18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 MA YIS 1987 CUMHURİYET/7 Batı Bertin'den Berliııli hemserîmîz ği? Bu soru sorulduğunda gözler doğuya kayıyor... Duvarın hemen ardındaki Brandenburg Kapısı'na, Sovyet Büyükelçiliği'nin görkemli binasına, Doğu Alman TV'sinin dünyada üçüncü olmasıyla övündükleri dev antenine... Batı Almanlar, Berlin'in 750'nci yıldönümü dolayısıyla Doğuya doğru yumuşak bir çıkarma halindeler. Batı Berlin Belediye Başkanı Eberhart Diepgen, Doğu Alman lider Hoenecker'ın bu törenler için yaptıklan çağnyı reddetmesinden duydukları üzüntüyü uzun uzun anlatıyor. îçten mi? Bu genç ve dinamik politikacı attıklan her adımın doğudan olumsuz karşılık aldığını anlatıyor ama "Berlin'in geçmişi Almanlann sorunudur, ama geleceği sadece Almanların sorunu değildir" diye de ekliyor... Willy Brandt, açılış töreninin en çok alkış alan konuşmacısı. Törenin yapıldığı Kongre Sarayı'na yanında yeni eşi, yaşından beklenmeyecek çevik adımlarla geliyor. Kürsüye çıktığında alkış uzun süre kesilmeyince eliyle durduruyor. Ve 1946'dan itibaren anılar anlatıyor, gelecekten söz ederken de Doğu Berlin'e ve Doğu Almanya'ya sempatik mesajlar yolkıyor. Federal Almanya Başbakanı Helmul Kohl ise tekdüze konuşmasmda bilinen her şeyi yineledikten sonra finalde sesleniyor: "Kentin obur yanmdaki ve Demokratik Almanya'daki bütün yurttaşlanmıza selam. Geçmişimiz orlaktı, geiecegimiz de ortak olacak." *• • Gelecekleri ortak olabilir Almanların, ama bu gelecekte oradaki yurttaşlarımızın da bir pay sahibi olacağı kesin. 21 yıldır orada yaşayan bir yurttaşımız şimdi taksi şöförlüğü yapıyor. 3 ay çalışıyor, üç ay tstanbul'da yatıyormuş. Berlinli hemşerimiz, bu kışın en kötü günlerinde nasıl dolmuş yaptığını anlatıyor, çok seviniyormuş duraklarda titreşen Almanlar, yanaşıp 5 yolcu birden alan bu taksinin gelişine... • • • Berlin'in geçmişini 12 yıl gibi kısa bir sürede Hitler belirlemiş, ama geleceğini belirleyecekler arasında Berlinli hemşerimiz de var. Bergen'den Berlin'in 750. kuruluş yıldönümü özel programının sunucusu "Eskiden Silezya'dan gelirlerdi, şimdi Anatolia'dan geliyorlar" derken Batı Berlin Belediye Başkanı Eberhart Diepgen "Berlin'in geçmişi Almanların sorunudur, ama geleceği sadece Almanlann sorunu değildir" diyor. Berlin'in geçmişinil2yıl gibi kısa bir sürede Hitler belirlemiş ama geleceğini belirleyecekler arasında Berlinli hemşerilerimiz de var. OKAY GÖNENStN BATI BERLİN "Ben birBerlinliyim" ...TV sunucusunun uzattığı mikrofona bu cümleyi heyecanla haykıran 10 yaşındaki çocuk sonra adını söylüyor: Hüseyin... "Ben birBerlinliyim..." Bu kez bir Uzakdoğulu çocuk. Sonra üçüncüsü, bu kez bir zenci... Sunucu, kentin 750'nci kuruluş yıldönümü özel programına girişi böyle yaptıktan sonra Berlin'i anlatmaya başhyor. Ve arada bir cümle: "Eskiden Silezya'dan gelirlerdi, şimdi Anatolia'dan geliyorlar." En taze istatistikler, nüfusu sürekli azalan ve şu anda 1 milyon 900 bine inen kentte resmen 120 bin Türk'ün bulunduğunu, ayrıca 100 bin kayıtsız yabancının da burada barındığını söylüyor. "Berlinli olmak" sloganıyla geleceğini arayan bu kentte, Türklerin yüzde 10'u tutturduğu rahatlıkla ifade ediliyor. "Berlin'i kurtarmak." 750'nci yıldönümü törenlerinin ana fıkri, yani Berlin'in geleceği ne olacak? Peki Berlin'in geçmişi ne idi ki? Organizasyon dehalarını en küçük olayda bile kullanan ve bununla bol bol övünen Almanlar, 750'nci yıl törenlerinin her dakikasında döne döne aynı yere geliyorlar: 19331945 Hitler damgalı 12 yıl. Köklü bir kentin 750'nci yılı kutlanırken bunun içinde 12 yıl nedir ki? YVilly Brandt, kutlama törenlerinin açılışında Mavili ve kırmızılı gençler Bergen sokaklarında çeteler halinde tathsert bir şekilde bira içip nara atarak kapışıyorlar. Kırmızılar iktisat, mavililer teknik okul öğrencileri. Ancak bu 'kavga' yalnızca haftasonu ve bağımsızlık günieri olan mayısın ilk iki haftasmda yapılıyor. Daha sonra Norveçli gençler akılcı bir işbirliği ile en modern teknolojileri tüm dünyaya pazarlıyorlar. nin kapılarında beklesenler var. Ama FÜSLN ÖZBİLGEN bu gibi eğlence yerleri artık kapanBERGEN, (NORVEÇ) Oeniz, kanal, nehir, ada, yarımada, göl gibi su ile sahil arasındaki ilişkiyi arılatan ne kadar kelime varsa, tümünün bile anlatmaya yetmediği bir coğrafi dantel var Iskandinav yarımadasının Atlas Okyanusu'na açılan kıyılarında. Zaten şöyle bir haritaya göz atmak bile yeterli bu girintili çıkıntılı sahil şeridi hakkında fikir edinmek için. İşte bu karmakarışık deniz ve kara ilişkisinde önemli bir merkez Bergen, Norveç tarihinde bir ara başkent Oslo'dan bile öne geçmiş, Avrupa'dan kuzeye giden denizyoilarının merkezi olan bir kent burası. Oslo'nun Norveç'in başkenti olmasına karşın Bergenliler de kendi kentlerini "fiyortlann başkenti" olarak tanımlıyorlar. mış ve içerdekiler bile dışarı atılıyor. Gençler enerjilerini boşaltacak bir ortam aramycrlar. Gençlere sadece caddeler ve bira şişeleri kalmış. Onlar da caddelerde turlayıp biralan için şişeleri yerlere savuruyorlar. Mavilere ve kırmızılara neyin savaşını yaptıklannı sorup anlamaya çalışıyoruz, ama hiçbirinin ne soruyu anlayacak ne de kafasını toplayıp yanıt getirecek hali var. Bu savaşın ne olduğunu ertesi sabah Norveçüler anlatıyorlar. Kırmızı giyinen, kırmızı arabalara ve minibüslere doluşan gençler iktisat ve ticaret okuyan öğrenciler. Mavililer ise teknik okullarda okuyanlar. Son sınıf öğrencilerine senede bir iki hafta sonu böyiesine çılgınca içini boşaltma olanağı tanımış bu toplum. 17 .Mayıs 1905'te kazanılan bağımsızlık, Norveç'in ulusal bayramı olarak kutlanıyor. İşte bu genç» ler de mayısın ilk iki haftasmda bir? birleri ile kıyasıya bir mücadeleye girişiyorlar. Araba yanşlan düzerdiyorlar, birbirlerini yakalayıp şehir dışına atıyorlar. Bir mavili ya da kırmızılı, diğer grubun eline geçerse hemen araba ile götürülüp kent dışına uzak bir yere bırakılıveriliyor. Denk kuvvetler halinde dolaşıp kendi gruplarını koruyorlar. Bu arada içtikçe içiyorlar. Bütün bu şamata, 17 mayısa kadar ve sadece hafta sonunda. Hafta içinde herkes aklını başına toplayıp teknik veya ticaret derslerinin başında. Cumanesi gecesi böyiesine çılgınhk eden gençlerin hiçbiri pazar gecesi ortada görünmüyor. Çünkü pazartesi sabahı erken kalkılacak, iş günü v e ders günü başhyor. > Bergen bir üniversite kenti. Gençi ler iyi bir eğitimden geçerek yetişti" riliyor. Kişi başına ulusal geliri, Türkiye'nin on kat ötesinde olan bu ülkei de Türk öğrencileri de burs alarakj okuyorlar. 50 kadar Türk genci Norveç hükumetinin verdiği burs ile Bergen'de üniversite öğrenimi görüyor. Kırmızılar ve maviler arasındaki bira kokulu savaş, daha sonraki yıllarda ülkelerınin gelişmesi için akılcı bir işbirliğine dönüşüyor. Ticaretl ve iktisat öğrenenler, teknik eğitimj görenlerin geliştirdikleri teknolojileri" bütün dünya>2 pazarlama yöntemle' rini geliştirıyorlar. Bergen'de bir gece gençlerin naralar atarak sarhoş dolaşmalarım izleyip "Bu ülkenin geoçligi kaymış gitmiş" diye duşunenler ise, bu gençlerin eğiencelerini birkaç, yıl önce aynısı ile y'aşamış ağabeylerinin geliştirdikleri teknolojileri saj tın alıp ülkelerine götürüyorlar. t Maviler ve Kırmızılar BERLİN PASTASIMÇOCUKLAR SÜSLEDİ' Berlin'in 750'nci kuruluş yıldönümü törenleri bir yaş gürui havasında kutlanırken yıldönümü nedeniyle düzenlenen "tyi ki Doğdun Berlin" adh televiıyon şovuna katılan, 75 lane 10yaşındaki çocuk, dev yaş günü pastasım süslüyorlar. (Foloğraf: ÜM.J yaptığj konuşmaya baslarken, sözüne 1946 yılında Norveç'ten dönüşünden giriyor. Kentin 700'üncü kuruluş yıldönümünün 1937'de Nazi yönetiminde kutlandığını anımsatıyor... 1936 Olimpiyatlan'nda üç madalya alarak Hitler'i kızdıran Amerikalı zenci atlet Jesse Owens'ın adının verildiği sokağı rehber özenle gösteriyor, olayı uzun uzun anlatıyor... Yüzlerce teknenin salına salına gezındiği Van Gölü hakkında verilen birkaç dakikahk bilginin en önemli bölümü, Nazilerin, Yâhudileri imha kararını bu gölün kıyısında yaptıkları bir toplantıda aldıklanna ilişkin... Berlin'deki Gestapo merkezlerinin bir bölümü yok olmuş. Kalan binalardan birini ise bir süre önce onarmışlar, şimdi de burada bir sergi açıyorlar.. Dehşetin topoğrafyası.. Otel Esplanade. Savaş filmlerindeki Berlin sahnelerinin vazgeçilmez dekorlanndan biri, o da onanlıyor, yakında kullanılacakmış... Berlin 750'nci yılını kutluyor, ama herkes bu talihsiz kentin tarihi sanki Hitler'le başlıyormuş gibi davranıyor. Berlin'in geçmişine III. Reich, öyle bir kara damga vurmuş ki, Berlinliler bunu 40 yıldır silemiyor. Peki ya gelecek? Türk, Uzakdoğulu ve zenci çocuklar mı olacak Berlin'in gelece Brugge'den Bahar sessizliğinde gilz hayaUeri önce sabah sessizliği, sonra manastır ilahileri dinlenilir. Zaten Brugge'de niden Brugge'ye ve yeniden yalnız gelmek istenir. Baharda Brugge yadırgansa da. paskalya tatilinden isVenedik'te olduğu gibi Visconti yüzü suyu hürmetine Mahler çekilmez. tifade, bir dostum ve ailesıyle birlikte cümbür cemaat FeSabah sessizliği ikindi sessizliğine dönüşmeden öğleyi vuran saatler lemenk şehrine gittik; güneşi fırsat bilen herkes üşüşmüşdinlenebilir. Güzün Brugge'e birlikte gelinecek sevgililerin hayalleri kurulur.tü. Parkingler doluydu. Nispeten ara sokaklardan birinde U A r t i III l'irvr'iiv; I t A U l ULIE.1>IUIFN BRUGGE, (BELÇİKA) Brugge için kuzeyin Venedik'i denir. Şehir, onuncu yüzyıldan beri kanal mimarisi esas alınarak inşa edilmiştir. Önce nehir, sonra terbiye edilmiş nehir, sonra feodal beylikler, sonra da yeryüzunün ilk burjuvazisi Brugge'yi olağanüstü zarif kılmıştır. Barok, goük ve neogotik iç içe girmişlerdir. Ağırlık oluşturmazlar. Feodal beylikler, ticaret burjuvazisi ve merkantil burjuvazi uslupta umıtı sağlamışlardır. Brugge'ye her mevsimde gidilebilirse de, güneyde Venedik için geçerli olan dusıur burada da geçerlidir ve Brugge gezilerinın tadı esas olarak sonbaharda ya da kışın çıkar. Güzün. ışıklar doyumsuzdurlar. Memling ve Van > c k gölgeleri dolaşır. Sonbaharda Brugge'ye tek başıMeterlinck düşünerek kanallann üsn a g d m e k gerekjr tündeki köprülerden yürünür. Önce sabah sessizliği sonra raanastır ilahileri dinlenir. Zaten Brugge'de Venedik'te olduğu gibi, Visconti yüzü suyu hürmetine Mahler çekilemez. Brugge'de, kantatlar, madrigaller, Gregoryenler dinlenebilir. Bir de, sabah sessizliği ikindi sessizliğine dönüşmeden, öğleyi vuran canlar dinlenebilir. Güzün, Brugge'de biraz ortaçağ hayalleri biraz da kışın, birlikte gelinecek sevgililerin hayalleri kurulur. Kışın, Brugge'ye, güzün hayalleri kurulmuş olan sevgililerle gidilir. Buz tuımıış Rcinen kanalmdan, buz tutmuş Minnewater kanalına yürünür. Paten kayanlar ve Flaman ustaların tablolan seyredilir. Paten kayanlar, Flaman ustalann tablolanndakilerine benzetilir ve zamanın Fe durağanlığından hoşnut kalınır. tyi Brugge'de, güzün ye yer buldum ve otomobili park ettim. Kanal, köprüler, manastır, saat kulesi, Memling, van der Weyden, danteller, çikolata, eskici pazan derken, baharda Brugge ve güneşte cumartesi bitti. Arabayı bıraktığım yere döndiik ki, otomobilin yerinde yeller esiyordu. Brugge'run ışgüzar polisi, yanlış park edildiği gerekçesiyle aynı kaldınmdaki diğer vasıtalan da çektirmekle meşguldü. Polis cfendinin arabayı bulmak ifin hangi komiserliğe gitmek gerektiğini söylemekten başka bizimle özel bir samimiyeti de mevcut değildi. Arabası polisin gadrine uğramış cumartesi kurbanlan, ortaçağ romantizmi ve Felemenk gölgeleriyle hiçbir ilgisi oloıayan Brugge şehir karakolunun önünde kuyruk oluşturmuştu. Gençten bir memur, kimlikleri tespit ediyor, bilgisayara bakıp otomobilin hangi garaja teslim edildiğini bildiriyor, ardından da şehir dışındaki bu ga raja polis minibüsüyle gitmek için para kesiyordu. Bin beş yüz frank tutan ceza ise daha sonra eve gönderiliyordu. Otomobilin çekildiği garaj Flaman ovasında bir benzin istasyonuydu. Kadının biri kasaya oturmuş, polis minibüsünün her "müşleri" indirişinde ellerini oğuşıuruyor ve o "müşleri" hangi millettense o lisanda " bin beş yüz frank" diyordu. Üstelik, fatura yerine de lalettayin bir makbuz veriyordu. Hem tarifenin yüksekliğinden hem de makbuzun işe yaramazhğından, hatunun, paskalya turistlerinden haraç kesen şehir polisiyle fifli fifti çalıştığı anlaşılıyordu. Vaktiyle tacirlerin ve Kudüs'e haçlı giden derebeylerinin zenginleştirdiği Brugge, anlaşılan şimdi de aynı zenginliği sürdürmtk için siteye girenlerden ayakbastı parası alıyordu. Brugge için Kuzey'in Venedik'i denir. Güneyde Venedik için geçerli olan düstur, kuzeyde Brugge için de geçerlidir. Brugge'ye ya güzün ya da kışın gitmek gerekir. Güzün yalnız gidilir ve kışın beraber gidilecek sevgililer hayal edilir. Kışın. sonbaharda hayal edilmiş sevgililerle gidilir ve güzün yeniden yalnız gelmeye karar verilir. tlkbaharda Brugee've haraç verilir. Uçağımız gece saat 23'te Bergen'e indiğinde, havaalanmdan kente' kadar olau kısa yolda neresi körfez, neresi deni>, Köprüden mi geçiyoruz, adaya mı gidiyoruz belli olmayari karmakarışık bir denizkara işbirüği halinddki yoldan ilerleyip sonunda bir körfez kenanndaki otelimize varıyoruz. Körfezin etrâfı çepeçevre bir cadde. Sapsarı saçlı birbirinden güzel genç kızlar, yine sanşın uzun boylu genç delikanlılar ışıl ışıl caddelerde bağırış çağırış eğleniyorlar. Bu eğlenceli gece şenliğini kaçırmamak üzere bavullarımızı otele bırakıp hemen bu cıvıl cıvıl bölgeye fırIıyoruz. Gece saat 12 ile 0! arasında gördüğümüz olay, kırmızı veya mavi rally giysileri içinde dolaşan gençlerin, yine kırmızı veya maviye boyalı arabalan ile kent merkezinde cirit atmalan, ellerindeki bira şişelerini kafalarına dikip boşalan şişeleri kaldırımlara savurarak parçalamaları. Sonra çılgınca naralar atmaları. Kırmızı minibüslerde kırmızı giysili gençler, mavi minibüslerde mavi giysili gençler oturuyorlar. Yine ellerinde bira şişeleri. Minibüsler sahildeki rıhtımlara park etmiş. Bira şişeleri boşaldıkça minibüsün kapısındaıı kaldırıma fırlatılıyor. Naralar yükseliyor. Sonra bir bakıyorsunuz mavili gençler koşmaya başhyor, kırmınlılar kovalıyor. Daha ötede iyice sarhoş bir genç kız, ince bir çığlık atarak bir genç delikanlıya doğru koşup kucağına sıçrıyor. Bir diğer delikanlı, arkadaşını yakalandığı gibi yine bir çığlık atarak sırtına alıp kaldırıyor, havalara fırlatıyor. Kırmın ve mavi arabalar gecenin önusünu korkunç bir ekzoz sesi ve fren gıcırtıları ile yırtıyor. Gençlerin hepsi sarhoş. Gençler çılgınlık halinde. Dansing ve gece kulüpleri New Orleans'tan Stockholm'den Ahşamdan kolma 1 Mayıs Modern îsveç'te 30 nisandan başlayıp 1 Mayısa kadar sarkan Hıdrellez'in buradaki adı Valborg. Sabahın erken saaîlerinden itibaren sokaklara dökülen, alanlarda toplanan on binlerce Isveçlinin önemli bir bölümü işçi bayramlanm "akşamdan kalmış" olmamn mahmurluğu içinde kutluyor. YAVUZ BAVDAR STOCKHOLM 1 Mayıs ayık kafa ile mi kutlanmaiı. sarhoş mu? "Dtmıma bagiı" mı diyorsunuz? İsveç bu soruyu kendine özgü biçimde yanıtlamış durumda. Sabahın erken saatlerinden itibaren sokaklara dökülen, alanlarda loplanan on binlerce hveçlinin haîirı sayılır bir bölümü İşçi Bayramı'ru "•kşamdaa kauni}" olmamn bulanık mahmurluğu içinde kutluyor. Bu, hiç çaresi yok, böyle olmak zorunda. Nedeni mi? Bahara kavuşmanın bayramı olan Hıdrellez buradaki adıyla Valborg 30 nisana rastlıyor, 1 Ma>is'ın erken saatlerine kadar sarltıyor da ondan... Her yıl geieneksel tckrarlanan bir durum bu. 30 nisan akşamı saal 17'den itibaren, bahar sarhoşluğuna giden en kestirme yol "şijeden geçef" slogarumn yörüngesine giren Qlke, yavaş yavaş çıgırmdan çıkmaya bastıyor. Şehir ve kıriardaki geieneksel yerlerde, göl ve deniz kıyılarında, tepe ve yamaçtarda yakılan Hıdrellez ateşleri çevresinde, şarkılar eşliğinde ilk biralar açılıyor. Ateşin çıunıları ve o saatlerde kıpkızd bir renge bürünen gökyüzü, güneş. Iskandinavya'run doğaya âşık bu insanlarında hem huzün hem de sevinç yarauyor. Bıtmek bilmeyen karanhk kış aruk gerilerde kalmışur. günlerin uzadıkça uzadığı özlenen mevsim sonunda gelmiştir. Yaşasın bahar. Valborg, oldukça eskilere dayanan bir bayram. Yakiaşık 300 yıllık bir geçmişi var. Adını M.S. 789'da yakılarak öldürülen bir Alman Katolik azizesinden alan bu bayram, tsveç'te vıızyıllann töreierini hâlâ içinde taşıyor. İlk olarak Stockholm'un kuzeyindeki Uppiand bolgesinde kutlanmaya başlanmış. V'alborg'da yakılan ateşlerin, köyiülerin çaü çırpıyı toplayarak tarlalannı ekime hazır hale getirmesi geleneğine dayandığı söyleniyor. Bu konudakı bir başka açıklama ise, ateşlerin büyük ve küçükbaş hayvanların baharla birlikte çayırlara salıverilmesinden önct yöredeki kurtiarı kaçırmak için yakıldığı şeklinde. Valborg kutlamalan, köylerde ihtiyar heyeti seçimleri geleneğine de bağlanıyor. Eğlenceler sırasında bo) miktarda içki içen köy sakinlerinin, ateşie yetinmeyerek, ellerine geçirdikleri sopa ve tencere kapaklarıyla ve vahşi çığlıklarla ormanlarda kalan kurtiarı da kovaiadıklan, ayrıca sarhoşlukla da ktştan kalan kötü ruhları uzaktaştırdıklarına inandıklan anlatılıyor. Modern Îsveç'te Valborg'un üç temel öğesi var: Ateş, içki ve şarkı. Ateşler saat 12'ye gelirken gücünü kaybediyor. Akşamın aperatifi birarun yerini şarap, votka, konyak ve viski alıyor. tçtikçe içenler ve kanştırmaktan hiç korkmayanlar, I Mayis'a damarlannda depar atan alkolle ve karmaşık naralaria giriyorlar. İsveç'in çavdardan yapılan içkisi Aquaviı, artık su gibi gitmeye başhyor. Valborg, aynı zamanda gençlerin. öğrenciierin de bayramı. Okuîlarda şapka giyme törenini gunün erken saatlerinde tamamlayan binlerce öğrenci, gün boyunca eline ne geçirirse içerken, göl ve havuz kenarlarında toplanarak birbinn: suya atmak gibi şakalarla "faoşgeldİB bahar" diyor. Ancak, öğrenci ve gençlerin kendi araJarında yarattıklan Valborg eğlenceii, geieneksel bayTamia ortak paydaşı sadece içki olan, yeni bir olgu. Yaşları 1117 arasında değişen bir kitle, her yıl aşın alkol yuzilnden, hastanelerde gözünü açıyor. Bazılan ise, nerede uyandığmı. gece boyunca ne yaptığını hatırlamıyor. Gençlerin Valborg için toplandığı Grona Lund Lunaparkı. I Mayıs sabahı tam bir savaş meydanı görünümü arzediyor. Hastanelerde degil de evlerinde gözünü açarüar ise, İşçi Bayramı'na katılmak için bir an önce durumu toparlamaya çalışıyorlar. Eh, ne de olsa Hıdrellez Bahar Bayramı'dır, 1 Mayıs İşçi Bayramı... Şimdi, şehir içindeki 12 ayrı yiirüyüşten birine katılmak zamanıdır. Sonta loplanına başiar: Sosyal demokratlar. Kraliyet Kütüphanesi'nin arkasındaki Humiegarden Parkı'na, Eurokomünistler Kungstradgarden (Kral Bahçesi) Alam'na, Sosyalist Partisi'ne eğilim gösterenler Medborgarplatsen Meydam'na. Moskova yanlısı Komünist Partisi APK yanlıları Odenpian Meydam'na, sendikalıstler ise Sergelarkaden Aianı'na doğru yola koyulurlar. Çok geçmeden konusmalar ve yürüyüşler başiar. Bu siyasi görüşle arası pek hoş olmayanlan ve sarhoşluktan kendini loparlayamayanları ise. 1 Mayıs günu bambaşka bir program bekler. ZürihHen New Orleans asla Amerika değil HİKMET ÇETİNKAYA NEW ORLEANS Kim ne derse desin, burası Amerika değil. Biraz Akdeniz gibi esiyor New Orleans, biraz Akdeniz gibi gülümsüyor... Insanlar boşvermişler dünyaya. Sokakları doldurmuşlar, dans ediyorlar çılgınca. İçkileri ellerinde. adamakıllı sarhoşlar, ama kimseye zarar vermiyorlar. River VValk'ta gece yarısı caz dinleyen iki sevgili, o büyük fıskiyeli havuzun hemen yanıbaşında sırılsıklam öpüşüyorlardı. Uzun boylu ve oldukça sarhoş zenci, şöyle bir daire çizip yere boylu boyunca uzanıp sızmasaydı eğer, genç âşıklar hâlâ öpüşüyor olacaklardı. Sarhoş zenci öyle bir yığıldı ki betona, sanki çok yakında bir şey patlamıştı. Mississippi, yarım ay gibi uzanıyordu Nevv Orleans çevresinde; sarıp sarmalıyordu o çılgın kenti. River VValk'ta gecenin o saatinde üç katlı gemi nehir turunu yapıp yolcularını boşaltırken, içİerinde kaç kişi ayık diye sayacaktım neredeyse. Genç İcadınlar erkekleriyle sarmaş.dolaş, dolu dizgin bir geceyi yaşıyorlardı. Üç gün sürecek caz festivalinin ortasında bulduk kendimizi. North Carolina'da kimi yerlerde içki yasağı konadursun; Marsilya kokan, Venedik gibi romantik geçen, Beyoğlu'nun arka sokaklarını andıran; Foça'dan, Bodrum'dan bir esinti getiren French Market'te sütlü kahve ile birlikte caz dinlemek, her ne kadar içkinin keyfini vermese de pek hoş oluyor doğrusu. Sonra Decatur Caddesi'nden aşağıya vurup, kendinizi Bourbon'a atınca, 'işte burası tam Akdeniz' diyorsunuz. Tam 45 dakika trompetini üfleyen, saksafonu akıl almaz bir biçimde konuşturan o zenci caz usraları, bir masal dünyasında gezdiriyor insanlan. Ö masal ki, bir sevginin çığ gibi büyüyen dalgaiarında Mississippi1 nin bulanık akışmda coşkulu bir Akdeniz oluyor, her ne kadar Okyanus'a 80 mil uzakhkta olsahız bile. Başlangıçta Fransız, sonra İspanyol, ardından yine Fransız egemenliğinde kalmış Nevv Orleans. 18O3'te Birleşik Devletlerce satın alınmış. Hemen hemen her renkten, her ulustan insanı banndırmış. Kentin zencilerle dolu varoşlarından, siyah yalnızlığın bir çığlığı olarak duyulan Mississippi'nin alıp getirdiği "blues", en bire>sel olamnda bile tüm bir insanlığı savunabilen ezgiler yumağına dönüşmüş. Blues'un taşıdığı hüznan başkaldıran tınısı da, Nevv Orleans deltasından bütün dünyaya yayılmış. Mississippi boylarında döllenip, New Orleans varoşlannda doğan ve Chicago, Kansas City, Harlem gibi kentlerden Avrupa1 ya atlayan caz, çelişkinin müziği sayılıyor. Hüzünle neşeyi, bireyselle toplumsalı kaynaştırıp yoğuran, bütün devinimiyle bir potada eritip, yeniliğe, katıhma ve gelişime açan, "insancıl olan adına başkaldırı"nın müziği... Günümüzün en büyük caz ustalanndan Elvin Jones'a göre de iki ayağı kesik zenci kadın tronıpetini ne kadar içten çalıyor, köşebaşlarındaki diğer orkestralar hele o beş kişilik "Ramadon Ailesi", cazın doğum yeri New Orleans'tan sımsıcak bir esinti ve coşku getiriyordu. Bayard's Jazz Alley Bar tıkabasa doluydu. İnsanlar tüm dikkatleri kesilmişcesine trompetçiyi izliyorlardı. Zenci baterist her türlü hünerini gösterirken, saksafoncu o iri cüssesine karşın soluk almadan çalıyordu. Kapıdaki karşılayıcı el kol işaretleriyle caz ziyafetine dört dolar karşılığını buyur ediyordu yoldan geçenleri... DecaturEsplana'da homoseksüellerin ve lezbiyenlerin gittikleri cafe ve barlar ise bu işe merakd Amerikalılann uğrak yerist bir solo geçti, saksatoncu bence binlerce yılın gerisine gitti. Belki Phokeialı, dar kalçalı, uzun bacaklı kadınların bronz renkü erkeklerini bekledikleri siren kayalıklarından bir özlem getirdi. Gün ilk ışıklarını Mississippi üzerinde dağıtırken, limana yanaşan gemiler, boşalan Decatur, French Market ve Bourbon alkol yorgunluğunu atmaya çalışıyorİardı. Bir gece öncesi o çılgınlık, şimdi yerini sessizliğe bırakıyordu. Amerikan askeri aracının arkasına bir fıçı birayı koyup, savaş giysileri içinde çığlıklarla tur atan gruplar yoktu artık. Ben ilk gördüğümde şaşkınlığımdan "Askerier böyle mi eğlenir?" deyivermiştim. Oysa onlar asker fisoyutlanmıştı. Bunun değişik anlamları çıkabilirdi. Bir tartışma konusu olabilirdi. Ama ben onlara bir başka gözle baktım. Gelişmiş bir toplumda onların da insan gibi ^şamak hakları olduğunu düşündüm. 1987 Amerikasında ırk ayrımının olduğu bir gerçekti. Alkolik ve işsiz zenciler belki bizlere ve bu toplumun yabancısı olanlara çok ilginç geİebilir. O>rsa daha ilginci, gece saat 10'dan sonra Canel Street'te kokain satıcılarırun önce tattırıp sonra pazarlığa tutuştuklan şık giyimli bay ve bayan alıcılar... 80 metre derinliğindeki bulanık Mississippi Nehri'nde buharlı gemi ile süren iki saatlik tur, o Akdeniz esen Nevv Orleans'ın üzerine bir kara bulut gibi çöküp, "hava kurşun gibi ağır" olsa bile siz aldırmayın. Çünkü Amerikan toplumunda öyle fazla duygusallığa, duyarlığa hiç gerek yok. Rehberiniz Yunan bayraklı gemiyi tanıtsa bile, siz onu bayrağından tanıyor olsanız da o uzun uzun anlatacaktır; Domino şeker fabrikasının yanındaki "Todal Shipyards Corporation", iki yıldır calışmıyor. Nedeni ise işçilerin grevde oîuşu. Az ilerdeki görkemli tesis ise kapanan bir kimyasal madde fabrikası. Onun da isçileri grevde. Ya o derme çatma, bir omuz vursan Mississippi'ye gömülecek gibi görünen ahşap bina... İçi çok modern döşenmiş, sadece deniz ürünleri sunan bir pahalı restoran. Amerikalılann tarihi olmadığından ötürü.olsa gerek, tarih duyma öziemini gidermek için yapmış olmalı restoran sahibi bu ahşap binayı. Çünkü Amerika'da 50 yıllık bir bina "tarihi SİT alanı" ilan edilip koruma altına alınıyor. Bourbon, biraz Hamburg'a, eh biraz da Beyoğlu'nun arka sokaklarına benzemese, her taraf Amerika kokacak derim. St. Philipp'tc o tek katlı panjurlu evlerin tahta merdivenleri önündeki dut ağaçlan, hercai menekşeler, sarmaşıklar olmasa; uzun bacaklı, dar kalçalı kadınlar biraz Phokeia kokmasalar, zenci kadınlar bigııduleriyle sokaklarda dolaşmasalar, o sarhoş gemici, kadınına okyanus ötesinden seslennıese belki Huntsville'de uzay merkezini geziyor olacağını... İşte o yüzden Nevv Orleans Amerika değil... Amerika ise zaten Nevv Orleans değü... Dali'nin yumurtaları DOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİHHer şey gibi Paskalya Yonusu da gerilerde kaldı. Müslümanlar Şeker, Kurban Bayramlannı nasıl iple çekerlerse, Hıristiyaa topluluğu da askerin: "Gel lezkere gel" örneği Paskalya ve Noel günlerinin gelmesini. başka bir deyişle birinden çıkarken diğerinin hesabını yapmaya başlarlar. Çocuklarca paskalyanın özelliği annebabanm bir yerlere sakladığı çikolata tavşanları, renk renk boyanmış yumurtaları bulup yemek. Zürihli bacaksızların ise geleneği var. Yortunun ikinci günü (pazartesi) gölün suyunu boşaltan Limmat Nehri. sağ yöresinde Rüden Meydanı kemerleri altında toplaşıyorlar ve avuçlannda tuttukları ebemkuşağına bulanmış yıımurtalara birkaç adımdan 20 Rappen (100 Rappen = 1 frank) attınyorlar. Kabuğa çarpıp düşen tutanın cebine, kabuğa diklemesine saplanan ise atanın midesine iniyor. Doğal olarak mideler çoğunlukla boş, cepler şangur şungur dolu oluyor. Ve çocuklann bu sevinci ertesi salı günü son buluyor, İsviçre'nin (Zürih'i de içeren) çoğunluk kantonlannda ilk ve orta dereceli okullar. yeni öğrenim y;Iına başlıyor. Bu nedenle iki sınıf arasındaki 2 haftahk dinlencede. başarı gösteren çocuğuyla birlik ailelerin bir yerlere gitmesi gelenekselleşmiş. Bu yıl da kuzeyguney doğusunda olan İsviçre otoyollan tıkandı. Gotthard tüneli her iki yönde 116 bin araba geçişiyle (86'ya oranla yüzde 20 artış) Guiness kitabına girecek değerde rekor kırdı. Kutsal perşembe günü yola çı, kanlar araçlarında saatlerce dua etme olanağına kavuştular. Tünelin; aşağı inişte kuzev, dönüşte güney kapılarında bazı bazı 10 kilometrevi geçen kuyruklar oluştu. Oysa Zürih, pırıl pırıldı. Neredeyse yazı aratmayacak bir baharı yaşıyordu. Yani gü^ neşi aranıaya gerek yoktu. \ AlmanyaFransaİsvivre üçgeninde (üç ülkeler kösesinde) ise 6 bin kişi: "'Yani şanslar'ı kuUanmak, yaşamı earantiye almak. şimdi ılahı sınırlamak" slagonuyla özellikle Yeşiller'in ve solun destekledikleri geieneksel banş yürüyjşünde buluştular. Beyaz Ayı'nın simgelediği ülke' geçmiş yıllarda düşünulmesi bile zoJ runlu Sibirya ikâmetine neden ola, cak bir sürü yeni öneriler sürerken, ikind sınıf bir kovboy bile olamayan diğeri kulaklarına tıkaı," koymuş. taşıyacağından fazla silahla hâlâ atış öğreniminde. i Bu iki amca da Paskalya Yortuj su'nu kuılayanlardan. Çocuklann' geleceğini ve Salvator Dali'nin şimj di müze olan evjnin damındaki yu| muriaların kınlacağını düşünseler' daha iyi olmaz mı? Gün ilk ışıklarını Missisippi üzerinde dağıtırken limana yanaşan gemiler, boşalan Docatur, French Market ve Bourbon, alkol yorgunluğunu atmaya çalışıyorlardı. Bir gece öncesi o çılgınlık, şimdi yerini sessizliğe bırakıyordu. İnsanlar boşvermişler dünyaya. Içkiler ellerinde, çılgınca dans ediyorlar. Decatur Caddesi'nden aşağıya vurup, kendinizi Bourbon'a atınca, 'işte burası tam Akdeniz' diyorsunuz. Tam 45 dakika trompetini üfleyen, saksafonu akıl almaz bir biçimde konuşturan o zenci caz ustalan bir masal dunyasında gezdiriyor insanlan. caz, "dünyadaki en insancıl anlatım biçimi." Siyah müzik geleneğinin renk, dil ve ulus farkı gözetmeksizin insanları böyle kucakiaması beiki de evrensei, insana kollannı açan bir müzik olmasından kaynaklanıyor. Ve Nevv Orleans'ta geçmişte olduğu gibi bugün de her uiustan, her renkten insanlar yaşıyor iç içe. Bourbon Caddesi kaynıyordu. Üstelik ABD'ye kafa tutuyordu. O bireyci toplumun kendine özgü çeuşkisi, her hesabın verilen faturası, insan emeğinin hiçe sayılışı, göçmen işçilerin yok pahaSına çaliştırılması, köleliğin yerini robotların ahşı vızgeliyordu Nevv Orleans gecelerine... Nevv Orleans, çıtgınlaştıkça çılgınJaşıyordu. Herkesin elinde içki vardı. 20'sindeki sanşın fıstık öyle kıvırıyordu ki poposunu, karşısındaki iri kıyım zenci hem dans ediyor hem de hasır şapkasını ikide bir çıkarıyordu. Galiba "Eh bravo" diyordu. St. Peter Caddesi'nin kesiştiği yerde ise riydi. French Market'te o mis gibi kokan dut ağaçlarının, akasyaların, sarmaşıkların altında kurulu masalarda kadın ve erkekler bir hoş sarhoştular, belli. "Mediterranne Cafe and Bar"ın bir köşesine ilişip onları izlerken, saksafon çalan zenci gencin, "Saksafon çalmasını bilen var mı?" sözlerini alkışlayanlar arasında buiunan yabancı gemicinın aniden ayağa kalkıp bağınşı ile irkildim. Sen şimdi çok uzaklarda beni bekliyorsun kadınım... Oysa ben sana okyanusun olesinde oisam bile gökyüzünden daha yakınım. Ellerimle yakalıyorum gökyüzünü ve seni delicesine seviyorum... Belki o yabancı gemiciyi benden başka kimse duymadı. O, sarhoşluğun öfkesini bir ikinci kadehte sevince dönüştürdü. Yabancılığın verdiği burukluk, sonsuz dalgalar oluşturdu yüreğinde. Az ileride bir kadın, erkeğe olanca duvarlığıvla sarıldı. Batelan değillerdi ve French Market'te gönüllerince eğleniyorlardı. 1925 model Ford'ların, Rolls Royce'ların, katırların çektiği arabaların gecenin bir saatinde "Kokain satıyorum" diye soranlann, atlı polislenn, canlı yayın >apan TV spikerlerinin karmaşası çoktan bitmişti. Şimdi yeni bir günle birükte bir başka değişik yaşam başlıyordu. Canel Street'de yürüyordum, elimde kocaman bir kahve kabıyla. "The West Canel Place" Oıeli'nin önünde Phokeialı kadınlar gibi endamlı üç hatun kişi, kaldırım önüne sızmış üç gariban zencinin görüntülerini kamerayla saptıyorlardı. O üç zenci, belki diğerleriyle birlikte yüz kişiydiler, Canel Street'le bir gece önce otele dönerken. Yine sıra sıra uzanıp yatmışlardı. Ayık olanlar ise gelip geçenlerden sadece bir dolar istiyordu. Ben orılara U'ashington'da tam Dışişleri Bakanlığı'nın karşısında rastladırn ilk kez. Hepsi toplumdaıı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle