19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ÇUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER rektiğini bildirdi. Universite adını hak eden bir kurum, bilimsel bir tutum bilimsel bir zihniyet ortaya koymalıydı. Bilimsel tutum olmaksızın kurtuluş da olamazdı. Eğer bir uygarlık, bilime gerek duymaksızın, hatta bilime rağmen gelişip serpilebilirse, o zaman bu kunımu kapatmak en iyisiydi, hiç olmazsa gereksiz masraftan kurtulmuş olurdu ülke. Ama eğer b;r uygarlık, ancak ve ancak bilimin gelişrjği nispette gelişirse, o zaman meselenin su götürür hiçbir yanı kalmaz ve üniversiteyi, uygarhğın iyi bir aracı yapmak için her türlü imkâru seferber etmek zorunluluğu gün gibi açık gözükurdü. Prof. Malche'ın bu raporunun etkisiyle, 1933 ağustosunda, Darülfünun'un kapatılması ve Istanbul'da 'tstanbul Üniversitesi' adında yeni bir kurumun kurulmasıru öngören yukanda sözünü ettiğim kanun çıkanldı. Günun Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip, kamuoyuna yaptığı resmi açıklamasında, yeni kurulan universitenin lağvedüen Darülfünun ile hiçbir ilişkisi olmadığını, kendi geleneğini kendisiyle başlatan tamamiyle yeni bir kurum olduğunu vurguladı. Türk Dil Kunımu daha uygun bir Türkçe karşılık bulana kadar, kurumun adı 'Universite' olacaktı. Bakan, Türk kanun diline Avrupa dillerinden aktanlan bu deyirnin anlamını acıklarken, bir universitenin temel görevinin pratik davranış biçimleri aramak yerine saf bilimsel bir kültür yaratmak olduğuna dikkati çekti. Gerçi bazı fakulteler, örneğin tıp ve hukuk fakülteleri, bir çeşit meslek okuludurlar, fakat bu fakültelerin hazırladığı meslekler, son derece kapsamlı bir bilim kültürünü zorunlu kılar. Universite her seyden önce spekülatif düşüncenin odak noktası ve kavnağıdır ki, bu da bilim adamlannın isidir. Işte îstanbul Universitesi'nin kunıluşunda bu görüşe özellikle önem verilmiştir. Nitekim hoca kadrosunun terkibi de bunu gösterir. Hoca kadrosu üç gruptan oluşuyordu. İlk grubu, lağvedilen Darülfünun'dan devralınan ve gerçek bir bilim adamının özelliklerine sahip öğretim kadroları oluşturuyordu. tkinci grup, Cumhuriyet'in kunılmasından bu yana Avrupa1 da en iyi şartlar altında yetiştirilmiş ve hocalannın takdirini kazanmış olan genç kadrolardı. Bu profesör adaylanmn bir iki yıl içinde universite doçenti unvanını kazanmalan bekleniyordu. Nihayet üçüncü grup da, yabancı profesörlerden meydana gelmekteydi. Bakan bu konuda kelimesi kelimesine şunları söyledi: 'Yabancı profesörlerin seçiminde temel sartımız, kendilerinin kendi ülkelerindeki üniversitelerde de profesör konumuna erişmiş ve isimlerini ülkelerinin sırurlan dışında da duyurmuş olmalandır. Yeni eğitim kurumumuzu, dünyadaki benzerlerinin en iyilerinkinden de üstün bir seviyeye, mümkün olan en kısa zamanda yükseltebilmek için, bu müesseselerin kuruluş, gelişme ve aşamalannı asgari süreye indirebilmek için, genç Türk bilginlerini ehliyetli önderlerin yanında hızla yetiştirebilmek ve nihayet laboratuvarlan, seminerleri ve en genel anlamı ile öğretimi bilimsel bir tarzda örgütleyebilmek için, vakit kaybetmeksizin bütün fakültelerde orijinal arastırmalara yeni bir yol açmak ve gerçek bir universite ruhunun ve arlayışının kök salmasını sağlayabilmek için en uygun ve radikal çözümü, yabana profesörlerin sayısını mümkün mertebe yüksek tutmakta gördük! Başka bir deyişle, 1933 yılında hâkim olan ilke, meslek yüksek okulu değil, Türkiye'de Batı Avnıpa üniversitelerinin ayannda, gerçeği araştıran ve derinleştiren, bilgiyi toplayan, düzenleyen, çoğaltan ve yayan bir bilim yuvası niteliğinde bir bilim kunımu kurmaktı. Biraz daha aşağıda şunlan yazıyor Prof. Dr. Hirsch: "Profesör Malche'ın yukarıda sözünü ettiğimiz raporunda sergilenen nesnel ve kültürel eksiklikler ve zaaflar bir yana, esas sorun, daha önce de değindiğimiz gerginhkti. Bu gerginlik, akademik kadronun Islam düşüncesine bağlı üyeleri ile, Atatürk'ün çevresindeki politik yönetim arasındaydı. Atatürk'ün çevresindekiler, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik karakterini vurgulamaktaydılar, yani dini çevre ve güçlerin devlet hayatı üzerindeki etkisini yok etmeye çalışıyorlardı..:1 lnsan "Nereden nereye gelmişiz!" diye kara kara düşünüyor bunlan okuyunca. özgün buluşlar ardmda, laik, yaratıcı, uygarhğa yol gösterici bir universite, eski medrese mantığı üe çalıjan bi Darülfünun'un yerini alıyor, ama ydlar sonra bu universite, okuması, arastırması yasaklanmış, hatta namazmda orucunda öğrencilerin çoğunluğu oluşturduğu bir tür darülfünuna dönüştürüiüyor gene. Soracağım geliyor, biz iyi şeyler karşısında neden bu kadar direniyor, yeni olandan, çağdaş olandan niçin bu kadar kaçıoıyoruz? Prof. Dr. Ernst E. Hirsch'in anılannı özellikle YÖK yöneticilerinin okumalannı isterdim. Demek biz "bilime gerek duymuyoruz, hatta bilime karşın gelişip serpilebiliyoruz', onun için de üniversiteye gereksememiz yok. 11 EYLÜL 198 îstanbul Üniv erskesi Nasıl Kuruldu? MELtH CEVDET ANDAY Geçen ay îstanbul Universitesi'nin kuruluş yıl dönümüydü (1933 Ağustos). Bu nedenle tstanbul Üniversitesi'nde bir tören düzenlendi mi, bilmiyorum. Gazetelerde de rastlamadım bu konu üstüne yazılmış bir yaaya, bclki gözümden kaçmıştır. Gerçekte Darülfünun'dan üniversiteye geçümesi çok önemli tarihsel bir olaydı ve bugünkü kimi uygulamalar karşısında bu olayın önemi daha da artıyor. Üniversite'nin kunıluşunda ne gibi amaçlar güdüldüğünü düşünürsek, bir kutlama töreninin düzenlenmemesi iyi olmuştur diyebiliriz. Ne yüzlc kutlayacaktık! Îstanbul Universitesi'ne, kuruluşunda ticaret hukuku profesörü olarak katılan Prof. Dr. Ernst Hirsch, "HaüraUnm" adh kitabını 1982'de Almanya'da yayımlamış ve kitabtn Türkiye'de yayımlanma hakkını "Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitusü"ne bağışlamıştır. Kitap, Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriycti, Atatürk Ulkesi adlannı taşıyan üç bölumden kuruludur. BugUn okurlanma bu kitabın "Îstanbul Universitesi'nin Dognm Sanalan" başlıklı parçasından bir kaç sayfa sunmak istiyonım. "Batı örneğine göre tasarlanan ilk Türk üniversitesi olan 'Îstanbul Universitesi'nin açüışının tarihi anlamını, ancak 1946 yüında Ankara Universitesi'nin kuruluşundan ve 13.6.1946 tarih ve 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu'nun yayımlanmasından sonra kavrayabildim. 1946'da zamanın Milli Eğitün Bakanı Hasan Âli Yücel, bana 'Dünya Universiteleri ve Türkiye'de Universitenin Gelişmesi' konulu bir araştırma yapma görevini vermişti. Söz konusu eser, iki cilt halinde 1950'de yayımlanmıştır. Ancak o tarihte, emrime sunulan Türk kaynaklannı da incelediğimde, Îstanbul Universitesi'nin oluşum tarihçesini öğrenebildim. 'Universite" sözcügü, birden çok sayıda bilimsel uzmanhk alanını (fakülteler) kapsayan bir deyim olarak, Türk hukuk dilinde ilk kez 1933 yılına ait 2252 sayılı kanunda geçer. Söz konusu kanun, Îstanbul Darülfünunu adlı kurumun kapatümasını ve yerine Milli Eğitim Bakanüğı'nca yeni bir universitenin kurulmasını öngönnektedir. DarfllfOnun deyimi, bilimlerin kapısı anlamına gelmektevdi ve kıta Avrupasında, özellikle Italya, Fransa ve Almanya'da, Ortaçağdan bu yana yüksek okullar için kullanılagelen Lâtince 'studium generale' ya da 'universitas literarum' ve Fransızca 'universite1' deyimlerinin karşılıgı olarak kullanılmakta idi. Osmanh Imparatorluğu'nda Darillfünun adı verilen ilk kunım, 1848'de kurulmuştu. Ne var ki bu kurum, çağının Avnıpa üniversitelerine uymuyordu. Daha çok bir tür okul niteliğindeydi. Darülfünun'un dinî temellere dayanan medreselerden farkı. yeni yeni gelişen doğa bilimlerine birkaç serbest ve genel ders verilmesi idi. Bu kurumun ömrü kısa oldu, medrese ulemasının çevirdiği dolaplar sonucu sultanın iradesiyle kapatıldı. Bu tür ikinci kurumun adı Darülfünunu Osmani idi. Sultan II. Abdülhamid'in idaresinin sonlanna doğru kurulmuştu ve gene Uâhiyat, edebiyat, doğa bilimlerini içeren üç medreseden ibaret bir yüksek okul niteliğinde idi. 19O8'de Meşrutiyet'in ilânını izleyen ıslahattan sonra bağımsız uzmanlık dalları olarak üp ve hukuk okullan da buna ilâve edildi. Birinci DCnya Savaşı'nın son yıllannda, özellikle de mütareke sırasında, kurum ağır sarsıntılara maruz kaldı. 1923 ve 1932 arasındaki dokuz yıl içinde, Türkiye kamuoyunu hiç bir konu, Darülfünun meselesi kadar meşgul etmemişti. Darülfünunun düzelmesi ve ilerlemesi ümidi bir türlü gerçekleşmeyince, Türk Parlamentosu, kurumun 1932 bütçesini ancak bir reform ve yeniden organizasyon sartiyle onayladı. Reform ve yeniden organizasyon amacı ile Cenevre'de pedagoji profesörü Albert Malche çağnldı. Malche, o günkü durum hakkındaki izlenimlerini ve reform önerilerini aynntüı bir raporda topladı. Profesör Malche, raporunun sonunda, Batı Avrupa'da geçerli olan universite kavramından hareketle, meselenin özünün, universite kavramı altında isi sadece bilgi dağıtmak olan kurumlar anlaşılmasının yanlışlıgında yattığını, universite denince akla bilimsel düsünce metodunu öğreten kurumun gelmesi ge PENCERE Malı Tetefonda: Yükledin mi malı? Yüktedim... Ne zaman? Dün sabah... Sağhcakla kal... Eyvallah. • Mahmutpaşa'da: Batan geminin mallan bunlar... Batan geminin mallart.. Fabrikasından, fabrikasından... Mala bak mala!.. • Kahvede: Kanyı gördün mü? Mal... Ama ne mal?.. Yeme de yanında yat!.. Trafikto: Arabalar birbiri ardına dizilmiş, klakson çalıyorlar, yolu ka patan kamyonun şoförünü uyarıyorlar: Kardeşim yolu açsana!.. Git işine be... Ne demek o? Kör müsün? Mal yüklüyoruz... Kapalıçarşı'da: Ne malı bu? Etiketine bak!.. Etiketine inanayım mı? Eğer etiketine inanmıyorsan mala bak abi, Türk makru benziyor mu? Allahına kadar Amerikan malı... Etilefde: Ha hay... Çok komikti... Neydi komik olan? New York'ta bir büyük mağazaya girip bir kazak aldım Türk Urası'yla dünyanın parası... Sonra? Evde giyerken etiketine baktım; 'Türk malı" yazmıyor muf * Evde: Çarşıdan gelince ne göreyim!.. Bizim gündelikçi, kasabın çırağıyla sarmaş dolaş... Ben sana bu kadın maJın gözü dememiş miydim? İş çevrBterinde: Seçimlerde ne olur? Turgut kazanır... Yok canım? Devlet elinde mi özal'ın? Elinde... Trilyonluk fonlar? Elinde... Parti? Elinde... Parlamentodaki muhalefet fıs fıs mı? Fıs fıs... öyleyse Özal, Seçim Yasası'nı keyfince değiştirdi mi malı götürür... Sofda: özal malı götüremez abi... Neden? Demokrasi, seçim, seçmen; insanlar mal değil abi... O senin fikrin... Yalnız benim fikrim değil, bu halk uyandı... Yok canım?.. (Arkası 15. Sayfada) ARADA Bffi BEHZAT AY Trafikle ilgilenenlere Trafık kaıalarının yoğunluk kazandığı son günlerde, beylik birtakım denetleme ve yakınmaların ötesinde herhangi bir tedbir alınmamaktadır. Çok boyutlu olduğunu bildiğimiz trafik karmaşasının en etkin unsurunun insan olduğu açıktır. Böyle olduğu halde, geçen bir aylık süre içinde yapnğım bir Karadeniz gezisi sırasında, hem giderken ve hem de dönerken ikinci şoförün dinlenmek için, yolcu eşyalarından tasarruf edilen bagajın boş kısmmda uyuduğunu, muavinin ise, arabanın arka bölüntünde koridorda yatarak dinlendiğini görmek, hâlâ bu konuda nerede olduğumuzu göstcrmektedir. Konuyu ilgililerin dikkatine sunarım. Av. tSMET YANBAY İZMİT • 412 Eylül 1919 Sıvas Kongresi... 4 eylülde başlayıp 12 Eylül 1919'da sona eren ve kurtuluşumuzda çok önemli yeri olan Sıvas Kongresi'ni sık sık anımsamak, son yıllarda sanırım çok önem kazandı. 29 Ağustos 1919 günü Erzurum'dan yola çıkan Mustafa Kemal ve yanındakiler yine soylentiler duyarlar. Sözgelimi Elazığ Valisi Ali Galip hayınının Dersim'de dolaiştığı, türlü düzenler kurduğu. Gerçektir de bu söytenti. SÖYLEV'de sayfalar kaplar. Erzincan Boğazı'na geldiklerinde bir jandarma grubu, Dersim Kürtlerinin boğazı tuttukları haberini verir. Duraksayacak zamanları bile yoktur. Mustafa Kemal, gerekli önlemleri aldıktan sonra, her ne pahasına olursa olsun yola hızla devam edilmesi buyruğunu verir. Bu koşullar altında yollanna devam ederter. Ve en sonunda 2 Eylül 1919 günü görkemli gösterilerle karşılanarak Sıvas'a girerler. Gerçi önceleri Sıvas Valisi, Mustafa Kemal'in Sıvas'a dönmesini, Sıvas'ta kongrenin toplanmasını istemez. İstemez ama, Amasya'dan beri kongrenin Sıvas'ta toplanacağını Mustafa Kemal, telgraflarla sürekli bikjirmiştir. Bunun için yolcu yolundan ve kararından donmeyecektir. (Arkası 15. Sayfada) OKURLARDAN yağmuruyla, çamuruyla Turan Emeksiz karardı büst. Sonra altındaki harfler ve rakamlar düşıü bir büstleri bir. Artık büstün altındaki onarılmalı mermer sütunda tanıtun yaztsu Bilindiğigibi Jiıran Emeksiz, 2728 Nisan 1960'taki öğrenci hareketleri sırasında yaşamını yitirmis; 27 Mayıs sonrası ise, anısına iki tane biistü dikilmistir: Bunlardan birisi; Cağaloğlu 'ndaki o zamanlar Milli Türk Talebe BirliğVne ait binanın önüne; diğeri de, adının da verildiği t.Ü. öğrenci YemekhanesVnin girişine. Acaba adı geçen büstler bugün ne durumda? tlkin Cağaloğlu'ndaki büstün öyküsünü özetleyelim: Milli Türk Talebe Birliği adlı gençlik örgütü, 1970 yılında MSP'li gruplann yönetimine geçtikten sonra, Cağaloğlu'ndaki bina da 21.6.1971 yılında Fatih Gençlik Vakfı'mn oldu. Ve arkasmda Atatürk maskının da bulunduğu Turan Emeksiz büstünün hazin öyküsü böylece başladu Önce yülann "T... EMEKSİZ ...NtSAN 1961" okunuyor. Buradan her gün yüzlerce yabancı turist geçmekte. Büst ve çevresinin antik çağdan kalmıs izlenimi veren bakımsızlığı, kuskusuz onlann da ilgisini çekiyor. Bu da hiçbir Türk vatandası adına onur verici bir şey olmasa gerekir. Konunun duyarlı yurttaslar tarafmdan, en aztndan yukandaki düşüncenin dikkate ahnıp, gerekli özenin gösterilesi dileğiyle, birçok kez Vakıfa iletildiğine tanığınu Diğer yandan Ugisizlik, basmda da ve özellikle Cumhuriyet gazetesinde çesitli vesilelerle dile getirildi. Fakat tüm bunlara karşın ilgililer, nedendir bilinmez (!) suskun ve edilgin tutumlannı simdiye dek ısrarla sürdürdüler; sürdürüyorlar. Bu bağlamda sormak zorunluluk oluyor: Atatürk maskının önünde yani bir anlamda Atatürke rağmenAtatürk 'ün yarınlan, Cumhuriyet 1 emanet ettiği gençliğin bir simgesi olan Turan Emeksiz 'e reva görülen bu durum, acaba gerçek ten ilgisizUkten mi kaynaklanmakta? Bir zamanlar öğrencisi olduğu tstanbul ÜniverâtesVndeki duruma gelince: Aslına bakarsanız Turan Emeksizin öyküsü burada daha da hazindir. Şöyle ki, yemekhanenin adı Titran Emeksiz Yemekhanesi'dir olmasına; ancak ne girişte, ne de içeride böyle bir tabela göremezsiniz! Öte yandan, yemekhanenin geçen yıl genisletilmesi ile gözden iyice uzaklaşan büstün altındaki mermer sütunda ise, Cağaloğlu ndaki gibi düşmüş de olsa (!) harf ve rakamlara da rastlayamazsınız. Çünkü ne ad yazar, ne tarih! Atilâ AKINAY / ÎSTANBUL sadosan göz boyamaztduvarboyar HERHANGİ BİR FIRÇAYI, HERHANGİ BİR BOYAYA DALDIRIP/BOYAYA HAZIRLANMAMIŞ BİR YÜZEYE YALAPŞAP FIRÇA SALLAMAZ. YÜZEYİ BOYAYA HAZIR, FIRÇASI KALİTELİ, BOYASI SADOSAN'DIR. KATKI MADDELERİYLE BOYANIN ÖZELLİĞİNİ BOZMAZ. İYİ BOYACI BİLİR SADOSAN, YASTIKLARA, CEKETLERE, ÇOCUKLARIN ELLERİNEÇIKMAZ. BİR AYSÖNRA RENK DEĞİŞTİRİP SOLARAK İNSANLARI ÇILDIRTMAZ. İYİ BOYACI BİLİR SADOSAN'IN BİR KUTUDA YAPTIĞINI, KALİTESİZ BOYA ÜÇ KUTUDA ZOR YAPAR. UCUZ BOYA, İYİ BOYACI YA PAHALI GELİR Yaşa Hoıdıng ıstırâkıdır İYİ BOYACI BİLİR KALİTESİZ BOYANIN FOYASI KISA SÜREDE ÇIKAR. İYİ BOYACI EMEĞİNİN KARSILIĞINI GÖRMEK ISTER. SADOSAN PLASTİK DUVAR BOYASI KULLANIR. İYİ BOYACI BİLİR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle