25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER tir. Hegel'de konu "köle ve efendi ilişkisi (diyalektiği)" olarak ortaya çıkar. Büyük dinler koleliğin kaldınlması yönünde bir tutumu benimsememişlerdir. Koleliğin, çok geç de olsa, hangi yaygın ve zorlayıcı nedenlere dayanılarak yasaklandığı konusu, yukarda kısaca değindiğim bir "özbilinç" sorunu olarak felsefede işlenegelmiş olmakla birlikte, kapitalizmle (birinci sanayi devrimi ile) sıkı sıkıya ilişkilidir. Kapitalist, kölenin yerine özgür işçiyi geçirmekte yarar bulmuştur. Köle, toprağa bağlı köylü, sonra özgür işçi... Ne diyeyim, elbette ilerleme sayacağız bu sureci. Ama köleciliğin ad değiştire, rek süregeldiğini unutmamak koşulu ile. DEFTER (edebiyattarihpolitikafelsefe) dergisinin ekimkasım sayısında bu konuya aynlmış olan iki inceleme yazısı beni çok ilgilendirdi. Bunlardan ilki, A. Kojeve'in "Köle Efendi Diyalektiği" başlıklı yazısıdır. A. Kojeve'e göre, insan bilinci kendini "istemek" ile ortaya koyar; fakat benzeri duygu hayvanlarda da bulunduğuna göre, insanı insan eden "isteğini isteme" bilincidir ve savaşı gerektiren bir seçenek karşısında bırakır onu. Savaşta kendini "kabul ettiren" efendi olur, "kabul eden" ise köle. Yazar şoyle diyor: "...Başka bir deyişle doğuş durumunda, insan asla yalnızca insan değildir. O hep zorunlu olarak ya efendi, ya da köledir. Eğer insan gerçekliği ancak toplumsal bir gerçeklik olarak doğabilmekte ise, o zaman toplum içinde, en azından başlangıçta, bir efendilik ve bir kölelik öğesi, 'özerk var oluşlar' ve 'bağımlı var oluşlar' barındırmak zorundadır. lşte bu nedenledir ki, ozbilincin kökeninden söz etmek, zorunlu olarak 'ozbilincin özerkliğinden ve bağımlılığından', 'Efendilik ve kölelikten' söz etmek demektir." köle ile ilişkisinde, ilk yaklaşımda, üstün durumda görünür. Oysa daha derin bir inceleme, onun bu üstünlüğünün aslında bir açmaz, efendinin trajik açmazı olduğunu ortaya koymakta gecikmeyecektir. Başlangıçta ölesiye savaşta kendisini bir insan olarak diğerine kabul ettirmek amacı ile yaşamını tehlikeye atmış ve biyolojik varlığını tıpkı herhangi bir canlı gibi en yüksek değer olarak görmekten kendini kurtaramayan köleye kendisini kabul ettirmiş olan efendi, tam da kendisini kabul eden bu diğerinin bir köle olması nedeniyle kabul edilmenin getireceği doynmu duyamayacaktır. Çünku bir köle tarafından bir insan kabul edilmek, kendisinin bir insan olarak kabul etmediği diğeri tarafından kabul edilmek demektir. Oysa doyurucu, tam bir kabul ediliş, karşılıklığı gerektirir, bu doyumsuzluğu yaşayan efendi, onu gıderme olanağından da yoksundur; çünkü onu gidermek, diğerini kabul etmek, yani uğnına hayatını tehlikeye atarak elde etmiş olduğu efendilik durumunu yatsımak anlamına gelecektir." Sürdürelim okumayı biraz daha: "Efendi'nin bu varoluşsal açmazına karşılık köle, seçmediği ama katlandığı bir konum olan köleliği yatsımaya istekli ve hazırdır. Onun önündeki tek engel, efendiyle ölesiye savaşta, onu kölelik durumunu kabule, yani kendisinin kabul edilmesini istemeden diğerini kabule zorlayan tek şey olan Korkudur." Bu korkunun ortadan kalkması için ne din, ne ahlâk, ne mantık köleye yardımcı olmuştur. Köle isyanlan ise hep kanla bastırılmıştır. Köleciliğin çeşitli yöntemleri yaşandığına göre, tarihi, köleefendi savaşının ve diyalektiğinin yansıması sayanlara hak vermek gerekecektir. Sayın Tülin Bumin'in yazısından şu parçayı almadan edemeyeceğim: "Hegel'in bu bağlamda ele almadığı tslâm felsefesi üzerinde, bu açıdan düşünmek herhalde ilginç olacaktır. Ama biz burada, konuyu HegePin çizdiği çerçeveyle sırurlandırarak Islâmı bir köle felsefesi olarak mı yoksa Yahudiliği izleyen bir efendi felsefesi olarak mı yorumlamanın daha doğru olacağı sorusunu sormakla yetinmek durumundayız." Ne dersiniz? EfendilikKölelik MELİH CEVDET ANDAY Stoacı Yunan fîlosofu Epiktetos (M.S. 50 130) köleydi, yüzyülardan günüraüze kalnuş olan hikâyesi ünlüdür: Efendisi bir gün onun bacağını bir işkence aracına takmış, büküyormuş, fılosof "kıracaksm" demiş ve bacağı kınlınca da "Demedim mi?" diye ekleraiş. Bir zamanlar yeryüzünde kölelik diye yasal bir kurum bulunduğuna inanmak gelmez insanın içinden, ama Epiktetos'un başından geçen bu olay ikircime yer bıraknuyor. "Köle" sözcüğünün, eski Türkçe kökenli "kul" sözcüğü ile bir öbekten olduğunu sanıyonım. Köle "özgür olmayan kimse" anlamına, kul ise "yabancı ülkelerden tutsak olarak getirilen ve alınıp satılan kimse" anlamına geldiğine göre, arada pek bir aynm olmadığını söyleyebiliriz. Bunların ikisi de bir "efendi"ye bağlıdır, onun malıdır, efendinin onu istediği gibi kullanmaya hakkı vardır, isterse öldürebilir de. "Kul" ile "köle"nin birarada kullanılması da bu özdeşliği gösteriyor. tmdi "kul" ya da "köle" deyince, elbet "efendi", "sahip" çağnşımı kaçırulmaz oluyor. Adamı savaşta tutsak etmişsin, ya da kendi ülkenden bir garibi borçlandınp bağlamışsın kendine, bu ilişki anlaşılır gibidir de, "efendi hakkı"nın nerden doğduğu gene de merak konusu olmuştur hep. Çünkü kölelik düzeni dediğimiz düzenin hukuku, "efendi hukuku"ndan başka bir şey değıldir. "Hak", "hukuk (haklar)" kavramı ilkçağda elbette günümüzdeki gibi değildi. Bugün hukuk, "devlet yaptırımı ile güçlendirilmiş düzen" anlamına geldiğine ve "pozitif hukuk, gend olarak insanlann davranışlannı yöneten kurallar bütünü olduğuna" göre, ilkçağdaki köle düzeninin yalnızca köle sahipleri için kurulmuş olması, bizi şaşırtıcı bir hukuk anlayışı ile karşı karşıya getiriyor demektir; merak konusu olması bundandır. Bir kişinin, köle karşısında efendi olma niteliği ile güçlenmesini destekleyen anlayış ne idi? Zorbalık idi ise, zorbalığı herkes nasıl oldu da onayladı? rümek zorundayım. Eski hukuk anlayışlarının kaynakları arasında, tannsal inançlar, din ve ahlâk ilkeleri, gelenekler... gibi temel öğeler sayılabilir. Platon ile Aristoteles, "yasaları güçlü olan kurar" anlayışına karşı çıkarak, hukuku, ahlâkın sorrutlaşmış biçimi diye göstermek istemişlerdir. Ama, bu iyi niyete karşın, kölelik düzeninin ahlâka uygun olup olmadığı sorunu boşlukta kalmıştır. Hukuk, ereğini tannda mı bulur, yoksa onun temeli insanın doğasında mıdır, daha daha, hukuk akla, mantığa mı dayarur? Hangi açıdan bakarsanız bakın, tarih boyunca insanoğlunun büyük çoğunluğunun köle olarak yasadığı bir gerçektir ve bu yaşamın tannya, ahlâka, akla, mantığa aykırı olduğu çok ama çok geç benimsenmiştir. Diyeceğim, biz bugün köleliği insanlığa aykırı buluyorsak, bu inancımızın çok eskiye dayandığını sanmıyalım, aldanınz. Ustelik koleliğin bu aykırüık yüzünden kalktığını da söyleyecek durumda değiliz. Gelecegiz. PENCERE 4 KASIM 1988 Çankaya'da Değişim?.. Kölelikle savaşım ancak XV. yüzyılda başladı, XX. yüzyıla kadar sürdü. Kölelik ticareti lngiltere'de 1807'de, kölelik ise 1838'de kaldırıldı. (Fransa'da 1849'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde 1865'te). Uluslararası alanda Viyana Bildirisi (1815) ile koleliğin kaldınlması için çalışmalar başladı. Bu çalışmaların bütün aşamaJarıru bir yana bırakıp sonuca gelelim: Birleşmiş Milletler Konseyi'nin girişimi ile toplanan konferans sonunda, koleliğin, köle ticaretinin ve kölelige benzer knnım ve uygulamanın kaldınlması sözleşmesi 1956 yılında kabul edilTülin Bumin'in yazdığı "Hegel'de KöleEfendı miştir ve Türkiye bu sözleşmeyi ancak 1964 yılında imzalamıştır. Diyeceğim, dünyanın yuvarlak ol Diyalektiği Üzerine Notlar" başlıklı yazıda ise koduğunu insanlığa benimsetmek ne denli zor olduy nunun gerçekten en can alıeı yerine dokunulmaksa, kölecilik için de benzeri bir zahmet çekilmiştir. tadır. Bu da kendisini "kabul ettirmiş" olan Efendi'nin köle karşısında düştüğü trajik durumdur. Şimdi konuyu biraz daha genişletelim. Felsefede kölecilik ile ilgili yaklaşımlar, "köle felsefesi "Çalışmak ve böylece doğanın bağımlı kılıa, zorOkurianmın beni yanlış anlamalannı önlemek efendi felsefesi" olarak bölümlenmiş ve kölecilik layıcı yönüyle uğraşmak durumunda bulunmadığı için hemen söyleyeyim ki, amacım hukuksal bir bir bilinç sorunu olarak ele alınmıştır. Descartes' ve köle onunla doğa arasında bir ekran görevini araştırmaya girtnek değil. O iş benim mikdanmı in "düşündüğünü düşünen bilinç" anlayışını, ustlenerek onun doğadan bağımsızlaşmasını sağaşar. Ama ne yapayım ki, bu yolda biraz daha yü Kant'ın "dünyayı düşünen bilinç" anlaşıyı izlemiş ladığı için Efendi, hem doğa ile ilişkisinde hem de ARADA BİR KEMAL ÜSTÜN Emekli Öğretmen OKURLARDAN okumak amaayla. Cumhuriyet direniyor, savaşını sürdürüyor, zorluklara göğüs geriyor, Bizler tnegöVde çeşitli orta ustelik Bilim Teknik ekini de öğretim kurumlarında kaldırmadı; uhısa götürülen ne çalışmakta iken, okulların anlamlı, yararh, değerli bir Su içmek, tastan içmek, altut açıhşından üç hafta sonra hizmet bu. tastan içmek diye bir sıralama gerekçe gösterilmeden, Kâğıda zam, ülke düzeyini yapar Aristo. Yaşam için onayımıı ahnmadan, beslenmemiz gerekir, ama bunu düsürmek. niteliksiz bir ulusun yönetmelik ve yasalardaki yetismesine yol açmaktır. en pahau yiyeceklerle haklarımız çiğnenerek değişik Avrupa Topluluğu'na girelim yapmasak da olur. Okuma okullarda görevlendirildik. diye ytrtvuyoruz; kimilerine kaynaklannı kurutmaksa, îlçe Milli Eğitim Gençlik ve göre biz Avrupalı değiliz; bence Spor Müdürlüğü'nün tasarrufu bireyleri özsıdarından yoksun etmektir; dünyayı algüamayan, bu kavram büyük bir yanılgt olan bu uygulama, değil: Uhıslar "kaymak veriUrine erifemeyen, çeşitli kaymakamlık onayı ile tabaka"lanyla düşüncelerle işlenmeyen gerçekleşti. Eğitim öğretimi iki değerlendirilemez; nüfus varlıklar kısır, ufuksuz hafta sekteye uğratan bu işlem, yaratıklara dönüşür, en yaun çoğunluğumuzun kaçta kaçı veüleri, öğrencileri, okul olgun bir dünya görüşüne sahip işlevlere tutsak robotlardan olacak ekini (kültürü) almıstır, müdürlerini ve en çok da biz ayrunlan kalmaz; gözleri ekin verilmistir demek daha öğretmenleri rahatstz etti. Olayı kapalt dönen dolap doğru. İNCİGÜREL ilgili makamlann dikkatine beygirleriniıt düzeyint düjerler. 50. Öliim Yıhna Ulaşılan Şu Günlerde... Atatürk doğdu, yasadı ve sonsuzluğa göçtü. Onun, "Benim nâçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır" dediği de bilinmektedir. Atatürk ve Atatürkçülük üzerine bizde ve dünyada çok sayıda yazı (makale), kitap yayımlanmış, sanat yapıtları sergilenmiştir. Günümüzden yarınlara, yarınlardan geleceğe daha niceleri yayımlanacak, sergilenecektir. Yurdumuzu kurtaran, cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Türk ulusu için neler yaptı, yaşasaydt daha neler yapmayı düşünüyordu? İşte bunlan yetesiye biliyor ya da anlayabiliyor muyuz? Böylesine açık bir soru karşısında onu yeniden tanımanın, anlamanın, özellikle duygu ve düşüncelerini kavrayabilmenin bizim için gerekli olduğu ortaya çıkmaz mı? Çünkü o, yaşarken "Beni görmek yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi anlıyorsanız bu yeter" dememiş miydi?.. Atatürklü yıNardan sonra kimse onu görmüyor artık. Oyleyse, Atatürk'ü yalnızca fotoğraflarla, filmlerle, büst ve anıtlarla tanımak (ya da görmüş olmak); belirli günlerde törensel gösterilerle 'anmış olmak' yeterli sayılabilir mi? Bir başka anlatımla, Atatürk'ü, Atatürkçülüğü 'anlamtş' oluyor muyuz? Ve "Atatürkçüyüm" demekle Atatürkçü olabiliyor muyuz?.. Olümünün 50. yılındayız, gelecek hafta onu anarken düşünmemiz gereken sorular sanınm. Yasantılarımızda, eylemlerimizde ve davranışlarımızda Atatürk'ün düşüncelerınden, Atatürkçülükten neter var? Ya da neler olması gerekir? Atatürk'ün bize bıraktığı Türkiye Cumhuriyetine emanetine; devrimlerine ve ilkelerine (özellikle laiklık ilkesine) ne ölçüde sahip çıkıyor, saygı duyuyor ve gerektiğindebu ilkeyi yeterince savunabiliyor muyuz? Kısaca O'na olan borcumuzu ne ölçüde yerine getirme çabası kpindeyiz? Ve daha nice benzeri eşanlamlı, esdeğerli sorular, sorular... Özellikle politikacılara yönelik sorular.... Yukarda "...belli günlerde törensel gösterilerle Atatürk'ü anmış olmak yeterli sayılabilir mi?" demiştik. Yeterli olmadığı, 1950'ler sonrasından, yakın geçmişin nice acı olayiarından, günümüz ortamında yaşanan nice benzeri 'örnek'lerden anlaşılmış değil midir? Olgular ve olaylar karşısında sagduyu sahibi yurttaşlarımızın yakınmaları; Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü savunan gazetelerin gerçeklere ışık tutan yorumlan, uyarıları bunu göstermiyor mu? Oyleyse... Atatürk'ün düşünce yapısını (fikirlerini) iyi bilmek, iyi anlamak ve iyi kavramak gerek... Atatürk devhmlerinin ve ilkelerinin adının "Atatürkçülük" olduğunu yeniden öğrenmek gerek... Ve de bunlardan odün (taviz) vermenin AtatürkçülükJe bağdaşmayacağını anlamak, anlatmak gerek... Atatürk'ün yaptıkları ve düşünceleri, onun Büyük NUTUK (SÖYLEV) adh yapıtında; Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yıllık açılışlarındaki konuşmalarında; yurt gezilerinde iş ve mesleklere yönelik sözlerinde ve demeçlerinde vardır. Bütün bunlar Atatürkçü yazarların, sanatçıların ve bilim adamlarının yazılarına ve yapıtlarına yansımıştır. 1919'ları, 1923leri ve 1933'leri izleyen yıllar devrimlerın başlatıldığı ve gerçekleştirildiği coşkulu, inançlı, umut dolu yıllardı. Öyküleri, belgeleri tarih sayfalarındaojr; yaşamı, günümüze uzanmış olanların anılarındadır. Bu satırların yazarı, o yılları yaşamış olanlarla birlikte devrimci hareketlere tanıktır. Anılarınm tazeliğini ve coşkusunu benliğinde yaşatmakta; çalışmalarına ve davranışlarına yansıyan devrim ilkelerini içtenlikle savunmayı yüce bir ödev saymaktadır. Ve Atatürk'e neler borçlu olduğumuzun bilincindedir. Atatürklü yıllardan bu yana öyle dönemler oldu ki oluyor kiAtatürkçülük anlayışında ve özellikle yorumlamalarda önemli çelişkiler ve sapmalar görülmüştür, görülmektedir. Atatürk devrimleri ve ilkeleri önceleri sinsıce gölgelenmiş, sonraları açıkça yozlaştırma eylemlerine girişilmiştir. Bu tür girişimciler bir yandan da Atatürkçülüğe sığınır görünmekte, ikiyüzlü davranmaktadırlar. Bu, Atatürkçülük değildir. Kımileri ise, (özellikle kimi politikacılar ve yöneticiler) toplantılarda törenlerde gereği olsun olmasın Atatürk'ten, devrimlerinden söz ederek Atatürkçülüğü kişisel çıkariarı uğruna bir gösteri ve gösterişe dönüştürmektedır Böylesi davranışların da Atatürkçülükle iiişkisi olamaz. "Bizim de bir büstümüz, anıtımız bulunsun!" gerekçesiyle gelişigüzel köşelere. yeriere ve alanlara sanat değerinden yoksunandaçlar yapılması için zorunlu bağış toplamalarının da Atatürkçülükle bağdaşır yani ve yonü yoktur. Hele büst ve anıtların çoğu kez bakımsız, düzensiz ve ilgisiz kalışt (çevre görünümleri) ayn bir üzüntü kaynağı olmaktadır. Bunlar ve benzerleri kesinlikle Atatürkçülük değildir. Atatürk'ün başlattığı Türkçe ezanın yıllar sonra anlaşılmaz dile çevrilmesi; halkevlerinden, Türk Dil Kurumu'ndan, Türk Tarih Kurumu'ndan yoksun kalışımız Atatürkçülükle bağdaşır mı? Öğretim Biriiği Yasası'naters düşen uygulamalar da.. Meslekokulu diye (aydın din adamı yetiştirmek için) açılan, sonradan adına "lise" eklenerek sayıları hızla çogaltılan, imam yerine memur, yönetici ve daha başka mesleklere özendirilen dinsel kaynaklı okullardaki uygulamalar da... Devlet dairelerinde, kimi resmi ya da özel kuruiuşlarda açılan, açılmasına çaba gösterilen "mescif'ler de... Yıllardır sayıları onbinlere varan izinli, izinsiz ve denetimsiz "malle mektebi" türü "Kuran Kurslan"da... Kimi politikacıların, dinpolitika karışımı, uyanık halkımızın deyişiyle "oy avcıltğı"na yönelik sözleri de eylemleri de... Bunların hiçbiri Atatürk'e, Atatürkçülüğe bakış' açısından olumlu görünen eylemler sayılabilir mi? Atatürkçülüğe ters düşen davramşlar, yorumlar ve uygulamalar karştsında yıllardır duyduğu derin üzüntüyü, sızıyı kitabına ad olarak seçen Sayın Nadir Nadi, "Ben Atatürkçü Değilim" diye seslenmekten kendini alamamıştır Anlayanlara... Görev yerleri değiştirilen ögrettnenler mağdur sunarak bu haksızlığın giderilmesi için gerekenin yapılmasım istiyoruz. Görev Yerleri Değiştirilen 15 Öğretmen tlkin Milliyet, dün de Hürriyet, pazar eklerini kaldırdüar; pazanmdan bir şeyler yitti, ayvrdığım saat vardı onlan Belediyeden açıkkuna bekliyoruz Bizler tçerenköy'de oturuyoruz ve bes gündür damla suyumuz akmamaktadır. Bu ilk değildir. Devamh olarak habersizce sular günlerce kesiliyor ve perişan oluyoruz. Bu konuda bir açıklama yapan da yok. Mahallemiz, tstanbul'un en az hizmet gören yerlerinden olup birçok sorunumuz vardır. Su ve diğer hizmetlerin sağlık demek olduğunu biliyoruz. Acaba belediyeniz bizim sağlığa ihtiyacımız olmadığını mı düşunmektedir? Zengin semtlerde sulann hiç kesilmediğini duyuyoruz. tftn asbnı öğrenmek hakkımızdır. lçerenköylu Kadmlar Adına ZEKİYE YILMAZ (Jkıunak, ynşamsal bir zorunhıktur Sayın Evren'de bir değişim izleniyor; Cumhurbaşkanı, komünist partisi konusunu gündeme getirdi; kurulmasına karşı olmadığını soyledi. Kimisi diyor ki: 12 Eylül darbesiyle kurulan yönetimin niteliği faşizm değil miydi? Elliye yakın idam karannı ortaylayan MGK'nın İideri Evren; şimdi de kalkmış kendisine demokrat bir görüntü vermeye çalışıyor. Eleştiriler ağır... Federal Almanya gezisinde de Sayın Evren'in başına yumurta atmışlar, duvarlara da yazmışlar: "Faşısf..." Sayın Evren, televizyonun haberler programında dinlediğim kadarıyla dedi ki: "Bana faşist dediler, bu konuşmalarımdan sonra komünist diyebilirler..." Önce bir konuyu aydınlatmakta yarar var: 12 Eylül darbesiyle kurulan rejime faşizmden başka bir ad yakıştırmak çok güçtür. Siyasal bilim, faşizmi "sermaye diktası" diye tanımlar. Milli Güvenlik Konseyi rejimi Türkiye'deki bütün sol kuruluşları, işçi sendikalarını, demokratik kurumları susturmuş; dış ve iç sermaye ile işbırliğinde, daha açtkçası patron güdümünde Türkiye'yi silahla yönetmiştir. Eğer MGK yönetimi yalnız anarşi ve teröre yönelik bir bastırma harekâtı niteliğinde kalabilseydi, faşist damgasını yemezdi; 12 Eylül, büyük sermayenin aygıtı gibi büyük ve kanlı bir "temizlik harekâtı"r\ı uyguladı. Ne yazık ki bunun adına faşizm denir. İlerde tarihçiler olayı daha serinkanlı bir ortamda değerlendireceklerdir. * Ancak Sayın Evren'in kimliğine ilişkin değeriendirme daha başka ölçülere oturtulur. İsmet Paşa'nın yaşamında da değişik dönemler görülmüştür. inönü, Atatürk'ün yanında başbakan iken devrimcidir; cumhurbaşkanıyken "Milli ŞefMt; İkinci Dünya Savaşı ertesinde demokrasiye yönelmiştir. Bu değişimin elbette bir anlamı var; nedenleri, gerekçeleri, dış ve iç etkenleri sayıp döküiebilir. Öyle görünüyor ki Sayın Evren de 12 Eylül darbesinin İideri olarak daldığı siyasetin içinde bir değışımi yaşıyor. Elbette bu değişimin de nedenleri vardır. Sayın Evren, cumhurbaşkanı olduktan sonra demokrasinin koşullarını daha yakından tanımak ve öğrenmek fırsatını elde etmiş olabilir; çağdaş dünyanın değer yargılarım içine sindirmış bulunabilir; ya da kimilerinin dediği gibi cumhurbaşkanhğı süresini uzatmak için sol ve sağ kanat arasında "tarafsız" görünmek taktiğini benimsemiştir. Hangi gerekçeden kaynaklanırsa kaynaklansın olumlu bir değişimi izliyoruz. • Ne var ki Sayın Evren'in komünist partisi kurulması yolunda referanduma başvurulması gerektiğini söylemesi yanlıştır. İnsan Hakları Sözleşmesi'nin kurallarına ilişkin bir halkoylaması yapılamaz. Eğer fikir özgürtüğüne ve temel haklara dayalı bir demokrasi istiyorsak, komünist partilerinin de serbest olması doğaldır. Evrensel bir hukuk ilkesidir bu; Türkiye'de, Pakistan'da, Endonezya'da, Suudi Arabistan'da veya Mısır'da yapılacak bir referandumda, "komünist partisine hayır" oyiarının sandıktan çıkması, demokratik değeri olan bir sonuç değildir. Halkoylamalarına sunulmayacak ve referandum sandıklarına sığmayacak konular vardır. insan hakları bu konuların en başında geliyor. Çağdaş insanın görevi, uygariığın ulaştığı evrensel hukuku her yerde savunmaktır. Sayın Evren, işte bu yolda ilk adımını şimdi atıyor. (Arktm 13. Sayfodo) İŞ BAĞLANT1SI BİRAZ DA TELEFON BAĞLAHT1SIDIIL. İşleriniz yoğun. Sizden hızla çözüm bekleyen sorunlar ve insanlar var. Oyleyse zihninizi gereksiz bilgilerle doldurmayın. Vaktinizi boşa harcamayın. İşte Ditto Plus. Çalışma temponuzu yükseltecek, önemli bağlantıları kolayca kurmanızı sağlayacak bir özel telefon. Çağdaş telekomünikasyon teknolojisinin bir özel telefona sığdırabildiği herşey. Ditto Plus hafızalıdır. Sizin belirleyeceğiniz 20 numarayı hafızasında saklar, bir tuşa basmakla saniyede arar. Bir gizlilik kapağı, bu numaraların dışardan görülmesini önler. Aynı zamanda tarihi ve saati de veren digital göstergede aranan numara kolayca okunur. Artık telefon hattınıza dilediğiniz PTT ONAY BELGELİ NETAŞ TELEFONUNU takbrabilirsinizf Resmini gördüğünüz Netaş Ditto Plus, PTT merkezlerinde ve Netaş Yetkili Satıcılarında sizi bekliyor. Hemen bağlatın... O O ACEN VUVA AJAMS ıev Netaş Ditto Plus • • • • • Tuşlukullanım Tek tuşla son numara tekrarı Ses kalitesi yüksek dinamik kulaklık Yüksek/hafii iki zil seviyesi Yaygın ve uzman Netaş servis güvencesi Hotas Netaş İstanbul:BuyukdereCad Hayal Apt 28/B MecıdıyeKOylstanbul Tel 174 34 74 Fax 173 38 60 Netaf Ankara: Meşrutıyet Cad Kok Iştıanı Kat 3 No 2 Kızılay 06425 Ankara Tel 117 22 00 Telex 42472 nela tr Fax 11 7 08 32 Netaş İzmir:Gazıosmanpaşa Bulvan No 8 '2 35210 Pasaport Izmır Tel 19 33 33 Fax 19 33 34 Netaş Adana: Alalurk Bulvan Lokman Apt B Blok Kat 1 Daıre 1 01060 Adana Tel 13 04 72 Fabrika: Alemdağ Cad UmranıyeUsKudar 81244 istanbul Tel 335 11 00 Telex 29475 netf tr Fax 3356958
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle