanın dondurulması isteniyordu. Nükleer sılahlar, sadece onlara sahip olan ülkeleri değil, bütün dünyayı ilgılendırmekteydi. Bunu izleyen 1985 ve 1986 tarihli iki bildirge de yalın ifade biçimleriyle yankı yaptı. Her ne kadar toplam nükleer gücün küçük bir bölümünü içerse de, INF Antlasması, her iki süpergücün doğrudan doğruya "silah indirimine" gidebileceğini gösterdi. 6 ülkenin çabaları bu nedenle nükleer denemelerin durdurulması ala* nına yöneleceğe benziyor. Ancak bu tutum, 6 ülke üstündeki gölgeleri daha da belirgin kılmakta. Hindistan'ın bızzat nükleer deneme yapmış olması ve yeni denemelere kapıyı sürekli açık tutmaya özen göstermesi, ayrıca Hindistan'la Arjantin'in, "Nükleer Silahların Çoğaltılmasına Karşı Anüaşma"nın altına imza atmayı reddetmeleri sürekli olarak eleştiri konusu yapılıyor ve topluluğun saygınlığı önünde ciddi t'engeller oluşturuyor. Beyuzı özler olduk DOCAN ABALIOĞLU ZÜRİH Neredeyse hayali olmayan bir kar dışalım firması kuracak dunıma gelindi. Kış gibi bir yaz geçirdikten sonra arada sırada bahar havasına bürunüyonız. Bazen paltoyu, ayıp olmasa pardösüyti bile çıkaracağımız günler geçiriyonız. Kişi memnun. Çalışanlar daha az yapay ışıkta işlerini görüyor, Çocuk arabalanyla anneler parklan dolduruyor. Ancak istasyondaki devinimde kayaklanyla olanlar azınlıkta. tki bin metrenin üzerine çıkanlar bu tür kış sporundan yararlananlar. Daha aşağılarda beyaz, bulunmaz, özlenen renk oldu. Noel, yılbaşı arası dinlencesinde yola düşenler, ha bugün ha yarın derken beklemeyi bırakıp, gezjnti ve joppingle dunımu idarc elmeyi yeğlediler. Halen de bir değişiklik yok. Oteller için şimdilik bir zarar söz konusu degil. Ama teleferik işleticilerinin yüzünden duşen bin parça. Gerili kablolar altında arzı endam edenler, dolgun memeli montafon inekleri. Çevre yeşil orman, toprak yeşil ot kapb. Kardan eser yok. Doğanın bu oyununa kızanlann yanında hoşnut olanlar da var. Başında bdediyeier geliyor. Sabahın erken saatlerinde, kargaların kahvaltılarından önce yollann açılmaları gibi bir sorunlan yok. Antma tesislerine fazladan yük bindiren mıcır, kum serpme girdileri halen bilançolarında gözükmüyor. Mevsimden yararlananlar salt St. Morta'e gidenler oldu. 500 metre genişlikte, 1.7 kilometre uzunluktaki göl buz tuttu. Yerel sorumlularca her gün ölçülen buz, statik açısından 10 santim kalınlıkta, 100 bin kişiyi taşıma gücüne erişiyor. St. Moritz'de bu sayı ortalama 45 santimetre. Ancak bu her kez yaşanan bir olay değil. tki, üç yılda bir yenilenen durum. Yani Isviçre'nin girdilerinde etkin bir yer tutan kır turizmi, kaybettiği eşeğini bulma sevincinde, ama gelecek yıl hoca örneği kara kara düşünebilir. 1963'te bu durum, muza benzeyen Zürih gölünde de yaşanmış. Karşıdan karşıya gidiş gelişler o ince demirli ayakkabılarla gerçekleşmiş, yalılarda oturanlann konukları artmış. Tarihe ve resimlere geçmiş bu olayı oturma odasının sıcak ortamında anımsayanlar. o zaman kendilerini ısıtacak enerjinin ayaklarının altında olduğundan habersizdiler herhalde. 1984'te başlatılan bir ön çalışma yeni açıklandı. Gölün önalt (kente yakın) bölümünden 15 metre derinlikte alınacak suyun salt 1 derecelik aynmı 170 bin kişinin ısınmasıyla eş anlamlı. Daha çoğu ekolojik dengeyi bozabileceğinden, başka bir deyişle bugünkü bilimin bunun fazlasının kimyasal ve biyolojik değerleri nasıl etkileyecegini tartabilecek düzeyde bulunamamasından, düşünülmüyor. Zürih gölü aynı zamanda Zürihlilerin içme suyunun da ana kaynağı. Zoliikon önlerinde, 30 metre derinu'kten alınarak Lengg'e pompalanan su, antüdıktan sonra dağıtıma bağlanıyor. Ancak kente düşen yağmur suyu bile kanalizasyonlarla toplanıp dünyanın en pahalı atıksu antma tesisi Werdbözli'den geçerek, sürahiye koyma niteliğinde LJmmat'a döküldüğünu eklemek gerekli. Suyun dengede kalabilmesi için kıIı kırk yararcasma hesaplanan bu 1 derecelik birimden 450 megavatlık enerji elde edilmesi söz konusu. Buna eklenecek yüzde kırklık elektrik veya doğalgaz katkısyla 4.5 kw olan kişi başına düşen enerji gereksinimi böylece 170 bin Zürihli'ye yetecek düzeye vardınlıyor. Genel anlamda sistem bozdolabı çalışması türünde. Enerji katkısıyia doğadaki ısıyı alıp yükselterek çalıştına sisteme (buzdolabında soğutucu dolanıma) aktarmak. Yetkililerce Zürih'in ytizeysel sulannda (Greifen gölü 12, Glaft ve Töss akarsulan 10'ar, kanton sınınnda Iimmat 17 ve PöfRkon gölünde 3 megavat hesabıyla) 510 megavatlık bir potansiyelin varlığı duyunıldu. Bu belki doların tepetaklak olduğu bu dönemde önem taşımayabilir. Ama petrolün 73 duzeyine fırlaması olasılığını da hesaplamak zorundalar. Aynca havadaki, özellikle atıksu arıtmalarındaki enerjilen de eUeyerek kent ıa gereksiniminin ytlzde 15 ile 25 arasında bir açığj kapatabileceiinin bilincindeler. ZUrihten Bilbao 'dan Şatolan bugüne sıuımak... olmayan (yerine göre daha bile ucuzu var) paradorlar, eski eserlerin titiz bir onarımı ve modern otelcilik hizmetlerine cevap verecek biçimde sıcak su, kalorifer, parking vb. ile donatımından öteye eski kişiliklerine uygun bir iç düzenleme gösteriyorlar. Yani JarandiOa de la Vera şatosuna gidip, V. Carios'un sizden yüzyıllar önce kaldığı odada gecelemenin heyecanını, o döneme yakışmayan bir karyola ile payiaşmak söz konusu değil. Bavulunuzu üstüne koyduğunuz tspanyol sandığından demır karyolanıza, havlulara basılı soyluluk (!) armalanna vanncaya dek her şey yeni ve fakat yerin dış kabuğuna ters düşmeyecek biçimde hazırlanmış. Dünyanın turizmden en çok para kazanan dörduncü ulkesi boşuna olunmuyor. Ispanyol Turizm Bakanlığı'mn tek hüneri de paradorlar değil. Bakanlık, aynı turizm politikası doğrultusunda, yalnız 48 saat kalınabilen bir dizi yol ustii "han"ının, her bölgenin özgün mutfağını sunan bir lokantalar ağının ve dağ konukevlerinin de sahibi. Yazar Aiberto Moravia'mn genç, esmer güzeli karısı Carmen Uera, Dürzi liden Cumblad'la ilışkisini anlattığı kltapla adını duyurdu. Roma'dan Eski ya da sanat değeri taşıyan şato ve kaleleri onararak ülkeyi bir devlet konaklama tesisi ağıyla donatmak fıkri, 1926'da turizm danışmam bir soyludan çıkmış. Ve bugün lspanya'mn hangi turistik köşesine yolunuz düşerse bunlardan biriyle karşılaşırsınız..MtNE G. SAULNIER BILBAO Cordoba Sevilla arası bir ince nehir, adını şiirlere koymuş: Gualdakivir. Andaluz dilberlerinin yuvarlak coğrafyasını andıran çıplak dağlarda, ak diken meyveye durmuş: Kızıl, dolgun ve buruk. Oysa yol yamacından başlayan uçsuz bucaksız narenciye ormanlan, altın toplarını henüz yeni yeni insan eline bırakmakta. Havada, güneş yüklü portakal kokulan. Acı mavı göge doğru kaldınnca insan başım, tepelere tünemiş bir köy göze çarpıyor. Köyün ortasında yükselen şahin yuvası, bir şato: La Arruzafa. Cordoba "kamu paradoru." Bir çeşit devlet oteli olarak restore edilen bu şato, 163 yatak kapasitesiyle yalnız 1987 yılında 43.000 kişiyi ağırlamış. lspanya'mn hangi turistik köşesine düşerse yolunuz, mutlaka bir "parador"la karşılaşırsınız. "Duraklama" ya da "konaklama tesisi" diye çevrilebilecek "parador" sözcüğü, artık Ispanyol dilinde özel isimleşmiş. Eski ya da sanat değeri taşıyan şato ve kaleleri onararak, ülkeyi bir devlet konaklama tesisi ağıyla kaplamak fikri, 1926 yılında turizm danışmam olan bir soyludan, "Vega Inclau Marki"sinden çıkmış. Bizde de Çelik Gülcrsoy'un uygulamaya Carmen'in aşkı Aiberto Moravia'mn, 80'lik bu ünlü yazarın gencecik karısı Carmen Uera, Georgette" adlı bir kitap yazdı. Kitap, adını ünlü Dürzi lider Velit Cumblat'ın karısından, konusunu da Carmen'le Cumblat arasındaki yarıyasak aşk öyküsünden almış... NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA "Ögleden sonrayı dışarda gecirhorum. Ctde döndügümde bitkin ve huzuniü. üm. Bara gidip bir bira istiyonım. Birden Bey'in tahrik edici bakışlanyla karşılaşıyorum. Gülumsuyor. Yaklaşıyor ve kim oldugumu, ne yaptığımı soruyor. Bir içkiye davet ediyor..." Tarihlerden 15 Mart 1986. Stockholm yas içinde. Olof Palme'nin cenazesi için gelen yabancı delegasyonlar kentin tüm lüks otellerine dağılmışlar. Cenazeye gelenler arasında Aiberto Moravia'mn tspanyol güzeli kansı Carmen Llera ile Dürzi lider Velid Cumblat da var. Fakat onlar Stockholm'un yasıja pek ilgili değiller. Loş bir otel bannda kendilerine gazetecilerin meraklı bakışlanndan uzak bir masa seçiyorlar ve hemen muhabbete başlıyorlar: "...Bana bir halkı. bir partiyi miras aldığım. dağbasında bir kalede taşadıgını, banşı sevdigi halde savaştıgını anlabyor. Georgette adında aptal \e duyarsız bir kadınla evli olduğunu, Aslan adında küçuk bir oğlu olduğunu söylüyor. Motosikletlerden, arabalardan, elektrikli trenlerden, fotoğrafçılıktan ve ickiden hoşlanıyor... Konuşurken çekinerek parmaklanmı, bacaklanmı oksuyor, dudaklannı aralıyor ve 'emrinize amadeyim madam' diyor..." Moravia'mn 34 yaşındaki kansı ile "bir halkı, bir partiyi" miras alan çapkın Durzi lider işte böyle tanışıyorlar. Bar faslından sonra hızla asansöre yürüyorlar, kapıdaki koruma görevlilerini selamlıyorlar ve soluğu Cumblat'ın odasında alıyorlar. Gerisini yılın en sansasyon romanı "Georgette"de Carmen Llera Moravia şöyle anlatıyor: "Vücuduma bayıldıgını söylüyor. Vücuduma bakıyor, saatler boyunca okşuyor. 'Seni henüz tanıdığım halde şimdiden âşığım' diye fısıldıyor. Hep böyle söylenmez mi zaten? Fakat dili, elleri, vucudu. benimkinin uzerinde gece boyunca sürekli hareket ediyor." Adını Cumblat'ın aslında "Jervette" adlı "aptal ve duyarsız" karısından alan "Georgette" daha piyasaya çıkalı 10 gün olmamasına rağmen, şimdiden ttalya'da en çok sözü edilen kitaplar arasına girdi. Carmen Llera Moravia'mn "Saaa, Aiberto" diye şefkatle kocasına ithaf edip, sevgilisini anlattığı kitabı en başıa Aiberto Moravia övuyor: "Gayet iyi yızılmış bir roman" diyor bu yıl 80'ini deviren koca Moravia, "Anlatmasını çok iyi bUen bir yazann eiinden çıkügı söylenebilir. Bundan sonrası artık Cannen'e kalıyor. Fakat ben hararetle yazmasını desteklerim." Alberto Moravia "yazan" kadınları seviyor. İki yil önce ölen ilk kansı Elsa Morante ile uzun yıllar birlikte olduğu Dacia Maraini de öyleydi. İspanya'da çok genç yaşta evlendiği kocasından bosanıp, tek çocuğunu ülkesinde bırakarak uzerinde bir blucinle 22 yaşında İtaiya'ya göçen Carmen de Aiberto Moravia'ya rastladıktan sonra ünlü yazann yazar kadınları arasına katıldı. Hatta cimriliğiyle tamnan Albeno Moravia kendisinden 46 yaş genç, çiçeği burnunda karısına, yazarken konsantre olabilmesi için bir de dayalı döşeli daire hediye etti. Tek başına, kentin en seçkin semtlerinden birinde olan bu dairesine kapanıp, kimse tarafından rahatsız edilmeden yazan Carmen, ağustos başında daktilosuna ilk beyaz kâğıdı geçirdi ve Lübnan savaşının yatağından nasıl göründüğünü anlatmaya başladı. Öykü Carmen'le "Feodal Bey"in çeşitli Avrupa başkentlerinde buluşmalan, Carmen'in Amerikalı bir TV kameramanı ile, "Bey"in güzel göğüslü genç bir gazeteci ile birbirlerine ihanet etmeleri arasında gelişiyor. Fakat bir yıl süren ve savaşla komplike hale gelen aşkını kaynayan Ortadoğu'ya dek takip eden Carmen, sonunda bu işten sıkılıyor ve son bir bakışla "çok kdh" bulduğu sevgilisini bırakıyor. Carmen Moravia'mn düşunde geri planda, aşk Uçgeninin öbür yüzü, Cumblat'ın gösterişli sanşın Çerkez kansı "Georgette"in havali kalıyor.. Kısa, şimdiki zaman kullanan "minimalist" bir dille yazılmış öykü bundan ibaret. Velid Cumblat'ın Carmen'in kitabı için tüm söyledikleri "Bu kadın kendi reklamını yapıyor. Benim düşünecek daha önemli işlerim var"ın ötesine geçmiyor. Cumblat'ın "Georgette"den sonra geçen yaz aldığı 3. sanşın karısı Nora Charabate ise, "Carmen'in Moravia ve Cumblat'ın isimlerini kullaodıgı gün gibi ortada. VHid'e gönderdigi mektuplaria da Urtılacak olursa yazar demeye de bin şahit ister. Ama her halükârda kitabı okuyacagım" diyor. Nora'nın kadınca merakına karşın, Alberto Moravia kansının 30.000 kopya basan ve 150 sayfa dolduran aşk serüvenlerini neden böyle canı gönülden destekliyor? Kimi Moravia'mn 80 yıllık yaşlı kalbinin aslında ıstırap içinde olduğunu, kimi de tıpkı romanı "SüantT'nın kahramanı gibi bu işten özel bir keyif aldığını iddia ediyor. Böylece Moravia'mn kansının arzulannı ve düşlerini kontrol ettiğini söyleyenler de var. Neticede Roma'da herkes Alberto Moravia'yı konuşuyor. Moravia reklamı ve heyecanı çok seviyor. Belki Carmen'den de çok. Ulusal tunstik konakJama aflına bağlanmış eski şatolardan biri de V Carlos'un Caceres'tekı sarayı uğraştığı bu parlak buluş, ortam tspanya, dinleyen kulak da tstanbul kasabma değil tspanya kralına ait olduğundan hemen benimsenmiş. KraJ XIII. Alfonso tarafından restore ettirilerek hizmete açılan ilk parador "Gredos Şatosu"ndan sonra. Ulusal Parador Işletmeleri tam 86 kamu oteli ile bugün 8700 yataklı bir turizm kapasitesine ulaşmış bulunuyor. Bunlardan otuzu, birinci derecede eski eser sınıfına giren paradorların en güzeli, kuşkusuz Granada'daki "Saa Francisco Sarayı." Ondörduncü yüzyılda 1. Yusuf tarafından yaptırılan mescitli saray, iki yüzyıl sonra manastıra, altı yüzyıl sonra da otele dönüştürülerek zamana meydan okumakta. Arap Ispanyol mimari sentezinin en güzel örneklerinden biri olan bu saray ve benzerlerinin otele dönüştürülmelerine karşı çıkanlara verilebilecek en tutarlı yanıt, tarihin kendisi: Camilerin kiliseye, kiliselerin de camiye dönüştürülmesi daha mı az yıpratıa? Granada paradorunun "San Francisco" manastırı olarak müzeleşmesi başlangıçta saray olan bir yapı için oıelliklen daha saçma değil mi? BASK bolgesindeki Olite paradoru, temeli I274'te III. Carlos tarafından atılan "Viyana Prcnslik SarayV'ndan bozma. Zafra'daki "Hernan Kortes" paradoru. 1437'lerde yapılmış bir şato. Barcclona'daki Cardona paradoru ise eşsiz bir ortaçağı kalesi. Hem eski eserleri yıkılmaktan kurtaran hem de kâr getiren birer kuruluş yapıp çıkarak bir taşla iki kuş vuran tspanyol Turizm Bakanlığı, bu parlak buluşun dünyadaki ilk uygulayıcısı olmakla övünüyor. Yatak kapasiteleri kiminin 12, kiminin 300 olan paradorlann hepsi karda mı? Hayır, ama devlet, geçen yıl ortalama yuzde 54 dolu kapasiteyle çalısan bu konaklama ağını bir bütun olarak ele almaktan, sonuçta kazançh çıkıyor: Paradorların 1986 yılındaki net toplam kârı 5 müyon 663 bin dolar. 1987'de ise aşağı yukarı 9 milyon (dolar tabii)... Müşteriye "hediyesi" dört yıldızlı herhangi bir otetden daha pahalı Bu yapılar, yeniliklerine karşın yine de bulunduklan yörenin özgün mimari çizgilerinden zinciri koparmayan bir bütünlük gösteriyorlar. Akdeniz kıyısına Manhattan kuleleri diken SİVTİ akıllılar yok mu tspanya'da? Var elbet. tberik Yarımadasının tum kıyıları talan edilmiş, kumsallan yağmalanmış durumda. Turizm gelirinde dünya ikincisi ve komşusu Fransa'da var olan butünsel estetik kaygısmın kamu saygısımn ve mimari titizliğin onda biri yok İspanya'da. Ama hiç olmazsa devlet kötü örnek olmuyor bu ülkede. Bir ulusal konaklama tesisine girdiğiniz zaman kaliteyi güzellikle birlikte bulacağınızı önceden biliyorsunuz. Zevksizlik balığı baştan kokmuyor İspanya'da. Bu da bir şey. Oslo'dan ParisHen Giyînik bir modelle söyleşi FtRUZ KUTAL OSLO Model bayan, yirmi beş dakikadır aynı pozisyonda duruyordu. Yorgun görünüyordu. Bizler resmini yapıyorduk. Işi bitince kendisi ile konuşmak istediğimi söyledim. Torhild, ne zamandan beri modelsin? TORHtLD Profesyonel olarak 1980'de başladım. Daha önceleri bir heykel galerisinde çalışıyordum. Oradayken sanatçılarla tanıştım ve ilk defa bir kadın heykeltıraşa modellik yaptım. Daha sonralan bir iki portre ressamı da resmimi yaptı. Çok az para kazanıyordum o zamanlar. Bakmam gereken bir kızım vardı ve bir gün duvarda bir ilan gördüm. Akademiden bir profesör model anyordu. Karar verebilmek için üç hafta bekledim. İlan hâlâ duruyordu ve para durumum da çok kötüleşmişti. Telefon edip konuşmaya gittim. Üzerime kat kat elbiseler giyırleme rağmen kabul edildim. O gün ilk çıplak modelliğimi yaptım. Ne tür bir egitimin var? TORHtLD Müzik öğretmeniyim. Neden mi mesleğimi sürdürmedim? Evlenmiştim. Çocuğum olmuştu. Mesleğimden de uzaklaşmıştım. Boşandım ve heykel galerisinde iş buldurh. Model olacağım aklıma gelmezdi. Ama şimdi severek yaptığım bir iş. Bir iş tüni olarak modelliği taoımlar mısın bize? TORHtLD Modellik, sanat eğitimi için önemli bir işkolu. Benim içinse yaratıcı bir iş. Bir insanın oturup, diğerlerinin resim yaptığı bir iş değil yalnızca. Her işin sancılan var, ama modelliği hiçbir işle karşılaştıramıyorum. Öncelikle, duracağın hareketi düşürunek, bedenin o harekete uyumunu sağlamak, çıplak bedenini korumayı tasarlamal^ yaratıcı kılıyor insanı. Öte yandan, kendisinden vermesi gereken bir iş. Modellik, elbisesiz olarak sen olma mücadelesi verme, sürekli bir meydan okuma. Giyinikken yüzüme taktığımı hissettiğim maskeyi, çıpiakken koruyabilmem zor. Bunlar, bu işin pozitif yaru. Negatif yanı ise fiziksel sancılan. 20 dakika aynı pozisyonda durmak, bedenin doğasına aykın. Bu yüzden, günde maksimum 4 saat çalışabiliyoruz. Belli bir yaştan sonra, bedeninin fonksiyonlarını gerçekleştiremediği için, modellik Oğmtmenlerin haklı telaşı 196O'lı yıllarda oldukça saygın bir meslek olan öğretmenlik son yıllarda iyice gözden düşüyor. Bu, kırsal kesimde bu kadar olmasa bile, kentlerde öğretmenliğe "başka iş yoksa yapılacak meslek"'gözuyle bakılıyor ki bu, Fransız öğretmenini rahatsız edici bir gidişe yol açıyor. SABETAY VAROL PARİS 400 yüz bin üyeli öğretmen sendikal kuruluşu FEN'nin (Federation de L'education Nationale) Genel Kurul toplantısı geçen hafta içinde yapıldı. Sonradan düzeltme gereği duyulan iki üç cümlesi olmasaydı, kuruluş genel sekreteri Yannick Simbron'un açış konuşn^ası, büyük olasılıkla TV ve basın organlarına geçmeyecekti bile. FEN'nin çiçeği burnunda genel sekreteri Fransız kamuoyunda heyecan yaratacak ölçüde ciddiye alınabilen nelçr demişti ki? 1984 yılı içinde bir milyona yakın kişiyi sokaklara döken kilise kontrolündeki okullardan söz ederek: "Bu okullar eger tnch'i benimsetme görevini yeniden iistleneceklerse, laik devlet bütçesinden bunlara sübvansiyon akıtılamaz. Kamu parası Katolikler kadar Protestan, Miısluman. Yahudi >e ateist ailelerin çocuklanna da kapılannı açık tutan oknllara verilebilir" demişti Simbron. Tüm basın organlan. "FEN Genel Sekreteri okullar savaşını yeniden mi alevlendirmek isrjyor?" sorusunu ister istemez sordu. Tabii, herkes bu soruya kendi eğilimine uygun bir biçim vermeye çalışarak... Özel okullann imtiyazlarını ortadan kaldırma girişimi 1984'te önce zamanın Eğitim Bakanı Alain Savary'yi, ardından Başbakan Pierre Mauroy'yı koltuğundan etmiş. Cumhurbaşkanı Mitterrand, atılan "yanlış" adımı telafi etmek için akla karayı seçmişti. Yukarıdaki sözlerin sahibi öğretmen sendika liderini kastederek, Cumhurbaşkam Mitterrand'a "Bunlan söyiemek için Chirac'tan para mı aldı?" dedirten karikatür sanırız durumu gayet güzel özetliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinden FEN'yle yakın ilişkisi olduğu bilinen Sosyalist Parti "Okullar savaşını yeniden canlandınnaya niyetli degiliz" diye açıklama üstüne açıklama yaparken, sendikal kuruluş da, "Amacımız kilisenin bu okullar aracılıgıyla tncil'i benimsetme görevini yeniden üstlenmesindeki çelişkiye dikkati çekmek, yoksa özel okullar çoktan kapanmıs bir konu" şeklinde genel sekreterin sözlerini düzeltmekte gecikmemeyi yeğledi.. 1986 sonbaharmda. 84 yılından çok farklı hatta bir anlamda tam tersi amaçlarla da olsa bir milyona yakın liseli ve üniversiteli gencin bir kez daha sokağa döküldüğünu arumsarsak, "egitim" sorununun Fransa'da ne kadar önemli olduğu sanırız çabucak anlaşılır. FEN'de eskiden beri iki eğilim cekişir: llkokul \e ortaokul sendikalan ile Federasyona egemen Sosyalist Pani yandaşlan bir tarafta, Komunist Partililerin egemen olduğu lise öğretmenleri sendikası öbür tarafta. Kuruluşun geçen hafta içinde yapılan kongresinde tartışmalar iki konu etrafında cereyan etti: "2000 yılına girerken egitim" ve "Sendikacılıgın gelecegi." Doğal olarak sendikal problemler, politik çekişmeleri tamamen saf dışı bırakamadığından her iki kanat da kendi durumuna uygun tezler savundu. Biz memurlar sendikalara üye olmalı mı olmamalı mı, sendikalar siyasal partileri desteklemeü mi desteklememeli mi düzeyinde tartışırken başka ülkelerde, özellikle "2000 yılından sonra da olsa" ne pahasına olursa olsun girmeye ahdettiğimiz AT ülkelerinde bu konulann hangi planda ele alındığına göz atmakta yarar var, Yoksa bu tezlerin aynntısına girmenin bizler için fazla bir değer ifade etmediği ortada. 400 bin üyeli FEN Genel Sekreteri Yannick Simbron bakın sendikacılıgın gelecegi hakkında neler söylüyor: "Gençler ve gelecek kuşaklar 'sendikacılık', 'dayanışma sendikacılığı' ve 'dernekçilik' gibi alanlara el atma konusunda biz ve bizden eskileri izlemevecek ve zaten şimdiden izlemiyor. Sendikacılık Fransa'da diger ülkelere oranla her zaman için sayica zayıf kalmıştır. Bununla birlikle. 1960'ta tüm sektörlerde ücretli sayısının yüzde 20'sıni sendikalı emekçiler teşkil ederken, bu sayı günümüzde yuzde 10'un altına düşmüş bulunuyor. Bu rakamlardan endişeye kapılmamak mümkün mu?" Milli Eğitim dalında neredeyse "tekel" olarak bilinen FEN'nin üye sayısının on yıl içinde 500 binden 400 bine düştüğünü görüyoruz. Öğretmenlerin maaşlannda da son yıllarda inanılmaz bir erozyon olduğu biliniyor. Örneğin, 1960'h yıllarda öğretmenlik toplumda saygınlıgı olan bir meslekken, gunümüzde maaşın düşüklüğü yuzunden bu saygınlığını büyük ölçüde yitirmiş bulunuyor. Kırsal merkezlerde bu saygınlık bir yere kadar korunurken, orta ve büyük kentlerde öğretmenlik, 'liseden öteye ögrenim görebilmiş ancak başka işe yaramayan kisilerin kabul ettigi bir meslek' olarak göriilüyor. Bu yuzden de açılan sınavlara başvuran genç sayısı durmadan azalıyor. Milli Efttim Bakanlığı 2000 yılına kadar Fransa'da 300 binlik bir öğretmen açığı duğacağını saptamış durumda. Torhild 8 yıldır modellik yapıyor yapan çürüğe çıkar. Bu meslekteki en önemli hastalıklar, dizde ve sırtta yaşanıyor. Şunu da yaz: "Norveç soguk bir ülke. Bu yiizdcn romatizma olma şansımız da var.' Norveç'te modellerin statiisünü anlatır mısın? TORHİLD Çok az sayıda model var bir kere. 15'i geçmez. Hiçbir statümüz yok. Üç yıl sonra ne olacağımızın garantisi yok. Hastalık durumunda nasıl geçiniriz bilemiyorum. Ama şimdilerde örgütlendik. Çok düşük ücret gnıbuna dahiliz. Devlet çalışam statüsü kazanmak için çalışıyor, maksimum 4 saat çalışmanın bu meslek için iş saati olması mücadelesini veriyoruz. Kendin hakkmda neler söyleyeceksin? TORHİLD 1950'de Norveç'in batısındaki bir köyde doğmuşum. Ailem, kuzeyden işsizük nedeniyle batıya göçmüş bir işçi ailesi. Köyde büyüdüm. 3 kardeşiz. Annem güzel şarkı söyler; babam da her şeyimizi kendi yapardı. 68'de Oslo'ya geldim. Okurken çalıştım. Evlendim. Sonrasını biliyorsun. Kadın hareketi hakkmda diişüncelerin? TORHtLD Norveç'te kadın hareketi zamarunda başladı ve zamanla güç elde ettik, haklara sahip olduk. Toplumumuzun erkek toplumu olma özelliğini değiştirdik sanıyorum. Ancak hâlâ insest (aile içi babakız, anneoğul ilişkisi) olaylan, kadırdarın dövülmeleri yaşanıyor. Bir de asıl gerçeklik kadımn çocuk doğurmasında. Şimdilerde erkekler de çocuklara bakıyor, ama kadınlann çocuk konusunda daha sorumlu sayılmalan güç dengesizliğine neden oluyor bence. Aile yapısı içinde, çocuğa bakmak vc erkeğin kanatlarını kabullenmek kadını zayıf kılıyor. Belki doğal bu. Ama bcn bu kadar haklar elde eıtiğimiz ülkemde hâlâ özgür olduğii,.u>/.u duşünmüyorum. Köln'den Almanyâ, geçmîşine yakalandı Alman TV'sinin tanınmış ustalarından Werner Höfer'in Nazi geçmişi, o dönemde yazdığı ateşli Hitler'ci yazılar ortalığa dökülünce Almanya birden karısıverdi ve bir gazete yorumcusunun ifadesiyle, "iç dünyasını hâlâ toparlayamamış Almanya, geçmişine yakalandı." ULYA ÜÇER KÖLN Alman basını geçmişiyie hesaplaşıyor. 3. Rekh döneminde gazetecelik yazarlık neydi, nasıldı, sansüre ne kadar serbestlik tanınıyordu, seçenekler neydi, savaş sonrası basın geçmişi aydınlatma görevini yerine getirebildi mi? Yazılı ve elektronik iletişim organları bu sorulara dokümantasyon, yorum, açık oturum ve dönemin yaşamını konu alan filmlerle yanıt arıyor. Hitler rejiminin yıkılmasından 40 kusur yıl sonra böyle bir tartışmaya yol açan olay, Alman TV'sinin tanınmış ustalanndan Werner Höfer'in görevden alınışı oldu. Höfer'in 1933 45 yılları arasında özellikle savaşın son yıllarında yayımlanan makaleleri, sanat eleştirileri bunca zaman sonra ekrana çıkmasına engel oluşturuverdi. F. Almanya'daki bir çok skandal gibi bu olay da Der Spiegel'in bir yayınıyla patlak verdi. Oysa nazi döneminin genç ve hırslı gazetecisi Höfer1 in geçmişi, NSDAP üyeliği, yazdığı 'rejime sadakat ve savaşa güç' aşılayıa yazılar geniş kitlelerce değilse bile işverenleri tarafından biliniyordu ve Höfer 1945'ten bu yana hep birer kamu kuruluşu olan radyo ve televizyon kurumlannda çalışmıştı. Hem de yüksek görevlerde. 10 yıl kadar TV müdürlüğü yapmıştı. Önce radyo sonra da televizyonda 30 yılı aşkın süredir yönettiği ve çeşitli uluslardan gazetecilerin güncel konuları tartışııkları pazar sabahı sohbetleri Almanya sımrlarının ötesinde ünlüydü. Üstelik Werner Höfer gerek yönetici gerekse program yapımcısı olarak sansür tanımayan, cesur liberal televizyonun simgesi olarak tammrdı. Hakkmda onyıllardır bilinenler, kariyerinde yükseldiği dönemde değil de şimdi; 75'ine gelmiş, çoktan emekli olmuşken, meslek yaşamını noktalamak üzereyken Höfer'i koltuğundan daha doğrusu ekranından etti. İşin bu yanıyla ilgili tartışmalar ayn bir fasıldı. Diğer yandan ilahlaştınlmış gazelednın geçmişine yenik düşmesi kisisel trajedinin ötesinde geçmişe ve basının rolüne yönelik hararetli tartışmalar başlattı. Bir gazete yorumcusunun ifadesiyle "İç dünyasım hâlâ lopariayamamış Almanya, Höfer olayıyla bir kez daha geçmişine yakalandı". Savaş sonrası kuşak ve daha gençlerin şimdi yanıt istedikleri ana sorular geçmişle hesaplaşmanın niçin hep ertelendiği, 1945te 'yıl 0 (sıfır) sü baştan' çağnsıyla birçok eski nazi yandaşmın nasıl birden demokrasiyle bütünleştikleri, kolektif suçun kapsamı oluyor. Savaş sonrası kuşaklar artık susulmuş gündelik suçlan da bilmek istiyorlar. Basının ustlendiği yeni görev pek öyle basit değil, Çünkü anlaşılan o dönemde yaşananlan anlatmak da anlamak kadar güç. Bu da yayınların bıraktığı izlenim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle