19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/8 HABERLER 6 AĞUSTOS 1986 DTCF olayları dönemi, 194Vde Behice Boran'ın yazı işleri müdürü olduğu dergiyle başladı 'Yıırt ve Dünya' dergîsi Hitler hayranlamnın tepkisiııi çekti 4 POIJTtKA VE OTESI MEHMED KEMAL Şair Metin Güven'den bir mektup aldım. Benim iki deli öyküsünü ille de düzeltmek istiyor. Birinci deli öyküsü gerçekten geçmiştir. ikincisi halkın arasında söylenir. Bir zamanlar işittiğim her deli öyküsünü bir fırsatını bulur yazardım. Bir gün Tahir Alangu'ya rastladım. "Senin deli öykülerini çok seviyorum, ne olur, ne kadar biliyorsan hepsini yaz" dedi. "Yazamam, anlatırım." "Ben deli öykülerini topluyorum. Yazılmış danı daha kolayıma gelir." Böylesı kapkaççılığa içerlemiş olacağım ki, uzun süre deli öyküsü yazmadım. Tahir Hoca rahmetli oldu. Kitaplarına bakıyorum da, gerçekten bir folklor hastası imiş. Geielim şair Metin Güven'in düzeltisine: "... İki deli öyküsü var ya, onlardan ikincisinde önemli bir eksik var." diyor. "Hani o testere ile minareyi kesmeğe kalkan birisi aslında zil zurna sarhoş 'birisi'. O yüzden deli sarhoştan korkar derler. Bir yazayım dedim, kimbilir ilerde size de faydası olur." Deliyi minareden indiren 'birisi' sarhoş degildi. Belki başka öykülerde sarhoş olabilir. Bizim öyküde özellikle sarhoş olmadığını belirtmek istedik. Her minare kesene herkes sarhoş diyor diye biz de sarhoş mu diyeceğiz? Metin Güven'i, Kadıköy'de bir kitapçıdaki 'imza' da tanıdım. Biraz geç kalmıştım, vardığımda koltuğa kaykılmış oturuyordu. Ben girer girmez, nezaketinden olacak, yer vermek istedi. "Yok, olmaz" dedim. Yandaki iskemleye oturdum. "Böylesini daha çok seviyorum." Metin Güven, İktisat Fakültesini bitirmiş, öğretmenlik etmiş.şimdi bütün değerli hocalargibi YÖKzedelerden. "Cevahir öleli on dört yıl oldu" diyor. Zaman ne de çabuk geçiyor, düşünüyorum. Anılarım Kartal Maltepesi'ne doğru uzandı. Ortalığın tozdan, dumandan geçilmediği yılın bir haziran gününü düşünüyorum. Kartal Maltepesi'nde bir evin dört bir yani çevrilmiştir. İçerde iki delikanlı, bir küçük kız vardı. Delikanlılar canlannı kurtarmak istiyoriar, kız rehinedir. Bırakın bizi, alın kızı diyorlar, ama nafıle! Bir (eltmarasal sarmıştır her yani, bağırıyor: Bunca askerin sardığı evde teke tek döğüşün yeri olur mu? Laf işte, söylüyor. Halk toplanmış. ortalık seyir yerine dönmüş. Her seyir yerinde olduğu gibi burayı da gazozcular, lahmancuncular, simitçiler, şunlar bunlar sarmış. Bırileri can derdindeyken birileri de eğlencede... Feltmaraşal bağırıyor; elinde megafon: "Erkekseniz çıkın dışan..." Böyle bir çatışmanm erkekliği, dişiıiği olur mu? Daha sonraları adı Ziverbey Köşklerine, kapalı odalarda işkencelere karışacak olan komutan bağırıyor işte... Çember grttikçe daralıyor. Evi sardıkça sarıyorlar. Damlar, bodrumlar tutuluyor. Keskin nişancılar yerlerini alıyor. Şöyle azıcık bir yerini gösterse ateş edecekler. Artık sabırla, heyecanla bekfeniyor. Birden pencerenin önünde bir gölge beliriyor. Aleste keskin nişancılardan bıri silahını ateşliyor. Gölge yere düşüyor. Bu telaştan yararlananlar, kapılardan, pencerelerden içeri dalıyorlar. Gençlerden biri ölmüştür. Öteki yaralı olarak ele geçiriliyor. Rehine kız kurtarılmıştır. Babası soruyor: "Kızım, sana bir şey yaptılar mı?" "Hayır, babacığım bana hiç bir şey yapmadılar." Yaralı da, ölen de kaldırılıyor. Feltmaraşal bir meydan savaşından çıkmış gibidir. Çevresine mağrur bakıyor. Oleni mi soruyorsunuz? Ölen Cevahir'dir. Yağız, yiğit bir delikanlı... Üzerinden yıllar geçti... "Cevahir öleli 14 yıl oldu." diyor bir ses. "Evet 14 yıl oldu." "Ne de çabuk geçiyor zaman." Geçen, zaman değildir, kınında bilenmiş öfkedir." Metin Güven'e soruyorum: "Günler çabuk mu geçiyor?" "Hayır," diyor. "Şiir çabuk geçiyor. Şiir her gün kendini yeniliyor. insan gibi." Bursa'da 1947'de doğan, yüksek öğrenimini Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademesi'nde tâmamlayan Metin Güven'in üç şiir kitabı var. Bunlar, 'Ömrüm, Geçen Bir Sağnak Gibi', 'Güvercin Yüreğinde Gül Renkli Çocuklar' ye Lâl Olsun Ölsün'dür. Bu kitaplar arasında bir halk türküsü dizesinden esinlenerek adı konan 'Lâl Olsun Ölsün'ü gördüm. Metin Güven bir dize şairi mi? Eskilerin deyimi ile 'mısraı besceste seçkin dize mi söylemek istiyor? Bakıyorum, dizelerin arasından dizeler fışkırıyor. Kimi yerde kızıp, 'fiirierimden iğreniyorum, onlar arsız bir kasırganın kardeşleri olsun," diyor. Kimi yerde Seyaz bulutajtan damlıyor, ayıp şeyler peşinde koşuyor çocuklar. Karanlık gecelerin yaralı güvercıni oluyor bir yerde, gençliğine haciz koyan şarkılar oluyor başka bir yerde... Bir vakitler işkence uzmanı olarak eğitilen Sevgililer vardı hayatımda Bir vakitler acemi komiserler Saçlanna gül takar, şal örtünür Ve zil çalardı beynimde Sonra olağan bir insan gibi Yaşamaya ve düşünmeye başladım Metin Güven'in dizeieri, kulaktan kulağa fısıldanan bir haber gibi her yeri dolaşıyor. imza günü sonrası Metin'le Laleli'de birkaç arkadaş havlet olduk. Gençler vardı çevresinde. Bunlardan Şükrü Caner, tam yazıyı noktalarken 'Çığlık Feneri' adında bir şiir kitabı çıkaracağını haber verdi. Bilmiyordum, ogece şairlerle kuşatılmışız da haberimiz yokmuş. Alacakaranlık bir Laleli gecesi ve okunan şiirler. Belli belirsiz nurdan ışıklar... Ve Mutlaka Bursa... "Sayın Boran... 1938 yilında Türkiye'ye döndünüz. Türldye'nin o giinkii somut koşuttannda Marfcsist düşünceleriııizi uygulamak için bir yol aradınız mı? Somut koşullar Marksist çöztimlere yeşil ışık yakıyor muydu?" BORAN Belli bir zaman noktasında veya kesiminde somut koşullar Marksist çözümlere ışık yakınıyor diye Marksist yol ortadan kalkmaz kü... Marksizm, marksist çözumlere göterecek yola ışık tutar, her zaman, bütün toplumlarda, koşullar ne olursa olsun. Ne var ki çözüm noktasına varmadan önce Marksizmin ışığında çok uzun yol almak gerekir. Marksizmin ışık tutması başka, insanların o ışığı görüp de gereklerini pratikte başaıabilmeleri başka. Benimse, Marksist teoriyi biraz öğrendim diye, Tiirkiye'ye döndükten sonra somut sorunlara Marksist çözümler getirmeye başladım yolJu bir iddiam yok. Nasıl olabilir ki? "Peki gddiginiz zaman böyle bir partileşme fikrine varmıştınız herhalde, yani Marksist düşünceyi hayala uygulamak için." BORAN Evet, tabii varmıştım. Peki bu yolda girişimde bulundunuz mu? BORAN Gelir gelmez o koşullarda parti kuracak bir durum yoktu. Kaldı ki 75'te TİP yeniden oluşturulmaya girişilene kadar ben parti kurucusu olmadım, ama partili oldum. Peki akbnızdan böyle bir girişimde bulunmak geçti mi? Örneğin arkadaşlannızla konuştunuz mu? Bir Uzun Yürüyüş Uğur Mumcu sordu, Behice Boran anlattı Doktora tezini gördüm, (emperyalizmden acı çekenlere) diye ithaf ediyor. Doktora tezi öyle. BORAN Bizim Yurt ve Dünya'da da bir yazısı çıkmıştı. Sonra girdi DYP'ye o da herhalde aynı düşünceyle ama ilk yerel seçimlerde miydi neydi radyodan bir konuşmasını dinledim, komünistlere veryansın ediyordu. Oradan oraya savrulma. Tiirkiye'ye döndüniiz. Üniversiteye nasıl başvurdunuz? BORAN Şimdi nasıl oldu tam hatırlamıyorum ama, darülfünun olmaktan çıkmış olan tstanbul Üniversitesi'nin tktisat Fakültesinde sosyoloji okutulduğunu öğrendim. Dekana gittim. O zamanlar oldukça tanınmış, ismi Celal ama soyadını hatırlamıyorum, biriydi. Celal Sarç mı? BORAN Evet, Sarç'tı sanıyorum, ona gittim. Beni iyi karşıladı. Ben ancak asistan olabileceğimi düşündüğümden doçentlik aklımdan bile geçmiyordu onu sordum. Olabileceğimi söyledi. Bunun üzerine bir dilekçe yazıp posta ile Ankara'daki Yüksek Tedrisat Umum Müdurlüğü'ne gönderdim. Ve ce\abı beklemek üzere Manisa'ya ablamların yanına gittim. Babam ben Amerika'dayken öldüğü için annem de oradaydı. Başladım beklemeye, cevap gelmiyor bir türlü. Ablamın ahbaplan Türkiye'de işlerin böyle yürümediğini, Ankara'ya gidip orada işi takip etmem gerektiğini söylediler. 1B4B seçlmleri: Esat Adil bir gün fakülteye geldi, kendisini tanıttu Beni partisine almak istiyordu anlaşılan. Ben söylediklerine katılmadım, doğrusu adama da iyi not vermedim. Ben Şefık Hüsnü'nün partisini tuttum. CHP ile DP arasında temel bir fark görmediğimizden 1946 seçimlerinde eşim Nevzat'la birlikte boş oy kullandık. Şefık Hüsnü'nün partisinin görüşü de böyleydi. BORAN Hayır, şahsen girişimde bulunmak aklımdan geçmedi, arkadaslarla da konuşmadık. Iki yıl sonra fakülteden kimi arkadaşlarla bir dergi çıkarmayı konuştuk ve çıkardık, onu daha sonra artlatacağım. Böyle bir partinin kurulması gerektiğine kaniydim ama, o koşullarda nasıl kuracaksınız ki? Evet, tek partili dönem. Peki, o 194050 yılları arasında özellikle bu dernek kurma yasagı kalktıktan sonra sosyalist partiler kurnldu. Şefik Hüsnü'nün partisi örneğin. Bu partilere bir Ugi gösterdiniz mi? BORAN Gösterdim tabii. Yani iiye oldunuz mu? BORAN Hayır iiye olmadım, üniversite öğretim göre\ lisi olduğum için memur statüsündeydim. Siyasi partilere girmek memurlara yasaktı; ama örneğin, Şefik Hüsnü'nün partisinden olan, 1944 illegal parti tutuklamalarında da içeri alınan Zeki Bastımar'la tanışırdık, dostumuzdu, bize gelir giderdi. lar ressam Çallı'nın deyimiyle, Maarif Vekaletine "Dursunofhı vekaleti" denirmiş. Dursunoğlu o kadar hakimmiş işlere. Hasan Ali de yeni bakan olmuş. Doğal olarak, diyorum aralannda bir nüfuz ve otorite mücadelesi olmuştur, hele Hasan Ali'nin Dursunoğlu ile aynı göruşleri paylaşmadığı hatırlanırsa. tayinimin gerçekleşmesinde bu durumun da yararı oldu sanıyorum. Ondan sonra da Hasan Ali Bey bana iyi davrandı, 1945 sonfarında vekalet emrine alınıncaya kadar. Kürsude kimler vardı? BORAN Ben 39'un haziran başlarında DTCF sosoyloji doçenti tayin edildiğim zaman, fakültede henüz sosyoloji kürsüsü yoktu. Onun için elimde evrakun, fakülte dekanhğma gittiğimde dekan Emin Bey şaşırdı. Felsefe Enstitüsü yaz aylannda oluşturuldu. Nryuri Berkes sosyolojiye, Muzaffer Başoglu psikolojiye, Necari Akter ile Hamdi Atademir de felsefeye getirildiler. Sonbaharda dersler başladığında da Enstitü'nün başına Fransa'dan Olivier Lacombe adında bir profesör geldi, o da felsefeciydi. DTCF daha bugünkü binasına taşınmamıştı inşaat halindeydi bina Evkaf apartmanlarında sıkışık vaziyetteydi fakülte. Kısa süre sonra yeni binasına taşındı. Daha sonra da Nusret Hızır mantık dersi vermek üzere, benim fakülteden aynlmamdan bir iki yü önce de soyadınj hazırlayamadjğım Ayhan adında gençten bir bilim tarihi okutmak üzere felsefe bölümüne katıldılar. Necati Akter apaçık ırkçı bir adamdı. Tayin muamelemin tamamlanması için DTCF dekanhğma gittiğimde bir ara o da geldi, o zaman kim olduğunu bilmiyorum, Dekan Emin Beyle çok ahbapça görüştüler. Almanya'dan yeni gelmişti anlaşılan. Almanya'daki durumun Türkiye'de anlatıldığı gibi olmadığını, haberler hep Batı'dan geldiği için hakikatin bilinmediğini vurguladı. Islam felsefesinin Nazizmle bir sentezini yapma çabası üzerinde dunıyordu. Bambaşka, karşıt bir düşunce düzeyinde olan benim için bu konuşma çok dikkat çekiciydi. Yıllarca sonra, derslerinde hep Islam ve Hitler Almanyası üzerinde durduğunu öğrencilerden işittim. Hamdi Atademir de kesin sağcıydı, Anadolcu muydu? Pek bilmiyorum. DTCF Otaylan. Üniversitedeki baslalar. Bu konuya geielim şimdi. Sanırım bir takım olaylar çıktı Dil Tarih'te... DTCF Olayları nedir? BORAN Evet, iki dergi çıkardık fakülteden kimi arkadaşlarla. Zaten, "Dil, Tarih Otaylan" dediğıniz olaylar döneminin başlangıç tarihi olarak 1941 ocak ayında Yurt ve Dünya dergisinin yayımlanmasmı alabiliriz. Fakülte içinden Pertev Boratav, Niyazi Berkes ve eşi, dışından da Adnan Cemgil ile birlikte çıkardığımız ve sahipliği ile yazı işleri müdürlüğü benim üzerimde olan Yurt ve Dünya dergisi çok kısa zamanda kimi çevrelerin dikkatini çekmekte ve tepkilerine yol açmakta gecikmedi. Şefik Hüsnü'nün partisini tuttum Ama parti üyesi degildiniz siz, şahsen dostluk vardı. BORAN Dostluk vardı ama fikir birliği de vardı. Peki Şefık Hüsnü ile o zaman bir tanışıklığınız var mıydı? BORAN Hayır. Ama daha sonra bir yaz Istanbul'a gittiğimde kendisini ziyaret etıim... Esat Adil ile bir göriişmeniz oldu' mu? BORAN O beni bir defa aradı... Esat Adil'in de partisi vardı. Bir gün fakülteye çıkageldi, kendisini tanıttı. Daha önce hiç karşılaşmamıştık, kendisini işiterek bilirdim. Beni partisine almak istiyordu anlaşılan. Ben söylediklerine katılmadım ve doğrusu adama iyi not da vermedim. Ben Şefik Hüsnü'nün partisini tuttum. Türkiye Sosyalist Emekçi Köylu Partisi'ni. CHP ile DP arasında temel bir fark görmediğimizden 1946 seçimlerinde Nevzat'la (x) birlikte boş oy kullandık. Şefik Hüsnü'nün partisinin gorüşu de böyleydi. Peki o tarihte solcuyum diyenler arasında Demokrat Parti'ye çok sıcak yaklaşanlar vanfc değil mi? BORAN Bir iki kişi tanıdım öyle, çok sayıda yaklaşan oldu mu bilmiyorum. Şu göruşle yaklaşıyorlardı DP'ye: "Halk hareketidir, kitle hareketidüi' içine girip çalışmak lazım. Benim görüşüm ise Demokrat Parti hareketinin gerçek bir halk hareketi olmayışıydı. CHP'nin önde gelenlerinden olup da ondan aynlmış kimselerin hemen aynldıktan sonra kurduklan bir burjuva partisiydi, özellikle de büyük toprak sahiplerinin. Halk kendisi, halkçı olmayan Halk Partisi'ne karşı olduğu için Demokrat Parti'yi tuttu. Onu ummadığı bir kitleseUiğe kavuşturdu, halkın çıkarlannı gerçekten savunan ve gozeten bir parti olduğundan değil. Nisan 1980 TİP Genel Baskanı Behice Boran Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi'nde Ablamla birlikte Ankara'ya gittik. Yuksek Tedrisat Umum Müdüru Cevat Dursunoğlu hiç umut vermedi, kadro yoktu. Sonra öğrendim ki, Dursunoğlu "Anadolcu" denilen ırkçı gruptanmış. Hitler Almanyası yanlılanndanmış. Amerika'da okuduğum için beni tayin etmesi beklenmezmiş. Eğitim Bakanı ile görüşmeliymişim. Adtmlar d e r g i s i : 1942 yılı sonlarına doğru "Yurt ve Dünya"dan ayrılarak "Adımlar" dergisini yayımlamaya başladık. Derginin sahibi ve yazı işleri müdürü yine bendim. "Adımlar" kanımca daha tuîarlı ve belirgin bir ideolojik çizgideydi, en azından öyle olmasına özen gösteriyorduk. Çıkardığımız dergilere bazı çevreler saldıfdılar. Bunlar başta ıktidar çevresi olmak uzere, CHP'nin resmi devlet ideolojisine dönüştürdüğü ideolojiyi savunanlar ve o yıllarda belki en yaygınhk kazanmış bulunan, "Turancı" ve "Anadolcu" olarak ikiye ayrışan ırkçı gerici, Hitler Almanyası hayranı olarak tanınmış kişi ve çevrelerdi. Yurt ve Dünya'nın bu tür ideolojileri reddettiği ise açıktı. Dergi ve onu çıkaranlar sol ve solcu olarak damgalandı. Damgalandı diyorum, çünkü o zamanki egemen zihniyete göre bir fikri, yayını, kişiyi sol ve solcu olarak nitelemek onu kesin ve muttak olarak mahkum etmek, topiumdan dışlamak, yaşam hakkı tanımamak anlamına geliyordu. Bu zihniyet ve buna da>anan olaylar bugün de bütünüyle ortadan kalkmış değildir. Ama o zamanki boğucu yoğunluğuna, toplumun politik, sos^l ve tüm yönleriyle düşünsel yaşamım dondurucu etkinliğine sahip değildir. Bugün toplumun göreceli olarak nesnel gelişkenliği ve daha geniş çapta olan ilerici, diri güçleri yasaklar, baskılar, işkence ve cezalandırmalar demir çemberi içinde tutulmaya direnmekte, bu çemberi aşma mücadelesini daha etkin ölçüde vermektedirler. 1942 yılı sonlarına doğru Yurt ve Dünya'dan aynlarak Muzaffer Şerif Başoglu ile 1943 mayısında "Adımlar" dergisini yayınlamaya başladık. Derginin sahibi ve yazı işleri müdürü yine bendim. Adımlar kanımca daha tutarh ve belirgin bir ideolojik çizgideydi, en azından öyle olmasına özen gösteriyorduk. Devlet memurlarının politik yayınlar çıkarmalan yasaklanmış olduğundan ve üniversiteli öğretim üyeleri de o statüde sayıldığından, her iki dergide de politik yazılar çıkmıyordu. Ne var ki, kanımca her yazıda açıkça veya zımnen bir ideolojik açı, dolayısıyla da en geniş anlamda politika vardır. Yazının yazarı bu açığa vurmanın farkmda bile olma>rabilir, ama onun şöyle veya böyle bir dünya görüşü, benimsediği veya karşı çıktığ sosyal doğrular, normlar vardır. Bunlar ister istemez yazıda az da olsa kendini belli eder. Bunun içindir ki çıkardığımız dergilere sözünü ettiğim çevreler saldırdılar. (x) EŞt NEVZAT HATKO DTCF'de sosyoloji doçenti olunca şaşırdtm Yıl kaç oluyor efendim? BORAN Yıl 1939'un mayıs ayı ortaları. Hasan Ali bakan. Çok tereddüt ettim, beni tanıtacak, tavsiye edecek bir kimsem, yani arkam yok. Çaresiz gittim. Hiç bir şey demeden dinledi, sonra zile bastı. Gelen Müşteşar Riiştü Uzd'e uygun bir yere tayin etmelerini söyledi. Ne var ki, Bakan Hasan Ali de, Dursunoğlu engelini zor aştı. Bir defa daha Dursunoğlu'na gidip tekrar Bakan'a başvurmak durumunda kaldım. Sonunda Dil, TarihCoğrafya Fakültesine sosyoloji doçenti olarak tayin edildim. Şaşırdınız mı? BORAN Çok şaşırdım. Sonradan öğrendim ki.meğer üniversiteler kanununun geçici bir maddesine göre doktora yapmış olanlar belli bir süre için asistanlığı atlayarak doğrudan doçent olabiliyorlarmış, doçentlik tezini uç yılda hazırlamak koşuluyla. Bu da Hasan Ali'nin bir olumlu yanını gösteriyor, o tarihte devletin tek partili diizen olmasına rağmen böyle davranabiliyor. BORAN Hasan Ali Beyin öyle olumlu bir yani olduğu muhakkak. O zamanlar bürokraside ve üniversitelerde az çok yaygın olan, ırkçı, Hitlercilerden değil kesinkes. Köy Enstitüleri onun zamanında açıldı, dünya edebiyatından klasiklerin tercümesine başlanması da öyle. Ama bunlann da ötesinde, benım tayinimde bir başka faktör de rol oynadı sanıyorum. Bu benim kişisel yorumum. O zaman Sıtkı Yırcalı Marksist olarak tanınırdı O göriintüyii verdi. BORAN Bence öyle bir parti hareketinin içine tek başınıza girip de bir şey yapamazdınız, kendiniz eriyip gidebilirdiniz. DP'ye giren bir arkadaşım kısa sürede durumu İcavrayıp ayrıldı, ama örneğin Sıtkı Yırcalı en üst kademelere kadar tırmandı. Belki biliyorsunuzdur, Sıtkı Yırcalı daha öneeleri Marksist olarak tanınırdı. StRECEK 'Yürüyenler ve Sürünenler' davası Ozetle 200 milyonluk yat yandı Burgazada açıklannda dün bir yat tamamen yatuh. tşadamı Ragıp Aşansu'nun kızma ait Esra adh yatta dün 20.30 sıratannda motorvnun alev alması sonucu yangın çıktı. Yatta bulunantar yangvu önce kendi olanaklanyla söndürmeye çahştılar, ancak patlama meydana gebnesi üzerine denize atladılar. Olayı öğrenen deniz polisi yattaki Ragıp Aşansu, FUiz Yertürer, Hamiyet Aslan, Bekir Aslan ve Mehmet Aşansu'yu denizden kurtararak Burgazada'ya çıkardüar. Yatın 200 mUyon tira deterinde olduğubildirUdi. Albaymk: ÜnUi kişUerin biyvgmfisini yazdun İstanbul Haber Servisi Milli Gazete yazarlarından Sadık Albayrak, "Yürüyenler ve Sürünenler" adh kitabı nedeniyle laiküğe aykın propaganda yapmak savıyla İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanmaya başlandı. Sadık Albayrak, "Yürüyenler ve Sürünenler" adlı kitabı nedeniyle daha önce istanbul 2 Numaralı Askeri Mahkeme'de yargılanmış ve laikliğe aykın propaganda yapmak suçundan hakkında beraat kararı verilmişti. İstanbul Sıkıyönetim Komutanının ve Asker Savcı'nın kararı temyiz etmesi üzerine dosya Askeri Yargıtay 2. Dairesi'nce incelenmişti. Askeri Yargıtay 7 Mayıs 1986 tarihinde verdiği kararda Albayrak'ın yargılandığı suçun sıkıyönetim ilanını gerektiren suçlar kapsamında olmadığını, bu nedenle de sıkıyönetim Sadık Albayrak Afrikalı açlara hamsi yurdımı Çanakkale'de orman yungınları Kısa adı Karsusan olan ve yurtdışında çalışan işçilerle belediye, ö'zel idare ve Sınai Kalkınma Bankası 'mn ortak olduğu Karadeniz Su Ürünleri Sanayii, Afrika'da açlık çekenlere 10 milyon lira değerinde 10 bin adet hamsi konservesi göndereceğini açıkladu OkuUann acümasına bir ay kala, çeşitlifirmalar, okulö'nlüklerinipiyasaya sürmeye hazırlamyoruv. Balinler flrması da yeni yıl okul önlüklerini disko dans eşüğinde mankenlere giydirerek sokak ortasmda sergüerken, firma yetkilUeri, bu yıl piyasaya 600 bin adet okul önlüğü süreceklerini açıkladılar. Manken Nügün ve dans grubunun disko dans eşüğinde okul önlükleri giyerek gerek sokak ortasmda gerekse fîrmantn merkezindeki podyumda gerçekleştirdikleri show, ilgiyle izlendi. Balinler yetkilileri, yeni öğretim yıhnda ortadirek önlükleri diye niteledikleri önlüklerin 5 bin ile 6 bin lira arasında satdacağını bildirdiler. Orta okul giysileri ise 810 bin lira arasında bir flyatla satılacak. (Fotoğraf: SİNA KOLOĞLU) mahkemelerinin davaya bakmakla görevsiz olduğunu bildirmişti. Yargılanan Sadık Albayrak, laikliğe aykırı propaganda yapmak suçunu işlemediğini belirtti. Albayrak, kitabında 2425 kişinin biyografisinin yer aldığını, bu kişilerin de Türkiye tarihinde eserleriyle ün yapmış kişiler olduğunu söyledi. Duruşma, savcının esas hakkında göruşünu bildirmesi için 4 Eylül 1986 tarihine ertelendi. Çanakkale'nin dört ayn yerinde meydana gelen orman yangmlan sonucu 662 dekarlık orman alanı tamamen yandu Önceki gün Cüzelyah Jandarma Kampı tesisleri ile Intepe Subay Lojmanları yakınlanndaki tarlalar ve Keşankoru, Eceabat, Beyhan köyierinde basgösteren yangınlar, dün kontrol altına alındi. TURK ÇOCUGU ALDANMA HAFİF ALKOLLÜ İÇKİLER ALKOLİZMİN, MASUM ZANNEDİLEN VEYA ÖYLE GÖSTERİLEN KANLI OLTASIDIRr HEDİYE ALTUNDAĞ (ŞENKAN) KEMAL ALTUNDAĞ eviendiler. 6.8.1986 ESKİŞEHİR ile YEŞİLAY (Bastarafi 1. Sayfada) Hâkim Orakçıoğlu, yaşam boyu hapis cezaları ile ölüm cezalarını en son okudu. Askeri Mahkeme, toplam 102 kişinin öldürülmesi, 53 kişinin yaralanması, 43 gasp, 60 bombalama, silahla tarama ve silahlı çatışma, 28 bildiri dağıtma ile ateşleme eylemlerini gerçekleştirmek suçlarından, önce 50 sanığı TCK'nın 125'inci maddesi gereğince ölüm cezasına çarptırdı. Mahkeme, bunlardan 25'inin ölüm cezasını çeşitli hafifletici nedenlerle yaşam boyu hapis cezasına dönUşturdü. ölüm cezasına çarpunlanların adları şöyle: Ali Poyraz, Hüseyin Acar, Mehmet Diriik. Mehmet Gcncer, Recep Nurcengiz, Hasan Şerik, Metin Uhıca, GaMp Ögüt, M. Ali Yümaz, Mehmet Tören, Fanık özdemir, Mehmet Soğan, Dogan Kılıçkaya, Hamza Bindal, Muharrem Karabulut, Mehmet Çimen, Mahmut Aktas, Yusuf Korkmaz, Sabn Işık, Halil Kınk, Ali Kastalmış, Kenan Şen, Cemal Agcakaya, M. Sait Korkmaz, M. Sıddık Korkmaz. Verilen ölüm cezalan, yaşam boyu hapse çevrilenler şunlar: Hüseyin Bünül, Hasan Merdan Diriik, MusUfa tspert, Salman Örge, Ahmet Çerembelli, AbduUah Paydaş, Hasan Kartal, Ibrahim Kasakolu, Hıdır Akteke, Akif Özdemir, Bubo Aslan, Mustafa Sakı, M. Fanık Özgür, Mehmet Polat, Mehmet Şah Sürek, Hasan Karabuş, Mehmet BaJ, Bekir Merik, Cen»! Süsün, Fethi Lale, Iskan Ar.itca, Basıi 25 idanı Çelik, Ahmet Çahskan, Mehmet Ofkan, Ali tnac. Itiraflarda bulunan Ömer Eroglu Ue Reşat Denli, 20'şer yıl, Abdülkadir Aygan 15 yıl ve bir süre önce salıverilen Cemal Uçar ise 10 yıl hapis cezasına çarptınldı. Ömer Erogiu ile Reşat Denli'nin tahliyesine de karar verildi. (Bastarafi 1. Sayfada) ralanmasıyla sonuçlanan olaylara kanştıklan görüşüne varıldığını belirterek, Süleyman Selen, Hüseyin Aktaş, Erdem Keçer'ı TCK'nın 146/1 maddesine göre ölüm cezasına çarptırdı. Askeri mahkeme sanıklardan Mustafa Kâhya'yı TCK'nın 146/1 maddesi uyannca önce ölüm cezasına çarptırdı, ancak sanığın mahkemedeki tutumu ve açıklamalannı göz önune alarak TCK'nın 59 maddesini sanığın lehine kullanarak ölüm cezasını, ömur boyu ağır hapse çevirdi. Mahkeme heyeti, örgütsel faaliyetlerde ve örgüt adına silahlı eylemlerde bulunmaktan saruk Halil Öner, Hasan Hüseyin Demirbaş'ı 2O'şer yıl, Adil Yıldızhan, Güner Yaşar Bozoklu, Hüsnü Şahin'i 12'şer yıl, sanık Ahmet Ali Çetin'i 10 yıl, Ali Çögmen'i 9 yü, Adnan Demirel'i 5 yıl, Sebahattin Gür'ü ise 4 yıl 2 ay ağır hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme hapis cezasına çarptınlan sanıklardan Adil Yıldızhan, Güner Yaşar Bozoklu, Hüsnü Şahin, Ahmet Ali Çetin'in tahliyelerini kararlaştırdı. 3 idam da
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle