17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURlYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER şa"yı isterler, padişah da veriverir. Ayaklanmacılar bir anda bin parça etmişler paşayı. "Hezar" lafı buradan gelme. Nerden bilsin adam, tarihte böyle anılacağını! "Makbul Ibrahim Paşa" sonradan "Maktul lbrahim Paşa" olacağını nasıl kestirebiIirdi? Son günlerde okuduğum bir kitap, beni bu konu üzerinde uzun uzun düşündürdü. Efendim, bu kitap, Enderun ağalanndan Hafız Hızır îlyas Ağa'nın tuttuğu, 18121830 yülan arasmdaki olayları içeren bir günce. Günceyi günümüz diline çeviren Sayın Cahit Kayra, önsözde diyor ki, "Bu kitap, XIX. yüzyıl başında, Napolyon savaşlan bitip Viyana Kongresi yapıbrken, Batı'dan Kant'ın akılcıhğı, Auguste Comte'un pozitivizmi insanlann düşün yapısma yeni ufuklar açarken ve Nava* rin'de Osmanlı Mısır donanmasını İngiliz, Fransız ve Rus donanmalannın yaktığı, Ruslann Balkanları aşıp Edirne'ye ayak bastıkları bir dönemde saray duvarlaruun ardında yaşanan, anlaşılması güç ve günün dünyasının gerçeklerine kapalı olayların öyküsüdür." Evet, gerçekten öyle, Tarihi Endenın'u (öteki adı ile "Letaifi Endenın'u) okurken hafakanlar basıyor, "Uyanın be!" diye bağıracağı geliyor insanın. İkinci Mahmut'un reformlarına karşın, devletin nasıl battığını sanki gözlerinizle görüyorsunuz. Sayın Kayra'nın, kitaba 18101830 yıllan arasında dünyada ve Osmanlı ülkelerindeki olayları kısaca da olsa gösteren bir "kronolojik bilgiler" bölümü eklemesi, bu bakımdan çok yararlı olmuş. Üzülüyorsunuz, şaşınyorsunuz, hepsi doğru. Ama gene de okunmasını salık vereceğim bu kitabın. Çünkü bızde resmi tarihler dışında bir dönemi böyle kişisej açıdan anlatan kitap yok denecek kadar azdır. Üstelik tlyas Ağa'nın şakacı biçemi insanı bayağı eğlendirmektedir. Nerden geldim bu kitaba? Sayın Cahit Kayra'nın da ilgisini çekmiş Endenın ağalarma, günün paşalarına takılan lâkaplar. Birkaçını alıyorum buraya: Iki lbrahim Bey var enderunda, biri Mariz lbrahim Bey, öteki Tatlı lbrahim Bey. Dört Mehmet Ağa'nın lakaplan da şoyle, Behri Mahmet Ağa, Koyunyemez Mehmet Ağa, At Kafalı Mehmet Ağa, Dolmacı Mehmet Ağa. Sonra Mehtap Ethem Efendi, Pullu Nuri Bey, Vay Belim Ahmet Ağa... Belli, aynı adlan taşıyanlan ayırma zorunluluğundan doğuyor lakap takma gereksemesi, çoğunlukla. Ansiklopedi "lakap"ı şöyle tammlıyor: "Bir kimseye kendi adından ayrı olarak sonradan takılan ve o kimsenin bir özelliğini belirten ad." Lakap üstünde hak kazanabilrnenin de koşullan var; bıınun bashcası, ilgili kişinin belli bir çevrede bu lâkap altında tanınmış olmasıdır. Lakap, övünülecek bir özkişilikle olduğu gibi, bir hastalıkla, bir sakatlıkla, herhangi bir talihsizlikle de ilişkili bulunabilir. Hele yukarda anlattığım gibi, ölümünden sonra lâkaplandınlanlar da vardır. Bunların birtakımı hazindir ve o kişilerin acı yazgılarını anlatır. Romablar çok ad almağa merakhydılar; özellikle hükümdarlarda, imparatorlarda görülür bu. Bir örnek vereyim: Imparator Claudius'u ele alacak olursak görürüz ki bu adamın beş, hatta altı adı vardı: Tiberius, Claudius, Caesar, Augustus, Germanikus... Altıncısı da "Clau Çlau" idi. Çünkü bu imparator kekeme ve saralı idi, adını tekleyerek "Clau Clau Claudius" diye söylerdi. Adlanndan birinin de bu olduğunu kendisi anlatır. Letaifi Enderun'un yansını geçtikten sonra, hazinede Fırça Ahmet Bey'in çerağlığı, Rüstem Ağa'nın sankçı yamağı olması... Gibi kısa bölümleri çabuk çabuk geçerek, hatta atlayarak, bir an önce "Vakayi Hayriye"ye gelmek için sabırsızlanıyordum. Sonunda geldim oraya. Baktım ki tlyas Ağa dört sayfada anlatıp geçivermiş bu önemli olayı. Hiç şaşmadım. Hangi olayın niçin ve neden daha önemli olduğunu gösterecek bir ölçüt, bir taıjh anlayışı ve bilinci kurulmuş değildi o zaman. Tarihin gidişi yazgıcılıkla açıklanırdı. "Demek Tanrı öyle istemiş!" Peki, ne zaman kuruMu bu ölçüt bizde? Kurtuluş Savaşı'nda, diyebiliriz. Onun için, " l l k Türk devleti Türkiye Cumhuriyeti'dir" diye yazdığımızda bize kızanları, tarihe bir serüvenler sıralaması diye bakanlar olarak nitelendirebiliriz. Çağlar da sonradan adlandırılmıştır. Başka türlüsü olamazdı da ondan. Diyelim ortaçağda yaşayan, ortaçağda yaşadığını bilmiyordu. Çağ ölür, lakabı sonra bulunur. Ya bizim çağımızın adı nedir? "Atom çağı" mı? "Sibernetik çağı" mı? Şimdiden bilemeyiz. Atbm bombası ortadan kaldırılmazsa, belki bir ad koymağa gerek bile kalmaz. 13 KASIM 1987 Lakaplann Tar Ihî ve Bîr Kitap MELİH CEVDET ANDAY Cenaze Hasan Paşa'ya kimbilir neden bu lakaDı taknuşlardı? Çok yaşadığı, zayıflayıp kadidi çıktığı için mi? Bilmiyorum. Kazıkçı Hasan Paşa'nın Çerkes asıllı kölesi imiş. Ya bu Hasan Paşa'ya neden "kazıkçı" dediler? Ötekine berikine kazık attığı için olmasa gerek, çünkü bu anlamı ile deyim yenidir. Yoksa yetkisine dayanarak suçiuları kazığa mı oturturdu? Bunlar kendilerine "cenaze", "kazıkçı" denildiğini bilirler miydi? Pek sanmıyorum. Hele "Deli Hasan Paşa" kendisine "deli" denildiğini hiç bilmezdi diyebiliriz. Bakın, Hadım Hasan Paşa bu lafı duymuştur, ama duymazhktan gelmiştir. Hadımlar bu konuda çok alıngandırlar. Bu Hadım Hasan Paşa, sadrazamlığa dek yükseldiği halde, rüşvet yemekten vazgeçmemiştir, bu yüzden öldürüldü. Rüşvetçi Hasan Paşa deseler daha yerinde olacakmış. Firari Hasan Paşa biliyordu kendisinin böyle anüdığuıı; valiliği sırasında devlete karşı gdmiş, idam enırini getiren çavuşu öldürtmüş, bu yüzden de tüymüştü. Sonra bağışlandı, ama "firari" lakabı yakasını bırakmadı. Tiryaki Hasan Paşa'nın ne tiryakisi olduğunu bilmem de Kanije'de kazandığı büyük utkuya hayranlık duymuşumdur. Arşidük Ferdinand'ın yüz bin askeri ve kırk yedi ağır topu vardı kaleyi sardığında, her gün ortalama bin beş yüz gülle yağdınyordu. Hasan Paşa ise kale sınırlanna yaklaşan düşmanı yalnızca tüfek ateşi ile durdurmak istedi başlangıçta. Almanlar, Türklerde top olmadığmı sandılar. Böylece kaleye iyice yaklaştıklannda Tiryaki Hasan Paşa yüz topunu ateşleyip düşmanı parça parça etti. 1yi düşünülrnüş bir plan. Bu savaş sırasında Tiryaki Hasan Paşa, Kanije'ye 265 kilometre uzaklıkta, Sava nehrinin öte yanındaki Zemmun'da bulunan Yemişçi Hasan Paşa'dan yardım istemiş, fakat bu yardımı alamamıştı. Damat ve serdarı ekrem olan bu Hasan Paşa'ya neden "yemişçi" dediklerini öğrenemedim. Mağrur bir adammış. 17. yüzyüın başlannda patlak veren bir Yeniçeri başkaldınsında öldürülür. Abdülhamit H'nin Beşiktaş Muhafızı "Yedi Sekiz Hasan Paşa"ya bu lakap, okuma yazması oLmadığından, imzasını atmak için eski rakamlarla bir yedi, bir sekiz çizip aralannı bir çizgi ile birleştirmesinden ötürii verilmiş. Biliyordu sanınm ününün bundan kaynaklandığını. Cahillik o zaman çok yaygmdı ve utanılacak bir şey değildi. Çırağan olayında (1878) Ali Suavi'yi sopa ile öldüren budur. Ramazanda yemek yiyip, içki içenleri pataklayan da Yedi Sekiz Hasan Paşa'dır. "Allah ıslah etsin!" diye bırakırmış dayaktan sonra adamı. Bu arada aklıma gelen bir hikâyeyi anlatmadan geçemeyeceğim. "Filozor' lakabı ile ünlü Rıza Tevfik'i, bir ramazan günü meyhanenin birinde demlenirken yakalayan bir polis memunı karakola götürür onu, komisere teslkn eder. Komiser açmış ağzını yummuş gözünü, "Sen ne utanmaz adamsın! Sen nasıl Müslümansın?" diye bağınp çağınyor. Rıza Tevfık, yakayı kurtarmak için, "Ben Müslüman degilim, Yahudiyim" demiş. Duralayan komiser, karşısındakinin yalan söyleyip söylemediğini anlamak için, polis memurunu çarşıya gönderip bir Yahudi satıcı getirtmiş karakola, "Konuş bakalun şu herifle, Yahudi mi, değil mi, söyle bana" demiş. Meğer Rıza Tevfik çok iyi Ispanyolca bilirmiş. Yahudi ile uzun boylu konuşmuşlar. Komiser, Yahudi'ye Rıza Tevfik'i gösterip, "Yahudi mi?" diye sonınca, Yahudi satıcı, "Ne Yahudisi, Haham Haham" demiş. Biz gene dönelim konumuza... On yedinci yüzyılın ortalannda, Sultan Ibrahim döneminde yaşamış, onun sadrazamlarından olmuş bir "Hezarpare Ahmet Paşa" vardır ki, işte bu paşa, tarihte "Hezarpare" (bin parça) diye anıldığını kabil değil bilemez. Sultan Ibrahim'in masraflanna para yetiştirmek için olmadık dalaverelere girmesi yüzünden halkın nefretini çekmişti. Bir ayaklanmada sarayın kapısına dayananlar, "Ahmet Pa PENCERE Canın çekti, gazoz veya meyve suyu içeceksin; yemeği fazla kaçırdın, midende bir ağırtık, sodaya gereksinme duydun; ama arıyorsun, şişe açacağını bulamıyorsun. Hay Allah kahretsin! İlk işin çarşıya çıkıp bir açacak almak olacak; hem öyle bir açacak ki şarap şişesinin mantarını da çıkarabilsin. Kimi kitap da aklın ve ruhun açacağıdır; bir yanıyla tirbüşondur, yıllanmış şarabın mis kokulu mantarını parçalamadan çıkarıverir; bir yanıyla konserve kutusunun kapağını kolayca kesecek bıçaktır; bir başka yanıyla bira şişesinin kapağını patlatabilirsin, köpük köpük... Peki arada sırada şampanya ıçes, gelmez mi insanın... • ları, 2 cilt) elimde. Sayfaları karıştırıyorum. "Meşrutiyet Dönemi" birinci cilt. İşte Ahmet Haşim! Nazım Hikmet nasıl da harcamış Haşim'iı "İki serseri var. Birinci serseri Köprü altında yatar Sularda yıldızları sayar geceleri İki serseri var İkinci serseri Atlas yakalı sarhoş sofralarında Bağdatlı bir dilencinin çaldığı sazdır Fransız emperyalizminin İdare meciisinde ayvazdır." Şükran Kurdakul'un "Çağdaş Türk Edebiyatı" (Broy Yayın Kurdakul'un Yapıtı... ARADA BİR MEHMET SEMİH GEMALMAZ İÜ Siyasal Bilgiler Fak. KAMUOYUNA ÇAGRI GENEL AF'ın toplumumuzda yaşanan olağanüstü dönemin yaralarını saracağına, barışa, huzura giden yolu açacağına, bir dönemde suç sayılmayan eylemlerın başka dönemlerde suç sayılması gibi haksızlıkları ortadan kaldıracağına, h< klı haksız tüm yargılıların insanca bir yaşama kavuşturulacağına inamyoruz. Yaşama hakkına haksız bir saldırı olan ÖLÜM CEZASI, cezanın caydırıcılığı kuralına aykırı olduğu için suçu önlemez, suçluyu vok eder Çağdışı bir uygulama niteliğindeki bu temel haksızlığın ortadan kaldınlmasını istiyoruz BUNUN İÇİN BİZLER, İNSAN HAKLARINA, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASIYE İNANAN HERKESI, GENEL A F ÇIKARILMASI VE ÖLÜM CEZALARININ KALDIRILMASI İÇİN İNSAN HAKLARI DERNEĞİ'NIN AÇTIĞI IMZA KAMPANYASINA KATILMAYA ÇAĞIRIYORUZ. Bilgin Adalı, Esin Afşar, Adale; Ağaoğlu Behıç Ak Tarık Akan, Füsun Akatlı, Ayla Akbal. Oktay Akbal, Edıp Akbayram, Muzaffer Aksoy, Yazgülü Aldoğan, Türker Alkan Figen Aydıntaşbaş. Halil Altunay, Zıhnı Anadol. Melıh Cevdet Anday. Muzaffer Arabul, Fahri Aral, Cahit Arf, Mehmet Alı Aslan, Melih Aşık, Mehmet Ali Aybar, Aydın Aybay, Rona Aybay, Hasan Basn Babalı, Selda Bağcan, Mehmet Başaran, Bedri Baykam, Ataol Behramoglu, Cengız Bektaş. Murat Betge. Halit Berktay, Rana Beşe, Eray Canberk. Adnan Cemgıl, Nazıfe Cemgil. Demırtaş Ceyhun, Yıldız Cıbıroğlu, Necad Cumalı, Aziz Çalışlar, Ipek Çahşlar, Halet Çambel, Meral Çetınkaya, llhan Dalkılıç, Arıf Damar, Fusun Demırel, Mahmut Dıkerdem, Ferruh Doğan, Necatı Doğru. Atılla Dorsay, Refık Durbaş, Kenan Durukan, Meral Ekım, Gurol Erçakır, Selçuk Erez, Genco Erkal, Kıvanç Ertop, Tuğrul Eryılmaz, Fıruzan, Müjdat Gezen, Macıt Gokberk, Kemal Gökhan, Naıl Gürelı, Genca/ Giırsoy, Ali Ekber Güvenç, Fehmı Işıklar, Özdemır llter, Alpay Kabacalı, Nuri Karacan. Ahmet Kaya, Mehmed Kemal, Müşfık Kenter, Şükran Ketencı, Hasan Kıyafet, Bedri Koraman, Üstün Korugan, Oya Köymen, Şukran Kurdakul, ildenız Kurtulan. Ertuğrul Kürkçü, Mehmet Metıner, Berna Moran, Uğur Mumcu, Murathan Mungan, Nadir Nadı, Yaman Okay. Tan Oral, Zekı Ökten Erdal Öz, Fusun Özbılgen, Çetın Özek Metın Özek, Semra Ozdamar, Coşkurt Özdemır, Kemal Özer. Alı Özgenturk, Işıl Özgenturk, Adnan Ozyalcıner, Taha Parla, Yalçm Pekşen Doğu Perinçek, Emil Galıp Sandalcı. Bahrı Savcı, Gulnur Savran, Sungur Savran, llhan Selçuk, Turhan Selçuk, Cevdet Selvı, Sennur Sezer. Alı Sırmen, Semra Somersan, Hale Soygazı, Yücel Sayman, Hale Sontaş, Cemal Sureya, Yurdal Şenol, Bülent Tanör, Orhan Taylan, Şırın Tekelı, Latıfe Tekın, Afşar Tımuçın, Halıl Tunç, Denız Türkalı. Vedat Turkah, Şukrıye Tütengıl, Alı Ulvı, Mına Urgan. Tomrıs Uyar, Burhan Uygur, H Veldet Velidedeoğlu. Hasan Yalçın, Nevzat Yazgan, Ahmet Yıldız, Can, Yücel, Su Yücel, Ragıp Zaralı Sevgüi AYDIN Delikanlı günlerimizin YÎĞİT insanı Seninle DOST olmak bir ONURDU!.. İnsan Haklarını Öğretmek... İnsan hakları konusunda bir eğitim, insan haklarının somutlaştığı, bu haklara saygı gösterilen koşullar içindekı eğitimle kopanlmaz bir bütünlüktedir. Başka söyleyişle, insan haklarının ihlâl edilmediği ortamda, bu eğitim, etkin, başarılı ve sürekli olabilir. Bu tez, aslında, başka türiü sorulduğunda, yani "insan hakları öğretilebilir mi?" biçimindeki soruya verilecek yanıtın formülleştirilmesidir. Şu örnek ile sorun netleştirilebilir: Yapısal şiddetin kurumsallaştırıldığı bir toplumsal örgütlenim ve siyasal düzende, insan haklarının tanınmasından, korunmasından ve geliştirilmesinden nasıl ki söz edilemezse, insan hakları eğitimine (İHE) de yer yoktur. Son çözümlemede, İHE, uluslararası barış, anlayış ve işbirliğine yönelir. Oysa yapısal şiddeti, yıldırıyı kurumsallastıran düzen, adı ne konmuş olursa olsun, her şeyden önce, ulusal sınırlar içınde banşa, kamu özgürlüklerine aykırı düşer. O hakJe İHE, insan haklarına saygı duyulan düzenlerin eğitimidir ve kapsamlı, kesintisiz ve dinamik olduğu sürece anlamlıdır. Bu eğitim, kısır ve yararcı eğitim anlayışının dışlanmasını gerektirir. Çünkü, insanlann yetileri denli, amaçlarının da eğitilmesi gerektiğini yararcı eğitim gözden kaçırır. İHE'de, amaçlar ulaşılabilecek gerçekçilikte, ama ulasma arzusunu kamçılayacak nitelikte de olmak zorundadır. İnsan haklarının yığınlarca özümsenmesini başaımak, çözümü öne alınması gereken bir sorundur. Bu öncelik gereğini belirleyen temel etmen ise günümüzde belirglnleşen şu paradokstur: İnsan haklarının hukuk ile güvence altına alınmasına yönelik girişimlerde ve elde edilen kazanımlarda belirgin bir yoğunlaşma vardır var olmasına ama, ihlâl olaylarında da artış gözlemlenmektedir. Başka söyleyişle, hak ve özgürlüklerin kodifikasyonu ile uygulama arasmdaki ikilem, İHE'nin temel sorununu biçimlendirir. Belırtilen paradoks çercevesinde, şu beş öğe İHE'nin zemini olarak saptanabilir: 1) İHE'den söz etmenin, ancak yığınsal hak ihlalleri gerçeğinin bilincinde olunduğunda bir anlamı vardır. Çünkü etkili davranış yöntemlerı geliştirilmek istendiğinde, ilham alınacak yer bu gerçektir. 2) Güven duygusunun sağlanması zorunludur. Bu güvenin kapsamı, bireysel ve toplumsal düzlemde, insan haklarının tanınması, korunması ve geliştirilmesinden yana verilecek uğraşının olumlu sonuçlanacağına ilişkindir. İşte bu nedenle, İHE'de, ihlâllerin yoğunluk ve bunlar; cnlemenin zorluklarına karşın kötümserlik dışlanmaktadır. 3) İnsan haklarının korunması, haklarının kendisine verdiği olanaklann bilincine sahıp insanlann sayısının çoğalmasıyla ilişkilidir. Bu bakımdan İHE, hak sahipliği bilincinin yaygınlaştırılmasını hedefler 4) İnsana gösterilmesi gereken saygı ve ilişkilerde hoşgörüyü egemen kılan düzeye ulaşılması, eğıtimsel amaçların göze hoş görünen bir listesini yapmanın yeterli olacağı yanılsamasına düşmemeyi gerektirir. Zaten amaçların dökümünün yapılabilmesi, öncelikle İHE'nin neleri başarabileceğinin, başka deyişle ulaşabillrliği sınırının saptanmış olmasını zorunlu kılar. 5) İHE'nin ulaşabilirliği sınırı, somutlayıcı altgruplandırmada şu ölçütlere yer vermelidir: i) Başkasına saygı, önce, benlîk saygısından geçer. Bu, insanın insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmesi için yapabiürliklerinin bilincine ulaşması demektir. ii) Sonra, başka insanlara saygı duyacak duyarlığa ulaşmak gelir. Bu ise, dayanışma ve paylaşmayı da içeren ve başkalarının da aynı onurlu yaşamı elde etmeye, yaşamaya hakları bulunduğunun bilincine ulaşmak anlamına gelir. iii) Sonuncu aşama ise, saygı duyulan başkalarının kapsamını, tüm insanlıgı içerecek denli genişletmek, tüm insanlann gereksinimleri karşısında duyarlı olmak ve onların bu gereksinimlerini giderme hak ve özgürlüklerini korumak ve savunmak düzeyinin kazandırılmasıdır. İHE'nin başarısı, insan hakları kavramının yoz kullanımla eskitilmesi tuzağına düşülmemesinden geçmektedir. Kavram, yetkili kimseler başta olmak üzere herkes tarafından sorumlu bir dil bilinci ile kullanılmalıdır. Terimlerde başlayacak bir kanıksamışlık duygusu. hak ihlâlleh karşısında duyarsızlık noktasına dek uzanabilir. Açıktır ki, burada vurgulanan, sadece kavramın yerli, yersiz kullanılmas: olasılığı deği!, ^y.ıoa bir kavram kargaşasına yol açabilecek biçimde içenğıni netleştirmeden ya da yanlış dokuyarak ona yer verilmesi durumunu da kapsar. Bu veriler ışığında İHE, olanaklı olmaktan öte zorunlu olduğu gibi, okul öncesi, okul içi ve yetişkinlerin eğitilmesi benzeri tüm yaşamı kapsayacak bir sürecte farklı teknikler, ctraçlar ve yöntemlerle gerçekleştirilmek durumundadır. Özerk bir disiplin olarak İHE'ye programda yer verme kaygısından uzak kalmış Türk milli eğitim sistemi, ekonomiden siyasal ve hukuksal alana kadar çok geniş bir yelpazede yapısal yeni kurumsallaşmaiarın gereksınimini duyduğu Batı Avrupa ile tam bütünleşmenin öncesinde, bu boşluk ve eksıkliğin de artık farkına varmak zorundadır. Bir ıdeolojık, kültürel ortak mirastan pay almak, salt ekonomık önlemlerle başarılamayacağı gibi, siyasal liberalizmle bile yetinilemez. Bunların altında, o kültürel dokuya girecek, onu kavrayacak eğitimsel süreçlerin kurumsallaştırılması gerekir. Bu kültürel bütünleşme zorunluluğuna yabancı kalındığında, ne dev bir pazar ne de Batının sınır kalesi oluş gerekçeleri, uzun dönemde, geçerli olabilecektir. Unutmayacağım HACIILGAR Sevgili kardeşimiz, yurtsever arkadaşımız Ne kadar değişmiş Türkiye? 1930'larda yabancı şirketin yönetim kurulunda üyelik, ayıptı bu ülkede; artık övünç sayılıyor.. Nazım'ın öfkesi bir yana, Ahmet Haşim'in Türk şiirindeki yerini Şükran Kurdakul saydamlaştırıyor. Zaten kitabın değeri, edebiyat tarihimize yaklaşımının saydamlığında odaklaşıyor. Kurdakul yöntemini şöyle açıklıyor: "1. Edebiyat hareketlerini, toplumsal koşullardan soyutlamadan vermek2. Eskiyen 'yeniyı, geridekalan 'ileri'yi dönemlerinin özellikleri, gelişim aşamalan içınde değerlendirmeye çalışmak..." * Şükran Kurdakul'un "Çağdaş Türk Edebiyatı"n\n ikinci cildi (ki her iki cilt 1400 sayfayı aşkın bir yapıt oluşturuyor) "Cumhuriyet Dönemi"ne ayrıjmış; 100'ü aşkın şair ve yazardan söz açılmış bu bölümde... İçlerinde ne de çok "sakıncalı" var!.. En başta Nazım Hikmet geliyor; sonra say sayabildiğin kadar: Orhan Kemal, Reşat Enis, Rıfat llgaz, Oktay Akbal, Aziz Nesin, Ömer Faruk Toprak, Enver Gökçe, Niyazi Akıncıoğlu, A.Kadir, Hasan İzzettin Dinamo vb... Demek ki KurdakuPun yapıtı "resmi edebiyat tarihi" değil. 19201950 arasmdaki yılları kapsayan edebiyatımızda tehlikeli ve sakıncalı şaır ve yazarlarımızın sayısı kaçtır? Hele 1950'den sonra bu yolda kimler yetişti? Tutucu ve genci siyasal iktidarlar için edebiyat gerçek bir tehlikedir. Latin Amerika romancı ve şairlerinden çoğunun sürgünde yaşaması bir raslantı mı? "Çağdaş Türk Edebiyatı" her evde bulunması gereken bir başvuru kitabı, tarih, ansiklopedi, bilgi ve bilinç kaynağı; ama her zaman tatla okunabilecek bir güldeste niteliği de var. Her yazar ve şairden özenle seçilmiş örnekleri birbiri ardından okurken insanın başı dönüyor; Fazıl Hüsnü'den Melıh Cevdet'e, Sabahattıh Aii'den Sait Faik'e... İstersen Necip Fazıl da var; Arif Nihat Asya'yı da yansız bir bakışla değerlendirmiş Kurdakul... Edebiyat tarihçiliği böyle olur. Ne yazık ki bugünkü devlet, önyargı rekorunu kırıyor; dışa bağımlı sermaye sınıfı ideolojisini okul kitaplarında bile işliyor; çocuklarımızı dilim yöntemlerinin yansızlığında değil. bağnazlığın kısırlığında tek yönlü olarak yetiştiriyor. • Şükran Kurdakul'un kitabı, her şişeyi ve kutuyu acgcaPrbir anahtar gibi. İstersen konserve kutusunu açıp Cenap Şahabettin'den birkaç lokma çiğnersin, boğazınde düğümlenir; istersen eskidikçe değerlenen şarap gibi Ahmet Haşim'den bir yudum alırsın: Zannetme ki güldür ne de lâle Âteş doludur, tutma yanarsın... SEÇKİN Y. İNCEEFE'nin onurlu yaşamı oizlere örnek olacak. Onu unutmayacağız. ODTÜİFK'DAN ARKADAŞLARI TUNCAY ÇELEN, ERCAN ENÇ, TAYFUN MATER, HÜSEYİN GÜRCAN. OSMAN AYBERS, AYDINEL ALTINTAŞ TMMOB Maden Mühendisleri Odası eski başkanlanndan SEÇKİN Y. ÎNCEEFE'yi yitirdik. Acımız sonsuzdur. Anısı önünde saygı ile eğiliyoruz. TMMOB HARİTA MÜHENDİSLERİ ODASI TMMOB KİMYA MÜHENDİSLERİ ODASI TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI J ÇAĞDAŞ YAYINLARI Can dostumuz, arkadaşımız îlhan Selçuk SEÇKİN Y. İNCEEFE'yi yitirmenin acısı içindeyiz. Örnek anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. AKBAL KİTAPLARINI İMZALIYOR OKTAY AKBAL bugün Tepebaşı Tüyap Kitap Fuan'nda Inkılap Kltabevi standında yeni çıkan "Akşam Kuşlan" ile "Bayraklı Kapı" adlı öyku kitaplarınt okurlarına i imzalayacak. Saat 1518 arasınua ELİFASLIAYLİN TEOMAN ÖZTÜRK TEŞEKKÜR •Füze Turiem Ticaret Lld. Şti \e Metrolop Kultur, Sanat, Eğlence Siıesi kurucusu Sa>ın CAN BELGİN'imiz ÖZERTUĞ AİLESİ annen, baban, kardeşlerin Akselin ve Aysen VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI Genel Müdurlüğümüze uzun ve değerli hizmetler vermiş bulunan Satış Şefi HÜSEYİN TÜZE'nin cenaze merasimıne Katılan, çelenk gonderen, telefon ve telgrafla taziyetlerıni bıldiren tum dostlara teşekkur ederiz. Sevenlerinin başı sağ olsun. Her an seninleyiz. ZJVERBEY KÖŞKÜ 7200 lira (KDV içinde) AİLESİ ve Metropol Kültıir, Sanal. Eğlence Sitesi ACI KAYBIMIZ başkanlığım yapan değerli mesleV.ıaşımız, arkadaşımız 198486 yılları arasında odamı/ın Çağdaş Yayınları, Türkocağı Cad. 39/41 Cağaloğluİstanbul SEÇKİN Y.İNCEEFE'yi buyuk.ur. Maden Mühendisleri Topluluğu'na, Maden Yuksek Muh ailesine te tum \akmlanna başsağlığı dılerı/Seçkİn Y.lnceefe TMMOB MADEN MLHENDİSLERİ OÜASI 19461987 İSTANBUL, İZMİR. TKİOAL, TKlGLl, TKİMLİ, TKİOELİ, GEDİZ TKMStlCİLİKLERİ geyırdığı kalp krizj sonucu 10 Kasım 1967 salı gunu yiıirdık Kaybımız BEDRÎ ÖZÇELİK'i 1 Kasım 1987 Çarşamba gunu ka\betmi> olınanın deriı. uzuntusu içinde\i^. Merhunıa Allah'tan rahnıet, kederi. ailesine. SEKA camiasına ve dostlanna başsa|lığı dileri.' SEKA GENEL MLDLRLİĞL 1 î>e<;kın bir gazetenin A.honc kampanyasında çalışacak Külturlıı, insan iliskilerinde başarılı v^alışnıayı seven. baybayan ELEMAN lara Yüksek gelir olanağı ^.ıhsen mıır.ıc.uıi Alayköşkü Cad Eryılmaz Sok. No: 13 CağaloğluİST. VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI Daıremiz Satış Şefı, değerli insan. BEDRİ ÖZÇELİKEL'i 11 Kasım 1987 Çarşamba gunu genç ya^ıa ka%betmenin derin uzuntusu ıçindeyiz. Merhuma Tann'dan rahnıet, kederli ailesine \e tum dostlanna ba^sağlığı dileriz. SEKA SATIŞ DAİRESİ BAŞKANLIĞl Mesai Arkadaşları (İşkenceyle öldürülen llk başbakan) Lumumba Yuri BONDAREV Hıfzı TOPUZ Taburlar Ateş Istiyor Genel Dağıtım: TÜMDA Cağaloğlu Yokuşu Evren Han No: 29/30 Cağalogiu İSTANBUL Tel: 511 79 16 Bakırkoy 7. Aslıye Hukuk Hakimliği'nin 12.8.1987 larih, 1985/732 Lsas 198^/335 nolu karan ile Haııım Sune'nin ismi Fatma, Feramuz Alkan'ın ismi Ali olarak değiştırilmıştır. Sürucii belgemi ve Adli Tıp Kurumu'ndan aldığım huviyet kartımı kaybeltim. Hukumsuzdur Dr. MAHMUT SEDtM ÖZGESÇ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle