24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 ŞUBAT 1987 CUMHURİYET/7 $ekiz kâğıt, sekiz insan Izaktan kâğıt tomarıdır sadece. Sabahı imgelerler. Kapının dış tokmağına sıkıştırılır, azen de sürüngenleşip paspasm yanından ahanlığa süzülürler. Dükkânlarda, tezgâhlarda Ueopatra gibi serilip uzandıkları, çamaşır gibi oe asılı kaldıklan olur. Uzaktan kâğıt omandırlar, ama olağanüstü bir biçimde nsandır gazeteler. LAGIP DURAN LONDRA Sabahın sımgedir. Kapının dış tokmağına sııştınhr. Bazen de sürüngenleşip aspasın yanından sahanlığa süülür. Sokaklarda küçük çocukır, koltuklannın altında, bağıa çağıra satar. Dükkânlarda, îzgâhlarda, Kleopatra gibi serip uzandığı, ya da çamaşır gibi x asıldığı, tel kafeslere mandalindığı da olur. Bakmayvn, uzaktan kâğıt tolarıdır sadece. Ama olağanüsü bir şekilde insandır gazeteler. lişmanı zayıfı vardır. Renklisine astlanır bazı ülkelerde. Ciddisi ulusuyla birlikte volta atar. Kini kadın kimi erkektir. Muasır nedeniyete demir atmış memle;etlerde eşcinselleri bile mevcutudur. Giyimi şık içi kofları pi'asaya çıktığj gibi, pejmürde kaaklı olup pek zarif fikirlileri de >oy gösterir. Hepsinin ortak izelliği dikdörtgen satıhlarda ahneye çıkmasıdır. Gazetelerin rüzölçümsel biçimi yuvarlak )laydı, köşe yazarları nereye koıurdu? Biz, öyle aman aman bir kaabalık değiliz, ama her sabah juluşuruz onunla. Konuşuruz ia, o bizi dinlemez. Biz yine de *Er olan sözttnden dönraez" defip, kızıp sinirlensek de vazgeçeneyiz ondan. Ceride, Journal, Newspaper, Zeitung derler adı1a, kolektif mektuplardır. Herkes biraz kendini bulur sütun aralannda, resimaltı yazılarda. Baskalarının ne yaptığını öğrenme ve güncel olma merakıdır gazetelerin sebebi hikmeti. Şimdi Türkiye'dekilerden söz açsam "Dedikodu yapıyorsun" derler. "Hariçten gazele paydos" çekerler. İyisi mi pertavsızı Londra üstüne tutalım. Ama müsaadenizle önce üç sultani kuruma birer küçük Frenk selamı çakalım: Le Monde, 40 yaşlarında orta boylu sevimli bir mösyö. General de Gaulle'un anılarını okur hep. Pazar pazartesi günleri blucin/tişörtle gezinir ve vesair günler takım elbise ve kravatla. Yakışır ama adama. Ukala değildir bence, ciddidir de ciddiyetinde bile eksik değildir, bıyıkaltı ironisi. Iki kuşak arası, sağlamcı, akıllı, bilgili, kültürlü, sol cenahtan yana meyflli, ama adil ve hür düşünceli bir mösyödür Le Monde. Dünya yurttaşı kendisi. LJberation, adına rağmen, bir şeyin kurtuluşu değildir. Kurtuluşun nasıl gerçekleşmeyeceğini bilecek kadar olgunlaşmıştır artık. Hâlâ kısa boylu ve uzun neşelidir. Cinsiyeti konusunda muallaktır Mualla'run tespiti. Eşcinsel olduğunu iddia edenler, şu son AIDS fırtınasından sonra bu iddiadan vazgeçmişlerdir. Jean Paul Sartre'ın doğuştan asi bu evladında, 68 mayısırun kızıl çılgınlığı artık yarım gün vardiyada da olsa hamdolsun mevcuttur. Öz be öz Fransız piçidir Liberation. Canard Enchaine Zincirli ördek) köyun delisi. Delilik geçer akçe bu zamanda. Pek nadide ve çok erkek ördek, 18'ini yaşayan 70'lik bir komedyen. Sadece çarşambaları tedavüle çıkar. Güİümsemesi, okşaması ve köteği ile ne çoraplar örer dingolann başına. Zincirinde asalet, vakvağuıda bin kahkaha. Şimdi büyük bir laf edeceğim, ama demokrasinin bizzat ispatıdır Canard Enchaine. Buyrun, tngiltere'deyiz. Ilk elde abur cubur (nedense popüler diyorlar) basını bir paragrafta geçelim. Sun, News of The World ve Star beyni bacakarasında, ırkçıbk salyalı ağzında, Huliganlara benzer. Her seçimde şaşmadan muhfazakârlara oy atar. Çok tantana az badana yapar. Şımarıktır hepsi. Onun bunun orası burası, doktora konusu. Britanik (nemli, fakir ve ağır aksak düşenen anlamında) sürünün çığırtkan, ama beceriksiz çobanları. The Mirror da bu takımdan, tek farkı, seçim günü damgayı, tşçi Partisi'nin turuncumsu gülüne basması. Daily Express ile Daily Mail muhafazakârcılardan. Yalmz onlar biraz daha edepli. Beyin röntgenlerini bile görenler var. Çok boş değilmiş. Sırada 'ciddi' ya da kaliteli* etiketliler: Times eskiden kurumdu. Şimdi sıradan bir adam oldu. Eşi dostu azaldı. Dışandan temiz bir adama benzer. Ama içine girilince öyle olmadığı ortaya çıkar. Birtakım elektronik ve bilgisayarlı numaralaıla kendi adamlarını bir kalemde harcamıştır ve yemiştir küfürü: Hain! Altı bin meslektaşımı kapıya koyduğunda, binlerce okur gibi, boykota devam ederim de, daha fazla söze layık değildir sonradan olma Sir Times. Pespembe bir adam Financi• Times. Bir öncekiyle hiçbir or1 taklığı yok. Berduşun şarabından değil, mali merkezdeki banknot zenginin keyfi, çehresinin rozesi. Mali ve iktisadi meselelerle pek haşır neşir olmayanlann sık görüştüğü bir centilmen değil. Bir kere defterinde, telefon rehberince rakam, lise fizik kitabınca grafik ve tablo var. Mesela ben metroya onunla binmeye utanınm. Sonra işadamı ya da borsa simsan fılan sanarlar beni. Daily Telegraph, bizim Nnri Çolakoğlu'nun demesine göre en çok postanelerde okunur. Kanadalı Black adında bir işadarru nüfusuna geçirdi de eli yüzü düzelir gibi oldu biraz. Mecbur olmadıkça görüşmem de, ne zaman karşılaşsak pis, yaşlı bir pinti izlenimi bırakır bende. Gereğinden fazla sağcıdır bir kere, ABD'nin Grenada ve Libya saldınlannı utanmadan desteklemiştir. Radyonun yanı başında bir asırdır duran, el değmemiş, örümcek ağh bir mobilyadır. Victoria Sultan (Victoria tren garıyla karıştırmayın) kadar ağdalı, ama onun kadar iktidarlı olmayan bir dikiz aynası. Gözü hep gerilerde. Guardian'a geldik mi? Elimiz mahkum her gün beraberiz işte. Solcu olmasına solcu da, biraz modası geçmişlik var karakterinde. Üstü başı pek temiz sayümaz. Spor değil, aldade giyinir. Sanatçılığı kuvvetlidir. Ince ruhludur da kadın değildir maaksef, kadınlara saygıhdır yine de. Bağımsızdır bağımsız olmasına da biraz modası geçmişlik vardır karakterinde. Beni daha da ürküten >anı, seçenek gibi görünüp muhteris olması. Yani Jşçi Partisi hukümet olunca, Guardian da muhafazakârlaşacakmış gibi bir his var içimde. Hadi, iki satır da Independent'tan (bağımsız) söz edelim. Siyasigüldürü dergisi 'Private eye' ona Indemoney (paraya bağımlı) der. Daily Telegraph'ın eski mali haberler müdürünün çocuğudur. Henüz pek gençtir. Ama günde ortalama 4 yüz bin insana teşhir eder kendini. Saç baş uyumludur. Yuppies adlı genç işadamı, üst düzeyli yönetici ve yakışıklı olduğunu sanan züppelerin sözcüsüdür bu adam. Kendine 'bağımsu' admı yakıştırmıştır, ama 'sağ duyulu her insan Muhafazakâr Parti'yi desteklemekten vazgeçemez' dediğinde bağımsızlığının içyüzünden falso verir. 5 büyük gazete, 5 değişik İngiliz. Her 24 saatte bir, oniar Ingiltere'yi, İngiltere onları dünyaya getiriyor. jondrcCdan Roma'dan Don Camillo döndü NtLGÜN CERRAHOĞLU ROMAöykü 1950'lerde Guarescfai tarafından yazıhnış olabilirdi. Gerçi olayın kahramanı, Stalin bıyıklı komünist belediye başkanı Pepîpone'nin söylevlerini küise çanianyla sabote eden papaz DOB Caraülo degildi, ama Don Battista'nm başma gelenler dc Don Camillo'nun serüvenlerini hiç aratmıyordu. Don Battista'run beyaz sakallarından, durmuş oturmuş çehresinden, iç dünyasından esen fırtmalar, hiç anlaşılmıyordu. Olsa olsa 50 yaşla gelen bir "orta yaş" muhasebesinvn içine girmiş olabilirdi, kadın ise daha sıradan görünümlüydü. GrazieUa Storti, 39 yaşında gençliğinin son demlerini yaşayan bir kadına benziyordu. Daha önce evlenmişti ve iki çocugu vardı. Neticede Don Battista ile Storti karşılastüar, 3 yıl süren çalkanulı bir aşk yaşadılar ve sonunda ayrı ayn yollanna döndüler. Işte bu çok alelade öykü, geçtiğimiz günlerde Italyan kamuoyunu en çok mesgul eden olaylardan biri haline geldi. Çünİcü bu çok alelade öykünün, alelade kahramanları ashnda hiç alelade değildı. 50 yaşlarında askı tanıyan adam, ltalya'nın kuzeyinde 20.000 nüfuslu bir kentin papazıydı. Kadın ise kentin komünist belediye başkanınm kızkardesi. Üstelik gençliğinde partiye yazüıp, bilfiil komünist partinin militanhğını da yapmıştı. Olayın cereyan ettiği yer de, Guareschi'nin öykülerinde olduğu gibi Po ırmağı vadisindeydi. Buralarda, "Don Camillo"nun kaleme altndıgı yıllarda olduğu gibi, hâlâ yıhn bu aylannda etrafa kaiın bir sis çöküyordu. Ancak Peppone Ue Don Camillo'nun kıyasıya kavgalarına sahne olan bu yerler, 50'lerin fakir ziraat yöresi olmaktan çıkmış, şimdiîerde halya'ntn en zengin sınai merkezlerinden biri haline gelmişti. 50'lerden bu yana degişmeyen tek sey, yörenin ltalya'da metre kare başına en yoğun komünist düşen bir yer olmasıydı. işte Don Battista'nın "yasak «şk"ının cereyan ettiği Corregk) kentinde de seçmenlerin yüzde 63'ü komünistti. Buna rağmen Don Battista'nın komünist sevgilisiyle yasadığı serüven, yine de dini değeTİere saygılı Corregio halkı tarafından hiç hoş karşdanmadı. Kiliseyi terk etmek zorunda kalan papaz sonunda tövbekâr olduysa da, kimse Don Battista'nın kiliseye dönmesine razı ohnadı. Corregiohlara göre Don Battista ille de "meskğine dönmek" istiyorsa, misyoner olarak Afrika ülkelerinden birine goç edebüirdi. Italyan ruhunun tüm çelişkilerini sergileyen bu tipik öykü, aynı zamanda bu ülkedeki komünistlerin de kendilerine özgü tipik yönîerini vurguluyor. Aslında ttalya komünistlerinin ilginç olan yanlan sadece dini değerler karşısmdaki tutumlanndan ibaret kalmıyor. Bu Ulkede komünistler arasında yapılan en son arastırmalardan biri, Batının en büyük Komünist Parti mensuplarınm yüzde 83'ünün özel mülkiyetin kaldırılmasma karşı olduğunu onaya koyuyor. Aynı araşürmaya göre ttalyan komünistlerinin yüzde 82'sinin ücretlerde eşitliğe karşı olduğu ve yüzde 60'ının sırufsu bir topluma karşı olduğu anlaşılıyor. Komünist Parti'nin son kongresinde bin 91 delegenin katıldığı araştırmada, delegelerin sadece yüzde 12'si koUektivizmden yana çıkıyor. Ve nihayet sanayi yörelerinde çalı^an komünistlerin yüzde 75'i, dunyada kapitalizmin ortadan kalkmasını gerçeİc bir olasılik olarak görmüyor. Araştırmaya göre ttalyan komünistleri İsveç'e gıpta Ue bakarken, kendilerini Amerikan toplumundan olduğu denli Sovyet toplumundan da uzak göruyorlar. Lüksemburg 'dan Salı günü mahkeme kapısında süründüm: Lüksemburg'da, on üç üyeli AET Adalet Divanı'ndaydım, duruşma izliyordum. Meryem Demirel'in, serbest dolaşım hakkına sahip çıkmak isteyen gurbetçinin duruşması vardı. HADİ ULUENGtN LÜKSEMBURG Cenabı Hak kimseyi mahkeme kapısında süründurmesin. Ben salı günü süründüm. Serbest dolaşım sevdasına Lüksemburg Adalet Divam'na gittim. Bir kere, sabahın köründe uyandım. Sol larafımdan kalktım. Kahvem Abdi beyin abdest suyuna benzedj. Sonra arabaya bindim. Yağmur altında iki yüz küsur kilometre otomobil kullandım. Lastiklerim kabak olduğu için sürat yapamadım. Radyodan, Lubnan'daki rehinelerin daha öldürulmediğıne, Burj El Banıjni'de Filisıinlüerin açtıkları kınldığına, Washington'da McFarianc'in intihar ettiğine dair içaçıcı haberler dinledim. "MarteUıng^'ye gelince, tamahkârlık edip ucuz benzin almak istedim, yanlışlikla benzin yerine mazot doldurdum. Sifonla onu boşaltayım derken yağmurdan sırılsıklam oldum. Zor bela Lüksemburg'a vardım, tam duruşma başlarken mahkeme kapısından içeri girdim. On üç hâkim, kırmızı cübbeleriyle karsıma dizilmişlerdi. Yerime oturdum. Tercüme kulaklıklanmı taktun. Federal Almanya hükumetinin "avukatı", ünlü uluslararası hukuk bilgini profesör Herr bimemne konuşmaya başladı. Elime tutuşturulan dosyada, zaıen kimin ne söyleyeceği daha önceden yazılmıştı. Meryem Demirel'in Almanya'daki kocasının yanında kalması söz konusu olamazdı, çünkü kadın üç aylık vizeyle Almanya'ya gelmiş, burada bir çocuk doğurmuş, sonra bir çocuk daha doğurmuş ve vizesinin süresini çoktan geçirmişti. Almanya'da kalabilmek için açtığı dava da geçersizdi. Çünkü, serbest dolaşım, aile bütünlüğü ve kadınlann kocalanyla aynı yatakta yatmalan, Ortak Pazar için Tiirkiye1 ye karşı bir yükümlülük değildi. Anlasma kasten muğlak tutulmuştu. Bir nebze hukuktan anlayan herkes, "esin"le "kesin" arasındakı farkı rahatlıkla görebılirdi. Herr profesör konusmasını bu minval üzere devam ettirdi. Ben bir nebze bile hukuktan anlamadığım için uykum geldi. Galiba yargıçların da uykusu geldi. Mükellef koltuklarında kaykıldılar. Uykum dağılır umuduyla, hakkında çok yüzeysel şeyler bildiğim Lüksemburg Adalet Divam'na dair broşurü okumaya başladım. AET üyesi on iki ulkenin en değerli hukukçulanndan seçilmiş on üç hâkimin divanı oluşturduğunu, her beş yılda bir degiştinldiklerinı. görevlerinin, Ortak Pazar anlaşmalannın uygulanmasını kontrol etmek On üçhâkim, bir mahkeme olduğunu ve ihtilaflı konularda lalettayin bir mahkeme gibi karar verdiklerini öğrendim. Aydınlandım, fakat bu aydınlanmaya rağmen uyku iyicene bastırdı. Fransa'nın avukatı konuşmaya başladı. İkinci kattaki tercüme kabinlerini gözlemeye başladım. Fiziksel görünümlerinden ve el kol hareketlerinden hangi tercumanın hangi milletten olduğunu çıkartmaya karar verdim. Gayet minyon ve profili Mia Fsrrow'unkini andıran bir kız, mikrofonun önünde hep oturup hop kalkıyor, Fransız avukat konuşurken, sanki savunmayı o yapıyormuşçasına elleriyle geniş daireler çiziyordu. Kızın Yunanlı tercüman olduğuna karar verdim, yanıldım; düğmeyi çevirince Portekizü olduğunu anladım. Seda olarak Portekizceyi çok sevdiğimden ve profili Mia Farrow'unkini andıran kızı da begendiğimden, konuşmalann bundan sonraki bölümünü Portekizceden dinledim. Hâkim sıkıldı, duruşmaya ara verdi. Dışarda acilen iki cıgara içtim. Profili Mia Farrow'unkıne benzeyen Portekizü kız da cigara içmeye iner diye umutlandım, inmedi. Yeniden duruşma başladı. önce Yunanlı "avukat" konuştu. Uç aşağı beş yukarı, diğerlerinin söylediklerini tekrarladı. Sonra tngiliz geldi. Başında perukası vardı ve cubbesi siyahtı. Bayağı parlaktı. Mariene Dietrich'le Charies Laughtoo'un başrollerde oynadığı ve şimdi adını unuttuğum filmdeki avukata benziyordu. Her "Serbest dolaşım mbmkün değildir" deyişı, Charies Laughtonun "M> Lord, miivekkilim suçsnzdur" deyişine benziyordu. O da bitti, hâkim, savcının bir şey söyleyip söylemeyeceğini sordu. O da, laf olsun diye iki üç kelime etti. Meryem Demirel'in kocasının yatakta Meryem Demirel olmadan ayaktarını nasıl ısıtacağını, iki bebegin, yanlannda babaları olmadan baba demeyi nasıl öğreneceğini falan sormadı. AET Komisyonu'nun ortakhk anlaşmasının 12. maddesini yorumlayış tarzıyla, Alman avukatın katma protokolün 36. maddesini yorumlayış tarzındaki nüans farklıligının nereden kaynaklandığını sordu. Hâkim duruşmayı ileri bir tarihe erteledi. Profili Mia Farrow'unkine benzeyen tercüman kız, ben merdivenlerden inerken holde peydahlandı. îki yuz küsur kilometre daha otomobil kullanmam ve haberi acilen Brüksel'den yetişürmem gerekiyordu. Mahkeme bitti. Cenabı Hak kimseyi mahkeme kapısında süründürmesin. Piais'ten TV haritası değişirhen,.. özel sektöre devredilme aşamasmda bulunan TV'nin Birinci Kanalı TF1 'e biçilen 6 milyar frangı hangi babayiğidin ödeyeceği merakla beklenirken, dünyanm bir numaralı inşaat şirketinin patronu Francis Bouygue, tam sayfa ilanlarla öne atıldı: HachetteHavas yaymreklam ortakhğmm karşısına dikiliverdi büyük bir gurültüyle. SABETAY VAROL PARİS Alabros kır saçlı, top sakallı adam Fransız iş hayaönm büyük patronlanndan biriydi. özel uçağıyla, eski "Fransız Batı Afrikasrnın bir avuç toprağıyla, Britanya Imparatorluğu'nun terk ettiği başka bir toprak parçasının birleşmesinden meydana gelen Kamerun semalannda uçarken yere çakılıp bu dünyaya veda ettiğinde, Paris'te yer yerinden oynadı. Michel Baroin, "Garantie Mutuelle des Fonctionnaires" (G.M.F) adh sigorta kurumunun genel müdürüydü. Söz konusu sigorta kurumunun özelliği, Fransız devleti için çahşan birkaç milyon kamu görevlisinin, sosyal sişortalar kurumunun ödemediğı her türlü tazminat farkını ödeme görevini üstlenmesi. Bu farklann ödenmesine hak kazanmak için ikinci bir sigorta kurumuna prim ödenmesi gerekiyor. Biriken milyarlarca frankla G.M.F, Fransanın önde gelen finans kuruluşlarından biri. İki yıl önce Michel Baroin, Franaz kitap, plak, fotoğraf ve elektronik eşya satışının önemli bir bölümünü kontrol eden F.NA.C mağazalarını G.M.F. adına satın alarak, patronu olduğu örgütü dinamik iş hayatımn önemli unsurlanndan biri haline getirmişti. Ancak Michel Baroin'in gücü, kontrol ettiği kapitalin çok ötesindeydi. Polis komiserliğiyle işe başlayan Baroin, Fransa'daki mason localanrun en önemlilerinden olan "Grand Orient" (Büyük Doğu) locasının üstadı azamlığını yapmış, son olarak da, Cumhurbaşkanı Mitterrand tarafından 1789 Fransız Ihtilalinin 200. yıldönümünü kutlama şenliklerini düzenleme komitesi başkanlığına atanmıştı. Engin kültürü, sonsuz edebiyat sevgisi, dinamizmi, laikcumhuriyet geleneğinin tipik temsilcilerinden biri olan bu patronu Fransa'nın en nüfuzlu adamlanndan biri haline getirmişti. Sağ hükümetle, sosyalist Cumhurbaşkanı arasında uzlaştıncı rol oynayan, Fransa'yı ayakta tutan perde arkası adamlardan biri olduğu söyleniyordu... ölümünden bir gün önce, Baroin'in açıklanan son girişimi, halen özel sektöre devredilme aşamasında bulunan TV'nin birinci kanalı TFl'i saün almak üzere o güne kadar hiç beklenmeyen bir konsorsiyum oluşturmasıydı. TF1, Fransa'nın en eski ve en büyük TV kanalı. Audio Visüel iletişimi özelleştirme hazırlığı içinde bulunan sağ hükümet, önümüzdeki aylarda TFl'in on yıllık imtiyazını, bu oluşan konsorsiyumlardan birine devredecek. Kanal için biçilen fiyat 6 milyar Fransız Frangı. Yani çok büyük bir rakam. Sosyalist yönetimin son aylannda İtalyan Silvio Beriusconi ile Mitterrand'ın yakını Fransız milyarder Gerome Seydoın ortaklığına verilen S. kanalın imtiyazı da iptal edilmiş bulunuyor. Aynı şekilde sosyalist yönetimin son aylannda kurulan ve gençler için müzik yayını yapan 6. kanal da yeniden "ihale" edilecek. Görüldüğü gibi Fransız basın ve sermaye dünyası küçük ekrandan payını almak üzere kıyasıya bir boğuşma içinde. Başlangıçta TFl'in raicipsiz favorisi gözüken, sağcı basın kralı, Figaro ve FranceSoir gibi iki büyük gazete sahibi Robert Hersant, bu dev kanal "eş dost"a peşkeş çekiliyor izlenimi uyanmasın diye 5. kanala razı edildi. BerlusconiSeydoux ikilisiyle evlendirilerek elini eteğini poiitik ağırhklı TFl'den çekmesi sağlandı. Başbakan Chirac eliyle kıyılan yeni nikâha göre, Fransız yazılı yayın piyasasının bir numarası Hachette'le, reklam piyasasının bir numarası Havas (şimdilik kamu kuruluşu, önümüzdeki aylarda özelleştirilmesi bekleniyor), birinci kanahn rakipsiz adayı durumundaydı. 6 milyarın yarısı, küçük hissedarlara satılacağından geriye kalan 3 milyarı HachetteHavas ortaklığından başka bastıracak kabadayı yok sanılıyordu. Hazırlık yaptığı söylenen, ancak o güne kadar rengini pek belli etmeyen, dünyanın bir numaralı inşaat şirketinin patronu, tstanbul Boğazı'nın altından tünel geçirme işinin ön projesini yapan, ihaleye de "cepte" gözüyle bakan Francis Bouygue tüm büyük gazetelere verdiğı tam sayfa ilanlarla mediyatik bir biçimde öne atıldı. Fransızlar genellikle tarafsız ve iyi işlediğine inandıkları bu büyük ve eski kanalın neden özel sektöre devredildiğini pek anlamıyorlar. Yapılan anketler, geniş bir çoğunluğun bu özelleştirmeye karşı olduğunu gösteriyor. Ama yasal gerekleri yerine getirilen bu devretme işleminin önüne geçmek artık olanaksız. TF1 çalışanlannın büyük çoğunluğu da karşı. Ancak engelleme sansı ortadan kalkınca aralarında bir şirket kurarak, işletmeyi satın almak üzere aday oldular. Kanahn etiket fiyaünm 6 milyar olduğu açıklanınca, Havas Ajansı, bizim amiyane tabirle "su koyverdi". Atletizm Pazarlama A.Ş* AHMET ARPAD STUTTGART Sarışm, uzun boylu atlet hiç kıpırdamadan duruyordu. Başı önündeydi. Taş kesihnişti sanki. Mermer heykel gibi. Koskoca salonda çıt çıkmıyordu. Atlet başını kaldırdı. Oteye baktı. Karşısmdaki çıtaya. Sonra dudaklanm kıpırdattı, bir şeyler mırıldandı. Ve öne doğru atıldı. Büyük adımlarla. Yükseldi. Çıtanın üzerinden geçti. Seyirciîer yerlerinden fırladı. Çıta sallandı. Ve düştü. Federal Aiman yüksekçi Carlo Traenhardt, yeni yılın ilk günlerinde kırdığı kapalı salon dünya yüksek atlama rekoruyla atİetizmseverlerin ilgisini çekmişti. Son 10 yılın en iyi yüksekçilerinden sayılan Carlo, yaşı otuza yaklaşmasına karşın, dünyada kapalı salonda 2.40 metreyi geçen ilk atlet olma başarısını elde etmişti. F. Almanya'run en güzel ve en modern spor salonu olan Stuttgart Schleyer kapalı salonunda yapılan "World Meeting" de kendi rekorunu kırmak istemiş, fakat başaramamıştı. Ağustostaki 14. Avrupa Atletizm Şampiyonası'mn ardından geçenlerde yine Stuttgart'ta düzenlenen bu büyük şampiyonada dünyanın ünlü atletleri 17 yanşmada bir araya geldi. Kimler yoktu ki! Dünya ve olimpiyat şampiyonlan, dünya rekortmenleri, kısacası en iyinin en iyileri Stuttgart'ta toplanmıştı. Dekatloncu D. Thompson, 110 engelci Nehemiah, yüksekçi Paklin, sırıkçı Bubka Kardeşler, yıldız sprinter Ashford. Schleyer kapalı salonunu dolduran sekiz bin atletizmseverin ağzının suyu aktı! Olimpiyatlar ve şampiyonalar sonrası Avrupa'mn birçok ülkesinde "atletizm şölenleri" düzenlemek gelenekleşti. Buralarda yarışan şampiyon ve rekortmenlere iyi ödemeler yapılıyor. Berlin, New York, Londra, Sao Paulo gibi büyük kentlerde düzenlenen maraton koşulannda rekor kıranlara on binlerce dolar ödül veriliyor. Günümüzde futbol, basketbol ve boksun dışında spordan profesyonel olarak kazanç sağlamak olanağı pek yok. Günlük yaşamında kişiden olağanüstü çaba ve başarı StuttgarVtan Dünyanın en yukseğe sıçrayan atletlerinden biri: Traenhardt. bekleyen toplum, bunu artık sporcudan da bekliyor. Dünyanın en çok sevilen sporlanndan atletizmde artık saniyenin, ya da metrenin yüzde biri milyonları ayağa kaldırıyor. Atlet daha hızh koşmak, daha yükseğe çıkmak, daha uzağa atlamak zorunda. Hem de amatör olarak. Ancak içinde yaşadığumz 1980'li yıllarda amatör atlet olağanüstü başarısını çeşitli yollardan paraya çevirmeye başladı. Los Angeles Olimpiyatlan'nın çeşitli şirketlerce pazarlanmasına, bütün dunya amatörlerinin katıldığı bu en büyük spor olayından yüzlerce milyon dolar kazanılmasına göz yumanlar, atletin çabalarını paraya çevirmesine de pek ses çıkarmıyorlar. Stuttgart'ta düzenlenen 14. Avrupa Atletizm Şampiyonası ile şubatın ilk günlerindeki "World Meeting'in yüksek giderlerinin büyük bir bölümü reklamlardan karşılandı. Stadyumda yüz binlerin, bütün dünya televizyonlannda yüzlerce milyonun izlediği böylesine büyük spor olayları, uluslararası endüstri şirketleri için bulunmaz fırsat. Büyük spor yanşmalannda reklam işlerini yürüten tngiliz W. N. şirketi organizasyon komitesine milyonlarca markı öderken, mutlaka şu düşünceden yola çıkmıştı: "Sporun endiistriye, endüstrinin reklama, reklamın televizjona, televizyonun da izleyicilere gereksinimi vardır." Sonunda olan televizyon karşısında oturan izleyicinin cebindeki paraya oluyor! Olimpiyatlann yaratıası Fransız Coubertin amatör sporun günümüzde nasıl pazarlandığını bir bilseydi, mezarmda fınl fınl donerdi... Malmö'den Votkaıım istilası VAVUZ BAYDAR Gemilerle geliyorlar. Malmö kenti daha sabah mahmurluğunu atmamışken, gümrükten tek tek geçiyorlar. Pasaportlarındaki turist vizesine bakarsamz, ziyarete gelmişler. Ama yaptıkları şu: Birer şişe votkayla gelip, 12'şer İcilo kahve ile gidiyorlar ve ardından sorunlar da başlıyor. MALMÖ Gemiyle geliyorlar. Isveç'in güney kıyı kenti Malmö sabah mahmurluğu ile gözlerini ovuştururken, gümrükten tek tek geçiyor, otobüslere doluyor ve umutla yola koyuluyorlar. Pasaportlanndaki tsveç vizesinde "turist" ibaresine bakıhrsa, niyetleri ziyaret. Ama hepsinin farklı ve ortak bir amacı var: Ticaret. Bu yüzden de başta Malmö olmak üzere birçok Güney tsveç kentinin son aylardaki en büyük sorunlarından birini oluşturuyorlar. Sorun, haftada birkaç kez Polonya'nın Swinoujcie limanından kalkarak Isveç'in şirin kıyı kasabası Ystad'a yanaşıyor. Sabahın erken saatlerinde iskeleye palamar atan PolonyaIsveç feribotu, her seferinde yaklaşık 3.400 Polonyalı getiriyor. Ellerinde torbaları ve sepetleri ile oldukça yüklü bir görünüm arzeden kafile, kısa gümrük muamelelerinden sonra, kendilerine aynlan otobüslerle.Malmö'ye öğleden önce vasıl oluyor. Şehir merkezinde otobüsten inenlerin çoğu, zaman yitirmeden işe koyuluyor. Ne yapacaklarını, nasıl yapacaklannı gayet iyi biliyorlar. tçlerinde buraya daha önce gelenler var, ilk defa gelenler ise tembihli. Genellikle şehrin büyük ve hareketli meydanlanndan MöUevangstörget'i tercih ediyorlar. Geleceklerini bilen ya da merakla yahlanna yaklaşan şehir sakinleri ile aralannda kısa, Tarzanca bir iletişim kuruluyor. Bir anda paralar ortaya çıkıyor, bir litrelik votka şişesi göz açıp kapayıncaya kadar el değiştiriyor, alan memnun satan memnun, hemen dağılınıyor. Şehre yayılan yüzlerce Polonyalı, gün boyunca votkadan başka Rus şampanyası, hakiki havyar, altı n mücevher, antika eşya, deri ve kristal de satıyor. Ahşverişlerin çoğu Möllevangstörget'te ve ana caddelerde olup bitiyor. "Eh, olabilir canım" diye geçiştirilebilecek bu konu, Jsveç polisine göre, hiç de "olabilir" değil. Içki satışının hafta içi günlerde devlet denetimindeki özel dükkânlarda yürütüldüğü, hafta sonlannda tek bulunan içkinin orta sertükteki bira olduğu, içki fiyatlannın diğer ülkelere göre astronomik boyutlarda seyrettiği lsveç'te sokak ortasında içki satmak göz yumulmayacak suçlar arasında sayılıyor. Malmö, Lund, Trellebörg ve Ystad kentlerinin polisi, bu nedenle, uzun bir gece yolculuğundan sonra bir günlüğüne İsveç'e ayak basan Polonya yurttaşlarıru bu günlerde adım adım takip ediyor. Polonya devlet seyahat acentesi aracıhğıyla Ystad'a gelen, hafta sonlarında sayıları 4.500'e ulaşan bu ticaretçi turistler için Isveç seyahati, büyük bir kazanç kapısı. Yanlarındaki eşyalan "en yüksek talep makbul müşterimdir" ilkesine uygun olarak satan Polonyalılar, ellerine geçen parayla elektronik aygıtlar, blucin, meyve ve sebze alıyorlar. Ancak en çok rağbet ettikleri madde, kahve. Ülkesine en çok 15 kilo kahve getirme hakkına sahip olan her Polonyalı, Isveç'ten ortalama 12 kilo kahve ile dönüyor. Ellerindeki malları döndükten sonra yurttaslarına fahiş fiyatlarla satan Isveç turistleri, seyahat parasını çıkarmak ne kelime, bu işten sonra Uç aylık kazancın sahibi oluyor. Turistlerden Poznanlı bir işçi, en büyük kazancı kahveden elde ettiğini, biriken parayla ya araba alacağını, ya da tatile çıkacağını anlatıyor. îsveç'e ticaret gezisine çıkanlar arasında işçilerden başka, öğretmen, teknisyen, mühendis, ev kadım doktor ve emekliler de bulunuyor. İsveç'e kişi başına ancak bir litre votka sokabilen Polonyalılar, Isveçli müşterilerinden karşılığında yaklaşık 8 ila 11 bin TL alıyorlar. Devlet dükkânlarında 20 bin TL.'na satılan votka, tabii, anında alıcı buluyor. Içkilerin lise ve ortaokul talebelerine satıldığı söylentileri üzerine irkilen polis, önceleri çaresizlikle izlediği, tek tük müdahalelerde bulunduğu Polonyahları artık pek rahat bırakacağı benzemiyor. Malmö polisinden bir komiserin, bundan bir süre önce, 9 otobüsten oluşan bir kafileyi şehir sınırları dışında geri çevirmesi, turist ticaretine ilk darbeyi vururken, geçen cumartesi günü gelen bir başka kafile, Lundf şehrinde elindekileri satamadan gerisin geri dönmek zorunda kaldı. Atina'dan 34 ülkenin puan durumları Gallup araştırma kurutuşunun yaptığı bir çaiışma ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. Buna göre Türkiye, en az otomobil sahibi, en az sinema seyircisi, ama en çok gazete okuru olan ülkelerden biri. Buna karşüık Yunanistan 'da daha az gazete okuyucusu, ama daha çok otomobil sahibi, daha çok dergi okuru var. SfELYO BERBERAKİS ATİN A Gallup araştırma kuruluşunun geçen yüın sonlannda düzenlediği araştırma, Türkiye ve araştırma kapsamına giren 34 ülkeyle ilgili çok ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Araştırma sonucuna göre Türkiye, en az otomobil sahibi, sinema seyircisi ve dergi okuru olan ülke. Buna karşılık Türkiye'nin gazete okuru oldukça yüksek bir ülke olarak belirlenmesi, ilginç ve dikkat çeken bir sonuç olarak değerlendiriliyor. Türkiye, gazete okur oranı yüzde 69'la 35 ülke içinde 11. sırada bulunuyor. Türkiye'de dergi okur oranı yüzde 6, otomobil sahipleri oranı yüzde 10, sinema seyircisi oranı ise ancak yüzde 7. Araştırmada en çok gazete okuru olan ül keler, yüzde 94 ile Avustralya, yüzde 90 ile de Finlandiya. Yunanistan, sıralamada yüzde 40 gazete okuyucusu ile 24. sırada. Dergi okurlan klasmanında Türk dergi okurları, Pakistanlılarla birlikte en son sırada bulunuyorlar. Bunda birinciliği yüzde 91 ile Almanya, ikinciliği de yüzde 70 ile ltalya alıyor. 5 kıtadaki 35 ülke çerçevesinde düzenlenen araştırmada bir başka ilginç sonuç, Türkiye'de sigara içenlerin oranındaki düşüklük. Türkiye yüzde 30 sigara tiryakisiyle 29. sırada. Çok sağlıklı bir ülke olarak bilinen İsviçre ise, sigara kullananların yüzde 62'lik oranı ile listenin başını tutuyor. Klasmanda diğer en az sigara içen kişüerin bulunduğu ülkeler, yüzde 13 ile Finlandiya ve yüzde 12 ile Nijerya. Bir başka dalda, Türkiye'deki televizyon sahiplerinin yüzde 54'ünde renkli, yüzde 25'inde renksiz televizyon oiduğu beîirlendi. Bu dalda Türkiye 22. sırada. En fazla renkli televizyon sahibi ülke sıralamasında yüzde 99 ile Japonya ve yüzde 96 ile Avustralya birinci sırada. Yunanistan yüzde 40 ile 24. sırayı elinde tutuyor. Otomobil sahipleri klasmanında da Türkiye, Afrika ülkeleiyle birlikte en son sırada yer alıyor. Burada birinciliği yüzde 90 iie Porto Riko ve ikinciliği yüzde 86 ile Avustralya paylaşıyor. Türkiye'de sinema seyretmenin yaygın bir zevk olduğu sanılmasına rağmen Gallup araştırması bunun aksini gösterdi. Türkiye, sinemaya gidenlerin yüzde 7'lik oranıyla yine sonuncu sırada yer alıyor. En çok sinema seyircisi olan ülkeler ise yüzde 92 ile Finlandiya ve yüzde 78 ile Güney Afrika. Ama burada durum başka. Çünkü bu klasmana Güney Afrikalı zenciler dahil. Yunanistan'da ise sinema seyircisi oranı yüksek. Bu dalda Yunanistan yüzde 55 ile 15. sırada.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle