22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER dığı, bizde ise Atatürk'e gelinceye değin, çoğu kez gelenek göreneklerle, törelerle karıştınldığı görülüyor. Gelenekler de, töreler de kuşkusuz kültürün bir parçası, bir kültürün içinde yer alıyor. Ama kültürün gelişmesi ancak bilim, sanat ve felsefede kendini gösterir. İlerleme, gelişme de ancak bu alanlarda olur. Kültür: Bilim, sanat ve felsefe biçiminde geüşir. Günümüz Türkiye'sinde yeniden eski anlayışa dönüldügü, gelenek ve göreneklere bağlanmakla ulusal kültürün gelişeceği inananın yaygınlık kazandığı göriilüyor. Aynı durumu gelişmekte olan toplumlann çoğunda görüyoruz. Gelenek ve göreneklerine sımsıkı sanlarak ulusal kültürlerini geliştirebilecekleri sanısı içindeler. Oysa bir ulus bilimde, sanatta ve felsefede belli bir düzeye erişerek evTensel kültürde yer almakla ulusal kimliğini kazanabilir ancak. Bilimin, sanatın. felsefenin ise ulusalı olmaz. Ulusal bir bilimden söz edilmesi düşünülemez. Sanat da evrensel düzeye erişememişse, ya folklor düzeyinde kalmış ya da belli aşamalardan geçemeyip gelişememiş demektir. Felsefede ulusalhktan söz etmekse, felsefeyi herhangi bir dünya görüşü ile bir tutmaktadır. Her ulusa düşen görevse, tarih içinde açıüp serpilen insanlık idesinin, başta özgürlük olmak üzere insanın temel haklannın gittikçe gerçekleşmesini sağlayan insanlık kültürü içinde yer almak, ona katkıda bulunmaktır. Bunun gerçekleşmesini bugün bilim sanat ve felsefeyle birlikte Uerleyen teknolojik gelişmeler sağlamalıdır. Bugün yeryüzünü kaplamakta olan teknoloji uygarlığı kültür çevresinin genişlemesine olanak vermiştir. Artık bütün insanlık bu kültür çevresi içinde yer almaktadır ya da yer almak üzeredir. Tarihte çeşitli dönemlerin, çeşitli çağlann uygarlık ve kültür düzeylerine baktığımızda bunlann hepsinin, toplumun ekonomik yapısı da, toplumsal düzeni ve toplumsal yaşamı da içinde, birbirine bağlı olduğunu görürüz. Bilimin ileriemesi teknik alanda yeni olanaklar açıyor; teknik olanaklar yeniden bilimde yeni çevreler geliştiriyor ve bu olanaklarla biüm yeniden daha bir gelişiyor. Bilimsel ilerleyiş bir yandan çağın felsefesini, dünya görüşünü etkiliyor, öte yandan toplumsal yaşamı. Yeni gelişmeler karşısında gelenekler de, töreler de eskiyor, yeni teknik kendine uygun bir toplum düzeni, bir ahlak düzeni de getiriyor. Sanatın da her alanında aynı gelişmeyi görüyoruz. Elektronik çağ kendisiyle birlikte elektronik müziği, elektronik resmi getirmedi mi? Bugün hiçbir mimar çıkıp da Viyana'daki ya da Roma'daki katedrah'n aynını yapmıyor Batı ülkelerinde; içinde bulunduğu çağa uygun bir biçimde geliştiriyor yapıtını. Bunu geleneklerden kopma olarak görmediği gibi, eski biçimlerden aynlmayı ulusçuluğa aykın diye de düşünmüyor. Tam tersine kendi özgürlüğünün bilincinde olarak, kendine güvenerek yeni yaratılara atıhyor ve bununla ulusunu da ileriye götüreceğini biliyor. Kimse de onun sanatını özgürce geliştirmesine engel olmuyor. GÜNÜMÜZ KÜLTÜRÜNÜN NİTELİĞt VE BİZ Günümüz kültürünü, özellikle de sanatını öteki çağlardan ayıran, büsbütün yeniye yönelmiş olmasıdır. Günümüz kendini bir yeniye geçiş olarak anlıyor, yeniyi kendi içinden yaratmak istiyor. Çağdaş olan yönlendirici ölçülerini artık başka dönemlerin örneklerinden de almak istemiyor, kesin olarak kendine dayanmak, normatifliğini kendisinden yaratmak istiyor. Bir de bizim son yıllardaki kültür politikamıza bakalım: Hâlâ 16. yüzyıllan sayıklıyoruz. Ulusçuluğun da gelenek ve göreneklerine, geçmişin değerlerine bağlılıkta, onları bir adım bile ileri götürmeden olduğu gibi öykünmekle gerçekleşeceğini sanıyoruz. Eski değerlerin elbette korunması gerekir, onlar geçmiş kültürün birer simgesi olarak kalacaklardır. Her ulus geçmişindeki sanat yapıtlarıyla, onlan anıtlaştırarak övünür. Önemli olan bu amtlara çağın ruhuna uygun yenilerini katmaktır. Çağının gidişinden, gelişen ve değişen yapısından, çağının kültüründen habersiz bir sanatçının da hiçbir şey yapamayacağı ortadadır. Birer Sinan taklidi olan İstanbul'daki Şişli Camisi ile Ankara'daki Kocatepe Camisi buna birer örnek. Yüzyıllardan beri yaratmaya kapamış kendini ulusumuzun bir bölümü. Bu da hep aym kültür çevresi içinde dönüp dolaşmaktan, kendini aşamamaktan ileri geliyor sanıyorum. Buna karşıhk bu gelenekçi, görenekçiler eski anıtlan koruyorlar mı? Hiçbir gerçek değer tanımadıklarına son bir örnek: Emin Onat'ların, Bonatr'ların ellerinin değmesiyle yeniden yaratılan ve bir kültür anıtı durumuna gelen tarihsel Taşkışla yapısının oteicilere verilişi. Bu olay, kültüre ve sanatçılara saygısızlığın bir simgesi olarak tarihe geçecektir. ÖDLN VERMEYEN SANATÇILARIMIZ Ne mutlu ki bütün engellemelere karşm her alanda gerçek sanatçılarımız yetiştiği gibi, büyük sanatçı mimarlarımız da yetişti ve seslerini duyurabiliyorlar, hiç değilse aydın kesime. Işte yeni bir örnek: TBMM binasının kapsamında yer alacak caminin projesini yapmayı, yeni formlarla çalışması koşulunu ö^ıe sürerek kabul eden mimar Behruz Çinici çağdaş bir mimari projesi geliştirir. Ama milletvekillerimiz bu çağdaş mimarlık örneğine karşı çıkma hakkını kendilerinde görebileceklerdir. Bunlara karşı da Sayın Çinici şunları söyleyecektir: "Beyler, hepinize saygı duyuyorum. Yüce Meclisin üyelerisiniz, ama biz sanata bu denli müdahaleyi kabul etmiyoruz. Ben yalnızca size karşı sorumlu değiîim. Geldiğimiz nokta itibanyla birçok çevreye karşı sorumluyum. Hatta Türkiye sınıriannın otesinde sommluluk taşn^n bir mimanm" (Cumhuriyet gazetesi, 31 Temmuz 1986, Erhan Akyıldız'ın yazısı). İşte gerçek bir sanatçı bunu söyleyecektir ancak. Mimarlık aianında bir başka örnek de 6O'lı yılların başında şimdiki Kocatepe Camisinin yerine büyük sanatçı sayın Vedat Dalokay'ın geliştirdiği o başyapıt olan cami projesini >ine yönetim başındakilerin kabul etmeyip geri çevirmeleri olayıdır. O proje uygulansaydı bugün Ankara'nın görünümü bir başka türlü olur, daha çağdaş bir kent olarak karşımıza çıkardı. Bizim için utanç verici olan, o projenin Pakistan tarafından satın alınıp anıtlaştınlmış olmasıdır. Atatürk'ün "çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkacağız" sözünü sık sık yineleyenlerin, ilkin o sözün anlamını kavramaya çalışmaları, sonra da büyük sanatçılann seslerine kulak vermeleri gerekir. 21 AĞUSTOS 1986 Çağının gidişinden, gelişen ve değişen yapısından, çağmın kültüründen nabersiz bir sanatçının da hiçbir şey yapamayacağı ortadadır. Birer Sinan taklidi olan Istanbul'daki Şişli Camisi ile Ankara'daki Kocatepe Camisi buna birer örnek. Yüzyıllardan beri yaratmaya kapamış kendini ulusumuzun bir bölümü. Bu da hep aynı kültür çevresi içinde dönüp dolaşmaktan, kendini aşamamaktan ileri geliyor sanıyorum. Kültürsüz Çağdaşlaşma Olabilir mi? PENCERE Suçu: Yurtseverlik!.. Asian Berktay, Türkiye Cumhuriyeti Oevleti'ne 32 yıl hizmet etmiş bir hekimdir. 1983 yılında kendi isteğiyle emekli oldu ve aynı yıl pasaportunu alarak yurt dışında öğretimini sürdüren oğlunu görmek için Avusturya'ya gitti. Aslan Berktay'a TC Devleti "yeşil pasaport" verdi. Çünkü o düzeye ulaşmış devlet hizmetlisine bu renkte pasaport verilir. Doktor Berktay yirmi gün dışarda dolaştı, oğlunu gördü, sonra yurda döndü. • Yıl 1986... Mayısın 7'sinde Aslan Berktay yine yurt dışına gitmek için Emniyet Genel Müdürlüğü ilgili bolümüne başvurdu; gerekli belgeleri sundu; 15 bin lira harç yatırdı; ama bu kez pasaport işlemleri yürümüyordu. Yetkili memur dedi ki: Hakkmızda İzmir Emniyet Müdürlüğü 4'üncü Şube 1'incitosım tarafından çıkarılmış yazılı bir tahdit bulunduğundan, açıklayıcı bir yazı getirmeniz gerekir. İzmir Emniyet Müdüriüğü'ne başvurduğunda da Doktor Berktay'a şu bilgi verildi: İçişleri Bakanlığı'nın 26.12.1952 gün ve Emniyet Genel Müdüriuğü Şb. 1.B. (124222238) 75932 sayılı emirierine istinaden izmir Emniyet Müdürtüğü'nce tahdit konulduğu antaşılmıştır." Berktay'ın dosyaanı açtılar Neymiş? 1952 yılında savcılık Aslan Berktay'a ilişkin bir dava açmış; "Yurt dışına kaçmak istemiştir" diye not düşmüş; durumu bütün illere bildirerek, sanığın çıkışını yasaklamış... 1952 yılından 1986'ya 34 yıl geçmişti. Doktor Berktay 32 yıl devlet hizmetinde çalışmış, emekli olmuş, yeşil pasaport almış, yurt dışına çıkmış ve dönmüştü. Emniyette kendisine ne diyorlardı: Size pasaport veremeyiz, 34 yıl önce savcılık tahdit koymuş, yurt dışına kaçabilirsiniz. İnanılır gibi değil, ama olay gerçekti. Aslan Berktay, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı'na başvurdu. Neydi bu saçmalık? Berktay, 1952'de Amerika'da uzmanlık çalışması için "resmi" ve "açık" bir başvuru yapmış, New York'taki bir hastaneden kendisine "acceptance" gelmişti. Bu yurt dışına "çıkmak" değil, "kaçmak" girişimi olarak niteleniyordu. Peki, 1952'deki yargılamanın sonucu ne olmuştu? Savcılık daha sonra olayı nasıl sonuçlandırmıştı? Yanıt yoktu. Doktor Aslan Berktay, hayatında bir kez suç ışlemiş miydi? 12 Mart dönemınde 8 ay tutuklu kalmıştı, ama yargılanmasını bile gerektirecek bir durumu olmadığından sıkıyönetimce salıverilmişti. Devlet bu haksız tutuklama nedeniyle kendisine tazminat ödeyeceği yerde, bunu yapmıyor, ayrıca fatura çıkarıyordu. 32 yıllık devlet memuıiuğunu hem de 12 Eylül'den sonra da sürdürmüş, baremin 1/4'ünden emekli olmuş, yeşil pasaport almış, yurt dışına çıkıp gelmişti de 1952 yılında emniyet dosyasına düşülen notla yurttaşlık ve insanlık hakkı yok ediliyordu. Adli sicilde hiçbir suç kaydı yoktu Berktay'ın, bu gerçeği savcılık bekjesi kanıtlıyordu. • Aslan Berktay arkadaşımdır. Ülkenın aydın kesimi Berktay'ı tanır; hekimliğiyle, yazılarıyla, öyküleriyle, kişiliğiyie... Berktay'ın suçu yurtseverliktir. Türkiye'de suçsuzların suçluluğu kurala dönüştürüldü. Devleti sermaye sınıfının baskı aracı gibi kullanmayı yeğleyenler iktidardadır. Bunlar orduyu, jandarmayı, emniyet örgütünü, bürokrasiyi, küçük ve büyük memuru. dışa bağımlı sermayenin ıdeolojisine göre şartlandırıp kullanmak için her yöntemi sınıyorlar. Bu yüzden insan haklan, hukukun üstünlüğü, yürürlükteki yasalar ve Cumhuriyet Devleti'nin temel Hkeleri sürekli çiğneniyor. Olaylar sayıca öylesine arttı ki, ardından yetişmeye olanak yok. Berktay'ın pasaport serüveni" ni küçük bir örnek diye yazdım; küçük, ama çarpıcı bir örnek... Devletin yetkilerini elinde tutan yüksek görevliler arasında bu tür haksızlıkları düzeltme cesaretıne sahip kişiler de artık kalmadı; çürüme gün geçtikce yayılmaktadır. Prof. Dr. BEDtA AKARSU "lnsan bir kültür varlığıdır" diyor kültür tarihçisi ve kültür antropoloğu Erich Rothacker; geniş ama insan üzerine bütün tanımları içeren kuşatıcı bir tanım. lnsan, konuşan, düşünen, doğanın ve kendinin bilincine varan, aletler yapan, doğayı değiştiren ve ona egemen olan, değerler yaratan toplumsal ve tarihsel bir varlık. Doğanın ürünü olan başka varhkların hiçbirinde bu niteliklerin bulunmamasına karşılık, kendisi de doğanın bir ürünü olan insan bu nitelikleriyle doğayı aşmış, doğaya bir şeyler katmıştır. İnsan her şeyini kendisi yeni baştan yapmıştır, doğa onu donatmamıştır, hiçbir seyle belirlememiştir. Ama en büyük donatımı da yapmıştır insan için, ona kendini donatma yetisini vermekle: Dil, düsünme yetisi vedüşgücü. Jnsan bu nitelikleriyle dünyaya açılabilmiş, dünyayla ilişki kurmuş, çevresini değiştirmiş, doğanın verdiği ile yetinmemiş, kendine bir evren yaratmıştır; doğaya kattıklarıyla kültür dünyasını kurmuştur. İnsanın doğaya kattıklan binlerce yıl içinde oluşa oluşa bugüne dek gelmiş ve yannlara gitmekte. Ancak insanın bu doğaya kattıklanyla, teknik ve kültür yoluyla insanın doğaya egemen olma süreci çok uzun sürmüş, binlerce yıl boyunca çok ağır bir tempo ile ilerlemiştir. 200 yıldan bu yana ise bu temponun birden hızlandığını, özellikle son 3040 yıl içinde baş döndürücü bir hıza eriştiğini görüyoruz. Bu da doğa bilimleriyle tekniğin işbirliği etmesinden kaynaklanıyor. Doğa bilimleri, teknik ve endüstrinin bütünleşmesi çağdaş kültürün de temelini oluştunıyor. Günümüzde kökeni Batı dünyasında olan, Batıda geiişip serpilen modern teknik artık Batının sırurlarını aşarak, başka yerlere de yayılmış, bütün yeryüzünü kaplamak yoluna girmiştir. Bu gelişmeyi kültür tarihçileri ikinci büyük yapı değişikliği olarak değerlendirmişlerdir. Her şeyi temelden değiştiren böyle bir köklü değişikliğin ilki insanlık tarihinde avcılıktan çiftçüik ve hayvancılığa geçiş devrimi olarak İcabul edilir. ENDÜSTRİ DEVRİMİNDEN İNSANLIK KÜLTÜRÜNE Ancak bu ikinci devrim endüstri devrimi insanlık açısından daha kökten bir devrim olmuştur. Uygarlığın gelişmesi daha yüksek bir yaşama düzeyi sağlayınca ve bu bütün yeryüzüne yayılmaya başlayınca, bu gelişme iosaoiık için bir ilerleme olarak kabul edilmiştir. Çünkü bütün yeryüzünü kaplamakta olan bu endüstri uygarhğı kültür çevrelerini kendi içine kapalı ojmaktan çıkarmış, insanlığı bir bütün olarak içine alan bir "insanlık tarihini" başlatmıştır. Doğa bilimleri ve teknolojik gelişmelerin yarattığı modern endüstri kültürü yine bu teknik olanaklar sayesinde bütün yeryüzüne yayılmaktadır. Teknikteki gelişmeler insan yaşamında da değişikliklere yol açıyor. Çağdaş teknik bir insanhk kültürüne, bir dünya kültürüne, bir evTensel kültüre yol açmaktadır. Tarihin bir ilerleme olduğu düşüncesi özellikle Aydırdanma Felsefesi'nin temel görüşlerinden biridir. Bu anlayışta tarihin asıl gidişi de düşüncenin gelişmesidir. Tarihin insanı gittikçe erginliğe eriştiren bir süreç olduğuna inanılır artık. Tarihin amacı da insanı karanlıktan kurtarıp özgürlüğe ulaştırmasıdır. Daha sonra Kant da tarihi, özgürlük idesinin bir gerçekleşme süreci olarak görecektir. Aydınlanma ve özgürlük birbirine koşut olarak gelişir. Aydınlanmaya engel olmak, insanın en temel haklanru hiçe saymaktır Kant'a göre, ama tarihteki bu ilerleme ancak tür içinde serpilebilir. Her de\Tİmle özü özgürlük olan aydınlanma çekirdeğinin daha da gelişerek bir üstteki gelişim basamağını nasıl hazırladığını tarih bize gösteriyor ona göre. Bu iJerleme düşüncesi felsefe tarihinde Hegel'de donığuna erişir. Hegel'e göre: "Devletler yıkıür gider, ayakta kalan kültürün gelişmesidir. Gerçi birçok devlet vardır, ama insanlık için tek bir kültür vardır" Ancak Hegel'in kültürün gelişmesi derken gözönünde tuttuğu kendi kültür çevresi, yani Batı Avrupa'da geiişip yüksek düzeyine erismiş olan Batı kültürüdür. Hegel'den sonra dünyanın yüzü çok değişmiştir. Yeni devrimler geçirmiştir insanhk. Bugün dünyadaki bütün uluslar uyanmaya başlamış, çok kültürlerden sözedilir olmuştur. Yeryüzünde birçok kültürler olduğu, bunlann yanyana yaşamaları zorunluluğu gibi sözler. Bu "çok kültürler" deyimi siyasal gelişmelerle birlikte, özellikle 3. Dünya Devletlerinin ortaya çıkması ile birlikte göründü. Burada sorun, bana göre, çok kültürler mi, yoksa tek kültür mü, durmadan gelişen, aşama asama hep ileriye giden bir insanlık kültürü mü vardır, sonınudur. Bu sorun kültürün ulusal mı, evrensel mi olduğu sorunu ile ilgilidir. BİLtMSANATFELSEFE BİÇtMtNDE... Ancak bu kültür sözcüğünün çok değişik anlamlarda kullaml AR4DA BİR BEHZAT AY Son otuz yıldır rüşvet söylerrtilerini çokça duyageldik. Bu söyientHer kimi zaman gizlice kulaktan kulağa yayıldı. Kimi zaman açık açık söylenip yazıldı. Kimi zaman da savlar mahkemelerce kanıttarıyla tanıtlandı ve suçlular cezalandırıldılar. Son altı yıl içinde eski üç bakan bu yüzden içerdeler Bunların hemen aklımıza gelivermeleri bakan olduklan için. Oysa unuttuklarımız azımsanacak gibi değiller. Belleklerimizi yoklayalım... Polis ve başka devlet memurlarından kimileri yargılanmadılar mı? İçerde yatanlar, yatmakta olanlar yok mu? Bunlar da su yüzüne çıkanlar. Su yuzüne çıkmayanlar pek çok. .fysberg örneği... Belli bir geliri olup da birkaç yıl içinde milyarder olanlar az mı? Kimilerinin on onbeş yıl içinde köşk möşk sahibi olduklarını duyuyoruz. Nereden buldu? Nasıl edindi? Akıl erdirmek pek kolay değil. Gizler gizemler... Son günlerde rüşvet konusu yine gündeme geldi. Gazeteler yayımlıyorlar haberleri. Medise bu yolda som önergeleri veriliyor. Savcılık el atıyor. Sonucu ilgiyle bekleyenler pek çok... Yani konu güncelleşti. Bugünlerde Baron W. Wratislaw'ın Karacan Yayınları arasında yayımlanmış. "ANILAR"(1& Yüzyd Osmanlı İmparatoriuğu'ndan Çizgiler) adlı kitabını okudum. Yazar 16. yüzyıl sonlarında Alman Avusturya İmparatoru ikinci Rudolf'un olağanüstü elçilik görevlilerinden en genci olarak Viyana'dan istanbul'a gelmiş. Yansız gözlemlerini yurduna döndükten kısa bir süre sonra Latince olarak yayımlıyor. Sonraları İngilizceye çevriliyor kitap. Türkçeye de M. Süreyya Dilmen çevirmiş, ryi bir Türkçeyle. Aynca yazarı ve konuyu kısaca tanrtıcı bir önsoz yazma gereği duymuş. Dilmen yazdığı önsözün bir bölümünde şunları söylüyor: 'Türklerin yeni bir savaş hazırlıgı içinde olduğunu gören ek?i vbn Kregvvitz, rüşvet karşılığında saraydan, yüksek rütbeli devlet memurlanndan bilgiler sızdınr, bunlan kendi imparatoruna ulaştırmaya çalışır... Ordunun gücü, savaş planları, ilk hedefler gibi devlet sırlarını elçiye ulaştıranların arasında III. Mehmet'in annesi Safiye Sultan da vardır." Şaşırdınız mı? Padisafı kansı, padişah anası Vfenedikli Bafo (asıl adı bu), sonradan Safiye Sultan veya Valide Sultan adıyla tarihe geçen, devlet işlerine karışmaktan çok hoşlanan Sultanımızın yaptığı işe şaşırdınız mı? Baronun anılarından okuyoruz ki, Sadrazam Sinan Paşa, belgeleri ele geçirir, ama Safiye Sultan'ı ve sarayı karşısına almaktan korktuğu için örtbas eder. Beş kez sadrazamlığa gelmesini beceren (dort kez azledilen) Sinan Paşa, akıllara sığmaz servetin de sahibi olmuş. Ne ki "Valide Sultan, (suçunu örtbas ettiği Valide Sultan), Sinan Paşa'nın hekimini rüşvetle, göz kamaştırıcı armağanlarta kandırarak, ona bazı ilaçlar verdirmiş ve bu suretle sekiz gün içinde paşanın bu dünyadan göçüp gitmesini sağlamıştı." (s. 160161) Kitapta konumuzla, rüşvetle ilgili pek çok bölüm var. Bu bölümlerden yalnız birini örnek olarak alıntılamakla yetineceğim: "Sırası gelmişken kaydedelim ki, bu ulkede yaşamak isteyen yabancı (oysa yainız yabancı değil, yurttaşları da B.A.) sınırı aşar aşmaz, kesesinin ağzını açmak, bu yerden ayrılıncaya değin açık tutmak, tohum saçar gibi sağa sola para saçmak zorundadır adeta... Sevgi, saygı, sempati ya da dilediği başka şeyleri bu yoldan sağlayabilir. Sert ve haşin karakterli Osmanlı memurlarını paradan güzel yumuşatan, uysallaştıran başka bir araç yoktur. Osmanlı memurları kendilerinin para ile ya da başka armağanlarla yatıştınlma/anna izin verirter. Başka yollardan onlarla herhangi bir işlem üzerinde uyuşmak, bir işinizi yaptırmak olanağı yoktur. Çünkü memurlar para ya da armağan almaktan utanç duymazlar. O kadar ki paşalar ve buyük memurlar bile kendilerine bir armağan sunulmadığı zaman bunu sizden uşakları ağzıyla istemek arsızlığında bulunuriar ve bazen de pek sefıl armağanlan bile memnunlukla kabul ederler. Buna bir örnek vermek için, gözümüzün önünde geçen bir rüşvet olayını anlatayım: Bir gün, İstanbul'da Her Vbn Kregwitz'in Sinan Paşa ile kısa bir görüşme yaptıkları ve bizler dairenin kapısı dışında beklediğimız sırada, sırtına canlı bir koyun yüklemiş bir acemioğlan vaktiyle Hıristiyanlardan devşirilmiş genç bir asker bizim ve orada bekleşen Türklerin arasına katıldı. Kapı, paşayı görmek isteyenlerce açıldığı zaman bu adam hiçbir engel ile karşılaşmadan ve paşa tarafından görülecek biçimde dairenin kapısına yanaştı. Görülür görülmez de paşanın 'bu adam hemen içeri alınsın' buyruğu işitildi. Delikanlı da sırtındaki koyunla içeri girdi, getirdiği canlı armağan paşa tarafından memnuniyetle kabul edildi ve böylece imparator elçisinden önce bir çoban, paşanın iltifatlarını kazanmış oldu!" (s. 4243) İyi ve yansız (yansız diyorum üzerine basa basa, iyi yanlarımızı da yazıyor çünkü) bir gozlemci olan yazarın yukarıya alıntıladığım rüşvet konusundaki bölüm düşündürücüdür. Bu illetten bu millet kurtulamamıştır. Bu sayrılık (hastalık) sürüp gelmiştir. Bir devrimie köhnemiş imparatorluk yıkılmış, yerine yeni bir devlet kurulmuş, erdemli, namuslu ilişkiler başlamış, ama kısa sürede bu namuslu, erdemli ilişkiler gevşemiş, tavsamış, yozlaşmış. yerini 'eliçabukluk', 'gözüaçıklık' diyerek rüşvete gözyumulmuştur. Bunun için de bugün rüşvetle geçilmeyecek kapı, aşılmayacak dağ azalmıştır... Röşvet ve Bir Kitap. •• MODERN EGITIM FEN v DERSHA ÖĞRENCİLERİNE DUYURU (1 Eylül 1986 Pazartesi günü öğretime başlayacak öğrencilerimize) & » \Q tP İNGİLİZ LİSAN OKULLARI DANIŞMA MERKEZİ Ingrtere'mn önfle gelen 1 o ofculunun Türkçe bcoşuriennöer jçak rezefvasyonuna kadar tüm temetler ..5 1 \\v ^ ° öf •0 İe Bu uygulamaya: 25 Ağustos 1986 Pazartesi günü saat 9°° da, Bilgi İşlem kod numaraları TEK olan öğrencilerimiz. 25 Ağustos 1986 Pazartesi günü saat 14° ° de'de, Bilgi İşlem Kodnumaralan ÇİFT olan öğrencilerimiz katılacaklar. Üsküdar Şubesinde öğrenim görecek öğrencilerin Üsküdar Şubesinde, Beşiktaş'ta öğrenim görecek öğrencilerin Beşiktaş'taki şubelerimizde hazır bulunmalarını önemle duyururuz. LOVEAND DEATH Yöaetroen: Woody AHen Wood> Allen Diane Keaton BAKIRKOY: Oikilitaş (Akbank Sokafiı) 570 13 85 ESENTEPE: Oedeman Ticaret Merkezi 172 46 05 KAOIKÛY: Altıyol. Efes Çarşısı 338 82 96 Not Versanesi, dereceye giren, kendi öğrencilerîni dahi,reklam aracı olarak kullanmayı; Eğitim açısmdan sakıncalı bulmaktadtr. (Modern Eğitim Fen) DERSHANESİ SERENCEBEY YOKUŞU No. 4 BEŞİKTAŞ İSTANBUL TEL : 160 72 00 160 72 01 160 72 02 160 72 03 oO •o o 8 mm. ve 16 mrn. FİLMLERİNİZİ VİDEO'ya çektirip, anılannızı koruyabilirsiniz. TLF.: 158 57 86 504356 Sicil No'lu ehliyetimi kaybettim. geçersizdir. \İEHMET NURAL Nüfus kâğıdımı kaybettim. Hükümsüzdür. HASAN TUNÇ Pasaportumu kaybettim, hükümsüzdür. MOHAMMAD O.A. KHAYYAT
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle