29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET 10 2 AĞUSTOS 1987 Barselona'dan Umut'ıın yeni anlamı Andre Malraux, Umut'u, îspanya iç savaşının ve direnişinin romanını Barselona'da yazdı. Ve aradan elli yıl geçti. İspanyol halkv için umut, Malraux'nun umudundan bazı izler taşısa da, çok farklı bir konumda bugün. NEDİM GÜRSEL BARSELONA Bir sabah vakti doğan günle birlikte geldim Barselona'ya. Gelir gelmez de sokakların kalabahğına karıştım. Katalonya alanı, uğultulu taş yapılar, bankalar... Bankalar. Ne kadar da çok banka var îspanya'da! Kentin ünlü caddesi La Rambla'da. çınarlann altından limana dek yürüdum. Kırmızı yeşil kuşların, papağanlarla kanaryalann. sakaların, uzun kulaklı boz tavşanlann, allı pullu akvaryum baİıklannın arasından geçerek. La Rambla caddesinde kuş ve balık pazan kuruluyor her gün. Ve kadınlarla çocuklar da kuşlar gibi çığhk çığlığa. Onada, çınarların gölgesinde iki yanlı sıralanmış kahveler. Trafik, sağlı sollu işliyor ortası yayalarla gazete bayilerine ayrümış caddede. Caddeyi diklemesine kesen kalabalık. dar sokaklar eski kente doğru kıvnlıyor, gotik yapıların, taş duvarlann arasından limana çıkıyor. Limanda Kolomb'u Amerika'ya götüren Santa Maria gemisinin bir maketi var. Nasıl da kiiçük, derme çatma bir gemi! Kıçta, kaptan köşkü demeye bin tanık ister bir izbede Cenovalı Kolomb'un kirli yatağı ve şaşmaz pusulası. Ama Kolomb umudu ve düşleriyle artık yapayalnız değil gemide. Büyük keşfinin anısına dikilen yüksek sütunun tepesinden engine açılan gemilere bakıyor. Sabah "Talgo" adh kan kırmızısı trenden Barselona garına indiğimde İspanya'ya ilk kez geliyormuşum duygusuna kapıldım. Oysa engebeli, dost İspanyol toprağını kuzeyden güney batıya geçtiğimi anımsıyorum. 1974 yılında, Portekiz'e giderken. O zaman "Karanfiller Devrimi"nin, Portekiz'de kırk yıllık Salazar diktatörlüğünü yıkan askeri devrirain coşkusu içindeyim. Dönüşte bir günlüğune Madrid'e uğramış, ancak Prado müzesini gezmeye vakit bulabilmiştim. Îspanya, Prado müzesinden ibaretıi benim için. Goya, Vetasquez, Bosh ve Bnıegel'den ibaret. Bir de yol boyunca durduğumuz küçük köylerdeki karanlık, loş. ki1 liseleri, çarmıhta acı çeken İsa yı, özgürlüğe susamış İspanyol halkının Franko'nun olümünü sabırsızlıkla bekleyişini ammsıyorum. Sonra, Îspanya özgürlüğe kavuşup Sosyalist Parti iktidara geldiğinde iki kez daha geldim bu ülkeye. Her iki gelişimde de Valensiya'da, deniz kiyısında bir otelin toplantı salonunda Akdenizli yazarlarla geçirdim günlerimi. İspanyol toprağını, hatta Valensiya kentini bile göremeden uçakla Paris'e döndüm. Kente uzak Sidi Saler otelindeki toplantıdan bende kalan tek izlenim bazı yazar yüzleri oldu. Tahar Ben JeUoun'un, Guillevicin, Vasko Papa'nın, Juan Goylisoto'nun, Mahmut Derviş'in dost yüzleri. Şimdi Barselona'da, Reial alanına bakan bir kahvede otururken Ispanya'yı yeni tanımaya başladığımı düşünüyorum. Yammdaki masada Katalanca konuşuyor gençler. Az ötede bir çift birbirlerine sarılmış öpüşüyor. Palmiyelerin gölgelediği, geniş ve görkemli bir alan burası. Dikdörtgen biçiminde, kemerli galerilerin altında kahvelerle lokantaların sıralandığı, ortadaki havuzun bulanık suyuna tombul güvercinlerin konduğu bir alan. Uç katlı, sarı badanah ve geniş taraçalarında saksıların dizildiği eski yapılar çevreliyor alanı. Banklarda, yakıa Akdeniz güneşine sereserpe uzanmış turistler, serseriler, eşcinseller. İç savaştan bu yana Franko'nun baskı rejimi altında bunalmış İspanyol halkı, özgürlüğün tadını çıkarıyor şimdi. Özellikle de gençler. Geleneksel değerlere, savaşı yaşamış kuşağın tutucu tavırlarına başkaldırıyorlar. İspanya'da, turizmle değil ama demokrasiye geçişle birlikte patlayan cinsel serbetlik, özgürlüğün ayrılmaz bir parçası. Bunu, gençlerin yaşamını yakından izleyince daha iyi anladım. Ve birden Salvador Puig Antich'in esmer yüzü düştü aklıma. 1974 yılında sabaha karşı Barselona cezaevinin avlusunda idam edilmişti Puig. İberya Kurtuluş Hareketi militanıydı. Yirmi aİtı yaşında, "garrot" ile boğularak can vermişti. Paris'te, bu genç devrimcinin idamını protesto etmek amacıyla üniversitede düzenlenen bir yurüyüşe katıldığımı anımsıyorum. Franko sağdı henüz. Ve İspanya, özellikle de işçi sınıfı ve gençlik, yaşlı diktatörün zulmü altında inliyordu. Goya'nın son dönem gravürlerinde gördüğümuz vahşet hâlâ gündemdeydi. Çok değil bundan on beş yıl Önce, îspanya gencecik insanların cellâta teslim edildiği, boyunları sıkılarak öldürülürken yuvalarından fırlamış gözîeri, acıyla buruşan alınları görülmesin diye başlanna siyah bir örtünün geçirildiği, "Yaşasın öliim!" sloganının geçerli olduğu bir ülkeydi. Bugün çok şükür ölüm yaşamıyor İspanya'da. Malraux'nun Barselona'da yazdığı "Umut" adh romanından bu yana elli yıl geçti. Faşizme direnişin elünci yılını kutlayan tspanyol halkı için umut, Malraux'un Umut'undan bazı izler taşısa da çok farkh bir konumda bugün. 1937'de Frankocu güçlerin eline düşmeden önce Cumhuriyetçiler'in kalesiydi Barselona. Bugün, çözüm bekleyen yığınla sonına karşın, özgürlüğün Udını çıkaran bir Akdeniz kenti yalnızca. YARIŞ SONRASI 'FautasV yanfuıdan sonra kürekçiler, Apia kıytsmda küreklerini havaya dikerek halkı selamüyor. ZürüCtm Apıa'dan Yeni bir ulusal bayram günü Bizdeki ulusal bayramlann eski tadı iyice bozuldu. Oysa burada 23 kantonun kabui etmemesine karşın, 1 ağustosun halkoylamasıyla onaylanması daha şurada on yılı bile bulmadı. Biz elimizdekileri anlamsızlaştmrken îsviçre, kendine bir ulusal bayram yarattı. DOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH Bahnhofstrasse'den (tstasyon Caddesi) göle doğru indiğinizde, Zürih'in en nobel ve de kolalı oteli Baur au Lac'ın karşısı, Nationalbank'ın arkasındaki Bürkliplalz'ta (köprü meydanı) kaldırımlara taşan sergiler ve olağanüstü bir kalabahk görürsünüz. Cumartesileri çok erken saatlerde başiayan bu devinim öğleden sonra azalmaya, dukkânların kapanma saati olan 16'dan sonra da toplanmaya başlar. Bizdeki yerleşmiş bitpazarının karşıtı olan Zürih Pirepazan (Flohmarkt) belediyece her yılın mayısının ilk eumartesi serbest bırakılır ve eylül sonunda kapatılır. Satılanlar tozlu bodrum, özelükle tavan arasındaki sandıklann içindekileri i,erdiklerinden Pirepazan deniyor. Bit buralarda nesli tükenmiş hayvanlar (böcekler) sınıfına girmiş, müzelere kaldınlmış. Pazarda neler bulunabileceğini anlatmak yerine nelerin bulunamayacağını sıralamak daha kolay olsa gerek. Zira bu sayılacak kalemler iki elin parmakları kadar ya çıkar ya çıkmaz. Dün oradan geçerken, geceki görkemli " 1 . Ağustos Ulusal Bayram"dan kalanlar içinden yürüyordum. Temizlik işçileri konfeüleri supürmeye daha başlamamışlardı. Yerdeki rozetleri görünce daldım. Temmuz sonu, ilkokul çocuklan tarafından yakalara takılıp, karşılığında kumbaraya birkaç frank isteniyordu. 1 Ağustos Ulusal Bayram Komiteüi'ne aktarılan bu paralar kutlamaya katkı oluyordu. Gece Zürih gölünün üzerini ebemkuşagı örneği gündüze çeviren havai fişekleri belki bu paralarla alıruyordu. Biz de bir zamanlar Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu için böyle para toplardık. Galatasaray'da okurken teslim ettiğim yekün için Kızılay Genel Müdürü'nden övgü yazısı almıştım. Harp yeni bitmişti. O zaman daha bir bütündük gibime geliyor. "Trilyonlan hesap adamıyım diyenler nasıl olur da milyardan sonra Bilyon'u atlar, trilyon der, hâlâ çözemedim telaffuz etmeye alışan halkımızın böyle şeylere gereksinimi kalmadı galiba. Zaten ulusal bayramlarımızın da eski tadı bozuldu. Oysa burada 23 kantonun kabul etmemesine karşın, bu 1 ağustosun daha şurada halk oylamasıyla onaylanması 10 yılı bile bulmadı. Yani Îsviçre bizim eldekileri anlamsızlaştırdıklanmıza karşılık kendine bir tilusal bayram yarattı. Tonga'nın deniz zaferi Samoa Adaları'nın bağımsızhğa kavuşmasımn 5. yıldönümünde en çok beklenen, 'fautasi' yarışıydı. Fautasi, 3540 metre boyunda, elli kadar kürekçinin çektiği uzun teknelere verilen ad. Ve bu yılki yarışı konuk Tongalıların iki teknesi peş peşe kazandı. NADİR PAKSOY APİA Samoa Adaları'nın Yeni Zelanda'dan bağımsızhğa kavuşmasımn yirmi beşmcı yıldönümü, geçen haziran ayının başında, ülkenin çapına göre görkemli sayılabilecek şenlıklerle kutlandı. Yaban ellerinde böylesi gösteri ve lörenlere rastlamak, bizim TV'de pazar günlen öğle ortası na ve>a gece yansına denk geldiğınden, bir avuç meraklısı dışında giden' ve 'hiç olan' belgesellerin onasına düşüvermek oldu. Ve o yaban ellerinin kültur dokusu, herhangi bir mikroskobik mceiemeye gerek duyulmaksızın. çıplak gözle bile tanı koyulabilecek denlı belirginleşti danslarda, geleneksel gösterilerde ve izle>renlerin arasında. Söz konusu törenlerin merakla bekleneni ve en çok ilgi toplayanı "Fautasi'' denilen 3540 metre boyunda, elli kadar kürekçinin çektiği 'nnın leknc' yanşlarıydı. Pasifık Okyanusu'nun doğusundaki adaların yerlileri Polinezyalılarm atalannın usta denizciler olduğu, uzun ve iri kanolanyla açık denizde gunler, aylar süren yolculuklara çıktıklan ve yıldızlann, akımıların yardımıyla yönlerini saptayabildikleri beltrtümekte. Bugün artık gunlük yaşamda kullanılamayan bu uzun tekneler 'baynundan bavrama' ortaytt çıkartılarak yeni nesillerin gcçmiş kıvılcımlara tanıklık etmesi sağlanır. Hazırlıklar altı ay öncesinden başladı. Eski tek neler bakıma aJındı, yenilen kızaga oturtuldu. Her bölgenin unlü tekne ustalan dededen kalma ince hesaplan uygulamaya koyuldular. Bu arada da kurekçilerin secımi tamamlanarak nefes açma calışmalarına girisikü. Yarıştan 1 ay Once tüm takımlar teknderiyle birlikte Başkent Apia'ya gelerek son eksiklıklerini gidermek üzere, kendüeri için hazırlanan çardaklarda kampa girdiler. Kentin durgun sokaklannın hüzünlü akşamüstleri her biri 50 kişilik 12 takımın bos bir gazyağı tenekesinin tekdüze takırtıları eşliğinde koşuşmalarıyla şenlendi. Belierinde 'lava lava' denilen geleneksel etekleri, iri yan gövdeleri kan ter içinde; tokyo terliklerini surüye sürüye geçen bu kürekçileri her görüşumde askerlikteki sabah egitımleri gelirdi gözumün önüne. Acaba 'yaylalar, yaylalar' turküsünü öğrenseler daha hızlı koşabilirler mi diye düşünürdum. Bu yılki yarışın ucunda, birinciye 25, ikinciye 15 bin dolarhk ödül olması 'Faulasi' olayını geçen yıllaıdan daha da iddialı kıhyordu ve aynca komşu Tonga Kralüğı'ndan da iki teknenin katılması ulusal bir coşku ekliyordu. Beklenmesine karşın Tahiti ve Amenkan Samoası takımlarının gelmemesi er meydanını iki ülkeye bıraktı. Neyse, o büyük gün gddi çattı. Apia limanını dolduran 20 bin kişilik kalabalık suskun bir heyecanla yarışın sonunu beklemekteydi. Samoalı hotecanını, duygulannı açığa \iirmaz. içine atarmış. öyle gurültu patırtıyla, kaynana zmltılarıyla yanşma izlemek, rakiplerini cinsel sapmalarla suçlamak, geleneksel Samoa kültürune ters duşermiş. Radyodan naklen yayın yapan muhabirin haykıımaları ve çocuklann çığbklan dışında sessiz geçen yanşmanın birinci ve ikinciliğini komşu Tongalılann ahnası Samoalıların sessızüğine biraz da düş kınklığı ekledi. Tonga Konsolosluğu önünde herhangi bir taşkınlık yapılmadı ve evli evine köylü köyüne döndü. BağımsızJık şenliklerine 21 pare top auşlanyla katılan Avustralya Deniz Kuvvetleri'ne ait muhribin adı 'Tobruk'tu ve bu isim bize "Fautasi"den daha yakın geliverdi birdenbire; sonsuzluğun ötesinde 170'inci Batı boylammda, kızgın Libya çöllerinden yetmiş beş yılhk aalı tarih rüzgârlan estirdi. Yanşmayı Tobrnk'un güvertesinden izleyen Tonga'nm 250 ldloluk krah IV. Taufaaban Tupou. hem oyunculan hem de 40 bin doları kutlarken "Fantasi yanşında tongajs basan Tongalının ben hukmettiğim sürece Tonga^ ya ayak basması zaten biraz zor olurdu" gibisinden düşünceler gecirdi aklından. Samoalılar sonradan, Tongalıların teknelerini bilgisayar hesaplaruıa göre yaptıklan, bu nedenle de geleneksellikten saptıklannı ileri sürdüyse de umut, kaldı öbür hazirana... 'Fafafıne', sesli harflerin bol olduğu Samoa dilinde 'yan erkek, yan kadın' anlamına geliyor. 'Fafafinet' ligin gerek Samoa, gerekse öbür Polinezya adalan toplumlannda öteden beri süregelen bir olgu olduğu söylenmekte. Hiç kızı olmayan Samoalı ailelerde bazen, en küçuk erkek çocuk kız gibi giydirilip, yetiştirilerek ev işlerinde annesine yardımcı ve yoldaş olması amaçlamrnuş. Bu şekilde büyütülen çocuk, ergeıüik cağıııa vardığında isterse tekrar erkekliğe dönebilirmiş. Ancak, o yaşa değin bir kız gibi yetiştirilen çocuğun nasıl olup da 'isterse' doğal cinselli|ine yönebileceği işin ayn bir yönü. Öte yandan, özeUikle misyonerlerin ve de kilisenin etkisiyle ailelerin, çocuklanna 'fafafine'liğe davetiye çıkaran bu geleneksel çıkış noktasım yavaş yavaş terk ettikleri belirtiliyor. Kadınımsı giysi ve davranışlanyla resmi ve özel kuruluşlarda herhangi bir idari ve sosyal engelle karşılaşmaksızın çalışan 'fafafine'lere rastlanabilmekte, Belirli bir hoşgörü (ve bazen de bıyık altından hafıf alaycı gülümseme) altında, toplumsal dışlanma, alay ve lanetlenmeden uzak, kendi hallerinde varlıklanm sürdürüyorlar şimdilik... Cöte d'Azıv'den Güney otoyolu ve Odîsseus Otoyollar modern yalnızhklardır. Otoyollardan artık 'eyvah' denilmekte olan gençlikler de aranmaya inilir. Fransa'da otoyollardan kayıp kuzeyden güneye, maviye inilir ve orta yaşlüıktan gençliğe inildiği hayal edilir. HADİ ULUENGİN JUAN LES PINS Otoyollar modern yalnızlıklardandır. Temmuzda tatile inenlerle birlikte, güzergâhın kalabalıklaşması ve bu hengâmeden dolayı kamyon şoförlerindeki şiirselliğin kısmen azalması, söz konusu objektif gerçeği değiştirmez. Otoyollar, öbür şoselerden farklı olarak yerleşirn bolgelerinden teğet geçtikleri için, karantina koridorlan oluştururlar. Sürücü, otomatik reflekslere malik oimak ve bir an önce hedefe ulaşmakla yükümlüdür. İnsan makine güzergâh ilişkisinde, tali unsurlar devre dışı bırakılmıştır. Mesafeler izafı ve sollamalar üçüncü şerittendir. Ortalama dört yüz kilometrede bir benzin almak gerekir. Mola lokantalarda, hep aynı tadı taşıyan tabldot yemekler yenir ve peçetelerin üzerinde, "iyi yokmlaklar" ibaresi bulunur. Istikrarlı yüz yirmi, ideal sürattir. Şehir tabelalan değiştikçe, FM radyo istasyonlannın megahertzlerini de değiştirmek gerekir. Wim Wenders'in filmleri, madeni renkli neon ışıklara ve otoyollara ithaf edilmiştir. Kerouac Ginsberg Dylan üçlüsünde, gençliğimiz ve otoyalların Odisseus'ları vardır. Otoyollar modern yalnızlıklardandır. "Gençliğim eyvah!" türünden kitap başlıklan, sonsuz sevda güzelliklerinin yanı sıra, sonsuz derin anlamlar da ifade ettiklerinden, otoyollardan, artık eyvah denilmekte olan gençlikler de aramaya inilir. Kuzeyden maviye inilir ve orta yaşhlıktan gençliğe inildiği hayal edilir. Fransa otoyollan parahdır ve ademi merkeziyetçiliğin yeminli düşmanı Jakobenler sayesinde, Fransa'da bütün otoyollar Paris'e çıkar. Suurdan Paris'e ikiyüz kilometre ve yüz frank çeker. Paris'i, banliyö ahalisi henüz yollara dökülmeden ve mümkün mertebe çabuk gecmek gerekir. Paris'ten Lyon istikametine iniş, sürücüler arasındaki ilk otoyol hiyerarşisini beürler. Başkent plakalı 205 Peugeot'lara acilen yol vermek gerekir. Zaten, bunların sürücüleri çok uzaktan selektör isareti yaparlar ve sollarken de, ibreti âlem için, Peugeot'lannın GT1 modeli olduğunu gösterirler. Bir de, taşra ya da Belçika plakah otomobilleri geçerken, küçümser bir edayla hafifçe sağa döner ve müstehzi bir bakış fırlatırlar. Bazen, Belçika plakalı arabalara sahip olup da Belçikalı olmayan sürücüleri şeytan dürter. Onlar da selektör isareti yapıp, Peugeot 205'leri tekrar sollar ve Parisli sürücüleri küçümser bir edayla, müstehzi bir bakış fırlanrlar. Bu, hem modern yaiuzlıklardan olan otoyollarda modern diyalog biçimidir, hem de eyvah denilen gençlikleri bir nebze yakalamaya yarar. Otoyol tabelalannda, "bardal ve Bourgogne dükalıgınıp başkenti" diye takdim edilen Dijon kavşağında, 205 Peugeot'lann dükalığı biter. Doğudan gelen Ahnanlar burada otoyola kavuşur ve Mercedes BMW dükalığı başlar. Lyon'dan aşağısı Rhone havzasıdır. Otoyol uzun ınüddet nehri takip eder. Işık ve bitki örtüsü birden değişir. Güney buradan itibaren başlar. Otoyolun karantina koridoru şeffaflaşır. Avignon'a doğru muhakkak ilk benzin istasyonunda dunnak gerekir. Kuzeyden bu yana ilk çekirge sesi duyulur ve dağdan cenup kokuları gelir. "Tromontan" ve "Mistral" rüzgârları, Provence Alpleri'nden hercai menekşe ve kekik kokusu getirir. Benzinci, sanmsak lehçesiyle konuşur ve yüzünden Marcel Pagnol şen sakraklığı akar. Sarhoş ohnak ve eyvah denilen gençliği yakaladığını sanmak için bunlar yeterüdir. Benzin istasyonunun otoparkında başka sarhoşlar da bulunur. Otoyol yalnızlığından maviye inen ve "gençliğim eyvah" demeye henüz tereddüt eden kadınlar, direksiyon yorgunluğunu çıkartmak için fütresiz sigara içerler ve kekik koklarlar. Bir de, Celine okurmuş gibi yapıp, kekik koklayan otoyol yalnızı erkekleri mimlerler. Bunlar, tekrar otoyola çıkıldığınaa, benzin istasyonlannda kekik koklarruş erkekler kendilerini solladıklannda, sol tarafa tebessüm ederler. Sonra otoyol yalnızı erkekler, yavaşlayan ve bütün trafik kurallanm altüst ederek, el işaretiyle Marsilya'ya doğru ilk istasyonda yeniden kahve içmek çağrısı yaptıklarında, başlanyla onaylarlar. Marsilya'ya doğru ilk istasyonda tanışırlar. Kahve içmezler. Kekikten ve C6üne'den konuşurlar. Temmuz tatillerinin programında değişikh'ğe karar verebilirler. Bu, modern yalnızhklardan olan otoyollarda modern iletişim biçimidir ve eyvah denilen genclikleri biraz olsun yakalamak yöntemidir. Daha aşağısı, Fenikeli Marsilya'dır ve Mavideniz'dir. Otoyol sola döner, Cote d'Azur başlar. Saint Tropez, Saint Raphael, Cannes, Antibes, Juan Les Pins, Nice ve Monte Carlo gelir. Buralaıda, kekik ve hercai menekşe kokusu, yerini mimoza ve manolya kokusuna bırakır. Daha ötesi Italya'du. Otoyol ttalya'ya gider. îtalya gençUktir ve İtalya, "gençliğim eyvah" denilmesine izin vermeyecek kadar gençliktir. Otoyollar modern yalnızlıklardandır ve temmuzda otoyollardan, "gençliğim eyvah!" sedası unutulmaya inilir. Desaru'dan Malezya'ya özenir gibi, Besaru, beklemediğim kadar güzel bir tatil köyü. Tropik bir cennet. Ama düşünüyorum da burayı cennet yapan denizi, tropik doğası falan değil. Burayı cehenneme çevirmek işten bile değil çünkü. Desaru'yu cennet kılan, Malezyalıların turizmi iyi yapması bence... MÜMTAZ ARIKAN DESARU/MALEZYA "Seüunet P a p " (Günaydın) diyerek değnekçi kılıkb Malezyalı'ya • yaklaşıyorum. Malay dilinde bildiğim birkaç kelimeden birini döktürdükten sonra tngilizce devam ediyorum. Amacım, Desaru adlı tatil yerine gitmek. Ama içimden bir his, kabank bir fîyat istenebileceğini söylüyor. Son numararru yapıyorum: "Müslüman mısın?" "Evet" diyor. "Ben de öyle, şimdi bana Müslüman flyaü ver." Büyük bir ilgi başlıyor. Değnekçi tbrahim, bir sürtı kalabahk lafla birlikte, Özal'ın Malezya ziyaretini anımsatmayı ihmal etmiyor. Az sonra sıra taksi konusuna gelince bal gibi dolmuş yaptıklarını anlıyorum! Bizim dolmuş adeti Malezya'ya dek gitmiş, duymayan kalmasın... Malezya'nın güneyindeki Jo hor kentinden Desaru'ya gitmek, sağ elinizle sol kulağmızı göstermek gibi bir şey... Once kuzeydeki Kota Tingi'ye gidiyor, sonra gttneydoğuya iniyorsunuz. Yolculuk 56 saat sürüyor. Desaru, beklemediğim kadar güzel bir tatil köyü. Tropik bir doğa ortasmda, tipik Malezya yapılarına benzeyen sivri damlı evlerden oluşan köyü, güzel bir lokanta ve resepsiyon binası tamamlıyor. Çevre özenle düzenlenmiş. Her yanda rengârenk çiçekler. Yapılar genellikle kazıklar üstüne oturtulmuş. Yılan, bocek ve benzeri zararlı hayvanlardan korunmak için böyle yapıyorlarmış. Yaşları otuzu bulmayan kızh erkekli genç bir ekip köyü çekip çeviriyor. Doğrusu eksik ya da yanhş bir şeyler bulmak ukalalık olacak. Yatak çarşaflarından lokanta masalarına, duş yerlerine ve tuvaJetlerine değin her yer tertemiz. Yanlış anlaşılmasın, söz konusu yer lüks bir tatil köyü değil üstelik. Ma New Yorkİan dikJerini anlanyor. Film ve kkap çok ilgi topiadı, öyteki şimdi California'da McLaine saat başına 300 dolar alaıak herkese uzaydan gektüerk nasıl ilişki kurabüeceklerini, evreni naai kesfedeceklerini anlauyor. McLaine'in bu atagından sonra UFO görüntüleri, uzaylılarla birBkte olan insanlar aniden çoğaldı. Şimd» ülke çapmda UFOIarla ilgiîi konferanslar düzenleniyor. En çok satan knaplaı îisıesinin basırtda UFO'lar geliyor. Hükümete UFOlarla ilgüi bilgüeri sakladıklan için açıian dava sayısında amş olduğu söyleniyor. UFO grupianna kaulaalar ssk sık bir araya gelerek hükümetlere karşı izleyecekleri yöntemleri görüşüyorlar. Kuşkusuz New Yörkiulann yoliarda yurürken UFO'lar dışında endise duyacaklan pek çok sey var. Yine de bu sıkıntüı endîseleri bir kenara anp, daha heyecanh ve bambaşka görünen UKyian tetcih ectikleriae şüpb£ yok. Grup terapi merkezindeküerdea biri, ilk kez UFO tarafmdan saldırıya uğradığını ve muayene edüdiğini bir arkadaşına anlaitı Jında arkadasmm tepkisini ş,öyle anlaoyor: "Döa akşam Mr siyâh adan daane çıko ve yoİBB ortasmda gömaa kırpmsdan botazuea btçagUH danrysrtk butöa panüarrau ahh. Ke?ke ben de seniııle ofeaydım. Ucayktan bu sjyah »da•H bin kez terdh ederim." JJFO terapi tnerkezleri ABB'de UFO'lar ve uzaydan gelen yaratıklarla iliski kurduğunu iddia edenlerin sayıst hızla artıyor. Hatta bunlar için özel terapi merkezleri bile açıldı. Shirley McLaine'nin son yazdığı kitap ve TV dizisi, UFO salgımm daha da arttırdı. ŞEBNEM ATİYAS ~ NEW YORK "Binfcnbire enMtdt beilreo grt koca kaf«h, böcek fal g hiç de öyle berkcsia »Bdtiı gibi eglcncciibb'ifdej^kinıeaaiattıysun onlsrda böyk bir seyi yaşamak isledBderiai söyByor, çddnrmşter BU M? Her şeyıtetı öaee koriomç bir olay, öyle «ntaöiacak ( M bk jey Ğt&, insamntüykriniürpertMiMrteifyim." Bunlar New York'ta şimdi mantar gibi çoğalan \^ uzaydan geien lanımlanamayan nesnelerle (lnFO> ilişki kunluklanTu iddBa edenierden birinin sözleri. UFO'dan çıkan yaraükiarca kaçınlıp dene>den geçirildigini iddia eden ve 23. Sokak üzfrindekiklinikte tcdavîye gelen bir başka biri îse şikâyetini şoyîe sürdCröyor: "NCTI1 Yorkta metronnB kalabaJıkügı. trafik sıkM^taü, Meriıı ttsl aste binmesi vs. «GH her ywe yeâfaekte yıgınU engd vHfcfea Ur de b^anaa bmter pktt, jtedi sİBeaa kapuada afaç gBrf beUeym atfaHtafMa. btar 6oce « o ja A^ndıo gete*$sb*naiar aederfyle SB. Buraya geien insanlar gnıp terapinin gayet faydalı oîduğucu söyliiyorlar. Kısaca yapüan şey, bir araya gelip başkalanyla konuşamadıkları bu özeî deneyimi birbirlerine aktarnıak ve böyîelikJe sahip oldukian korkunun baskaiarınca da paylaşıldığıru görerek bir öicöde ona alışmak. Grup terapiye iâtılan doktorlar ise bu insanların anlattıklan olayîar konusuoda son dcrece ciddi görflnüyorlar. Ve anlaulanlann hayai ürünü oimadıgı kanısındalar. Soa zamanlarda New York'lulann olduğu kadar ABiynin diğer kesimlerinde UFO olayına oian ilgi artnuş durumda. tlginin anmasında temel faktörlerden biri, geçen yıiın en iyi kadm oyuncusu odülünü alan Stoley McLalae'in son yazdığı UFO kitabı \« kiıabınfaikâyesiuzerine yine MçLaine*in oyuadjğı teievizyon dizisi. McLaine bu dizide başından gecenleri, uzaydan geknierle kurduğu ilişkiyi ve uzayb güçienn, kendtsine cıaui insanlara mesaj götörme görevi ver TATtL KÖYÜ Desaru TatilKöyü'rtün, pılmıs yemeklere ağırlık veren lokantası. lezyahlar bu işin üstesinden gelmişler. Hem de yüzlerinden gülümsemeyi eksik etmeden. Köyün hemen yanındaki kıyı, birçok tropik özlemcisinin düşlerindeki gibi bence, İki ağaç arasına bir hamak asıp içine uzanılsa, iştah kabartıcı bir turistik afış olurdu. Yay biçimindeki uzun kıyı, yinniotuz metre genişliğinde krem rengi ince bir kumla kaplı. Sonra da Güney Çin Denizi'nin mavi sulan başhyor. Denizin ısısı, bizim Akdeniz'in yaz sıcakhğından çok daha fazla. Ama o denli tuzlu değil. Suya sırtüstü uzanıp bulutlara bakıyor bir yandan da, "Vay canına, biitiin bunlar uykomda mı d u y o r ? " diyorum... Yemeğe giderken aniden önüme çıkan maymun ailesinin deniz ürünlerindenya oyunlannı izliyonım. Sonradan öğrendiğime göre, her yer pıtırcık gibi maymun kaynıyormuş! Lokantada "Mee Hoon"çorbasıyla "Ikan Asam Pfdas" adlı Malezya yemeğini ısmarhyorum. Çok acı olan yemeği yerken garson şaşkmkkla nereli olduğumu soruyor. Avrupalılar yiyemezmiş de. Çocuk bizim acılı Adana kebaplarını nereden bilsin! Düşünüyorum da, Desaru'yu cennet yapan denizi, tropik doğası filan değil. 40° hava sıcaklığı, bocekleri, kirli çarşaflan, pis tuvaletleri, kazıkçı garsonİan, bangır bangır arabesk müziğiyle burası tam bir cehennem olabilirdi! Desaru'yu cennet yapan, turizmi iyi özümleyen Malezyahlar. Bence, onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Birkaç ay önce Apia'nın en turistik otelinde yapılan "1987 FafaHne Guzellik 'Kraliçesi' Yanşması"run duyunılan basınyayın organlannda yer aldığı gibi; aralannda bazı yerel havayoUanrun da bulunduğu özel kuruluşların katkılanyla gerçekleştirilen yanşmayı, sıradan haktan yuzlerce meraklımn yanı sıra 'saygıdejer1 birçok aile bile izledi. 'Fafafine'ler bağımsızlık törenlerinin son gününde ülkedeki değisik kurum ve kuruluşlan temsil eden süslenmiş arabalann yer aldığı gecit törenine at üzerinde bireysel olarak katıldılar. Aynı anda, buradan bir gün ilerde ve 24 saat ötede olan yerkürenin öteki yarısında belki de en sıkı AIDS taruşmaları yapümaktaydL Kimbilir?..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle