12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER maktadır. Sayın Taner Timur'un, "Osmanlı ortaçagının çok yakın tarihlere kadar siirdügünü kabul etmek zonındayız" sözü, bir bakıma kitabın ortaya koyduğu en önemli tartışma konusuna kapı açmaktadır. Madem ki Batıh aydın ile aramızdaki aynm, "duşünce tarzımızdan dogmuyor", "kültürel altyapımızın yetersiziiginden kaynaklanıyor". öyle ise çok yakın tarihlere kadar süren Osmanlı ortaçağım tanımak, bilmek, elbette gereklidir, çünkü bu bir Batılı aydını, kendi ortaçağım çok iyi bilmekle bizim aydımmızdan ayırmaktadır; fakat buraya gelindiğinde, sayın yazann, "...Geleneksel degerierle çagdaş degerleri, düşünce yapunızla duygu yapımızı uyum haline sokan bir kültür devrimi..." biçimindeki sözleri ortada kalmaktadır. Önce şunu belirtelim: Geleneksel kültürün akılcılığa değil, inanca dayandığını öne siirdükten ve bunun kaynaklannı bir bir gösterdikten sonra, geleneksel değerlerle çağdaş degerleri uyumlu bir duruma getirmeye kalkmak, ya yanlış olur, ya da olanaksızdır. Böyle bir uyum anlayışı, çağdaş değerlere boş verip, çağdaş tekniğe gönülsüzce razı olmaya benzer. Ote yandan, Ergenekon söylencesinden Türkoloji disiplinine dek çeşitli kılıklarda kendini gösteren etnosantrizm, çağdaş degerleri benimsemek isteyen kimi aydınlarda, bu değerlerle pazar ekonomisini kanştırmak yanılgısını doğurmaktadır ki, bu iki anlayış, ayn devinim noktalanndan kalkmış olmalarına karşın, "tek dişi kalmış canavar" inancında buluşmaktadırlar. Ama bu buluşma bir uyum degildir. Bütün sorun, Batı kültürünün diyalektik karakterini anlama sorunudur; orada, diyeli özgürlükle, özgürlüğü ezmek isteyen mekanizmalar bir arada bulunur, ama bu durum geçmişin degerleri ile çağdaş değerler arasında aranmış ve bulunmuş bir uyumun sonucu degildir. "Osmanlı Kimligi"nde beni ilk durduran yaklaşım bu oldu. "Osmanlı Kimligi", Osmanlı kültüründeki kısırhğın hangi tslami kaynaklardan yol alıp bütün bir toplum yapısını nasıl sardığını çok inandıncı bir biçimde ortaya koymaktadır. Bir Türk aydımnın, bunları öğrenmesi bilmesi gerekir; ama bu kültürel değerlerle çağdaş, evrensel kültür degerleri arasında nasıl bir uyum bulunacağjnı ben kestiremiyorum. Anladığım kadan ile, buna bir gerek de yok. Sayın Taner Timur'un çok yerinde olarak belirttiği gibi, evrensel dediğimiz degerler, "Başka bir uygartagın degil, tüm insanlığın eseri"dir ve "çagımızda önce iyi bir dünya vatandaşı olmadan, iyi bir yurttaş olmak da mümkün degildir." Evet, Prens Bismark'a yazdığı mektupta liberalleri yerin dibine geçiren ve bunlan halk egemenliği istemekle suçlayan Mithat Paşa'nın, bizde demokrasi öncüsü sayılması, ya da Victor Hugo gibi özgürlükçü bir ozan, III. Napolyon diktatörlüğünden kaçarken, Genç Osmanlılar'ın Fransa'ya özgürlük kavgasına gitmelerindeki, mantığa aykırı gelen tutarsızlık yakın tarihimizi yanhş değerlendirdiğimizi gösteren düşündürücü örneklerdir; evet, Tanzimat devlet adamları da, onların karşıtları da bugünkü anlamı ile birer özgürlükçü değildiler; Âli Paşa da, onun karşıtı Namık Kemal de birer Müslümandılar; Batılılaşmayı döneminden başlatmaya yatkın olduğumuz III. Selim kafa vurduran bir padişahtı... Eğer sayın yazar, çağdaşlaşmamıza temel almağa kalktığımız kimi kişilerin seçiminde yanlışlıklar olduğunu ortaya koymak istiyorsa haklıdır, ama bu haklılık geleneksel kültürümüzle çağdaş kültür arasında bir uyum kurmak için gene de yeterli değildir. Demek istiyorum ki, Osmanlı kültürü ile, onu bilmekten başka yapacak hiçbir işimiz yoktur. Bunu sayın Taner Tımur şu tümce ile özetliyor: "...genellikle denebilir ki, Osmanlı uygartıgı, felsefl duşünce açısından yaratıcı olamamış ve Osmanlı uleması daima tefsirlerle ve lefsirlerin tefsirleri ile düşünmüşlerdir." Başka türlüsü, Osmanlı felsefe yaratamadığı gibi, var olan bir felsefeyi de sürdürmemiştir. Bunun nedeni, âyetler, hadisler, yorumlar dışında bir Osmanlı düşüncesi olmamasıdır. Demek "akıl" hiçbir zaman özgürluğune kavuşamamıştır. Oysa Araplarda, Tann buyruğu dışında düşünme, daha IX. yüzyüda başlamış ve Farabi, tbn Sina, Ibn Rüşt.. gibi düşünürlerce (Mutezile: Kaderin varbğını yatsıyarak, akılcı bir felsefe kuran Arap düşünürlerine verilen ad.) ta Gazali'ye gelinceye kadar geliştirilmişti.Gazah'nin düşünmeyi günah sayması ile bu gelişme durdu. İşte Osmanlı'nın devraldığı gelenek bu Gazali yasağıdır. Üsteh'k Osmanlı'da, bilimsel düşünce ile skolastik duşünce arasında çekişme, çatışma da olmamıştır. Osmanlı medresesinde okutulan bilimler "nakli" idiler, bilimsel değil, Osmanlıda alim, dinsel bir anlam taşıyordu, din bilgini demekti ve bilimler Tanrı'nın varlığını kanıtlamak için birer tanıt değerinde vardılar ancak, yoksa Kuran'da her şey yazılı idi. Bunun dışında Osmanlı, KelâmTasavvuf uzlaşmasını gerçekleştirmiş ve kültür ürünü olarak ortaya "şiir"i koymuştur. Şiir ise, sufi aşkı dile getirmek demektir. Kelam'a gelince, bu da dinsel dogmaların kanıtlanmasının bilimi idi, şüpheyi ortadan kaldırıyordu. Felsefeden anlaşılan da bundan başka bir şey değildi. İşte Osmanlı kültürel kimliğinin özniteliği ve bizim geleneksel değerlerimiz arasında saymak istediğimiz budur. Benim yazmayı düşündüğüm "Türk'iin Kimligi" adb denemeyi, başta da söylediğim gibi, böyle bilimsel bir nitelikte düşünmemiştim; ama Türk'ün kimliği, Osmanlı kimliğinin az ya da çok etkisi altmdadır diyebiliriz. Kader, tevekkül, inanç, şüphe etmeme, olana rıza... Ne yapsak? Osmanlı'nııı ve Türk*im Kimligi MELİH CEVDET ANDAY Paris'te iken bir gün Haussmann Caddesi'nden aşağı doğru yürüyordum, cadde tenha idi, karşıdan gelen bir adam yanımda durdu. Türk konsolosluğu nerde? diye sordu. Konsolosluğa yakındık, elimle gösterdim. Adam "Peki" diyerek aynldı yanımdan. Durdurdum. Benim Turk olduğumu nerden anladınız? diye sordum. Anlamadım ki... Peki, ama benimle Türkçe konuştunuz? Adam: Ben başka dil bilmem ki dedi. Belli, bir Türk işçisi idi, daha karşıdan gelirken sezmiştim bunu. Demek "Türk"ün kendine özgü bir görünüşü, bir tavn vardı. Daha bunun gibi nice olayı bir araya getirsem, "Türk'üa Kimligi" konulu bir denemeyi kaleme alamaz rruyım diye diışünmüşümdür o zamandan beri. Bu olayı anlattığım bir arkadaşım: Göz göze gelmişsintzdir, adamın Türk oldugunu anlamanız bundandır" dedi ve ekledi, "Göz göze gelmek bizc özgiidür." Gerçekten de yabancı ülkelerde kimse kimseye bakmaz. Işte bir özellik daha bulduk. Sayın Taner Timur'un "Osmanlı Kimligi" adlı kitabını biraz da bu yüzden alıp merakla okumağa başladım ve merakımı aşan, beni daha ilk sayfalardan başlayarak kendine bağlayan, gerçekten özgün ve çok yararlı bir yapıtla karşı karşıya bulunduğumu anladım. Ama "Osmanlı Kimligi" benim yazmayı düşündüğüm deneme benzeri bir kitap değildi; burada Osmanlı'nın kültürel kimliği, lslam felsefesine ve lslam bilimine dayanılarak ele alımyordu. Bu bakımdan güncel birtakım sorunlarımıza ışık tutan bir nitelik içeriyordu. Başlangıçta, Doktor Adnan Adıvar'ın "Osmanlı Türklerinde tlim" adh yapınıu ansımadım değil, ancak "Osmanlı Kimligi" ondan daha kapsamlı idi ve okura tarihsel bir görünge (perspective) sağlıyordu. Bunun da gerekçesi, "geçmişle bugün arasında bir ııyum sağlama" biçiminde Özetlenebilirdi. Ancak geçmişe dönük biigj, bir sakıncayı da yanında taşımaktadır. "Çünkii insanlar genellikle çocukluklanndan başlayarak kendilerine geçmişlerini öven ve yücelten bir ideoloji içinde büyürler... Böylece insanlar, doğal ve kendiliginden bir süreç içinde toplumlannın taribini kendi hayatlannın bir parçası gibi gönnege başlarlar." Bunun sakıncalı yanı, geleceğe dönük güvensizlik ve korkudur; artık her şey geçmişteki cenneti yaratma uğrunda kullamlrr. Oysa toplumsal bir yapının geriye götürüldüğü, başka bir deyişle, güzelliği büyütülmüş geçmişin yeniden yaratıldığı görülmemiştir. Ama "koruoma ideolojisi" sürekli bunu gerçekleştirmek için çalışır ve insam iteler. Bu bir nevrozdur. Burada "aydın" konusuna gelen Saym Taner Timur, kimi aydının tutucu bir rol oynayabileceğine değinirken, bir değer olarak ele alınan aydım, toplumsal ilerlemenin temsilcisi diye nitelemektedir. Ben bu sayfanın yanına şu notu koymuşum: "Aydın, içinde bulundtıgu koşullardan korkarak, mutlu saydıgı gecmişi yeniden yaratmayı düşünen nevrozluyu bu korkudan kurtaran adamdır; bunu da, geçmişin diriltilemeyecegini söyleyerek ve gekcek için bir paradigma kurarak yapar." "Osmanlı Kimligi" gibi çok kapsamlı bir adın içerdiği konuyu, birden "aydın" kavramına bağlamak belki azımsanacak, hatta belki de şaşırtıcı gelecektir; fakat kitabın geçmiş küitüre ilişkin olarak verdiği bilgiler, bizi ikide bir bu kavramla karşı karşıya bırakmaktadır. Diyebiliriz ki, bugünkü aydınımızın çilesini, krizini anlamak, nerden geldiğini ve neden tam bir çağdaş olarak kendini forme edemediğini bilmeğe bağlıdır. "TarihimiTt rasyonel döşiince tarzı ile bakıyoruz ve görüyoruz ki, aşagı yukan son dönemine kadar Osmanlı kültürüne egemen diişünce tarzı akılcılık degildir," başka bir deyişle, "Osmanlı diişiincesinin temelinde şüpbe degil, inanç yatmaktadır." Böyle bir geçmişi sözle yatsımak yeterli değildir, çünkü onun etkisi yapacağını yapmış ve yerini başka kimlikteki, olumlu, oluşturucu bir etkene bırakmamıştır şimdilik; her çeşit aydının kafasında, kafasımn derinJiklerinde, ayn ölçulerde de olsa böyle bir kültür kökeni varhğıru sürdürmektedir. Bunun belli başlı görünüşlerinden biri "kendi tarinimiz" anlayışına uygun bir "köken arama" tutkusudur. Bu tutkuyu, yukarıda sözünü ettiğimiz, savunma içgüdüsünün, demek değişme korkusunun süregitmesi ya da bir başka biçimi sayabiliriz; öyle ki sadece tutucu ve gerici çevrelerde değil, çağdaşlığa yönelik ilerici çevrelerde de bu tür yakIaşımlann çeşitli örneklerini görebilmekteyiz. "Geleneksel Degerler" inancı, aydından aydına değişmekle birlikte varlığını sürdürmekte ve bunun kesin bir çözümüne bir türlü vanlama PENCERE Paraşütçü!.. 30 OCAK 1987 "Dedimdedi" makarası bizim siyasal yaşantımızın omurgasını oluşturuyor. Politikacılar, bakanlar, başbakanlar, medis başkantan, muhalefet liderieri, valiler, kaymakamlar, betodiye başkanlan nutuk atıyorlar. Televizyon; konuşma, soylev ve demeçleri sürekli biçimde yayımlıyor. Gazeteciler bu havuzun balığı olmak zorundalar. Muhabirler, telefonun başında ondan bundan demeç almaya çaJışıyorfar. Köşe yazarlan VedimdedT makarasına kendilerini sardırıyorlar. Ortaya başı sonu belirsiz konuşmalar tespihinin öylesine pariak inci taneleri dokülüyor ki, topariayabilirsen toparla... İşte bu dedimdedi tespihinin en göz kamaştıncı incUerinden btrisi de Başbakan özal'ın ANAP Meclis Grubunda yaptığı son konuşmayla oluştu. * Ne suyledi Sayın uzal? Demokrasi dersi verdi... Geçenlerde gazetelerde (sonradan yalanlanan) bir rıaber çıkmıştı. Ankara'da bir araya gelen komutanlar "ktfcaT konusurvdaki "rahatsıziığı" konuşmuşlardı. Genelkurmay Baskanı Üruğ da komutanlar kesiminde oiuşan kaygıları bir mektupla Çankaya'ya iletmişti. Sayın Turgut uzal, bu olayı anımsatarak ANAP Grubunda ülkenin demokratlannı uyarmış: "Bir mektop mesotesî oldu. isterrfım ki gazototorin manşBtieri de mokrasiyi müdafaa eden nitelikte olsun. işte bu noktaya gelirsek, Türkiye'de serbest tartişma ortamı olur. Fransa Cumhurbaşkanı d Gauttetün Cezayir'den çekilme karan ka/şısında Frapsefda demok ratlık örneği verildi. Cezayir'deki Fransız paraşütçülerinin Frans* ya ineceği yoiundaki görüşler üzerine, tüm basın ayağa kalkt. Bu memiekette de BaMaki gibi demokrasiye sahlp otunmasını Istiyorum. Bir memleketin fikir adamlan, yazarlan yuzde yuz demokrasiye inanıriar. Buna inanmazlarsa, çağdaşbk mı, demokrasi mi diye sorup çağdaşlığıtercih ederierse, o memiekette demokrasi olmaz. Insan, şu konuşmayı neresinden hangi mantığın maşasıyia tutabilir? Bir kez "çağdaşlık" ile "demokrasi" birbirine zıt kavramlar degildir. "Ya çağdaşlık, ya demokrasi?" diye bir zorlama olamaz. Batı demokrasisinin anayasa hukuku "Avnıpa Insan Haklan Sözteşmesi" ve "Amıpa Toplumsal Sözleşmesr'nde yazılıdır. öğrenmek isteyen açar, okur ve görür ki gerçek demokrasi çağdaslıktır. Ancak başbakanın yaptığı konuşmanın bu yanı önemli değil. Onemli olan ne? "Paraşütçü" sorunu önemli. özal, Fransa'da yaşanmış bir olayı anımsatıyor. 1950'lerde General de Gaulle, Fransa'nın Cezayir'den çekilmesi kararını verdh ğinde, ordu içindeki faşist güçler askeri darbe eğilimine kaydılar. Cezayir'deki Fransız bırliklerinden paraşütçöler, Paıis'e inecekler miydi? Fransız aydınlan, sosyalistleri, komünistleri ve demokratları, hemen General de Gaulİe'un yanında yerlerini aldılar, askeri müdahaleye karşı özgürlük rejimini savundular. Ve Cezayir'deki Fransız paraşütçüleri, Paris'e indiıme yapamadılar. * AmaTü'rkiye'de kimi paraşütçüler, 12 Eyiül 1980'de ülkenin baskenti Ankara'ya tepeden indiler. Ne yazık ki bunlann arasında Sayın Turgut Ûzal da vardı. Bugünkü Başbakanımız 12 Eyiül askeri müdahalesiyle kurulan Bülend Ulusu hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Devtet Bakanı değil miydi? "Ağabeyi Suleyman DemireT ile askeri darbe arasında bir seçim gerektiğinde ikincisini yeğlemedi mi? Demokrasiyi değil, askeri müdahaleyi tutmadı mı? Bugün de 12 Eyiül askeri müdahalesinin kosullarını, yasalannı, kurallannı savunmuyor mu? Sayın uzal, ortca kilosuna karşın çok başarılt bir paraşütçü otduğunu 12 Eyiülde kanıtlamıstır. Sistematik İşkence Yokmuş! OKT4Y AKBAL EVET/HAYIR OKURLARDAN Hukuk Fakültesı kız öğrencileri yakınıyor Bizier htanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesı son sınıf öğrencileriyiz. Şu an bu mektubu yazan nepimiz "kız" öğrenciUriz. Ne yazık ki hâkim ve savcılık sınavlannda aynm gözetilmektedir. Hâkim ve savcı olacak kişilerin seçiminde genel kontenjanın ancak % 10\ınu bayan oluşturabilecek. Örneğin 400 kişi aluıacaksa, ancak bunun 40\ bayan olabilecek. Dört yıllık öğrenimimizi hep hâkim ya da savcı olarak bitirebilmek arzusu ile yürüttük, Şimdi elimizden bu 24 Aralık 1976 günü içişleri Bakanı Akbulut, gözaltındaki öğrencilerin ailelerini, dernek temsilcilerini TBMM'de kabul etmiş. "Yarm" deraisi bu görüşmecte geçen konuşmaları yayımlıyor. İlk kez bir İçişleri Bakanı böyle bir toplantı düzenliyor. Bu açtdan Sayın Akbıılut'u kutlamak gerekir. Bu ilginç konuşmalardan Mrkaç parçayı bu «utuna almakta yarar göruyorum. (Arkast 13. Sayfada) avırnıea olanağın alınması ya da çok sımrlandırılması bu umutlarla yetişen bizleri çok üzdü. Şu an çaresizlz... Oysa Hukuk Fakültelerinde okuyan öğrenci kitlesinin büyük bölümünü kız öğrenciler oluşturmaktadır. Böyle bir uygulamanın hiçbir mantıklı gerekçesi olabileceğine inanmıyoruz. Zaten var olan açık, yargıntn işlerliğini büyük ö'lçüde engellemektedir. Bu yanlışlığm vakit geçirilmeksizin düzeltilmesini diliyoruz. Atatürk Türkiye'sinde hem de hukuk platformunda böyle bir cinsiyet aynmınm yapılması düşündürücüdür. Bizlere gereken ilgiyi esirgemeyeceğinizi umuyoruz. l.Ü. HUKUK FAKÜLTESI ÖĞRENCÎLERİ ADINA EZGİ YURTSEVER Güvernnizin 39.yılı... Bankacılıkta temel unsur "güvence"dir. Tasarruflann iyi yönlendirilmesi, tam verimlendirilmesi, doğru degerlendirilmesidir. 30 Ocak 1948'de Adana'da Akbank bu bilinçle kuruldu. Tasarruilara gerçek güvenceyi sağladı, halkımızın sevgisini ve güvenini kazandı. Bu güven sayesinde, kısa sürede hızla gelişti. Ülkemizin önde gelen özel sektör bankası olmayı başardı. 39 yıl önce ülkemiz bankacılığına açılan ilk Akbank, bugün, 120 milyara ulaşan sermayesi, 70 milyan aşan ihtiyatları, ciddi ve istikrarlı yönetimi, dengeli plasman politikası, güçlü iştirakleri ve çağdaş bankacılık anlayışıyla yurdun dört bir yanında 610 Akbank olarak, gücüyle, güvencesiyle yannlara açılıyor. Akbanlc güveniyle, emeğiyle Akbank'ı Akbank yapanlara, sayın halkımıza ve degerli çalışanlanna bir kez daha teşekkür ediyor. AKBANK Güveninizin eseri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle