16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 EKİM 1987 KÜLTÜRYAŞAM CUMHURİYET/5 Vedat Tiirkali'nin Dorsay'a yanıtı VEDAT TÜRKALİ ZÜRJH Atilla Dorsay, kentten kente dolaştığım, bir yerde uzun süre kalmadığım için 17 temmuzda, Cumhuriyet'te çıkan, "Romancının özgiirlugüniin getirdiği ahlaksal sonınlar" adlı yazını çok geç okuyabildim. Arası epeyi uzadı. Daha da uzatmadan, romanda, seni tedirgin ettiğini söylediğin "ahlaksal sonınlara" geçelim. 1. Tanılarla ortaya çıkıyorsun. Şahin Doğu, Yılmaz Güney'dir. Refik, Ertem Göreç oluyor. Gündüz Bey de, "sinemaya bulasan" aydın tipi olarak Vedat Türkali'den özyaşamsal öğeler taşıyor. (Epeyi yılların sinema emekçisiyim. Sinemaya "bulaşmadım." Ama ara sıra bana böyle "bulaşanlar" olmuştur. Yazıda karşılaştığımız ilk ahlaksal sorun da bu oluyor galiba!) Bu tanıları doğru sayıp Yılmaz Güney konusundaki "...Doğu / Güney'in sinemacı olarak yaptıklarını, yarattıklarını ise öykiı dışında bırakmak romancı ozgiııiugu gerekçesi ile mazur görülebilir mi?" sorusuna ben de şoyle bir soru ile yanıt vereyim: Dürust bir gözlemci tavn içinde Güney'in, sinemada yaptıklannın, yarattıklarının savunucusu görünümü ile çıkıp sinemaya "Otobtis Yolcuları", "Kızgın Delikanlı", hele hele "karanlıktal yananlar" (ki romanda bir türlü yapılamayan "tlaç Dos>'ası"nın başanyla yaratılmış benzeridir) gibi ürünler vermiş bir Ertem Göreç'e, sinemaya iyi kötü emeği geçmiş bir Vedat Türkali'ye, romanda bu yanları ile yer verilmemesini aynı duyarlılıkla karşılamamak, eleştirmen özgiırlüğü gerekçesi ile mazur gorülebilir mi? Bu tür kaygılara hiç gerek olmadığını, romanı biraz dikkatlice okuyan herkes anlayabilir aslında. "Yeşilçam Dedikleri Türkiye" ne Yılmaz Güney'in ne de tanıyla ortaya çıkanlabilecek şunun ya da bunun romanı değildir. Yeşilçam'ın romanı da değildir. Yeşilçam Dedikleri Türkiye'nin romanıdır. Şunu da ekleyeyim. Sağ olsaydı Yılmaz, Atilla Dorsay'ın, Vedat Türkali'ye karşı kendisini savunmasına o guzelim güluşüyle ne gülerdi kimbilir?.. Bir sanat yapıtında bilinen kişilere yer verilmesi bütün dünya yazınında çağlar boyu görülegelmiş bir olgudur. Hepsi bir yana hiç değilse sinemada •'Yurttaş Kane" olayını bilirsin. Orson Welles, ünlü yapıtında açık açık basın tröstü kralı Hearsfu anlatır. O kadar ki adamın Welles'i öldürme planları kurduğu bile söylenir. 2. "Annachronism". olayların tarihsel sırasında değişiklik yapmak, yazarlann, sanatçıların, gereğiniK >a>\urduklan bir yoldur. Bu değijikiikten bir saptırmayla zararlı. lehlikeli bir yanlışı kanıtlamak için yararlanılmamışsa karşı çıkılmaz. "Yeşilçam Dedikleri Türkiye"de olaylar gerçek zamanda değil, "roman zamam"nda verilmiş, böylece \irmi yıllık bir sürenin daha kısa bir zaman parçasında akışı sağlanmış, başka birdeyişle: olayların zaman sırası değil. öz ilişkileri öne alınmıştır. Bu yolla doğruyu çarptırmak, bir yanlışa varmak da düşünülmemiştir. Meraklı bir araştırmacı, iyi niyetli ise, hemen ortaya çıkaracağı bu gerçeği, romanın pek aksamayan dokusuna övgiı olarak da kullanabilir. Halk ne guzel demiş: "Aynı çiçeklen an bal alır, yılan da zehir." Romanın kimlikle çıkmıştır karşısına. Okuyucu, Gündüz'un, geçmişine bakarken kurtulamadığı katı, duygusal tutumuna bu öyku ile daha nesnel bakabiliyor. Duygularını yenemese de Gündüz sonunda açıklıkla, gazete konusunda. şunları söylüyor Nihat'a: "...Bazı doğrulan bir zaman görmemek zorundasın! Geniş bir bağlam içinde aldın mı, o doğru, o giin doğru degildir." Goşist, sekter tavırlara karşı bir uyarıdır bu sözler. Geçmiş bir tarih doğrusuna en sivri görunen suçlamalan yaparken saldırıyı değil, bir anlamda savunuyu içeriyor roman. Başyazan savunmak gibi bir sorunum da yok. Salt saldırmayı düşünmediğim gibi... Cumhuriyet gazetesi için de durum buna benzer bir bakıma. Belleğimde şu tümceler var: "Cumhuriyet gazetesi ilerici filan da degil! Geçende birini ko>ci'i karşıma almış gorunıncmek için bir kitabımın yeni çıkacak baskısına kadar ertelemeye katlandığımı da söyleyeyim. A\ ukat dostlarımın üstelemesine dayanamasam, yasa yolu ile düzeltme isteyebilirdim. 4. Adını ettiğim holdinge gelince, iş iyice değişiyor. Ulkeyi yağmalayan, yağmalatan tekellerden hiçbirine karşı sorumluluk bağım yok! Ne kadar sanatse\er •^porsever görunümde olurlarsa olsunlar. Dünyaya o nıaııtıkla baktınız mı, bir sürü sanat fonları olan, kurslar, burslar dağıtan kültür, sanat etkinliklerine desıekler veren Fullbright'ları, Ford'lart, Rockefeller'lan, Shell'leri, daha bir sürü de\ tekelleri de başka turlü almanız gerekir. Roman bu konuya >eterli açıklık getiriyor kanımca. Belli ki dürüstlük üstüne düşüncelerimiz de temelden ayrılıyor. Türkiye'de, dünyada, ilaç olayını yıllarca inceledim. Hem de bilgisine, görgüsüne, namusuna güvendiğim bir sürü uzman kişinin de yardımıyla. Ne adı geçen holdingçüerin ne de şunun bunun kişilikleri ile özel bir sorunum, alıp veremediğim yok. Kimilerini tanımam bile (Söz gelimi uzaktan yakından bir çıkar ilişkim olsa, bu konuda tek satır yazmamayı namuslu olmanın birinci koşulu sayardım!..) Ama ciddi bir arastırmariın götürduğu doğru sonuca da yüz çeviremem. Yazdıklarım, öğrendiklerimin çok azı. Çünkü salt ilaç sorununu da anlatmıyorum, Türkiye'yi anlatıyorum. "Yeşilçam Dedikleri Türkiye", kılı kırk yaran bir titizlikle salt doğruları anlatıyor. Hem de senin kavrayamadığın, aklının alamayacağı bir dürüstlükle anlatıyor. "Romancı özgürlüğü göriinümii altında" hiçbir sorumluluktan da kaçmayarak. Senin biçeminle sorayım ben de: Eleştiri adı altında diyelim romandaki savların yanlışlığı kanıtlanıp gösterileceğineböylesine saldırgan suçlamalara kalkışmak. "En azından terbiyeli bir davranış sayılabilir mi?" Hele bu işin nasıl yapılacağı konusunda akıl vermeye kalkmak, gülünç biçimde haddini aşmak olmuyor mu? Katıldığım tek savın bu konunun ahlaksal bir soruna dönüştüğu!.. Yılmaz Güney resmini basıp altına, sevenlerini kışkırtıcı biçimde yazılar dizmek, ahlaksal bir sorundur! Ama asıl önemlisi, özgürlüğü dilinden düşurmeyip bir yerine dokundu mu sınırlarını tartışmaya getirmek gerçekten ahlaksal sorundur. Ne çekiyorsak bu ikiyüzlulükten çekiyoruz. HAYVANLAR />wı//. ı.u.t.n KtM KÎME DUM DUMA BEHIÇ AK Sinema yazarımız Atilla Dorsay'ın, Vedat Türkali'nin "Yeşilçam Dedikleri Türkiye" adlı romanı üstüne bir yazısını 17 Temmuz 1987 günü gazetemizin bu sayfasında yayımlamıştık. Vedat Türkali, Dorsay 'ın yazısına bir yanıt gönderdL Türkali'nin, Atilla Dorsay'a yanıtını aynen yayımlıyoruz. roman olarak başansı üstüne ö\ gülü sözlerinden sonra bu konuda bir kez daha düşün istersen. 3. "Daha da önemlisi" diye başlıyor sondan bir önceki paragraf. Demene gerek yoktu; Cumhuriyet, Eczacıbaşı sözcüklerini görunce kişi hemen işin önemini de anlıyor, ardındaki dürtüyu de. Bunu da anlayışla karşıhyorum! Bazı zorunlu bağlılıklan vardır insanların! Sözünu ettiğin o başyazarın bugünkü konumuna hiç kuşkun olmasın benim de saygım var. Hem de kişisel hiçbir çıkanm olmadan! Ama bir zamanlarına değil. Okumasını bilenler için roman salt o bir zamanları da getirmiyor gündeme; geçmişte bize acı veren bir davranışa karşı bugünkü tutumumuzun tartışmasını açıyor. Romanda duygusal öğesi ağır basan koşut bir öykü, bu tartışmaya boyut kazandıracak biçimde işlenmiştir. Yaşlı bir devrimcinin en ağır koşuliarda karısını elinden alan bir siyasal komiser, veni dönemde ilerici nuşuyoriardı, o komunistti sakırç sokmayalım bu gazeteye diye!.." Belki senin de bildiğin, umanm unuımadığın bu türrceler, kanımca doğru bir eleştiriyi içeriyor. "Komünist" sözcüğünün yarım yüzyılı aşkındır ülkemizde baskısı sürdürülegelen resmi tanımına, yorumuna; bundan kaynaklanan tavırlara, uygulamalara son verilmedikçe; değil ulkede, kurumlarda da demokrasi olmaz. Komünist olmamak, giderek komünizmi sevmemek degildir bu, sağlıklı demokrat olamamaktır. Kendimi bildim bileli izlediğim Cumhuriyet'in bugünkü belirgin tutumu da, bu sağlıksızlarla sağlıklılann pamuk ipliğine bağlı dengesi ile sürup giden bir görünümdedir. Ülkenin tüm aydınlar topluluğu gibi... Romanda alınan gazetenin benzerliği de buradan kaynaklanır. Cumhuriyet'in bugünkü önemini de bilirim. Gazetede çıkan bir yazımı saygısızca bozup yayımlayan bir sayfa sekreteri iie hesaplaşmamı salt Curnhuri P t K N Î K PİYALE M.4DR4 Ç l Z G İ L İ K KÂMİL MASARsiCl VtU ŞiniMr/ ,v ^ 'J f T ^. ^ \ \ / > • \ ! .' / 1 • •' AĞAÇ YAŞKEN EĞİLtR KEMAL GÜKH,<> SORAY, ÖDÜLÜNÜ FATMA GlRtKTEN ALDl Bu yü 24'üncüsü duzenUnen Antalya Altın Portakal FUm Festivali'nde, Turkan Şoray'a, ödülunü Fatma Gtrik verdi. İLHAN SELÇUK ZİVERBEY KÖSKÜ'rnu ilk kez Cumhuriyet Kitap Kulübü Sergi Salonunda imzalıyor. Bhan Sdenk Yeni kitabı Altın PortakaPda fiyaskolu final ŞENAY KALKAN B.ECEVİT ANTALYA 24. Antalya Altın Portakal Film Feslivali dün gece düzenlenen ve "fiyasko" şeklinde geçen bir törenle sona erdi. Antalya 12 Eylül Açıkhava Tiyatrosu'nda birincilik ödulünü kazanan "Mohsin Bey" filminin gösterimiyle başlayan törende en iyi kadın oyuncu seçilen Turkan Şoray, seçici kurul üyesi Fatma Glrik'ten, en iyi erkek oyuncu seçilen Şener Şen de Belediye Başkan Vekili Metin Kasapoglıı'ndan odullerini aldılar. Şoray, aynca 1968 yılında "Verikalı Yarim" adlı fümiyle daha önceden kazandığı TARİHTE BLGUN UÎMTAZ 4RiK4\ 10 Ekim ancak çeşitli nedenlerle alamadıgı ikinci Altın Portakal OdülUnü de aldı. Kalabalık nedeniyle sanatçılann ve b a a seçici kurul üyelerinin ayakta kaldığı tören sırasında konser veren Banş Manço'nun üzerine " e l m a " atıldı. Bunun üzerine sahneyi terk eden Manço ilgililerce ikna edilerek tekrar konserine devam etti. Halit Kıvanç'ın sunuculuğunu yapüğı Altın Portakal Film Fesüvali odul törçni geceyansı sona erdi. Törende, Almanya'da bulunan ömer Kavur, Metin Erksan, Çetin Tunca ve Atilla özdemiroğlu'nun dışında tüm sanatçı ve ilgililer hazır bulundu. MISIR'ÛA METBOR YAGMURU! f943 '7Î" BUGÜN, BlR GR.UP GÜMBY SUBAV, GÖRPUICLEIS.İ METSO& OL/tY/M AÇtKLAOI. KAHİR£ YAKıfJLAE/MOAK' NATRUN VA'/V£>£" GeceyAeisı GEtzçeeusşEN OLAY, ÇÖLÜ /Ç'SA eoĞMuçru { ÖHCE YAfCLAŞAN AÇllC MAV' BfR C.İSIM GÖRÜNMÜÇ, Gİ&E&SfC K/&M/2J OÖAJÛÇMÛf 1/E SONUUDA 8ÜYÜIC ZİVERBEY KÖŞKÜ sJruyce OLAY, &İR MeT&OfZİTrtJ A7MO£F£iei>e YANARAK PAtZÇAU\K'MA£t VE Sİe. •YAG.MUlS.UfJA DÖNÜŞAAeSİ 8fÇ"UİA/PE Ç M/ŞT7. Yandakı resimde, otaym uç aşaıma5Y loir arada görütüyor. f ^ i 50 YIL ÖNCE Çumhuriyeif Bitvük kalip Büyuk müverrih Ahmet Refık dün vefat etti. Büyük tarihçimiz üsıad Ahmet Refığin geçenlerde hastalanarak Haydarpaşa Numune hastanesine kaldırıldığını yazmıştılc. Zatülcemp ve zatürre gibi iki tehlikeli hastalığm ihtilatile 10 Ekim 1937 askerlikten istifa ederek muharrirliğe başladı, bir müddet sonra tstanbul Darülfünununa müderris oldu. Ateşin bir milliyetperver ve kuvvetli bir tarihçi ve edib olan Ahmet Refik bir taraftan Darülfünunda binlerce vatan evladı yetiştirmeğe devam ederken, bir taraftan da gazete ve mecmualara yazılar yazıyor, kitablar neşrediyordu. 19371987 10 ekim cumartesi 14.0018.00 Cumhuriyet Kitap Kulübü Sergi Salonu Cumhuriyet Gazetesi, Türkocağı Cad. 3941, Cağaloğluîstanbul N o t : Imza günü, 17 ekim cumartesi günü aynı saatler arasında Moda Sineması'nda (Cumhuriyet Kitap Kulübü Temsilciliği) tekrarlanacaktır. BUGÜN Ispanyol Filmleri Haftası ISPANYA ENDÜSTRİ • AKM Sıncma Salonu 171819 Ekim Sa« 20.30 yatağa dıişen kışmetli müverrih, bütün tıbbi ihtimamlara rağmen dün öğleye doğru vefat etmiştir... Ahmet Refik 1882'de htanbulda doğmuştur. Tahsilini Askeri rüştiye, İdadi ve Harbiyede yaptı. Zabit çıktıktan sonra Harbiyede muallim olarak vazife aldı ve bu hizmeti Meşrutiyete kadar devam etti. Meşrutiyette BÖYLE SAÇIN BRİYAMTİN PERTEV HAKKINDAN İLAN SORGUN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNDEN SAYI: 1987/235 ESAS Davacısı Tek. Gen. Müdürlüğü vekili A.Asuman Doğan. Av. Muzaffer Büyükyıldız olan Davahlan Ahmet Akdemir, Fatma Akgül ve Hüsmen Akgtll ve arkadaşlan olan tescil davasınuı mahkememizde yapılan duruşmasının verilen ara karan gereğince: DavaJılardan Sorgun Agâhefcndi Mahacılar Mahallesinden Fatma Akgül ve HUsmen Akgül'ün zabıtaca yapüan aramalara rağmen adresüün bilinmediği, nerede olduklannın tesbit edilemediginden dava dilekçesinin ilanen tebliğine karar verilmiş olup Sorgun Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1987/235 esas sayüı dava dosyasının duruşması 22 / 12 / 1987 tarihine bırakılmış olup duruşma günü mahkemeye gelmediginiz, kendinizi vekille temsil ettirmediğiniz takdirde yargılamarun gıyabınızda yapılacağı ve karar verileceği hususu ilanen tebüğ olunur. 22.9.1987 Basın: 31247 İLAN BURSA İŞ MAHKEMESt'NDEN Dosya No: 1987/134 Davacı SSK Genel Müdürlüğü tarafından davahlar Bekir Pançalı Varisleri Ayşe Pançalı, Bedri Pançalı, Nursel Pançalı, Salih Pançalı, Selim Pançalı, Nurten Pançalı ve Mehmet Pançalı aleyhlerine mahkememize açılan rucuan alacak davasınuı yapüan durusması sırasında davahlardan Mehmet Pançalı, Ahmetpaşa Mah. Okul sk. Konfu Apt. D: 3 Bursa adresinde ikamet etmekte iken adına çıkanlan davetiye tebüğ edilmediğiaden ve adresi meçhul kaldığmdan davaülardan Mehmet Pançalı'ya üanen tebligat yapılmasına karar verilmiştir. Adı geçen davalılardan Mehmet Pançalı 4.11.1987 çarşamba 1 l'de mahkeme salonunda hazır" bulunmasına, bu dava ile ilgili ibraz etmek istediğirüz belgeleri duruşma gününe kadar göndermeniz veya duruşmaya getirtneniz gerektiği, duruşmaya gelmediginiz veya bir vekil tarafmdan temsil edilmediğiniz takdirde yargılamaya yokluğunuzda devam edileceğı ve karar verileceği zımnında davetiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebüğ olunur. Basın: 31234 34 FV 837 plakalı aracımızın 66878 tescil sıra no. 690640 seri no'.u ruhsatı kaybolmuştur. Yenisini alacağımdan eskisinin hükmü yoktur. CESUR ULUSLARARASI TAŞIMACIUK TTC A.Ş. Piyano dersi verilir. 162 38 37 iTÜ'Iüden matematik fen 3592592 BağKur karnemı kaybettim. Hükümsüzdür. NURTEN AYDIN 85081 seri nolu ehliyetimi kaybettim. Hükümsuzdur tZZET TUTUMOCLV B.lctlcr AKM gljclcnndc SEROİSİ 1722 EKH 1987 İSTANBUL SERGİ SARAYl TEPEBASI İSTANBUL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle