19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ğı oluşturur ve bu bir aradalık kuşkusuz, bilim adamının da her zaman başvurduğu genel bir yöntemdir. Söz gelişi, bilim adamı, yaptığı deneylerin yeterliliğine ancak sezgisel yöntemle karar verir ve kanıtlanmış olmak, gene böyle, sezginin yardımı ile özümsenir. Başka türlü olamazdı. "Bu güzeldir" savının ise başhca temel özelliği anlıksal olanla, duygusal olan arasındaki bağdır. Sezgi dünyamızın küçük görülmesi hiç de hakh ve doğru değildir. Şundan ki, mantıksal ve anlıksal olan demek, deneye dayalı bulunandünya düşlemimiz, eğer sezgisel düşlerimiz bulunmasaydı çok yoksul kalacaktı. Ayrıca, mantıksal ve anlıksal olan sürekli sezgisel olan ile beslenmektedir. Bir yazımda anlatmıştım, gene anlatayım; Nobel ödülü almış ünlü Fransız ozanı Rene Char ile Amerika'daki karşılaşmasında Einstein, "Nasıl şiir yazıyorsunuz?" diye soruyor ve "Sezgi ile" yamtını alınca, "Biz de öyleyiz, bilim adamları da öyle çalışırlar" diyor. Puşkin, "F.sin. ruhumuzun yetisidir, izlenimleri dolaysız algılamamızdır. Yani kavramları bir düzene koyarak daha iyi anlamamızdır. Şiirde olduğu gibi. geometride de esine gereksememiz var" demiş. Feinberg şunu ekliyor: "Esin yalnız sanatçılar için değil, bir sanat yapıtını algılamak isleyen herkes için gereklidir: sanat bu esini, bu varatıcı çalışraaya katılımı sağlayabilirse, ancak o zaman etkili olabilir." Nitekim dinlerin büyük etkisini de burada aramak yanlış olmayacaktır. Dinler hiçbir mantıksal kanıt göstermeksizin, deneyimleri tanık getirmeden, diyelim dünyanın oluşumu konusunda sezgisel dogmaları öne sürebilmektedirler ve bunu yaparken dinsel törenleri, gizemciliği ve büyük ölçüde sanatlan kullanmışlardır. Kimilerinin sandığı gibi, sanatlar dinlerden değil, dinler sanatlardan yararlanmışlardır. Olgucular metafiziğe karşı savaşırken, inanacağımız dünyayı kanıtlanmış doğrular (demek sadece bilimsel dediğimiz doğrular) içine öylesine bağladılar ki, dinlerden başka, etika ve estetik de dışarda kaldı. Gerçekte bu savaşım, sezgisel olana karşı idi, ama neylersiniz ki, insanın dünyasında sezgisel olanın payı hep buluna gelmiştir. Sanatın sürekliliği bunun en büyük tanıtıdır: Şiir, müzik, oyun, daha bunlar üzerinde düşünmeye sıra gelmeden, insanı en büyük etki altında tutmuştur. Ama ola gelmiş olmak, bir şeyin gerekliliğini kanıtlamaya yetmez elbet, sezgisel yargıya neden gerekseme duyulduğunun da açıklanmasına sıra gelir. îşte burada Feinberg şöyle diyor: "Bu nedenle sanatın amaç ve bildirisi, bizleri, kanıtlanamayanlara inandırmak için sezgisel yargının otoritesini ve inandırma gücünü desteklemekten ibarettir. Eğer sanat yapıtı ve bütünü ile de sanat bu amaca ulaşırsa, o zaman gerçekliği aramadaki mantıksal ve genelde gidimli (istidlale dayanan) yöntemlerin otoritesine karşılık olarak hangi güç ve gizilgücün sezgideki bireşimsel yargıya özgü olduğunu gösterebilir." Ve şunu ekliyor: "Sanat esinlenmeyi öğretir." Eğer esinlenmenin vazgeçilemez bir gerekseme olduğu benimsenirse, sanatın gerekliliği de böylece ortaya çıkmış olur.. diyeceğim, ama esinlenmek istemeyenler için değil bu sözüm. Nurullah Ataç, "Ah bir masal söyleyen olsa da dinlesek.." diye yazmıştı. Çünkü masalda şiirin özünü buluyordu. Neydi bu öz? Ne olacak, mantık dışı olandı. Masalların sadece başlangıç bölümlerini okumak bile yeter bunu anlamak için. İşte^ize bir masalın başlangıç bölümü (İgnacz Kunos Türk Masalları Sosyal Yayınlar) "Evvel zamanda, kalbur samanda, bir varpıış bir yokmuş, deve tellal iken, eşek natır iken, sıçan berber iken, gugukçuk terzi iken, tosbağı ekmekçi iken, hamama vardım hamamın tası yok, peştamalın ortası yok, ben anamın babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir varmış bir yokmuş, evvel zamarida, kalbur samanda, kazan tencerede, bir değirmencinin bir kara kedisi varmış..." Esin işte böyledir, çocuğa anasının babasının beşiğini sallatır. 5 HAZİRAN 1987 Sanatııı Gereği MELİH CEVDET ANDAY 1984 yılında basılan, "Açıklığa Doğru" adlı deneme kitabundaki ilk yazırun adı "Sanat Ne4en Gerekli"dir. Şöyle baslamışım o yazıya, "Sanalın vazgeçilemez olduğu tartışıladurur", şöyle bitirmişim, " O bizim yaşamımızı somutlar; ölümlii ve ölümsüz olandır o, yiizii bizim yüzümüze, dili tannlann diline benzeyen." Oldukça uzun bir deneme idi, işin içinden çıkabildim mi? Sanmıyorum, çevresinde dolaştım sadece, orasından burasından dokundum konuya. Gerçeğini arasanız, bu konuyu ele alan hiç kimse onun hakkından gelememiştir. Ama sanat geue de sürer gider.gerekJi imiş değilmiş.bir şey değişmez.Ancak sanatçı da, sanat meraklısı da, bu gerekliliği kurcalamaktan hiçbir zaman geri durmaz. Iki ayda bir Istanbui'da yayımlanan "Felsefe Dergisi"nin 87/3 sayısında okuduğum, "Esfetik ve Sanat Kuramı Sanat ve Bilgi" başlıklı ilginç yazı, beni yeniden ve coşku ile bu konuya getirdi. Yazarı, bilimler akademisi kuramsal fizik uzmanı Yevgeni Feinberg, yazısına şöyle başlıyor: "Belirli bir göriiş açısından b.akıldığında, sanatın varlığı bugüne kadar çözülmemiş bir bilnece gibi gelmektedir. Oysa nesnel dünyayı öğrenme yöntemi olarak bilimin zorunluluğu konusunda en ufak bir kuşkuya yer yoktur." Kolay bir karşılaştırmadır bu, bilimcilerden "öğreniriz", ama sanatlardan öğrendiğimiz ne vardır? Varsa bile, bilimlerden öğrendiklerimize benzer mi hiç, onlar kadar sağlam, onaylanmış, inanılır olabilir mi hiç sanatlardan öğrendiklerimiz? Yoksa bir bilim adamı olan Yevgeni Feinberg, sanatlan tümden yatsıyacak mı kuşkusu geliyor aklınıza... Ama boşuna, okudukça anlıyorsunuz ki, sanat gerçeğinin bilim gerçeğinden daha yüce olduğunu bize bir bilim adamı gösteriyor. Yevgeni Feinberg (Çeviri: Oğuz Özügül), sanatın şimdiye kadar ortaya atılmış olan işlevlerini bir bir elden geçirmekle işe başlıyor. "Sanatın birçok işlevi bulunması, onun göze çarpan bir özelligidir" diyor. Bunlann başında "hoşlanma duygusu" gelir. (hazcı işlev), sonra duyguların aktanlmasına hizmet (Tolstoy iletişimsel işlev), ruhu arındırması, yaşann yansıtması (gerçek bir bilgilenme), ahlak yönünden töre oluşturucu işlev, içsel tutukluklar tarafından bastırılan duyguları yabancılaşnuş bir biçimde canlandırarak insanı sinirsel hastalıklardan kurtarma işlevi (Freud bu işlev için "Aşı yerine geçer" demiş.) Yazar burada diyor ki: "Bütun bunlar doğrudur. Bu işlevler gerçekten sanata özgiidür. Ancak yine de tüm bu açıklamalar bizi iki nedenden dolayı doyurmamaktadır. Bir yandan tüm böylesi işlevlerin başka bir biçimde, yani daha basit ve daha ucuz bir biçimde yerine getirilemeyeceği kanıtlanmamıştır... (Ayrıca) tüm bu çok yönlü işlevler, bize birbirlerine bağlı ve bağımlı göriinmemektedir." Feinberg, amacına varmak için, Hegel tarafından açıklanan, anlıksal olan ile, duygusal olan arasındaki karşıtlığa, daha da aydınlığa varmak için, mantıksal olan ile, sezgisel olan arasındaki karşıtlığı ekleyerek işe başlıyor, şöyle diyor: "Burada sezgisel görüşü, gerçekliği dolaysız gözlemleme, yani hiçbir kanıta dayanmayan şeylerin nesnel bağımlılığını gözlemleme olarak ele alacagız." Hiçbir kanıta dayanmayan bir gerçeklik, bir gözlemleme... Eğer sanatı böyle niteleyeceksek, o hep bilimden aşağı görülmeyecek midir? Hayır, görülmeyecektir, çünkü formel mantıksal çıkarsamalarla sezgisel yargıların bütünü, her şeyi kapsayan diyalekrik mantı PENCERE Bir varmış, bir yokmuş; eskiden para yokmuş; ama, alışveriş çokmuş; alışverişin çokluğu insanları zora sokmuş; bu y"* den bir sivri akıllı sultan parayı alışverişe sokmuş; hazines. : deki altınları ve gürnüşlerı, para yaparak üzerine damgasırir vurmuş; deve tellal, pire pehlivan iken ortalığa çığırtkanlar çıkarmış: Ey ahali!.. Bundan böyle çarşıda, pazarda, alışverişte mah, malla değiş tokuş edeceğinize benim paramı kullanın!.. Her bir sikkenin üzerindeki damga, kaç dirhem altın, gümüş, ya da bakır' olduğuna güvencedir. Bilesiniz ki bu ülkede benim egemen/t, ğîrn geçerlidir, yasalanm buyruktur. " İnsanlık adım adım ilerliyor. Paranın icadı alışverişi artırmış, kolaylaştırmış, ama, o dönemlerde kâğıt yokmuş; kâğıt olmayınca kâğıt para da yokmuş. Uygarlık emekliye emekliye yü4 rüyor. Adına devlet denen örgüt, hazinesindeki altınları ve gumüşleri madeni para yapacağına, piyasaya kâğıt banknot çıkarıp, üzerine de egemenliğin güvencesi olarak 100, 200, 500,. 1000 diye yazmayı, aradan nice zaman geçtikten sonra akıi, edebilmiş. • İnsanoğlu bankayı da durup dururken icat etmemiş, "batv kaların bankası" sayılan merkez bankasını kurmak için burjuva devrimini ve sanayi kapitalizminin gerçekleşmesini bekle^mek zorunda kalmış. Siyasal iktidara tırmanan işbilir burjuvalar kurdukları bankalarla para piyasasına egemen olmuşlar; ve öylesine güçlenmişler ki, bir yandan yurttaşlarının paraları1 nı barçkalarında güvenceye almış; öte yandan zora dara düşen hükümetlere borç vermeye, kredi açmaya başlamışlar; ama bakmışlar ki her banka kâğıtların üzerine 100, 1000, 100000 yazarak kendine göre bir tür para oluşturuyor; ortalık karıştıkça kanşıyor; bir çare aramış, çözüm bulmuşlar: En güçlü banka, merkez bankası olsun; hükümetle anlaşarak piyasaya parayı o çıkarsın!.. İşte merkez bankaları böyle kurulmuş; ingiltere'de, Fransa^ da, Almanya'da ve benzerlerinde, 19'uncu yüzyılda, birbiri ardına temelleri atılmış. Ne var ki bu temeller, devletin dışında görünen ve işadamlarının özel girişimleriyle atıldığından, merkez bankaları bir an: lamda ekonomik bağımsızlık, ya da özerklik kazanmış; devlet^ içinde bir tür devlete dönüşmüş... t* Merkez Bankacılığında Neler Oluyor? ARADA BİR DÜNDAR AKUNAL OKURLARDAN Ybksullaşan köylü Saym Başbakan yaptığı bazı basın toplantılarında, Türkiye'nin fuzla kalkındığmı ve yakın gelecekte Avrupa'daki büyük deyletler seviyesine geleceğimizi söylüyor. ' Ben inanmıyorum. Geçmişe kıyasla köylünün hızla yoksullaştığını görüyorum. Başbakanımıza köy değil, bir kasabayı örnek vereceğim: NiksarGürçeşme kasabası. Burası 1972 yılında köylükten çıkıp kasaba oldu. 75 yıllık kasabaya 1980 yılında belediye hizmet binası yapılmış, bunun dışında gözle görülür hiçbir hizmet getirilmemiştir. 500 hane olan kasaba halkı tek bir çeşmeden içme ve kullanma suyu alıyor. Aslında bu su da içmeye elverişli değildir. Su geliş yolu üzerine sonradan yapılan evlerin, hayvanların ve insanlarm artıklarının suyu kirletmesiyle bu çeşme suyunun içilmez duruma geldiği biliniyor. Bu suyu içen kasaba halkımn 1/S'i tüberkülozludur. Bir milletvekili adayının 1953 yılında köy meydanındaki konusmasını hatırhyorum. 'Bu çamur nedir, fakirliğiniz ortadan kalkacak. Köyünüzün yolu, sokaklan asfalt olacak. Tekrar iktidar olursak köylüyü zengin edeceğiz' diye haykmyordu. Bu haykırışla şimdi arasından 54 yıl geçti. Köylükten 15 yıl önce çıkan bu kasabanın durumu 34 yıl öncesinden daha da kötü ve fakir. Daha önceleri bu halk tütün, afyon ve pancar ekiyordu. Tütün gitti, afyon birilerin'm keyfine gitti. Pancar o yıllarda cazibeli üründü, para getiriyordu. Şimdi ise cazibesini yitirdi ve doyurucu değil. * Köylü eker soğanı patatesi, devlet desteği yok. Kumar oynar gibi tutturabilirse satar, satamazsa çürütür. Bu kasabanın ortaokulu var. Binası okulluğa elverişli olmayan eski halkevi binasında pislik içinde öğrenim görmektedir. Yine bu kasaba vatandasınm tamamımn her gün yürüdüğü uluslararası taşımacılık yapılan karayoluna ekli 3 km.'lik yolu toz toprak içinde. 7 Haziran 1987'de burada yine belediye başkanlığı seçitni var. Seçim nedeniyle buraya gelecek olan iktidar vekilleri ellerini yüreklerine koysunlar, 4 yıldır iktidartn belediyesi olan bu kasabaya, iktidarm 4 yılı dahil en ufak bir hizmet gelmiş mi görsünier ve bu gittikçe fakirlesen insanlara acısınlar. Başbakammızm vergi mevzuatındaki karannı çok yerinde ve yürekli buluyorum. Ancak toplanan devlet gelirlerinin dengeli bir şekilde ' dağılmadığını görüyorum. En ufak yerleşim birimlerinde gözetilen bir avuç gözüaçık zengin olurken halkın çoğunluğu fakirleşmektedir. HÜSEYİN UÇAR MİKSAR 30 Yıl Önce Yitirdiğimiz E. Hazım Tepeyran Ebubekir Hazım Tepeyran, Vahdettin döneminin yok edilecekler listesine geçmiş adlarındandı. Yargılama tutanaklarındaki şu ibret verici sözlere bakınız: •Mustafa Kemal Paşa 'nın rutbesi, padisahın iradesiyte katdırtldığı halde, Ankara'ya çektiğiniz telgrafta, niye yine de 'Paşa Hazretleri' diyorsunuz?.. Anzavur diyorsun da, ne için 'Anzayur Ahmet Paşa' demiyorsun?.. İstanbul'un işgali günü, herkesin içerisinde, işgal kuvvetlerini küçumseyen sözler de söylemişsiniz?.." Bunlar, Nemrut Mustafa Harp Divanında, sanık sandalyesine oturtulan vali ve içişleri bakanı Tepeyran'ı suçlayan sorulardan bazılarıdır. T epeyran, Atatürk ve bazı arkadaşlan hakkında yine bu divantn verdiği idam kararınr Padişah Vahdettin'in onayladığı gün, 24 Mayıs 1920'de tutuklanmış, Fevzi Paşa da aynı gün idama mahkum edilmişti. Kurtuluş Savaşı'ndan yana olanlara karşı Harp Divam'nın kararları ile onu yönlendiren Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin'in tutumları arasındaki bu paralellik ilginçtir. Tepeyran, Mithat Paşa'dan sonra, her gittiği yere adaleti, iosanlara iyi muameleyi, dürüstlüğü ve halka yardımı, illere de imarı götüren, yoksul kesimlerin sevgisini kazanmış valilerin en önde gelenlerindendi. Yitirilmeye başlayan devlet otoritesl, hatta devletin kendisi, Ebubekir Hazım Bey tipi valilerin kişiliğiyle somut etkisini sürdürebiliyordu. Tepeyran Hicaz, Musul, Bağdat, Beyrut, Manastır, Ankara, Bursa... gibi, bazılarında birkaç kez olmak üzere, en az on beş ilde valillk yapmıştı. Tutuklanmasından bir buçuk ay öncesine Damat Ferit'in yeniden hükümet kurmasına kadar da İçişleri Bakanı idi. Ne var ki, Ankara hükümetinden yana tavrını Bursa Valiliği'nde de İçişleri Bakanlığı'nda da ortaya koymuştu. Onun içindir ki, Nemrut Mustafa Divanı gibi, içinde devlet üst düzey adamlarının bulunduğu bir kurula sadece yakışmayacak değil, bir karacahili bile utandıracak "paşa hazretleri demişsin, Ahmet Anzavur Paşa derr\emişsin" saçmaları ile süren sorgu skolastiği, bir mizansenden başka bir şey değild). Sanığın başını hedef almış koca dava, bir iki ay içinde toparlanıp bitirildi. "Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen" Tepeyran idama mahkum olmuştu. Damat Ferit devrilip de Tevfik Paşa k'ışiliğinde bir devlet adamı sadrazam olunca, daha önce ömür boyu hapse çevrilmiş idam kararı da bozuldu. Tepeyran da kaçıp Ankara hükümetine katıldı. Bundan sonra Ankara hükümetinin Sıvas, Trabzon valiliklerinde, ilk mecliste ve cumhuriyette bazı dönemlerin milletvekilliklerinde bulundu. Çok yönlü kişiliğinden kesitler vermeye çalıştığımız Tepeyran'ın yaşamı, otuz yıl önce, 5 Haziran 1947'de Erenköy'de sona erdi. Gösterişsiz, sessiz sedasız bir sona eriş. Bu yazı, otuzuncu ölüm yılında birkaç satırla da olsa, o sessizliği bozmak amacıyla yazıldı. Devlet kendine hizmet edenleri anmıyor, anımsamıyor. Meğer ki, iktidarlar onda, kendi çıkarlarına hizmet edecek bir şey bulsunlar. Şu, bir zamanların "Şairi Âzam"ı koca Abdülhak Hâmit'e bakın. Bir buçuk ay önce ellinci ölüm yılı ne kadar sessiz, kimsesiz gelip geçti. Sanki bilmiş gibi, derin sessizliğin içinde yok olup gitmektense kâinatın nesi varsa yağsın, diye feryat etmemiş mi idi? Türk şiirinin öncüsü olarak Hamit'e o kadar övgüler yağdıran Gibb'in mezannda kejnikleri sızlamıştır her halde. 'Ya bir de bu, uzun siyaset ömürlü büyükelçi, "Türk şiirine yeni ufuklar getiren" "şairi âzam" olacağı yerde "şairi İslam" olsaydı! Siz o zaman görürdünüz laik cumhuriyette yıldönümünün nasıl kutlandığını. Tepeyran, siyasal yaşamı yanında, kendini edebiyat tarihimize sokan bir de roman yazmıştır. Bu alandaki haklı ünü romanından değil, bu romanla ortaya koyduğu tarihsel davranışından gelir. İmparatorluğun topraklarını il il; illerini de köy köy dolaşan, Niğde doğurnlu yazar, bu rastlantıları çok güçlü gözlem yeteneğiyle birleştırerek, o zamana kadar bu şekli ile işlenmemiş kfey ve köylü yaşamını realist çizgileriyle veren "Küçük Paşa"yı kazandırmıştır edebiyatımıza. Cevdet Kudref in, önceliğini titizlikle saklı tuttuğu, Nâbizâde Nâzım'ın Kara Bibik'ini anmakla yetinirsek, "Küçük Paşa"; köyköylü sorunlarını deşerek varlıklı, kentli aileler ile yoksul köy çocuklarını yan yana getirmekte, köy koşullarını yalın çizgileriyle belirtmekte bir başarı aşamasıdır. , Tepeyran bir roman yazmak isteğinden çıkmamıştır yola. O, iyi tanıdığı Anadolu köyünün, köylüsünün dertlerine çare bulmak, acı yazgısını gözler önüne sererek çevrenin de bir şeyleryapmasını sağlamak istemiştir. Köyün dramını anlatırken, Tepeyran, kendi duygularını, düşüncelerini, eleştirilerini, kişisel yorumlarını, geleceğe dönükönerilerini katmıştır eserine... Ama bunları yaparken köy insanının altyapısını romanın akışı içerisinde gözler önüne olduğu gibi sermek, gözlemlerini olduğu gibi ortaya koymak başarısını da göstermiştir. Hiçbir teknik özellik taşımayan bu romanın çekiciliği de buradadır. Tepeyran'ın karşıtları birlikte yaşatma gücünü Halit Ziya Uşaklıgil şöyle anlatmaktadır: "O'nun bir eli alışkanlıklarını tutmakta gevşerken, öbür elinin yeni ufuklara kuvvetle yapışacağından şüphe edilemezdi." Tepeyran, Kurtuluş Savaşı'na, Osmanlı dönemine ait hayli belge toplamış, günlük notlar tutmuştur. Siyasal yaşamımızın birçok yönlerine ışık tutacak bu belgeleri, notları daha da gecikmeden yayımlamak, yetişmesinde kendisine çok şeyler borçlu olduğu dedesine karşı, torunu Oktay Akbal için bir görevdir. Umarım bu dilek yakında gerçekleşir. GÖNÜL BORCU Uyluk kemiğinin boynu kırılmış doksanlık bir kişiyi, kırılan kemik yerine metal bir proıez lakarak on gundt ayaja kaldırmış olan bir hastanenin, yürekleri sevçcenlik dolu uzmanlarına ve görevlilerine karşı duydugum gönttl borcunu dile geürecek sözcilk bulamıyorum. tnsan ancak kendi evinde. bu denli yakınlık ve ilgi görür Kazayı ilk ögrencn Cazi Üniveısitesi Tıp Fakultesi Hastanesi uzmanlanndan Dr. RAUF HAZNEDAR'ın başlattıgi sagaltıcthk, bu hastanenin iç hastabkları ve ortopedi ve travmatoloji bölümlen ılgıhlcnne t»Km, ıckfrijin bütun otanakian kuUanılarak sürdürüldu. Her biri, kendi aJanının parlak yıldızlan olan bu örnek insanlar, iç hastalikları bölümunde Prof. Dr. ÖVSEV DÖRTLEMEZMn Prof. Dr. HALtS DÖRTLEMEZ'in Prof. Dr. MİİŞTAK ÖZİJER'in Dr. MEHMET LEVENT ALKAN Başhemşire ALTLN ÖZTÜRK'ün kışiliklerınde, duyguların en soylusu ile anıyorum. Onopedi ve ıravmatoloji bölümunde de operasyonumu olaganustu bir başan ile gerçekleştiren, gülcryüzlü, taıb dilli Doç. Dr. ŞANAP ATtK ile anestezi uzmanı Doç. Dr. METtN ÖNDER'in kişiliklerinde butttn çalısma arkadajlarına en ucak gönü! borcumu sunuyorum. Bu saurlara bir dede yilreğinin duygulannı eklemekten de kendimi alamıyorum: Aynı hastanenin doktorlanndan olan lorunum AYDIN AKSOY mesleginin ve bir torundan beklenenlcrin gereklerinı çok aşan bir çaba ile gece gündüz çevremde döndii. Yapılabilecek en zoı şeyleri yapıı. Hayır dualarım her zaman onun yanında olacaktır Bir Odeyim daha var. O da, Gazi Universitesi Tıp FaküJtesi Hastanesi'nin uzmanları gibi ulusça ovüncemiz olan dcgerlerin. bizi başka Ulkelcrde sağlık arama gerekiemelerinden kunarmış olduğunu kamuya du>Tnakıır. MIMAR ve İNSAAT MÜHENDİSLERİ 40 kişiden oluşan mimari ve statik grvbumuzda önemli projelerde görev alacak ve daha ust seviyede sorvmluluklara da aday olabilecek her tecrübede Mlmar ve Projeci Betonarme MühandlsİBii'ne ihtiyaç duyulmaktadır. Yerli ve yabancı kuruluşlara verilen proje hizmetleri aşağıdaki konulardadır. Şehir ve sahil otelleri Hastane binaları Turizm ve alışveriş merkezleri Ofis binaları Endüstriyel yapılar Kavşak dözenlemeleri ve üst geçitler Şirket bünyesinde aynı zamanda bilgisayarla tasarım, dekorasyon ve mesleki kontrolluk grvplan bulunmaktadır. İsteklilerin özgeçmişleri ve fotoğrafları ile birlikte şirket adresine başvurmaları gereklidir. Müracaatlar yönetim seviyesinde gizli tutvlacaktır. Ücret tecrübeye göre tespit edilecek olup, tatminkârdır. Başvuru adresi : Köroğlu Cad. Kızkulesi Sok. No: 44 Gaziosmanpaşa /ANKARA Teh 137 11 55 Ya Türkiye'de ne olmuş? Osmanlı imparatorluğu yan sömürge devlet olmak rezilliğK ne düstüğünden "Ulu hakan, büyük sultan, cennet mekân Ab% dülhamit Han" döneminde Frenk gâvuru gelip islam ülkesin^ de merkez bankasını kurmuş. ingilizlerle Fransızlann ortaklı* ğındaki Osmanlı Bankası, Londra ve Paris'ten buyruk alarak Türkiye'de para basmayı tekeline almış; Ulu Hakanımız da F rasal yönetimı kefereye emanet ederek, her türlü yenilik akım. larının ve aydınların canına okumayı siyaset bellemiş. Yarı sömürge Türkiye'de emperyalizmin buyruğuyla çıkari'.. lan kâğıt paraların üzerine Osmanlı padişahının damgası vur rularak Müslüman halkımız bir güzel uyutulmuş... : • A Sonra ne olmuş? Gazi Mustafa Kemal, Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nda emper, yalizmi yenilgiye uğratarak bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni kus runca bakmış ki merkez bankacılığı Fransızlaria İngilizlerin etinr. de, Londra'ya ve Paris'e bağlıdır. 'J Böyle şey olmaz, demiş Türkiye Cumhuriyeti Merkez Ban, kası kurulmalı... Ünlü maliyeciler, ekonomistler, yabancı uzmanlar tedirgin* leşmişler; ama, bağımsız devletin bağımsız merkez bankasınu Atatürk 1930'larda kurmuş; demek ki Saf/'dakinin tersine, biz^ de merkez bankacılığı bir değişik süreçte gerçekleşmiş, dev' letçilik yöntemiyle oluşmuş. . .vC^ * ^ Şimdi ne oluyor? "Parasal politika şampiyonu" Özal, Türkiye Cumhuriyeti Mer? kez Bankası'nı yeni bir kararnameyle tastamam kendi buyru> ğu altına almaya yöneldiğinden, tartışma sürüyor. *. Merkez Bankamızın, merkez bankacılığı da artık lafta değil mi? "Dış ekonomik çevre/er'in ekonomik buyruğu altındaki^. 1980'ler Türkiyesi'nde "parasal politika" banknot matbaasmi", son hızla çalıştırmaktan başka nedir ki? • 5 VEFAT TEŞEKKUR Fethiye llköğretim Müdürlerinden HP ve SHP Fethiye llçe Yönetim Kurulu Başkanlan'ndan, Nesibe Yılmaz'ın sevgili eşi, Tuğrul, Rasih, Arif, Levent ve Nutten'in babaları, Zühal Candeğer, Makbule, Pınar, Yılmaz ve Nevzat Kaya'nın kayınpederi ve ÖMER ASIM AKSOY Cumhunyet CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ K,ıtâpKuiubj BANDIRMA KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİNDE M.KAZIM YILMAZ'ın (1925 1987) vefatı nedeniyle acılanmızı paylaşan tüm dostlanmıza saygılar sunanz. BÎRİCİK KIZIMIZ İMZA GÜNLERİ İREM GÖKSU'yu KAYBETTİK Acısı yüreğimizde. DOSTLAR SAĞOLSUN! İLHANAHMET PEKER EŞİ ve AİLESİ VEFAT TEŞEKKUR Dr. E R D A L ATABEK: 6 Haziran Cumartesi A Y T E N M U T L U : 6 Haziran Cumartesi (SAAT: 14.0018.00) ve Fethiye llköğretim Müdürlerinden HP ve SHP Fethiye tlçe Yönetim Kurulu Başkanlan'ndan HAZIRAN SAYISI ÇIKTI ALINTERİ, Banş, Demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi Verenlerle Birlikte. ALINTERİ, fabrikalarda, tezgah başlannda, aJanlaıda... Bu sayıda Özal'ın «XI oyunm: Referandum ve aıdındald gerçekler. Işçı sağlığı ve işgüvenliği konusunda Balcanlığın ve işverenin ortak görüşü: "Dikkat «tmezaen cu olmr." Dr. Najat Tazıcıoğln:' Sendikalaı işçi sağlığı ve işgfivenligi konusunda poüüka oluşturmai zorundadır." Izmit Mltingi: "Bu iktidar gitmeli başka yolu yok." TüıkVin de«iş«irUebüm««l uadm oUaakh. Sendikal biılik konusunda bağımsız sendika yöneticüen ve üyelerinin görüşleh. KaJe Küit ve Kale Vida işçileıi grevde. Belediye «eçtınlcri: Dikkat bu sonuca ınarunayın Bütün meydanlardan geçti 1 Mayıs Nükleer silahsız bu dünyaya: Zeki ErkBt Insan haklan ve 12 Eylül yasalan Av. Keaul KırJıngıç Sendikalaı ve egitün çahşmalan Nadis» Gökeı BANDIRMA KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ SEVGİLİ ÖĞRETMENİM KİTABEVİ SER6İSİ M.KAZIM YILMAZ'ı (1925 1987) kaybettik. Ailesi ve yakınlarına başsağlığı diler, tüm dostlarımn acısmı paylaşırız. KIZIMIZ İREM'i kaybetmenin acısını, Peker ailesiyle paylaşıyoruz. Başımız sağolsun! CAN DENİZ d ü n y a y a geldi. hoşgeldi. MAİDEHAKKI DEVECİ 15 Mayıs 1987 Erzincan Peker Ailesinin Dostlan SHP FETHİYE İLÇE YÖNETİM KURULU ADINA BŞK. RAMAZAN YILDIRIM
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle