Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER bir kesim olmaktan çok, mevcut feodal üretim organizasyonunun sektörlerarası boşluklarında ticarei yaparak kâr eide eden, çıkarları feodal hâkim sınıflarla çelişmek şöyle dursun, bütünleşen ve nitekim bu yüzden himaye gören bir kesimi oluşturduğuna açıkça işaret ediyorlar. Bu yararlı bilgileri verdikten sonra Sayın Berktay, konuyu şöyle bağlamaktadır: "Bn bilgiler ışıgında. Gotik sanatı burjuvazinin / kapitalizmin doguşuna değil, feodal meta üretimi ve ticaretin yeniden canlatuşı temelinde olgun feodalizm aşamasına ulaşılmasma baglamanın daha dogru olacafına inanıyormn." Buraya kadar görüldüğü gibi, mimarlık sanatmın, şimdi her ne kadar profane ise de, eskiden büyük dinlerin etkisinde doğduğunu savunan görüşe karşı çıkışım, daha doğrusu, onu eskiden beri profane sayışım üzerine, Sayın Tanilli'nin beni destekleyici açıklamalarda bulunması konuyu genişletti; onca Gotik, burjuvazinin doğuşu ve gelişmesi sürecine bağlanıyordu. Ancak Tanilli'nin, burjuvazinin doğuş çağı olarak XIII. yüzyılı göstermesi, bu kez Sayın Halil Berktay'ın buna karşı çıkmasını çağırdı, böylece tartışma daha da derinleşti, hatta başka bir yön aldı. Burjuvazinin doğuşunu nasıl tarihlendirmeliydik? Ama iş bununla da bitmiyor... Ben " t k i Dost Mektubu" adlı yazıma Sayın Server Tanilli'nin mektubundan birkaç parça aktarmıştım; bu kez ise başka bir yol tuttum, Sayın Berktay'ın mektubunu Sayın Tanilli'ye gönderdim okuyup yanıtlaması için. O da öyle yaptı. Şimdi size Sayın Tanilli'nin mektubundan söz edeceğim. "Ben, dayandığnn kaynaklann etkisinde kalarak, burjuvazinin doğuşunu 1500'lerden biraz daha erkene alıyorum" diyen Sayın Tanilli, sonra da şunları ekliyor: "Sayın Berktay'ın uyansı üzerine, Gotik'in sınıfsal temeli üzerinde ilk fırsatta yeniden duracağım. Çiinkii Halil Berktay, iilkemizin yefiştirdigi genç kuşaktan en değerli bir kaç büyük iktisat tarihçimizden biridir, büyük bir uzmandır; kendisine sevgjmin yanı sıra, derin saygım vardır. Hele 'Kabileden Feodalizme' adlı eseri kültürümiize gercekten bir katkı niteliğini taşır." Şimdi diyeceğim ki, burjuvazinin doğuş çağı üzerinde çakılıp kalmasak da, burjuva sınıfı ve mimarlık (ya da dar olarak Gotik) ilişkileri konusunu biraz daha aydınhğa çıkarsak daha iyi olur. Burada ise bir soru dikilecektir karşımıza: Bütün toplumsal sınıflar kendilerine özgü bir mimarlık yaratmışlar mıdır? Bunun başka türlü sorulması şöyle olur: Biz bir dönemin sadece ekonomik sosyal özelliklerini inceleyerek onun mimarlığını (isterseniz bütün sanatım) ortaya çıkarabilir miyiz? Eğer boyle ise, ayrıca bir sanat tarihine gerek kalmaz gibi görünüyor. Oysa sanat gelişimlerini tutarlı olarak açıklayan böyle tarihler vardır. lmdi, sanat alanındaki gelişmelerin her zaman ekonomik alandaki gelişmelere koşut bulunduğunu savunabilecek miyiz? Bu konu açılırsa, bakarsınız, Mara'ın Eski Yunan sanatı için söylediklerine gelebiliriz. Böyledir bu konular, açıldıkça açılır ve insanı sanki sonu gelmez bir araştırma tutkusu sarar. Sayın Tanilli'nin mektubundan şu sözleri alarak yazıma son vereyim: "Sayın Berktay'ın söylediklerini saklı tutarak, şu noktayı bir kez daha belirteyim ki, mimarlık da içinde olmak üzere, sanatsal hemen tum gelişmelerin altında dinsel kaynaklan aramak iistünkörü bir düşünflştiir." Biz artık bundan sonrasına bakalım. 20 HAZİRAN 1986 Genişleyen ve Derînleşen Bîr Tartışma MELtH CEVDET ANDAY Konunun başlangıcını özetleyivereyim: Geçen yılın aralık ayında bu sütunda çıkan "Önce Sanat Vardı" başlıklı yazımda, bana sorulan bir soru üzerine, eski mimarlık yapıtlannın büyük dinlerden kaynaklandığı görüşüne karşı çıkmış, " . . . mimarlık, konınnuı gerekseroesinden dograuş olmakla tttmden profane'dır" demiştim. Bu yazım üzerine yolladığı mektupta Sayın Server Tanilli, beni doğruluyor ve o sıralarda basılmakta olan "Yüzyıllaruı Gerçegi ve Mirası" adlı yapıtının ortaçağ bolümünden kımi örnekler vererek, Gotik sanat için, " . . . bu biçem, başta kibseler için de uygulansa, dinin dışındaki iktisadi ve sosyal, çok önemli bir gelişmeden, adını söyle>e>im. burjuvazinin dogup gelişmesinden kaynaklanmaktadır" dıyordu. Bu mektuptan, 28 Şubat 1986 tarihli Cumhuriyet'teki " t k i Dost Mektubu " başlıkh yazımda söz etmiştim. Bunun üzerine Sayın Halil Berktay'tan konu ile ilgili bir mektup aJdım. Sayın Berktay bu mektubunda, Tanilli'nin görüşleriyle temelde birlik olduğunu (bu temel, sanat tarihinin ekonomik toplumsal kaynaklara oturtulmasıdır) belirttikten sonra, burjuvazinin doğuş ve gelişme çağı olarak XII. yüzyıhn ikinci yansı ile XIII. yüzyıhn alınmasına karşı çıkmaktadır. Diyor ki: "Burada burjuvazi terimi yanlış seçilmiştir. Düzgün anlamı ile burjuvazi, kapitalist üretim tarzının sömürücü sınıfım ifade eder. Bu sınıfin tarih sahnesine çıkışı ise, olsa olsa 1500'lerden başlatılabilir, UOO'Ierden değil. Hiçbir sınıf kendi ekonomik temelinden bağımsız var olamayacağına göre, Tanilli'nin anlatımı, kapitalizmin başlangıçlarının en az 400 yıl erkene alınması sonucunu doğuruyor." Sayın Berktay'a göre bu yanlışın özü, kapitalizm ile genel olarak meta ekonomisinin, burjuvazi ile ortaçağ ticaretinin "burgher"lerinin birbirine kanştınlmasıdır. Feodalizm ise, kentleri içermeyen sırf kırsal ve doğal bir ekonomi biçimi değildir. Buna uygun olarak da, ortaçağ tarihçilerinin Marksist olanları, (a) barbarlıktan uygarlığa meta ekonomisinin belli bir gelişmesi temelinde geçildiğine, (b) dolayısıyla her prekapitalist sınıflı toplumun şu veya bu ölçüde bir meta ekonomisini içerdiğine, (c) tüketim araçları üreten sektör ile üretim araçları üreten sektör arasındaki dolaşım bağlantısmı her üretim tarzının kurması gerektiğine, (d) feodalizmin, üretim araçlan üretimini kentsel zanaatlar yolu ile gerçekleştirdiğine, (e) onun için, kentsel zanaat üretiminin ve köy ile kent arasındaki tanmsal fazlalar / üretim araçları değişiminin, feodalizm dışı ya da feodalizm karşıtı bir olgu gibi ele alınamayacağına, (0 XI. XIII. yüzyılların "burgher" zümresinin, üretimi kendisi organize edip, ücretli işgücü kullanan, sömüren PENCERE "Pornografinin Tarihi" ".. incil'de öyle pasajtar vardır ki, pornografik (müstehcen) olmakla suçlanan yçni yayınlar bunlann yanında hafff kalır. 1877 yılında doğum kontrolü üzerine yayımJadtğı krtapçık hakkında pornografik olduğu gerekçesiyle dava açılan Annie Besant, Tevrat'ın 24, incil'in de 6 kitabından aldığı 150 pornografik pasajın bir listesini yapmış, bunları "İncil suçlanabilir mi?" adlı bir kitapta yayımlamıştı." Kutsal kitap müstehcen olur mu? Kalem Yayınları'nda çıkan "Pornografinin Tarihi" adlı kitapta (Yazan: H. Montgomery Hyde • Çeviren: Feride Çiçekoğlu) bu soru irdeleniyor. Sonuç: Bir anlamda Tevrat'ın ya da incil'in kimi bölümlerini müstehcen sayabiliriz. Bugün Türkiye'de kovuşturmaya uğrayan nice kitap veya dergiden çok daha çarpıcı olaylar, öyküler, betimlemeler, İslamın kutsadığı din kitaplarında yer almıştır. * incil'den bir örnek: Tamar, Yahuda'nın ilk oğlu Er ile eviidir. Er ölür. Bunun üzerine Yahuda, oğlu Onan'a Tamar'la gerdeğe girmesini emreder Onan direnir, Tanrı kızar; Onan'ın da canını alır. Bir gün Yahuda, arkadaşı Hira ile birlikte Timnat'a koyun kırkmaya gider. Gelini Tamar kılık değiştirir; o dönemdeki hayat kadınlarının yaptığı gibi yüzünü örterek Yahuda'nın geçeceği yolun kenarına oturur. Yahuda gelinini tanıyamaz; onunla yatmak ister. Pazarlık yapılır. Yahuda, kadtna bir oğlak verecektir; ama, önce mührünü, bileziklerini, asasını rehin bırakır. Ne var ki dönüşte sözünü tutmak için kadını aradığında bulamaz. Tamar, yine kılık değiştirip evine dönmüştür. Aylar geçince Tamar'ın gebe kaldığı anlaşılır. Komşular Yahuda'yı uyarırlar: Gelinin fahişelik edip gebe kalmış... Tamar yakalanır, Yahuda'nın huzuruna getirilir. Sonra "incil'in en dramatik sahn&lerinden biri \z\enir!' Tamar, Yahuda'nın kendisine rehin olarak verdiği eşyayı gösterip der ki: Bunlann sahibinden gebe kaldım... Yahuda eşyalannı tanır ve özür diler: Tamar benden daha dogru davrandı; çünkü ben onu oğlum Şela'ya vermedim. Öykü ilginçtir; o dönemdeki fahişeliğin kurallannı anlatır; ölen erkek kardeşin dul karısının geride kalan erkek kardeşle evlendirilmesi gereğini dile getirir. Bugün Yeşilçam'da böyle bir senaryoyu filme çekmeyi kimse goze alamaz; çünkü kutsal kitabın öyküsü müstehcen sayılacaktır. • Feride Çiçekoğlu, kitaba yazdığı önsözde diyor ki: Hyde bu araştırmasını Ingiltere'de 1959'da Müstehcen >6yınlar Yasası'na getirilen yeni bir yorumun yol açtığı "demokratikleşme' ortamında yayımlamış. Burjuva demokratik hakların 1215'ten itibaren adım adım kazanılıp kökleştirildiği bu ülkede, erotizme demokratik bir yaklaşım sağlanabilmesi için daha çok yol katedilmesi gerektiğini vurgulayarak... Ve kitabını, gerçek yaşamda ulaşılamayan cinsel düşler olduğu sürece pornografinin de daima var olacağı sözüyle bağlayarak...' * "Müstehcen" olayının tarihi bilinemezse, ülkemizdeki güncel anlamı da kavranamaz. Türkiye'de dinsellik dalgasıyia müstehcenlik dalgasının çakıştığı bir gerçektir. Gelir dağılımı bozukluğu ve işsizlik ile fahişelik de birlikte tırmanıyorlar. Bu ortamda "günün anlam ve önemi" ancak geçmiş öğrenildiğinde ışıyor; "Pornografinin Tarihi" bu bakımdan yararlı bilgiler sergiliyor. Ancak bızde "Muzır V&sas/"nın çıkışına, Batıdakinden bir ayrı anlam yüklenıyor Bu anlam, yalnız dinsel veya ahlaki değil, daha çok sıyasaldır. Çünkü Ortadoğu'da "şeriat" aynı zamanda bir kamu düzenidır Müslümanlık görüntüsü altında açıksaçık yayınlara karşı alınmak istenen önlemlerin ardında, siyasal gericıliğın ıtici gücü de yatmaktadır. ARADA BİR Prof. Dr. ONLR KUMBARACIBAŞI OKURLARDAN Prof. Dr. Özemre'ye Sayın Prof. Özemre, Cumhuriyet muhabiri Semra Somersan 'ın radyasyon ölçümlerinin neden kamuya açıklanmadığı yolundaki sorusuna "Radyoaktivitenin ne olduğunu bilmeyen benim zavallı halkım bir dizi veriyi ne yapsın? Onlann öğrenmek istediği, tehlike var mı yok mu? Ben de uzmanlanma ve elimizde toplanan verilere dayanarak hiçbir tehlikenin olmadığmı sürekli söyledim. Bu yeterli" diye vermiş olduğunuz yanıtın, bir bilim adamı olarak sahip olduğunuz hoşgörüye sığmarak, kimlere yapılmış bir saygısızhk olduğunu belirtmek istiyorum. Okuma yazma seferberliğinin ilan edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Öyle ki, zavallı halkımzın radyoaktivitenin ne olduğunu bilebilmesi, ilan edilen bu seferberliğin en son amacıydı. Türkiye'de her bir ailenin (çekirdek aile) ortalama 5 kişiden oluştuğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, birbirleri ile yakın iliski içinde olduğunu varsayabileceğimiz aile sayısına da S diyebiüriz. Veri ve zavallı halkın ne olduğunu zaten siz biliyorsunuz. Gelelim "A" kitlesine. Üniverate kurumundan son 20 yıl içinde mezun olanlann (ki, bunlar ülkenin her türlü yönetim birimlerinde bulunmaktadırlar), öğretim üyelerinin ve eğitim görmekte olanlann toplam sayılannın yaklaşık 2 müyjn olduğunu ele alalım. Bunu A kitlesi diye tanımlayalım. Buna ek olarak da, radyoaktivitenin ne olduğu ve buna ait bir dizi verinin ne ifade ettiği olgusuna da "R" olayı diyelim. Şirttdi, bu A kitlesinin en az %70'i, "R" olayını anlayıp, anlatabilme yerisine sahip olsun (yaklaşık 1.5 milyon kişi.) Gene, ortalama olarak, A kitlesinin herhangi bir üyesinin, herhangi bir ailenin üyesi olduğunu düşünelim. Bu, A kitlesinden her hangi bir kisinin aüesi ile birlikte toplam 5 ailenin, bir başka deyisle, 24 kisinin R olayından bu kişi sayesinde haberdar olabileceğini gösterir. Bu da 37.5 milyon (Türkiye nüfusunun % 75 'i) demektir. Her şey bir yana, A kitlesinden herhangi bir kisinin, R gibi önemli bir olayı, değil 24, ulaşabildiği en geniş kitlelere iletmesi ve onlan aydmlatması (olacağı iddia edilen "panikte" bertaraf olacaktır) hem yurttaşhk hem de insanlık görevleridir. Üstelik, iç içe geçmişliğin etkisi, yakın ilişki içindeki aile sayısını arttıncı yönde olacaktır. İşte Sayın Prof. Dr. Özemre, sizin zavallı halkımzın en az %75'i "/?" olayını, yukanda basitçe çizilen şema biçiminde kavrama ve tepki gösterme olanağına sahip olmasını açıkça reddediyorsunuz. Herhalde, bilimin halk ile bütünleşmesi, onlara, sadece tehlikenin 'varlığmı' veya 'yokluğunu' bildirmek olmasa gerek. Evet, Sayın Prof. Dr. özemre. Sizin Semra Somersan 'a vermiş olduğunuz yanıttan ortaya iki şey çıkıyor. Ya A kitlesinin %70'i R olayını anlama ve anlatabilme yetisine sahip, fakat bu ülkede yaşamıyorlar, ya da A kitlesinin tümü R olayını ne anlayabilme ne de anlatabilme yetisine sahipler. Sonuçta A kitlesinin bu ülkede yaşadığmı bildiğimize göre, siz onlan, dolaylı olarak R olayını anlayamayacaklannı ya da anlatamayacaklannı iddia etmiş oluyorsunuz. HASAN GÜRBÜZ ANKARA başvurulann, süresi içerisinde cevaplandınbnası gerekiyorken, KDV ile ilgili ihbarlara cevap verilmiyor. Defterdarlık yetkilileri, hakkında şikâyette bulunulan işletme, yapılan inceleme sonucu cezaya çarptmlsa dahi sonuçtan şikâyette bulunan tarafın haberdar edilmediğini, konunun vergi mahremiyetine girdiğini bildirdiler. Bu durumda şikâyetçi vatandaş yalnızca soruşturma safhasmda ifade veriyor, şikâyetinin nasıl sonuca bağlandığını öğrenemiyor. FAtK BAŞARAN KADIKÖY/İSTANBUL Yeni Mandacılık ve Seçenek Kurtuluş Savaşı öncesınde en çok tartışılan konu kuşkusuz "mandacılık" olmuştur. Erzurum ve özellikle Sıvas Kongreleri "mandacılarla", koşulsuz bağımsızlığı tek çözüm gören Mustafa Kemal'e inananların iki ayrı ınancın temelini attıklan, iki farklı Türkiye özleminin kavgasmı başlattıkları ilk forumlardır. 1919'da ülkenin içinde bulunduğu koşullar gercekten ürkütücüdür. İşte "mandacılar"ın çözüm olarak Amerıkan "vesayetini", bu güçlü ve uygar ülkenin egemenliğini talep ederken dayandıkları gerekçe ülkenin bu harap ve umutsuz durumudur. Moda deyimle Amerikan mandasını istemek dışında "başka alternatif" yoktur. Tüm büyük yanlışlar, şartlandırıcı propagandalar gibi bu gerekçe ae ilk bakışta mantıklıdır Bir kısım iyi nıyetlı "mandacı" bu gerekçenın mantığına, koşulların yarattığı çaresızliğe ınanmışlardır. Bilinçlı ve kasıtlı "mandacılar" ise, bugün olduğu gibi, o gün de Türkıye'yi sınır karakolu, bağımlı ve güdumlü bir "muhtaç dost", kullanılabilir ve harcanabilir bir sömürge olarak gören dış güçlerle ışbirlığinı. çıkarlarının korunması için tek "alternatif" görmuşlerdir Kapitülasyonları kaldıran, kalkınması için sanayıleşmeye çalışan, halkı ve rejımı özgür, ordusu ve polıtıkası bağımsız bir yeni Türkiye'ye bu nedenle içte de dışta da hep karşı çıkanlar olmuştur, olacaktır. Türkiye Erzurum'da. Sıvas'ta ortaya çıkan bu iki temelden ayrı zıhnıyetın kavgasmı günumüze kadar hep vererek geldı. Ne yazık ki 50'lerden bu yana "mandacılara" karşı önemli gehlemeler yaşanmıştır. Ekonomik bağımlıhğın artması, siyasal rejimın sürekli zedelenmesi. eğıtimde gelişmenin yavaşlatılması hep "mandacı" zihniyetin dayatmaları olarak değerlendirilmelidir. Bu oyunun 1980 yılında başlatılan yeni senaryosu da genç Cumhuriyetimizin tarihi açısından görülmelıdir. Amacı aynı ama tekniklerı ve uygulaması değışik yeni bir modelle karşı karşıyayız. Türkiye'ye dayatılan yeni model dört ana yapıya oturtulmuştur Siyasal rejimin değiştirilmesı, Ekonomik yaklaşımların değiştirilmesi, Eğıtım düzeninin değiştirilmesi. Toplumsal değerlerin ve toplum felsefesının değiştirilmesi. (Arkası 13. Sayfada) Başbakan Turgut Özalin, KDV uygulamasmın artık yerleştiğine dair tüm beyanlarına karşın kısıtlı bir kadro ile çalışan tstanbul Defterdarhğı yetkilileri, sıradaki 12.000 başvuru dilekçesini cevaplamaya yetişemediklerini bildirdiler. Bugünlerde Cağaloğlu ve Sirkeci'deki yeni binalanna yerleşme telaşı içinde bulunan Defterdarlık Vergi Kontrol Bürosu yetkilileri, 18 Ocak 1986'da KDV fisi vermeyen bir işletme hakkında şikâyet başvurusunda bulunan bir yurttaşa, dilekçesini 1213 kayıt numarası ile beklemeye aldıklarım, aradan geçen 5 aya rağmen konuyu inceleyemediklerini, incelemenin muhtemelen geçen Şeker Bayramı'ndan sonra yapılabileceğini bildirdiler. Anayasa hükümleri gereğince resmi makamlara yapılan tüm Resmi makamlara Arızaların sonu yapılan gelmeyecek mi? başvurular 357 29 63 numaralı telefonun sahibiyim. Geçirdiğimiz kış ve ilkbahar aylannda hatlann anzası yüzünden telefonumun konuşur günleri konuşmaz günlerinden çok az oldu. Bir hafta on gün açık kalmışsa, arkasından 1520 gün kapalı kaldı. Son olarak da 2 Haziran 1986 gününden beri anzalıdır. Xe zaman giderileceği ise belli değildir. Komşulanmız içinde en çok benim telefonumun anzalanmasma ise bir anlam veremiyorum. Televizyonda her gün yeni santrallann yapıldığım, kentlerarası ve uluslararası görüşmelere geçildiğinin propagandasını yapan büyüklerimizden, biraz da eski telefonlann düzgün çalışması için çaba harcamalarını saygılanmla dilerim. ETEM ÜTÜK KADIKÖY/İSTANBUL SARIYER SULH HUKUK HAKİMLİĞİNDEN Sayı: 986/595 Sarıyer Sulh Hukuk Hâkimliği'nin 986/595 Esas, 986/471 sayılı kararla kuçuk Aysel Yucel'e, Şebinkarahisar, Tepeltepe köyü, cilt 017/01, sayfa 54, kutük 15'te nüfusa kaynlı ağabeyi Şerafettin Yücel'in vasi tayln edildiği ilan olunur. Basın: 7029 Sİmcfi sıra cocuklarcla... Ucanbalon cocuk giyimi. Sümerbank'ta söz sırası şimdi çocukların! UÇANBALON'da çocuklar için her şey var!* Rengârenk! Sevgi dolu! Üstelik, bildiğiniz Sümerbank fiyatlarıyla... Tutun elinden çocuğunuzun, gelin Sümerbank'a, onu UÇANBALON'latanıştırın. Uçanbalon'un, çocuk giyimine renk katan kaliteli örneklerini birlikte görün. Bakın, güzelim yüreği nasıl çarpacak coşkuyla... Sevindirin onu! BÜTÜN ÇOCUKLAR GÜZELDİR. BÜTÜN ÇOCUKLARAUÇANBALON YAKIŞIR. *17yaşarası Hırka UCANBALON 4.650 TL Hırka SÜMERBANK'tan bir müjde daha! Şapka UCANBALON 550 TL UCANBALON 4 900 TL Gömtek UÇANBAÜ 2.250 TL Rüzgârlık UCANBALON 6.400 TL Pantokxi UCANBALON 5.600 TL Ayakkab UÇANBALOI 6 600 TL AyakMx UCANBALON 6.900 TL UCANBALON REYONLARI, ŞİMDİLİK AŞAĞI0A BELİRTİLEN SÜMERBANK MAÖAZALARI'NOA HİZMETİNİZOE: İSKENDERUN / İSTANBUL (Bahçekapı, Beyoğlu, Harbiye Kadıköy. Kartal) / İZMİR (KonaK) / İZMİT / K MARAŞ / KARABÜK / KARS / KASTAMONU / KAYSERI / KIRIKKALE / KIRKLARELI / KIRŞEHIR / KONYA / KUTAHYA / MALATYA / MANİSA / MARDİN / MERSİN / MUĞLA / ADANA / ADAPAZARI / ADİYAMAN / AFYON / AĞRI / AMASYA / ANKARA (Mtthatpaşa, Srtelef Ulus) / ANTALYA / ARTVIN / AYDIN / BAUKESİR / BİUECk / BİNOÖL / BİTUS / BOLU / BURDUR / BURSA / ÇANAKKALE / ÇANKIRI / ÇORUM / DENİZLI / DIYARBAKIR / EDİRNE /MUŞ / NAZILÜ / NEVŞEHIR / NIĞDE / ORDU ' RİZE / SAMSUN / SIVAS / SIIRT / SINOP / ŞANUURFA / TEKIRDAĞ / TOKAT / TRABZON / TUNCELİ / UŞAK / VAN / YOZGAT / ZONGULDAK ELAZJĞ / ERZİNCAN / ERZURUM / ESKİŞEHİR / GAZİANTEPIGİRESUN / GÖLCÜK / GÜMÜŞHANE / HAKKÂRİ / HATAY / ISPARTA / "Küçüklerin büyük dünyası"