23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GORUŞLER tanığıdır. Yaratıcılığın, vaşanan çağa göre belirlenen bir sınırı vardır; ondan otesi, çağın değışmesini gerektırir ki, bu da yaratma işinin bayrak gibi insandan insana geçmesi demektir. Buraya kadar yazdıklarıma ben de inanmı>t)rum. Nedir butün çabam, ölumü kendime de, size de olağan göstermek değil mi? Başaramıyorum. Çünkü insanoğlu yaşamın bilincine varmış bir varlıktır, bilincine vanlan şey ise kolayca gözden çıkarılamaz. "Ben varım"dan "Ben yok olacağım"a nasıl geçilebilir? Bunlar birbirini kabul etmeyen şe>1erdir, bir arada yaşayamazlar. Ölüm karşısında acı çektik, hep cekeceğiz. Öyle ise yazımın başında evrime inanma ile ölüme başkaldırmayı neden yan yana getirdim? Bunlan nasıl bir kıyaslama, karşılaştırma içine sokmak istedim? Ne yapayım, bir yandan evrime inanıp, bir yandan olumu tersleme gene de yanlış geliyor bana. İki milyar yıl önceki canhlann tumu basit bir mikrop yaşamı içinde bulunuyorlardı. Sosyal Yayınlar'ca yeni basılan "Bilim ve Yaratılışçılık" adlı çeviri yapıt, bilimin ^ratılışçılığa karşı zaferini kanıtlayan önemli bir belge değerindedir. Orada belirtildiğine göre, yukarıda sözünü ettiğim ilkel yaşam türü, dünya üzerinde dört milyar yıl önce ilk katı kabuk oluştuğu zaman ortaya çıkmıştır. Bu ilkel yaşam neden o zaman ortaya çıktı da şimdi çıkmıyor? "Jeolojik kayıtlann gösterdiğine göre, yeryiızünde prebiyotik (canldık öncesi) etkinliklerin başlaması için gerekli olan sıvı halinde su ve diğer kimyasal maddeler 3.8 milyar yıldan bu yana vardı. Tek gözeli, hatta gözesiz olabilecek bu ilk yaşam biçimi oksijen >okluğunda var olmalı idi ve büyük olasılıkla kendi enerjisini üretebüeceği molekülleri, kim>^sal ya da giineşsel enerjiden oluşturabilecek kadar bile gelişmiş değildi. Deneysel sonuçlar göstermiştir ki, bir canlı gözesinin temel bileşenlerini oluşturmak ve bunları işler duruma sokabilecek koşullar dünyanın ilk durumunda vardı. Bu tiir olayların bugiın doğal olarak olması mümkün değildir, çünkü günümüz atmosferinde çok bol bulunan moleküler oksijenin tahrip edici etkileri yalnız ilkel korunmasız canlılan değil, böyle sistemleri doğal sentezleşme süreci içinde oluşturacak molekulleri de yok edecektir." Yukarıya aldığım parça, insamn ve bütun yaratıkların Tanrıdan gelen "Kiin" buyruğu ile ortaya çıkmayıp bir evrim sonucu var olduklarını göstermektedir. Imdi her şeyin Tann buyruğu ile bir anda ortaya çıktığına inanmak, sanıyorum ki, ölümümüzü gizemli bir duruma sokacaktır. Var eden, şimdi neden yok ediyor? Yoksa bir suç mu işledik. Bütun insanlar öldüğüne göre, hangi suçun kurbanıdır bunlar? Yok, evrime inanıyorsak, ölümü onun doğal sonucu saymamız gerekir. Demek istiyorum ki, Yaratılışçılar karşısında Evrim'i savunanlar, ister istemez olümu kabul etmişlerdir, hatta olümu savunmak da düşer onlara. Canlının bunca uzun geçmişi ve bu geçmiş içinde insamn görece kısa (ya da uzun) varhk sureci, bize sadece evrimin, sürekli evrimin ve hatta bu evrim içinde kimi sıçramaların tek gerçek olduğunu gostermektedir. Bu görüş, evrenin insan için özel bir amaç taşımadığı gerçeğini de içerir. Evrimin neresinde olduğumuzu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bu yüzden şuna benzer kestirmelerde de bulunabiliriz. Belki insandan sonra, insandan daha yetkin bir yaratık gelecektir. Belki de biz insan değil, insamn atasıyız. Demek bilim kafası, ölümü evrimin olağan sonucu saymak zorundadır. Ölümsüzluk metafıziktir, gizemciliktir. Evrimcilerin ölüm düşüncesi ile titremeleri, onlann evrimci değil, yaratıhşçı olduklarını gosterir. Demek bir ikilem karşısındayızdır. Eski bilgeler bu konuda bizden çok ileriydiler. Demek herkesten, bilge olmasını istiyorum, ama... bende o bilgelik hiç yok. Kendi olümum, ayırdında olmayacağım için, umurumda değil, başkalarının ölümü karşısında şaşakalıyorum, sarsılıyorum. Bunca yıl yaşadım, sıynlamadım bundan. Ne dersiniz, bir gün alışaeak mıyız ölüme? Alışaeak mıyız? MELİH CEVDET ANDAY Dünyanın Tann buyruğu ile yaratıldığını söyleyen Yaratılışçılık'a gore öliım de Tann'run buyruğudur. Burada bir tutarlılık olduğunu görüyoruz. Oysa Evrim'e inananların ölüme başkaldırmalannda bir tutarsızhk vardır. Hem evTİme inan, hem ölüme başkaldır... Olacak şey mi? Evrime inanan, ölümü onun halkalanndan biri saymalı değil midir? Şimdilik Evrim'i bir yana bırakıp, ölüme başkaldırma konusu üzerinde kısaca duralım. Gerçekte, hoş karşılamasak da, kabul ediyoruz ölümu, başkaldırmak bir yarar sağlamaz da ondan; hatta yaş ilerledikçe alışıyoruz da ona. Eskimoların, yaşlanmış anababayı buz üzerinde bırakıp goç etmeleri vicdansızlıklanndan mıdır? Sanrruyorum. Okuduğuma göre yaşlı anababa da istermiş bunu. Geçende gördüğüm bir fılmde, Japonya'nın yoksul köylüleri de böyle yapıyorlardı; aşı bölüşmek bir gün onlan buna zorluyor. O kadar uzağa gitmeye gerek yok, neden doğruyu saklayalım, çok yaşlanmış hasta yakınlarımızın ölumünü beklemiyor muyuz? Böylesi bir ölam, sevinç demesek bile, bir ferahhk vermiyor mu bize? "Sırast geimişti, gitti" sözü bundan kaynaklanır. Nedir buradaki "sıra" sözünün anlamı? Ölüme inanmak. Başka bir şey değil. Öyleyse yaama neden ölüme başkaldırmaktan başladığımı açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Önce "sırasız" olümler isyan ettiriyor bizi. Gençlerin, sağhkh kimselerin, daha yaratacak güçte olanlann ölümünde, yukandaki "sıra" anlayışına aykin bir durum var gibi de ondan. İnanmak istemiyomz böylelerinin ölümüne. Ancak yaşı, sağlığı, yaratma gücünü teker teker ele alıp düşündüğümüzde, sanıyonım ki, butün başkaldırma nedenlerimiz bir bir elden gidecektir. Güneş sistemimizin yaşı 45 milyar yıl; çağdaş nitelikteki ilk insamn, "Homo sapiens sapiens"in ortaya çıkışı ise 50.000 yıl öncesine uzanıyor aşağı yukarı. Bu olçü içinde insamn hak ettiği yaşama süresini bulmak güçtür. Aramaya kalkmak ise saçma. Bugünkü ortalama ömrü uzatsak uzatsak ne kadar uzatabiliriz? Hem ortalama ömrü uzatmak gene de ölüme razı olmayı içermez mi? Diyeceğim, bizim ömrümüzün, evrenin ömrü içindeki yeri hiçe yakındır. Kendimize göre uydumyoruz uzunluğu kısalığı. Sağbk ise göreli bir kavramdır; dünyamızı, bize hastalık getiren birtakım canlılarla paylaşmışız; onlarla yalnızca yan yana yaşamakla kalmıyoruz, birçoğunu kanımızda da taşıyoruz. Dışardan gelen mikropların, yutucu gözelerce yutulup yok edilmesini sürekli isteyemeyiz, dünyanın dengesi bozulur. Hem bu yöndeki bütün dileklerimiz, insamn ayncalıklı olduğu inancına dayanmaz mı? Biz yaşayacağız, başkası yaşamayacak... Tuhaf bir inanç! Savaşlara ve kazalara gelince, durum büsbütün tuhaflaşıyor. Savaşı bulan biz değil miyiz? Onu hem yaratmışız, hem de karşısında titremeye başlamışız. Yabancılaşmanın öğretici örneklerinden biri. Put gibi, devlet gibi, tecim malı gibi birşe>r. Kazalar ise uygarlığın ilerlemesi ile artmıştır. Bir bakıma savaşlara benzer onlar da. Daha yaratacak güçte iken gelen ölüm ise, bizi büsbütün çıkmaza sürükleyecek gibidir. Neden derseniz, insamn artık yaratacak gücu kalmayıncaya dek beklemesi daha mı iyidir sanki! Sonra şunu da unutmamak gerekir ki, yaratma gücü, toplumsal bir sürectir ve sonsuzdur. Bütün bilim ve sanat tarihi bunun PENCERE 16MAYIS 1986 EVET/HAYIR OKTflY AKBAL ÜSAN 0KULURI DANIŞMA MERKEZİ IreyHece mn ânde geten ' 0 okulunun Turtsçe droşuriennde^ uçak rerervasyonuna kadar tum hometler. Halkın Özlemine Yakışmak... SHP olanca gücüyle ortaya çıkıyor. Bugüne aek bir ad idi yalnızca, oluşma durumunda kanşık bir topluluktu. Atanma yoluyla işbaşına gelen il ve ilçe kurulları SODEP'le Halkçı Parti yandaşlannı bir araya getirmeye, kaynaştırmaya calışıyoriardı. Aynca yeni yeni üyeler de katılıyordu. Güven veriyordu, umtıt uyandırıyordu; ANAP iktidarının ulusumuzu bezginliğe, umutsuzluğa sürükleyen tutumu da geniş halk yığınlannı SHP'ye itiyordu. SoWa tek güven kaynağı oluyordu SHP ister istemez... Gerçeği soylemek gerekir, SHP'yi ulusun umudu yapanlar Erdal Inönü ile Aydın Güven Gürkan'dır. İki özverili aydın bir araya geldiler, birlikte düşünüp taşındılar, tek çıkar yolun demokratik solda güçbirliği yaratmak olduğunu düşündüler. İki partinin önde geten kişileri de ister istemez onlann izinden gitti. Sağduyu gereğiydi bu. Kişisel çekişmeler, anlamsız kavgalar, çirkin gruplaşmalara yer yoktu, olmamalıydı. Birteşmek, bütünleşmek, tek bir yumruk gibi güçlü olmak kaçınılmazdı. Taban uyanmıştı, taban ne istediğini, ne aradtğını biliyordu. Geçmiş günlerin aldatmaca söylevlerine kanan halkımız, karşısına çıkan politikacıları daha iyi, daha sağlam ölçütlere vurmasını öğrenmişti. Büyük büyük söztere aldınş etmiyordu. Her şeyden önce içtenlik, bilgi, inanç anyordu. Demokrasiyi yeniden kurmak, anayasayı yeniden yapmak, Türk halkının umutlarına yakışmak, çağdaş uygarlığa doğru atılmak görevteriyie karşı karşıyaydık. SHP bütün bu öziemleri karşılamalıydı. Karşılayamazsa bir gün tarihin yapraklarında silinir giderdi. Geçen gün Muğla İl Kongresi'nden söz ettim, izlenimlerimi belirttim. Gerçekten de örnek bir toplantıydı. Konuşmalar belli bir düzendeydi, göreve aday olanlar karşılıklı saygı ve sevgi içindeydi. Seçimlerde yenilen, kazanan arkadaşının yanında yer alıyordu. Hep birlikte seviniliyor, gülünüyordu. Hep birlikte yarınki halk iktidarına yürünüyordu. İstanbul il Kongresi'nde de bu anlayışı, bu özverili havayı görerek sevindim. Hasan Fehmi Güneş'in, Aydın Güven Gürkan'ın konuşmalan gerçek devlet adamlığının niteliklerini taşıyordu. Gürkan günden güne olgunlaşıyor, üç yıllık bir deneyim, özverili davranışları ve halk yığınlarından gördüğü ilgi ve sevgi, onu güvenilir bir lider, bir devlet adamı yapmış. İki konuşmayı da beğenmemek, söylediklerine katılmamak elde değildi. Ne var ki Genel Sekreter Timisi, onlara benzemiyor! Büyük bir öfke içinde; bağırıp çağırmakla hiçbir şeyin düzelmediğini bunca yıldan sonra öğrenmiş olmalıydı. Son CHP iktidannı yeren sözleri, "Kendilerine halkçı diyenlerin devrinde kan gövdeyi götürdü" gibi laflar çok yersizdi. Ecevit dönemine taş atmaya ne gerek var? Hem yalnız Ecevit döneminde mi kan gövdeyi götürdü? Bütün o cinayetterin ardında neter var, hangi güçler yer aldı, Timisi bunu bilmiyor mu? Doğrusu ya, Timisi'nin bu konuşması belirli bir kesimi belki hoşnut eder ama SHP'ye güven duyan milyonlarda tepki yaratır. Güneş'in dediği gibi, "Demokrasiyi tüm boyuttan ve değerleri ile egemen kılmak" savaşı veriyor Türkiye'nin bilinçli halkı... Bu göreve sahip çıkan SHP bir milyona yaklaşan üyeleri, mityonlan aşan yandaşlan ile bu güveni hak etrnelidir. Parti içine nasılsa sızmış bozgunculan, kişisel çıkarcılan, uçkâğıtçılan kısa sürede bir yana itmek, halkın partisi olarak halktan yana, halk yaranndan yana tutumlan, görüşlerl, insanlan değertendirmek baş kosuldur. Mayıs sonunda Ankara'da toplanacak Kurultay'ın da Muğladaki, İstanbul'daki, Denizli'deki ve yurdumuzun pekçok ilindeki kongrelerde gerçekleştirilen bütünlüğü ve sağlamlığı sağlayacağına inanmak istiyorum.. Genei Başkan Gürkan'ın şu çağrısına bilinçli halkımızın da katıkJığını sanıyorum: "Başbakan, acilen şu kararları almak durumundadır. Birincisi, Türkiye'yi hızla ara seçime götürmelidir. Seçimden kaçarak iktidar olmak mümkün değildir. Ara seçim sonucu tablo değişik çıkarsa, olabildiğince hızla Turkiye erken seçime gitrmlidir. özal'a sandığa gelmesJni öneriyoruz." SİRKETİMİZİN İSTANBUL TELEFONU 17 MAYIS 1986 TARİHİNDEN GEÇERLİ OLMAK ÜZERE Tet: 1*839 77148 79 «3 (Hıiton Otelı karşıa; 151 28 38 (10 Hat) OLARAK DEĞİSMİSTİR. GIDA İŞ SENDİKAŞI KONSERİ I7 Ma\ı> IV86 gecesı saaı IS» (K)24.(X) aıası TEPEB,\!?I MI E (İA/INOS1 N D A >apilav.iikıır. Daveıişelor gıriblc lemın edılecektır SANATÇILAR: SEI.DA AHNIET KAYA AŞ1K IHSAM AYŞEGÜL CAN AŞ1K KUL DERVİŞ GURUP HASAT ÜULŞAH ==(lnternatıonal Business Machınes) GÜNGÖR SELMAN ALİEKBER EREN FOLKLOR EKIB! Dr. ERDAL ATABEK Hastalarını kabule başlamıştır. Bahariye Cad. 96/3 Kadıkoy Tel.: 358 23 22336 04 49 ÜMİTED SİRKETİ inönu Cad 96 1 Ayaspasa. istanbul Tel.151 2838 Bir toplumda dernokrasi nasıl kök salar? Bu soruya yanrt verebilmek için demokrasi (ve devrim) tarihine bir goz atmak gerekir. Batı demokrasilerinin kökeninde "vicdan özgürtüğü" bulunuyor. Din devletinden sıyrılmak, insanlık tarihinoe çok büyük bir uygartık aşamasıdır. Bu yolda çekilen acılann ve dokülen kanların haddi hesabı yok. Demokrasiye ulaşabilmek için önce, gücünü Tanrıdan akJığını söyleyen buyurgana karşı çıkmak gerekiyordu. Sonra, insan davranışlannı tartışmaya kapalı dinsel kurallara bağlayan bağnazlık düzeni yıkılmalıydı. "Laik devletlaik fop/um" anlayışı benimsenmeden, vicdan özgüriüğü sağlanmadan demokrasi olabilir miydi? Vicdan özgürtüğü fikir özgürlüğünün ilk aşamasıdır. Fikir özgürlüğü de Batıda uzun sürede kanlı çatışmalar sonucunda sağlanmıştır. Hoşgörü (tolerans) dediğimiz kavram, ancak vicdan özgüriüğünden fıkir özgürtüğüne yönelen toplumda yerieşik bir goreneğe dönüşebilir. Batıda demokrasiye giden yolda tek dereceli seçim hakkı da kolay kazanılmadı. Ustelik kadınlara oy hakkı tanınması için aynca savaşım verildi. Bütün bunlar demokrasi tarihinde birer kilometre taşıdır. Hukuk devletinden sosyal devlete dönüşüm, sosyalist ve komünist partilerin kuruluşu, demokrasinin daha yeni aşamalarıdır. • • • Türkiye'de demokrasinin öyküsü, Batıdakinden degişik biçimde yaşanıyor. Sözgelimi bizde tek dereceli seçim, kadınlara oy hakkı tanınmasından sonradır. Kuşkusuz olayın içinde yaşadığımızdan ve kavgaların taraflarından birisine dönüştüğümüzden olaylan serinkaniılıkla degerlendiremiyoruz. Çoğu kişi "14 Mayıs" ile "27 Mayıs"ı birbirine zıt iki olgu gibi değerlendirir. Çünkü 14 Mayıs'ta tek dereceli seçimle iktidara geçenler, 27 Mayıs'ta düşürülmüstür. Böylece ortaya çıkan kan davası sürmektedir. 14 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti'nde (gizli oy ve açık sayımlı) ilk tek dereceli seçimdir. Olaya iktidar kavgası açısından bakmazsak, secimi kazanan DP'nin değil, yitiren CHP'nin demokrasiye katkısını yadsıyamayız. Tek dereceli seçim Batı demokrasileri tarihinde de bir köşebaşıdır. Ancak 27 Mayıs'ın getirdikleri de azımsanır gibi değil. Sosyal devlet, işçi hakları, toplusözleşme, özerk üniversite, yargıç bağımsızlığı, fikir özgürlüğü... Bütün bunlar demokrasi tarihinde çok uzun ve çetin uğraşlarta sağlanmıştır. 27 Mayıs'ın demokrasi yolunda büyük bir atılım olduğu yadsınamaz, yöntemine karşı çıkılabilir. Ne yapalım ki Fransız devriminde uygulanan yöntemleri de bugün onaylamak güçtür. Ama tarih bugünkü kişilerin kafasına göre yeniden yazılamıyor, her devrimin günahlan da oluyor. 27 Mayıs'ın günahlan hareketin demokratik devrim yolunda önemli bir kilometre taşı olduğu gerçeğini değiştiremez. Üstelik 14 Mayıs gibi 27 Mayıs1 ta da yaşanan tarihsel olayın sorumluluğu tek yanlı değildir, paylaşılması gerekir. Demokrat Parti, tarihte seçimle iktidara geçtikten sonra baskı rejimıne yönelen ne ilk örnek olacaktır ne de son... 27 Mayıs'la birlikte benimsenen 1961 Anayasası'nın demokrasi tarihimizde en önemli bir aşama olduğu tartışılamaz. Buna karşın tek dereceli seçimle iktidara geçen DP'nin yönetiminde "karsıdevrim" içeriği taşıması nasıl açıklanabilir? Dünya demokrasi tarihinde laiklik ilk aşamadır. Bizde laiklik Kemalist devrimin ortadireğidir. Bilimsel topluma laiklikten sonra geçilebilir. Atatürk devrimlerıyle çağdaş bir düzenin temelleri atılmak istenmiştir. Vicdan özgürlüğü, toplum ve insan yaşamında hukuk devrimi, kadınların seçim hakkı, din devletine paydos... Bütün bunlar demokratik oylamalarla değil, devrimci yöntemlerle gerçekleştirildi. Yapılanlar çağdaş ve demokratik bir devletin altyapısını oluştursa bile toplumun tutucu kesiminde ister istemez tepkiler yaratır. Türkiye'de Kemalizmin köktenciliğine karşı var olan tepkilere ikinci Dünya Savaşı'nın kahırlı yılları da eklenince ilk tek dereceli seçimin oy sandığındaki patlaması gerçekleşti. Ne var ki 14 Mayıs'ta tek dereceli seçimle iktidara geçen Demokrat Parti de 10 yıl içinde demokrasi yolunda bir tek taş döşememiştir. Bu yol 27 Mayıs eylemiyle açıldı. Demokrasi tarinimizdeki gelgitli olayların çelişkıli görünen, ama doğal sayılması gereken bir yanı da budur. Türkiye artık 14 Mayıs'ı da, 27 Mayıs'ı da (ki bunların ikisi de tarihsel gelişimin birer kilometre taşı gibi görünüyorlar) geride bırakmıştır, ama demokrasi savaşı mı sürüyor. Bu savaşım içindeki taraflardan demokrasiyi isteyen kim, istemeyen kim? Soruya yanıt vermek için demokrasi tarihini iyice öğrenmeli ve çağdaş Batı demokrasilerindeki "olmazsa olmaz" kurallarına bakmalıyız. Her kim laiklikten, kadın haklarından, emekten ve fikir özgüriüğünden yanaysa o demokrattır. 14 ve 27 Mayıs'lar... TELEFON DEĞİŞİKLİGİ 17 Mayıs 1986 tarihinden itibaren santral numaralanmız YEKTA DIŞ TICARET A.Ş. 131 15 41 (4 hat) olarak değişecektir. Bilgi edinmeniz rica olunur. Şimdi Pril m ilyonlarca lıralık hediyeler verwor^. Prilden turizm 8unw iaTmaaanlar ortur Kahvalıı • Ak^am >«ncgı TELEFON DEĞİŞİKLİGİ 17 Mayıs 1986 tarihinden itibaren santral telefonumuz aşağıdakı şekılde değişecektir. HERCUMAKESİN HAREKE 9 GECE/10 GÜN YARIM PANSIYON A1ANYA ALAADOİN OTEL . 80.000 ) BAY1RU OTEL 78.000 BEBEK M0TEL .. 65.000 KUŞADAS1 3 adet Westinghouse Buzdolabı İSSİZ ÜNİVERSİTE VE YÜKSEKOKUL MEZUNLARINA ÇAĞRI MOlâkatla alınacak 20 üniversite ve yüksekokul mezununu "BtLGİSAYAR ÖCRETMENt" olarak yetiştirip İstanbul ve Anadoiu'da görevlendireceğiz. ARANAN ŞARTLAR 1Anlatımı dtizgün. 2Bilgisayara ilgi duyması. 3Son sıruf Ogrencileri ile açıkoğretime devara edenler de mUracaat edebilir. EĞtTtM PROGRAMI aBasic progıamlama dili bBasic öğretim metodu cIşletim sistemleri. dMuhasebe ve ticari uygulamalanıu kapsamakladır. 151 28 23 (8 Hat) KUTLUTAŞ HCLDİNG A.Ş KUTLUTAŞ inşaat veTıc.San Ltd. Şti. KUTLUTAŞ Temel Inşaatı ve Sondajcılık Sanayı ve Tıcaret A.Ş. 33 adet Paşabahçe Porselen Yemek Takımı 13333 adet Pril OnlUğü föMER &İÎÜ )CXUB DİANA y TATtLKÖYÜ 90.000 TATlLKÖYÜ 76.000 TAM PANStYON ahvalıı • Otit ve a k ^ r n vcm«gı ^\ FCTHİYE CÜL MOTEL MARMARİS . 89.000 ÖREN 69.000 133 adet SEB Fritöz LJmoniu Pri ite p«nl pınl SEVGİLİ Kurslar İstanbul'da olup, 2 Temmuz 30 EylUl tarihleri arasında 360 saatlik bir programı kapsayacaktır. Aylık kurs ücreti 150.000. TL. olup, son müracaat tarihi 2 Haziran 1986'dır. NOT: Başanlı olup kurumumuzdan belge alarJar, Türkiye'nin her yerinde "BtLGİSAYAR ÖGRETMENİ" olarak çalışabilirler. T.C. MİLLİ EGlTtM GENÇLÖt VE SPOR BAKANLIGI ÖZEL ŞtŞLİ BtLGİSAYAR EGİTtM MERKEZİ Şi$HPmiazo^ıı Sok. Dcdc Apt. U/23 Td: 146 32 51 333 37 73 NEYİR BERKAY ÖKE GÖZYAŞIMIZ 'EFEMTATİLK3Y0 86.000 • Klimalı Ozel Otobuslerle " GıdışDönuş 161 10 74161 S2 26161 22 81 KadıMr Tri: 336 16 60 . KESKİN OTCL PifclBIIYl M t t M Pit 95» S*KB3 3*O6 BT««eUl Turyag Pnlbır'TURYAĞA.Ş."Izrmr urunudür. PakizeMünirŞiirHisarEdip Evlendik Mutluyuz MİNE (Pmar) ERGÜN SEÇKİN ERGÜN Erenköy, 15 Mayıs 1986 ALKOLLE arabaya binen sedye ile iner. YEŞİLAY Evlenme cüzdanımızı kaybettik. Hükümsuzdur. ADtLErRIZA TEKİN Pril Hediye Pazarı çekilişlerine siz de katılın! Pril eiiketindeki, işareüi kuponu zarfa > apışunp adresinizle birlikıe postalayın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle