Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 OCAK 1987 CUMHURİYET/7 Londra'dan Madrid'den Kamuoyu araştırmalarının, anketlerin en yoğun kullanıldığı alanlardan biri, siyaset. özellikle seçim dönemlerinde, anketler seçim kampanyalarının neredeyse temel öğesi haline geliyor. Ve parti kurmayları bu tür kamuoyu araştırmaları"na birinci derecede önem veriyor. RAGIP DURAN LONDRA Ünlü Gallup araştırma kuruluşu ocak ayında 50 yaşına bastı. Batı dünyasının neredeyse tüm ülkelerinde faaliyet gösteren bu şirketin kurucusu George Gallup Amerikalı bir öğretim üyesi. Gazetecilik ve psikoloji hocalığı yapmış, adını ilk kez 1936'da ABD'de başkanlık seçimlerini Roosevelt'in kazanacağını doğru tahmin ederek duyurmuş. Şirketin Londra şubesini de 1937'de hizmete açmış. Ingiltere'de her cins gazetede, radyo \e TV istasyonlarında kamuoyu anket sonuçlannın yayımlanmadığı gün yok gibi. İngilizlerin yüzde bilmem kaçı köpek besliyormuş. Erkeklerin onda üçü annelerini kanlarından daha fazla seviyormuş da kadınların yüzde 70'i taıile îspanya'ya gidiyormuş. Toplumsal ve özel hayatın tum alanlarına girmiş durumda anketler. Bu araştırmalann önemli bir yanı da değişik dönemlerde yapılan anketlerin kıyaslanması. Örneğin, 1937'deki ilk Gallup araştırmasına göre İngilizlerin sadece yüzde 13'ü uçağa binmiş, sadece yüzde 25'i Kıta Avrupası'na gitmiş. Ve sadece yuzde 31*1 renkli fılm seyTetmiş. Bu oranlan bugünkülerle karşılaştınnca, özellikle geçmiş konusunda ilginç bulgulara rastlamak olası. Anketlerin en yoğun olarak kullanıldığı alanlardan biri de siyaset. Özellikle seçim dönemlerinde, kamuoyu araştırma kuruluşları kampanyanın neredeyse temel Öğesi haline geliyor. Ve parti kurmayları bu anketlere birinci derecede önem veriyor. Söz konusu kuruluşlar, reklamcılık ve halkla ilişkiler alanında da oldukça faal. Belki de bu nedenle, bu kuruluşlar hakkında birçok yerde oldukça zengin, ayrıntılı bilgiler, haberler, yorumlar sık sık çıkıyor. Artık çoğu insan deneklerin nasıl oluşturulduğunu, soruların nasıl hazırlandığıru, sonuçlann bilgisayarda nasıl işlendiğini az çokbiiiyor. Ankete katılan ve katılmayan insanlann kamuoyu araştırma sonuçlarına büyük önem verdikleri de saptanmış. İnsanlar, aslında anket sonuçlarını okurken, bir kimlik mücadelesini giriyorlar. "Acaba benim tercihim çoğunluğu kazanmış mı?" ya da "Tiih benim gibi seçim yapanlar neden bu ka Çağdaş tornacılar 5 9 ülkeye mensup 313 gazetecinin yılbaşında aldığı mektuplardan biri böyle başlıyordu. Bu gazetecilerden 10'u Türktü ve mektubu, ölümünden birkaç gün önce, Avrupa gazeteciliğinin babalarından biri, Philippe Viannay yazmıştı. NİLGÜN CERRAHOĞLU MADRİD "Sizi çok sevdim. Büyük hatalarım oldu, sonuçlarına kallanmaya çalıştım..." Yılbaşı yazışmaları arasından çıkan mektupların biri boyle başlıyordu. Fransız direniş hareketi içinde yer almış, Avrupa gazeteciliğinin babalarından biri tarafından yazılmıştı. 69 yaşında aramızdan ayrılan Philippe Viannay'in ölümünden birkaç gün önce yazdığı satırlardı bunlar. Mektup benim gibi 59 ülkeye mensup 313 gazeteciye postalanmıştı. Aralarında 10 Turk'un de bulunduğu bu gazetecilerin hepsi Viannay'in çeşitli basın organlarından sağladığı bir burs sayesinde yeni yelme dönemlerinde, bir yıllarını Paris ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde staj yaparak geçirmişlerdi. Amaç, Afrika'dan Latin Amerika'ya dek çok çeşitli ulkelerden gelen ve gazetecilik mesleğine yeni gozlerini açan bu gençlere, basının demokratik özgürlüklerin en buyuk emniyet supabı olduğunu gosterebilmekti. Her yıl Viannay'in Paris'te bir araya getirdiği 30 isimsiz gazeteci, sonradan meslek yaşamlarında bu yaşlı adamın mirasına ne dereceye dek sahip çıkabildi? Bu bilinemez. Fakat özgürlükler için 'Sizi çok sevdim...' her alanda mucadele vermiş bu renkli kişiliğin, hepimizi ayn ayn etkilediği muhakkak. Philippe Viannay'in beni en çok etkileyen yanı büyuk düşlerin ve büyük projelerin adamı olmasıydı. Hatta bunlardan bazılan "çılgınlık" olarak bile nitelendirilebilirdi. "Avrupa'da Gazeteciler" stajını, büyük güçluklerle ve tamamen kişisel çabası ile sağladığı burslara dayanan "Japonya'da Gaıeteciler" ve 'Hindistan'da Gazeteciler" programlarına uzatması bu çılgın projelerinden biriydi. Yaşasaydı başlattığı programlan Kuzey ve Guney Amerika'ya dek genişletmek istiyordu. Her şeye, direniş yıllarında kurduğu "Defense de la France" gazetesi ile başlamıştı. "İndomitus" takma adıyla imza attığı bu gazete, savaş yıllarında yüzbinlerce sattı. İşgal döneminin son yıllannda ise Paris'teki direniş güçlerinin askeri komutanı seçildi. O görev sırasında De Gaulle'ü yakından tanıyan Viannay, generale hayranlığını yadsımaz, fakat "karakterinin bazı yonlerinin taharamülsüz olduğunu" soylerdi. Buyük ısimler ve büyük şahsiyetler, Fransız gazeteciliğinin babalarından biri haline gelecek olan bu adamı yaşamı boyunca hiç etkilememişti. Dördüncü Cumhuriyet'in milletvekilliğini yapmış Viannay'e siyaset dünyasında da tüm kapılar açılabilirdi. Nitekim yaşamının son yıllanna dek, Fransa'nın en önemli bazı politikacıları, bankacıları, yöneticileri yakın dostu olarak kaldılar. Fakat o objektifin onasında olmakla pek ilgelenmedi. Viannay'e heyecan veren tek şey, yaşamının itici gücü haline gelen fikirlerini uygulayabilmekti. Önce savaş sonrası yılların en çok satan gazetesini, "FranceSoir"ı kurdu. Daha yakın yıllarda ise "Le Matin'" ve "Le Nouvel Observateur" Philippe Viannav'in kurduğu yayın organları arasına katıldılar. Yaşlı adamın "Le Matin"le olan bağları, sosyalistlerin işbaşına gelişine dek surdü. "Le Matin"in sosyalist hukümetin sözcüsü haline gelmesi, basının bağımsızlığına uzun yıllar gönül vermiş bu adamı, severek gerçek leştirdiği en önemli projelerinden birini, gazetesini terk etmeye itti. Zaten tüm yaşamı aslında bir kopuşlar ve yeniden başlayışlar dizisiydi. Ozel dunyası hakkında bilinen tek şey bir oğlunun intihar etmiş olmasıydı. Çok geniş dunyaları, erişilmez ufukları olan bir babarun ömür boyu katlandığı bir kahır olmalıydı bu. Karısı ise belki vardı, belki yoktu. Viannay kuçuk burjuva mutluluklara, paraya, maddi varlığa sırt çeviren bir adamdı. Yalnızdı. Sahip olduğunu bildiğimiz, tutkuyla değer verdiği tek kaprisi, teknesiydi. Ve hep limanları deeil, açık denizleri sevdi. dar az?" soruları, okurların, TV izleyicilerinin ve radyo dinleyicilerinin sık sık sordukları sorular. Ve insanlar, bu düşünce süreci içinde, ister istemez bağımsız kişisel yargılarıyla anket sonuçlan arasında da bir benzeşmeye ya da sürtüşmeye giriyorlar. Gerçi, sistemin özünü ve niyetini bilenler, bu kuruluşların soruları, istedikleri yanın alacak şekilde hazırladıklarının farkmda olsalar bile, amacın biraz çağdaş tornacılık biraz da çobanlık olduğunun farkında olsalar bile, kamuoyu araştırmaları toplumları ve insanları yönlendiren önemli bir silah hâlâ. Aynı kamuoyu anketleri tornadan çıkrruş kâgir kafalı insanlarla uygun adım düşünen kalabalıkların, kendilerini aklama belgesi oluyor bir yerde. Bireyselliği silindir gibi ezip geçmek, seri imalat halinde kişilikler yaratma işlevine TV ve diğer mecralar da böylece alet oluyor bence. Bu söylediklerim özellikle siyasi ve toplumsal nitelikli anketler için geçerli. Yani düşünce dünyasını ve zevkleri yeknesakIaştırıp kitlesel meta ve moda olmaya zorlayan anketler için. Yoksa, örneğin bir reklam ajansının piyasaya sunacağı mal ve hizmeti sınamak için yaptığı araştırmalar ya da bir gazetenin okur profilini saptamak için düzenlediği araştırma soruları ozgürce yanıtlama imkânı bırakacak şekilde hazırlanır ve çok sayıda denek üzerinde gerçekleştirilirse reklam ajansına ya da gazeteye mutlaka bazı önemli ipuçları verebilir. Ama örneğin, bir siyasi parti tarafından siparişi yapılan oy verme eğilimleri anketi ya da bir devlet kuruluşu tarafından talep edilen âdetler gelenekler soruşturması bana daha çok, belirli bir fikri, bir tutumu onaylattırmak için yapılıyormuş izlenimi veriyor. Daha da önemlisi, "süriiden ayrılanı kurt kapar" anlayışını yerleştirmeye çalışan bu tür kitlesel saldırılar, insanların bağımsız ve bireysel fikir ve tutum sahibi olmalarını bir ölçüde önlüyor sanki. KUĞUYA İLK YARDIM Kuıey A vrupa 'yı kasıp kavuran dondurucu soğuğun kurbanlanndan biri de buzlann arasına sıkışıp kaian bu kuğuydu. Dalgıçlar, zavallı hayvanı kurtarmak için çok hıılı davranmak zorundaydüar, çünkü hayvamn ölümüne ramak kalmıştı. Stockholm'den İsveç başkenti bembeyaz kürkünün içinde buharlarla soluklanıyor bugünlerde. Caddeler buz, parklar kar içinde. Ama nakıs 50'ye maruz kalan Holstad ailesi, durumundan pek memnun. "Hiç değilse sivrisinek derdi kalmadı" diyorlar. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Anadolu steplerini zaman zaman kâbuslar misali dolaşan amansız soğuklardan epey deneyimliydik, ama fayda vermedi ve birkaç gündür işin şakası filan da kalmadı. On gündur 25 dolaylarındayız ve bu hal siirdükçe yaşamın değişik boyutlanna, pek alışmadığımız yanlarına sürukleniyoruz. Ankara gibi şehirleri arada bir yoklayan soğuklara pek benzemiyor bizimkisi. Inatçı ve acımasız. Civa gun ortalanna doğru şöyle 15'lere doğru bir yukselişe geçiyor, ama kanmıyoruz. Amacımız ortak: Sokak işlerini bir an önce bitirip, kapağı işe ya da eve atmak. FazJa dolaşmaya hiç gelmiyor, insanın iliklerine dek dişlerini geçiriveriyor soğuk. Gidişe bakılırsa, bir hafta kadar daha eksi dolaylarındayız. İsveç başkenti bembeyaz kürkünün içinde buharlarla soluklanıyor bugünlerde. Caddeler buz, parklar kar içinde. Malaren Gölü'nü Balıık Denizi'ne ulaştıran kanallardan yükselen buğular, şehre gerçeküstü bir güzellik kazandırıyor. Sanki yeryuzunde değil de Mars'ta bir yerleşme merkezinde yaşıyor gibiyiz. Gunlük yaşam da biraz bu 'uzay istasyonu' benzetmesine uyuyor. Sokağa her çıkış, çaresiz, 'görevimiz tehlike' bo>ııtlarında değerlendiriliyor: Harıl harıl soluyarak, alelacele koşuşturan insanlar, buzlann içinde garip görüntuler arzeden taşıilar, geceleri boşalan sokaklar... Evet, sanki bir başka gezegendeyiz... Halimize gıpta edenler de var tabii. Bin kilometre kadar kuzeyimizde yaşayan Laponlar, eksi 40 ile 50 dolaylarında bir havayı teneffüs ediyorlar (etmeye çalışıyorlar herhalde). îsveç'in Laponya'yı da içine alan kuzey yörelerinde 1941'den bu yana en sert kış yaşanıyor. Nattavaara adlı Lapon kasabasında geçenleıde tespit edilen soğuk, 52,2. 1941'in 53'luk rekoruna, bu koşullar altında, yenilenmiş diye bakabiliriz herhalde. Geçenlerde okumuşturn: Sibirya'da yaşayan bir orman bekçisi, ünlu soğuklan anlatıyordu. 75'leri görup yaşamış. Soğuk bu raddeye geldiğinde, ormanın derinlilderınden ağaçlann patlamaları duyuluyormuş. 'Nakıs' izlenimleri "Kaderlerini tayin hakkı'nı so ğukların üstlenmesinden muzdarip Laponlar, evlerinden pek dışarı çıkamıyorlar. Irak yörelerdeki yerleşme merkezlerine haftalık yiyecek sevkediliyor. Bizdeki gibi su ve elektrik derdi olmadığı için bu yörelerde şimdilik bir sıkıntı yok. 50'ye maruz kalan Gallivare yakınlarında oturan Holstad ailesi, bu durumdan memnun olduklarını belli etme cüretini bile göstermekte, Aile efradından Robert Holstad, "Gayet iyidir. Buraları zaten soguk diyarlar. Biz 40 gibi soğuklara alışkınız. 50 oldu mu ortada sivrisinek derdi de kalraaz' diyor. Hakh, yöre halkı kışın soğuklardan çektiğini yazın sivrisineklerden çekiyor. Holstad memnun ama arabasını çalıştırabilmek bir yana, direksiyonunu bile dönduremiyor. Aile, geceleri ocağı iki saatte bir beslemek zorunda. Çünkü eiektrikli kaloriferlere soğuk bana mısın demiyor. Laponların tek bir korkusu var: Elektriklerin kesilmesi. Gerçekten de, elektrikler kesilirse, büyuk bir facia ile karşılaşılması olasılığı var. Nükleer ve hidrolik santrallar butun gücüyle çalışıyor İsveç'te bugünlerde. Evlerde, daha doğrusu 'sığınaklarımızda' buzlann bir an önce çozülmesi unıuduyla yaşıyoruz. 'Beterin de beteri var' klişesine var gucümüzle sarılarak... New York'tan Yine mi bilgisiyurlar? Sabahın kör saaünde başlayıp akşamlara dek kulağımızda çınlayan bilgisayarlı kayıt bantlardan yılmışsımz, tam tüm ümidinizin kırıldığı anda telefondaki nezleli, tekdüze ses, insani bir kızgınlıkla bağırıyor: Ben bir kayıt bandı değilim efendim, sorunuz neydi? ŞEBNEM ATİYAS NEW Y ORK Pazar sabahı telefon ilk kez çahyor. Sabahm ilk tellalı kim olabilir merakıyla ahizeyi kulağınıza >aklaştırı>orsunuz. Karşıda teybe kaydedilmiş burnu tıkalı bir erkek sesı: "Gunavdın İ>i pazarlar. Ben federal ev sertisinin bilgisayanyım. Federal ev servisi ile ilgili olarak yalnızca 90 saniyenizi alacak kısacık bir ankelimiz >ar. Sorularımı ce\apla>abilmeniz için her şevden once Amerikan valanda^ı olmanız gerekmekledir. Övleyse başlajalım: "Kaç ta'ne eviniz var?" Bir an bu sürpriz. üstelik nezleli bilgisayara cevap verip vermemek konusunda bocalıyorsunuz. Cevap vermek için lutfedilen o kısa aralıkta hızla dusunmeye başlıyorsunuz. ama çok geç. Işle ikinci soru karşınızda "tpotek borcunuz beş >üz bin doları aşmakta mıdır?" Aynı gun varım saat sonra ıkinci telefon zılı. Yine tıkalı burnuyla bir kavıt bantı konuşuyor. " l j i pazarlar. Rahatsız ettiğim için ozıir dilerim. Ben ha>al sigortası bilgisa>an>ım. Eger haval sigortası ile ilgileni>orsanız sorulanmı cevaplayınız. Kaç >asındasınız?" lşte bir tane daha de>ip alışmış bir edayla telefoou kapauyorsunuz. ^ ^^ Aradan iki saat geçtikten sonra telefon üçiıncu kez çalıyor. Artık lumin aradığındar. emin ahizevi kaldırıvorsunuz. Sonuna kadar sabırla beklemek nıvetiyle merak içinde dinlemeye başlıvorsunuz, "tyi pazarlar. Ben mali senisin komputunn um. Sadece 90 sanivenizi alacak kuçuk bir anketim »ar. Eğer vadeli hesabınız varsa lıitfen sorulanmı cevaplavınu. Şu anki yatınmlannızdan en az yuzde on gelir elde edivor musunuz?" lşte ne olup bittığını anlamak için bir fırsat. Ilgı ile "havır" ce\abını \erivorsuncz. Anıden telefondan kulağı vırtarcasına bir gacırdama ve metalik çizılme sesi vukselıp bir tonda sabıtleşıyor. Bir sure sonra kesilip kapalı hat tonuna donuşuyor. Uçaktan Berttn'den Iki ekstrem notları w Tanpınar'la aynı uçakta Geçen hafta, çok yoğun bir istanbul yaşanmışlığından dönerken, uçakta Tanpınar okudum. "Bir Uçak Yolculuğundan Notlar"da usta, hemen her şeyi yazmıştı. HADİ ULUENGİN İSTANBUL FRANKFURT Geçen pazartesi akşamı, çok yoğun yaşanmış bir İstanbul haftasından dönüyordum ki. Tanpınar okudum. Halbuki, ukala dumbelekliği edip Barthes okuhes "Mitologyalar'ına dahil etmediyse de, havaalanları ve uçak vokulukları çağdaş efsanelerdendir" diye başlayan bir yazı yazacağımı düşunüyordum. yacağımı ve "Her ne kadar Bart GÜNER YÜREKLİK BERLİN Isıanbul nedir, hiç düşundünüz mü? Kuşkusuz herkesin kendi sosyal yaşantısına ve bu muhteşem kentle olan ilişkisine gore yanıt \erebileeği göreceli bir soru. "İstanbul nedir?" Bizans köklu, Osmanlı tarihinin kalıntılan üzerinde hâlâ dimdik duran gizemli bir metropol müdıir İstanbul? Yoksa lahmacun kulturünun günden güne egemen olduğu yeni bir Anadolu kenti midir? Belki her kisi de. Belki de Turkiye'nin çağda$ sentezi İstanbul. İstesek de istemesek de... Ama tstanbul hâlâ bir özlem, onu bir zamanlar yaşayanların yüreğinde, yaklaştıkça buruklaşan, uzaklaştıkça kavuran bir özJem. O kentte doğup büyumuş, Bebek, Samatya meyhanelerinde kadeh tokuşturmuş, pınl pınl yanan Istiklal Caddesi'nde volta atmış, fakat gunün birinde dıyarı gurbete göç eleyerek 2022 yıl o anılardan uzak kalmış biri için bir garip ozlemdir İstanbul. Çok uzun yıllar ayn kalsanız da hep bir şeyler çeker sizi ona. Berlin gibi bir kentte yaşasanız da yüreğinizden söküp atamazsınız o Osmanlı babasını. Noel, yılbaşı gibi üç beş gunlük ;atillerde ve her fırsatta yeniden yaşamak istersıniz onu. Bir yazanmız (İlber Ortaylı). "Biz İstanbul'da j a ş a s a k da onu tanımı>oruz" diyor. Biz Berlin'de ya da Avrupa metropollerınden birinde yaşayan biri olarak nasıl tanıyabiliriz İstanbul'u? Kimbilir, Istanbul'u tanımak için önce onu iyice yaşamak, sonra da ondan uzaklaşmak gerekiyor belki de. Ben istanbul'u tanıyor muyum, bilmiyorum. Her gelişimde değişen yeni bir şeyler buluyorum onda. Kimine ha>ranhk. kimine şaşkınlık, kimine ise savgı dolu hislerle bakıyorum. Bazen nefrete varan üzüntüye kapılıyorum, ya hemen terk etmek ya da tası tarağı toplayıp ölesiye yaşamak istiyorum bu kentte. Her gelişimde iki ekstrem arasında bocalıyorum. İstanbul bir kaos mu, yoksa zaman mefhumu olmayan tarihsel bir derinlik mı? Berlin'de her şey verli yerindedir ve de vaktindedır. Bir santimlik veya bir sani>elik bir aksama, sanayi çarkları arasına girmiş bir kum tanesi gibidir. Ne otobüs duraklarında birbirini çiğneyen insanlara ne de vaktini şaşırmış vasıtalara rastlarsınız burada. Her şey tıkır tıkır ve tıkırında. Trafik, yanıp sonen lambaları ve sıra sıra, yan >ana akıp giden, durup kalkan taşıtlarıyla bir askeri resmi geçidi anımsatır bana. " D u z e n " egemendır lopluma. Zaman mefhumu vardır bu toplumda. Her yılın, her ayın. her gunün ve her saatın başlangıcı ve bitimi belli olan bölünmüş bir zamanı, planlanmış, programlanmış bir kesiti vardır. Insan programlanmış zamanın ve kurulu duzenın tutsağıdır bir anlamda. Olumsuz gibi gorunuyorsa da şikâyetçi olmaya hakkımız yok. Belli birtakım rahathkları ve toplumsal yaşama ahenk katan yanları da var bu anlatılanların. Örneğin, elektriğimiz, suyumuz kesilmez; duraktakı otobuse saniyesinde yetişebilirsiniz. Gunde 8 saatten bir dakika fazla çalışmak veya yıllık izninizden bir gunu patrona hediye etmek zorunda kalmazsıruz. En önemlisi, hastane kapılarında surünmek veya en doğal sosyal ihtıyaçlarım karşılayamamak gibi bir meselesi de yoktur Avrupalınm. Rahatlık ve düzen toplumudur Avrupa. O denli ki, o aşın rahatlık ve sıkıdüzen rahatsız etmeye başlar bir yerde insanı. Istanbul'un kaosunu arar olursunuz. Zamanı alabildiğine ozgürce ve düzeni de belli bir duzensizlik içinde yaşamak istersinız. Uçağa bindiğinizde, bavulunuza yerleştirdiğiniz özlemle birlikte, Berlin'in metropol alışkanlıklarını da takarsınız peşinize. tlk birkaç gun, özlemi yudumlamakla geçer. Sonra: bağınılar, giirültu ve kargaşa rahatsız eder sizi. Gece kulüpleri modern Isıanbul kahvelerine dönuşmüştur. Erkeklerle dolup taşan bu eğlence merkezlerinde modern Türk kadınlarının yok denecek kadar az oluşunu biraz hayret ederek, biraz da düşunerek karşılarsınız. Kadmlanmız neden hâlâ evlerinde kapalı tutulurlar, diye kafa yorarsımz. Kadın erkek ilişkilerinde ve aydınlarımız arasında hâlâ varlığını surduren feodal anlayışa ve diyalog eksikliğıne tanık clursunuz. Dedik ya, İstanbul zamanı bir ucundan öbur ucuna tum çeüşkileriyle yaşayan bir şehir. cilerden, muskasız seyahat etmeyenler vardır. Birinciler, uçaklara, ikincileri mitoslarla aldatmak için binerler. Havaalanları ve uçaklar, cinsel çağrışımların zirveye ulaştığı mekânların da başında gelirler ve belki bu yönden yataklı vagonları geride bırakmışlardır. Hosteslerin metafizikliği efsanelerin gerçeküstuluğüyle açıklansa bile, ilk gümrük kontrolünde goz göze gelinen kızın uçakta yanınıza oturması için dua edildiği doğrudur. İş şansa bırakılmak istenmediği takdirde, henuz anons yapılmadan ve yalnız pasaport polisi geçilmişken. kızın >anına gidilir. "Ben uçaktan çok korkarım. Siz hiç Saint E\uper> oku 1909 Maerklin yapımı, D 3021 nolu oyuncak eiektrikli lokomotif. Stuttgart'tan Büyüklerin dünyası AHMET ARPAD STLTTGART'Lutfen kapılan kapatın. Tren harekel etmek üzere... İyi yolculuklar düeriz!" sesi hoparlörlerden dujııldu. D 407 sefer sayılı ekspres tren Munih istasyonundan ağır ağır yola koyuldu. Almanya'nın en güzel tren guzergâhlarından birinde. şatolar ve uzum bağlannı geride bırakarak Dortmund'a doğru. Nehirler uzerindeki koprülerden, dağlar altındaki tunellerden, romantik tanhi kemlerden geçü. Son istas>ona vardı. Hoparlorlerdeki ses, D 407 sefer savılı ekspresin gelişini bildirdi. Trenden hiç kimse inmedi. Çunkii bu tren yolcusuz bir trendi. Munıh'ten CJonmund'a 20 dakikada gelmişti! İki kent arasındaki uzaklık 300 metreydi! Gerçek D 407 sefer sayılı ekspres tren ise, 6000 beygir gucundekı motorlarıyla ıki kenti 7 saatte birbirine bağlamakta. Ren nehrinin kı>ı!arından, başkent Bonn'dan, Köln katedralinın vanından gecerek. Başka bir dünyadayız. Buvuklerin oyuncak trenler dünyasında. Onların bu diınyasına, ruyalar ulkesi de diyebiliriz. Tam 860 lokomotif, 3600 vagon ye 3 km raydan oluşan "Rüyalar L'lkesi"nin Avrupa'da başka benzerı yok! Stuttgart yakınlarında Winnenden kasaba^ında okı bir tuğla fabrikaMinda kurulu. Bundan yıllarca once ovuncak tren meraklısı 56 kışinin boş zamanlarını değerlendirmek amacıyla kurduğu "Min>atur Trenseverler Dernegi"nin hafta sonlannda yaptığı gosterilere binlerce insan geliyor. Buyüklu küçuklu. Bu tur oyuncak trenlere Alman toplumunda merak >onsu7. Milyonlarca ınsan yüzlerce milşon markı bu merak uğrunda harcıyor. Evlerin çatı ıralarında ya da bodrum katlarında kuçuk lokomoıit ve vagonlarla kendi dunvalarını, duşlenndekı ulkelerı >aratanlar, kuçükier değil, büyukler. Minvatur tren satan dükkânlardan alışveriş edenler de oğullar değil. onların babaları. Sayısız şirket Avrupa \e Amerika'nın ünlu lokomotif ve vagonlarını piyasaya surüyor. Çeşitli model ve boylarda. ER eskisinden en modernine, buharlısından elektrik motorlusuna. Yeryuzunde en çok sev ilen ve en yaygın teknik oyuncak hiç şuphesiz trendir. 150 yıl oncebuharlı lokomotifin bulunması, insanlığa çok büyük değişikük ve yenilikler getirmiştir. Trenler uzaklıkları kaldırmış, ulkeler ve insanları birbirine bağlamıstır. Uzaklara gidebilme, macera ya^ama ve sevdiğine kavuşma duygulannı insanlarda uvandıran yıne trenlerdır. 19. yüzyılın sonunda, özellikle lngiltere ve Almanya'da buhar ve ispirto ile çalışan ilk küçuk lokomotifler yapılmıstır. Sevilen bu oyuncaklar elektriğin bulunuşu ile evlere giderek daha çok girmeğe başlamıştır. Tekniği, evinin salonunda halı üzerine kurduğu raylara geliren meraklılar, bu hevesleri uğrunda hiçbir giderden kaçınmamakta. Avrupa'nın en buyük ve en eski oyuncak tren fabrikalarından sayılan Stuttgart yöresindekı Maerklin'in, gerçeğine vuzde yuz uyan modelleri kapış kapı> gitmekle. Bu fabrikanın 1935'te sadece 300 adeı yaptığı unlu Isviçre lokomotifı "Timsah" guniımüzde açık arıtırmalarda bir otomobil fivatına alıcı bulmakta. Babaların 100 yıldır severek oynadığı tek oyuncak, minyatür trenlerdir. Ve bu boyle kalacağa benzer. Boş zamamndaçatı arasına çıkarak. buharlı ve eiektrikli lokomotıflerın çektiği trenlerıni dağlar. goller \e koprulcrden gcçiren babalar, eşleri ile kavgayı gozealır. Halının uzerine oturup, oğullanna dokundurtmadıkları lokomotif ve vagonları ile saatlerce o>na>an babalar da... D 407 sefer sayılı ekspres, Münih istasyonundan ağır ağır yola koyuldu. Şatolan ve üzüm bağlarım geride bırakarak Oysa. Ahmet Hamdi lanDortmund'a vardığında daha 20 dakikahk yol gelmişti ve pınar'ın "Bir Uçak Volculuğur. iki kent arasındaki uzaklık 300 metreydi! Çünkü bu tren, dan Notlar"ını okudum. Pilot, 7 saatlik gerçek yolu her gün aşan ekspresin minyatürüydü. dokuz bin metre civarında uçtuğumuzu \e yaklaşık iki saat sonra Frankfurt'a ineceğimizi anons etmişti. Ben, henüz bir viski içmiştim. Ölüm korkusu daha tam yatışmamıştı. Motorun sesinden evhama kapılmamak için \\alkmenimi takmıştım. Tom Waits dinlivordum. Yeni moda gözlükleriyle kendisine istediği kadar "münevver" susü vermeye çalışsın, hostesin her halinden Bavyera kovluluğu akıyordu. Ben, hostese bir viski daha ısmarladım ve Tanpınar okudum. Usta, hemen her şeyi yazmıştı. Yani. uçaktaki zamanın durağanlığını, henüz tam anlamıvla bir uçak yolculuğu edebiyatının oluşmadığını ve havaalanları ve uçakların tecrit mekânlar oluşturduğunu yazmıştı. Tanpınarın bunları yazmış olmasının. benim havaalanlarını \e uçak yolculuklarını çağdaş ef^anelere dahil etmemi engelleyemeyeceğini duşündüm ve Bavyeralı koylü hostesten bir viski daha istedim. Havaalanları ve uçak yolculukları çağdaş efsanelerdendir. Mekânda tecrit ve zamanda durağandırlar. Subjektif gerçeklerin mitoslarım oluştururlar. Lçaklarla yolculuk, araç olnıaktan, amaca dönuşür. Ingiliz Havayollan'nın reklamında olağanustu guzel bir hostes gulumser ve "Sizinle yalnız ben ilgileniyorum" dcr. KLM'nin ılanında. "Bazıları, hostesler tebessuın ederse hoşnut olur. Biz, si/ tebessüm edersenjz memnun olabiliri/" yazar. Tayland Havayolları, "Bir orkide ister misiniz" diye sorar. Zaten, Tanpınar da Lufthansa'nın hosteslerini Velasquez'in tablosuna benzetir. Uçak yolculukları ılanlarda başlar; ilanlar mitosturlar. Havaalanlarına adım atıldığı an. dış mekânla olan ilişki kesilir. Her şey bunun gerçekleşebilmesi için duzenlenmiştir. Adis Ababa'da aircondition vardır, Anchorage'de buzullar camekâmn ötesindedir, Prag'da alenen Kundera okunabilir, Yeşilkoy'de para birimi marktır. Tecrit kilidi dış kapıda asılıdır. Yolculuk, başladığı an bitmiştir. Kalkış havaalanının girişinden varış havaalanının çıkışına kadar olan zaman suresi durağandır. Zaten, saatler de kalkış öncesi hep \arış havaalanlannın zaman birimlerine göre ayarlanır. Efsanelerde zaman durağandır. Havaalanları ve uçak yolculukları çağdaş efsanelerdendir. Mekânda tecrit ve zamanda duragandırlar. Havaalanlarına adım atıldığı an, dış mekânla olan ilişki kesilir. Ve yolculuk, başladığı an bitmiştir. Genelde, uçak yolculannı, artı değerden daha çok pay alanlar ve artı değerden daha az pay alanlar diye iki ayn gruba ayırmak mümkundur. Benim de dahil olduğum birinciler otobusten çok uçağa binerler. Freeshoplardan alışveriş yapmazlar, uçak kalkarken gazete okurlar ve varış saatlerinden başka hiçbir şeyi umursamaz gözükürler. İkinciler. tatilden tatile uçağa binenlerdir. Guney denizlerine bu defa trenle inmedikieri için sevinçlidirler. Lumbozlardan aşağı bakarlar ve servU yapılan bütün yemekleri son loknıasına kadar \erler. Çatal bıçakların bilet parasına dahil olduğunu bilecek kadar akıllı ve onları çantalarına atacak kadar gerçekçidirler. Çocukları mıznıı/.lanır ve erkekleri birayla sarhoşolurlar. Uçak salimen indiğinde de pilotu alkışlayabilirler. lkınciler, genelde, birıncilcrden daha çok uçaktan korkarlar. Bu vanıltıcıdır. Biriıı Yer yer buyuleyen, yer yer korku veren bir şehir İstanbul. Yağan bir yağmurla yaşamı felce uğrayan vurdum duymaz bu kentten her şeye rağmen isteyerek aynlırsımz, uzaktan sevmenin daha guzel olduğuna karar kılarsınız. Berlin, yine bir metropole ozgu tum gururu \e ağırbaşlıhğı ile karşınızdadır. Karakışa \e diz boyu vağan kara rağmen duzenın lıkır tıkır işledığini. her şeyin yerli \erinde olduğunu görursünuz. Ertesi gun gazetelerden, yagan yoğun karla birlikte tum devlet kurumlarının ve sosyal yardtm kuruluşlarırun alarma geçtiğini, kentin karakışa karşı amansız ve de örgütlu bir mucadele verdiğini öğrenirsinız. Gereken önlemler alınmış, sıfırın altında 1012 dereceye kadan inen soğukta neler yapılacağı anlatılmaktadır halka. Ve siz, iki ekstrem arasında va>amanın bir garip hafifliğıyle pipoııuzu yakar, istanbul'u yeniden duşlcyeme başlarsınız. dunuz mu" diye sorulur. Eğer kız Saint Exupery okumuşsa, uçağa girildiğinde, bitişikteki yolcudan kızın yeri ile değiş tokuş yapması rica edilir. Ya da, okyanus ötesi bir yolculuğun dönuşünde, ilk gümruk kontrolünde bir kızla goz goze gelinmemişse ve okyanus ötesi yolculuklann dönüşünde koridorda çorapla gezinilebileceği biliniyorsa. ışıkların söndüğü ve motorların monotonlaştığı bir zamanda arka bölume geçilir. Kendisine "münevver" susü vermeye çalışan Bavyeralı köylulere değil ama, reklamda "Sizinle yalnız ben ilgileniyorum" diyen hostese haftada kaç sefer yaptığı sorulur. Hatta ve hatta. inişte hangi otelde kaldığı da sorulur. Üstelik, bu sefer sizin ">alnız onunla ilgilenebileceğiniz" ifade edilir. Mitoslar, gerçeklerin subjektif biçimde algılanması uzerine kurulmuşlardır ve uçakların cinselliği gerçektirler. Sonra, uçaklarla donulur. Artı değerden daha çok pay alanlar, parantez kavuşmalardan dönerler. Bandıra limanlarının şehirleri aşağıdan gozukur ve uçaklar bandıra limanlarına iner. Artı değerden daha çok pay alanlar için, uçaklarda, parantez kavuşmaların hüznü kalır. Öteki mitoslardan olan otomobiller parkinglerde bekler. Ehlileşmek için avuçlan direksivona değdinnek ve radyodan bandıra limanının haberlerini dinlemek gerekir. Havaalanları ve uçak yolculukları çağdaş efsanelerdendir. Çağdaş efsaneleri subjektif gerçekler oluşturur. Parantez kavuşmalar ve donuşleri, objektif gerçeklerdendiı. Mir pazar sabahı ilk telefon ziliyle başlayan bilgisayarlı kayıt banüarınm beklenmedik zjyaretleri aksama dek sürüyor, ama burada da bitmiyor. Bir gün posta kutunuzu açıyor ve bu kez de bilgisayardan yanttlannıza gelen sonuçlarla karşılaşıyorsunuz. İki gun sonra posta kutusunda birbirine benzeven uç adeı sık plastik zarftan bilgisavarlara vermis olduğunuz cevapların değerlendirmeleri: "Cevap »eren şahts... Adreste... Telefonda >asamakla olup... Cevaplar >eterli olmadığı için... Sağlıklı sonuç. lar elde edilememiştir. Bu bilgilerin lumu gizlidir. Emrinize sunulur. ", Aradan zaman geçtıkçe postadan ıjıkan plastik zarflardaki renkli bilgısayar sonu v iarı işlerın daha dallanıp budaklandığını kanıtlıyor. Telefonunuza vokluğunuzda mesaj bırakılması ıçın yerleştirdiğiniz kayıı bandından her gun anarak duymakta olduğunuz anlamsız se>lerın esrarı çözuluvor. Birbirini anlamayan iki kayıt bandının karşılıklı çanşması \e ona>a çıkan "sonuçsuz sonuçlann" renkli kavıtları posıadan bir bir elinıze geçmekte Artık hiçbir şaşkınlık goMenııeden her gun bandı silip, posta kuıusundan çıkan zarfları açmadan çope anvorsunuz. bir pazar gunu gazetede uzun sureJır peşinde olduğunuz kameranın ucuzluk ilanı dikkatinizi ^e Hemen ahizeve sarılıp o dukkânın telefonunu çevirivorsuııuz. İki mekanik çalışıan sonra telefon açılıyor. Ve işıe vine o nezleli ses başlıvor: "Bugiın 47. sokaktaki dukkânımızda aklınızın alma>acağı bir ucuzluk başlamıslır. İşie bir daha bo>le bir fırsalı >akala>amavacağınız ucuzluk lislemizdeki mallar: \ amaha Cd450 programlanabilir \alnızcj 1500 dolar. prolon 320 saalli radvo 320 dolar. Nakamkhi OmsIa Cd kasel inanıtmavacak bir fijatla..." \ruk yapıla^rak bir şey kalmadı dıverek haval kınklığıvla "Yine bir kavıl bandı" dıve kendi kendinıze mırıldanıp telefonu kapjıacağınız sırada nezleli se insanı bir belirti veren kız;'i"l[l KMiııvla bağırıvcır "Ben bir ka>ıl baıulı drğilim efendim sorunuz nevdi?"