16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
/ CUMHUR1YET/2. Prof. Dogramaoı'ya Bir Sora Şimdi Prof. Dr. Ihsan Doğramaa'dan soruyorum: Daha önceki fikirlerine göre 19731980 arasında ortaya çıkan bu köklü görüş değişikliği kendisinin entelektüel gelişmesinde bir aşama mıdır, yoksa başka etkenler nedeni ile mi olmuştur? Prof. Doğramacı bu 180 derece dönüşünü akılcı olarak açıklayabilirse kendisine saygı duyarım. Doç. Dr. NURKUT İNAN 1981 yıhnda Türk üniversitelerinde çok önemli ve köklü bir yasal değişikük oldu. Ülkemiz üniversiteleri hiyerarşik disiplin içinde çaüşan ve ortaöğretim düzeyinde okullar haline getirildiler. O kadar ki yasayı yapanlann dahi, yasaya "Üniversiteler Kanunu" demeye dilleri varmanuştı. Kamuoyu Prof. Doğramacı'yı bu darbenin mimarı, en büyük savunucusu ve olağanüstü yetkilerle donatılnuş yürütücüsü olarak görmektedir. Üniversitelerdeki bu değişikliğe paralel olarak Prof. DoğramacTnın üniversite kavramı hakkındaki görüşlerinde de yüz seksen derecelik bir sapma olduğunu izledik. Bu değişme 1981'den sonra olmadı tabii. I973İ980 arasındaki yıllar Prof. Doğramaa'nın kamuoyunda çok fazla duyulmadığı, bir Amerikan deyimi ile "profıl küçülttüğü" dönemdir. Bu nedenle kendisinin hangi yılda görüşlerini değiştirdiğini bilmiyoruz. Göriişlerini niçin değiştirdiği de bugün dahi bir muammaî Şimdi yaklaşık 15 yıl öncesine gidelim ve Prof. Doğramacı'yı dinleyelim: 1967 yıhnda 2526 kasım günleri Türk Devrim Ocakları Genel Merkezi "Üniversitelerimizin Yönetim Sonınlan" başlıkh bir seminer düzenledi. Bir kitap olarak yayımlanmış bu seminerde Prof. Doğramacı şu görüşleri savunuyordu: 15 YIL ÖNCE SAVUNPUKLARI "Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden profesörliik veya doçentlik gibi öğretim görevlerinden cıkarılanlar pek çok olmamakla beraber garantilerinin bulunmaması kanaatimce sakıncalıdır" (1). "Üniversite yönetiminin ve denetiminin kayıtsız şartsız üniversite öğretim üyelerinin seçtiği organlarda yapılması şart" (2). "Her şeye hâkim olan, üniversite yöneticilerinden öğretim üyelerine kadar her kademede üniversite personelinin tayin yetkisini elinde tutan bir heyetin hükümet tarafından tayininde sakmcalar vardır. Memleketimizde üniversitelerin mütevelli heyetleri yerine yetkili öğretim üyeleri tarafından yönetilmeleri ve denetlenmeleri daha uygun olur" (3). "Böyle bir yetkinin, oluşumunu belirttiğimiz YÖK'e bırakılması bir yana, tamamen seçimle gelen ve tamamı akademik kariyerde olan öğretim üyelerinden oluşan eski senatolara bırakılmasının bile özerkliğe aykın olduğunu ileri sürenler vardır... çeşitli fakülteler kurullannca profesörlüğe yükseltilecek doçentlerin üniversite senatosunda göriişülürken, tamamen akademik mahiyette olan bu gibi fakülte tasarrufları zaman zaman üniversite senatosunca reddedilmiştir. Bu durumda olan fakültelerin akademik muhtariyeti olmadığı ortaya çıkar" (4). "Elbette ki bu planlama ve denetleme organı üyeleri üniversitenin yetkili öğretim üyeleri tarafından seçilmelidir. Başka türlüsü düşünülemez" (5). "4936/115 sayılı kanunla kurulan üniversitelerde, fakültelerin özerk olduğu, bu kanunun bir maddesinde zikredilmektedir. Aynı kanunun diğer maddelerinde her türlü akademik tayinlerin dekan tarafından yapılacağı yerde rektör tarafından, fakülte organları yerine de üniversite senatosu tarafından yapılacağı yazıhdır. Asistanları da rektör tayin eder. Hatta idari memurları bile rektör tayin etmektedir. Bu çelişmeden dolayı özerklik kavramı yıpratılmaktadır; zedelenmektedir" (6). 7 Ocak 1971 günü Prof. lhsan Doğramacı TBMM Bütçe ve Plan Karma Komisyonu'nda bir konuşma yaptı. Sonradan bu konuşma basıJarak Hacettepe Üniversitesi mensuplanna dağıtıldı (7). Bu konuşmada Prof. Doğramacı şunlan söylüyordu: "Bugün üniversiteye, diğer rektör arkadaşlarımın da ifade ettikleri gibi, girip girmemek, orada hizmet edip etmemek, araştırma yapıp yapmamak bizim ihtiyarımızda değildir, öğrencilerin ihtiyannda da değildir. Dışardan gelen eli sopalı ve hatta silahlı bir grubun arzusuna bağlanmıştır. Işte bu nedenle bugün üniveniteniizde hürriyetin ve muhtariyetin kısıtlanmış olduğunu ifade etmemiz yerinde olur. Bu şiddet gruplannı bertaraf etmek için alınacak tedbirlerde, sa' ym başkan, son derece müteyakkız olmamız lazımdır. Çünkü herhangi bir şekilde dolaylı veya direkt olarak, bu şiddet gruplannı nötralize etmek için veya bertaraf etmek için alınacak tedbirler, herhangi bir şekilde üniversitede fikir veya tanışma özgürlüğünü kısıtlarsa, o zaman kaybettiğimiz değerler, kazanacağımız değerlerden çok daha fazla olur, daha ağır basar. "Sayın ba$kan, üniversitelerde serbestçe her şey tartışılmalıdır. tdeolojik akımlar tartısılmalıdır. Objektif olarak tartışılmalıdır. Bunlar tartışılırken bırinin öbürüne tercih edilmesi şekline değil, bütün çıplaklığı ile ve en iyi bir şekilde tartışılmalıdır. Memlekette yasaklanmış olan kitaplar, şahsi kanımca üniversite kütüphanelerinde bol bol bulundurulmalıdır. Okullanmızda seks eğitimine yer verilmediği için bu konudaki bilgiler ehliyetsiz eller ve kaynaklar tarafından gençliğimize ulasmaktadır. Ideolojiler hakkında bilgi vermemek de buna benzer. Kanımca her çeşit ideolojik akımlar hakkında bilgi vermek hususunda üniversite tam serbesti içinde olmalıdır. Üniversiteleri serbest düşünceden, her çeşit fıkirleri tartışmaktan yoksun bırakmamak için gerekli tedbirlerin alınması zarureti şüphe götürmez. Aksi takdirde, ifade ettiğim gibi, kaybedeceğimiz, kazancımızdan daha ağır basarf' "Sayın başkan, öğrencilerin ve asistanların yönetime katılma konusu kanımca Türk üniversitelerinde başka üniversitelerden SONUÇ daha çok önem taşır. Çünkü UniŞimdi Prof. Dr. lhsan Doğraversitelerimizde, kendi organla macı'dan soruyorum: Daha önrı dışında, herhangi bir denet ceki fikirlerine göre 19731980 yoktur ve anayasa ancak üniver arasında ortaya çıkan bu köklü site organlannın kendi öğretim görüş değişikliği kendisinin enüyeleri tarafından, kendilerince lelektüel gelişmesinde bir asama seçilen kişilerden oluştuğuna mıdır, yoksa başka etkenler neamirdir. O halde bizi denetleye deni ile mi olmuştur? Prof. Doğcek bir unsur ararken, usulüne ramacı bu 180 derece dönüşünü göre seçilmiş genç asistanlardan akılcı olarak açıklayabilirse kenve öğrencilerden bu denet'i bek disine saygı duyarım. Hatta bellemek yerinde olur. Bundan ki ikna edeceği kişiler de olabikorkmamamız gerektiğine inanı lir. Ama bu sorumu suskunluk yorum. Bir baskı gnıbunun tesiri ile karşılarsa ya da inandıncı bir altında veya Cemiyetler Kanunu açıklama yapamazsa 1980'den hükümlerine göre değil, serbest sonraki davranışları nı acaba naçe, en demokratik bir şekilde se sıl niteleyeceğiz? çilmiş asistan ve öğrenci kuruluşunun Üniversiteler Kanunu'nda VönctimSonnlın, üniversiteyi oluşturan organlar (1) Tırk Devrim Ocaklan Gtntl Merkcarasında sayüması gerekir. Bu ziıtln SfliliiKri 2526 KasiB 1%7, üyelerin nasıl seçileceği açıkça Isunbul. G i ı r i tslubvl Malbus19*7, sh. 51 beürtilmelidir. Bunlann temsilcileri oy sahibi olarak senatolara « ) «jt, sk. 3» (3) ift, ve diğer yönetim organlanna bel (4) tt, ıfe. 51 A. 1 7 li oranda girmelidir. Bu bizim (5) ıce, 9k. 38 için çok sıhhatli bir denet unsu (6) «M. sk. 10 ( nı olur. Ümit ediyoruz ki bu (7) B» brofirtB bir folokoplsi 7) böyle olacak ve gerekirse, anayasanın 120. maddesinde ufak bir değişiklik yapılarak öğrencilerin oy sahibi olarak denetime ve yönetime katılması saglanacaktır!' "...Onun için ünivereite için denet'i (otokontrolü) çeşitli yoliarla denemek zorundayız. Yeni tasarının detaylannı tam incelemedik, fakat bir çerçeve kanun veyahut bir ana ilkeler kanununun detaylı bir kanuna tercih edilmesi, anayasa hükümlerine uygun olacağı gibi Türk üniversitelerinin ilerde denemelere açık olması bakımından da zanıridir. Türk üniversitelerini tek kalıba sokmakla telafisi çok güç olan gerilere gidileceğine kesinlikle inaruyorum" PENCERE 22 NtSAN 1986 Gerilimin İstavrozu Korku, insanda ya da toplumda olağanüstüleşti mi göstergeter "normal" çizgisini aşar, kınmızı işaret yanıp sönmeye başlar, hastalık başlamıştır. Amerika'da komünizm korkusu çoğu zaman ürkü yaratan bir hastalık yoğunluğundadır. iletişimi elinde tutan egemen çevreferin güdümüyie, kitleler böylesine sağlıksız bir ruhsal gerilime itiliyor. Tarihin eski defterierindeki sararmış yaprakları kanştıranlar, bu ölçüde bir saynlığa belki Hıristiyanlığın en karanlık dönemlerindeki Avrupa'da raslayabilirler. Haçlı seferlerinin kökeninde kuşkusuz ekonomik nedenler yatıyor; Hıristiyan Avrupa "İpek Yblu"nun denetimini ele geçirmek istiyordu. Ne var ki "Kutsal Kudüs"ü Müslümanlardan kurtarmak için kitlelerin sonu belirsiz ama kanlı bir serüvene dakja dakja katılmaları salt para hırsıyla açıklanamaz. Ortacağ Avrupası'nın şovalyelerinde, papazlannda ve zavallı koylülerinde düşünce bağnazlığı, inançlann kurgüdüsüyfe çıkar hırslannı istavroza çaprazlama çivilemişti. 20'inci yüzyılın sonlanna doğru çarpıklaşan Amerikan toplumu da körkütük şartlanmışlığın bağlammdan dısan çıkamıyor. Oysa Batı Avrupa'da halklar, komünist partileriyle al takke ver külah iç içe yaşamaktadırlar; komünist ülkelerle sınırdaş ve burun burunadırlar. Demokrasi kapsamında komünizm, bir parlamento seceneğidir, Özgür ıstence bırakılmıştır; halk evet derse oluşacak, hayır derse duraganlasacaktır. Bir Avrupalı için doğal sayılana Amerikalı katlanamaz. Batıdan ve doğudan Amerikan anakarasını çeviren okyanuslann ötesinde bile güven duygusu oluşamıyor. Amerikan parababası tedirgin, ürkek, çılgındır. Küba'da sosyalist toplumun oluşma sürecine girmesi, Nikaragua'da Amerikan yaşam biçimine karşrt bir devrimci demokrasinin tutunma olasılığı, Washington'un aklını başından alıyor. Sanki uykusuz gecenin karanlığında gorünmez bir el uzanacak; silah, otomobil, petrol, bilgisayar krallanmn sattanatını vtkıverecek; ortadirekten Amerikalının a/tından arabasını çekecek, evini elinden alacak ve yazgıda ortaklaşan zavallılan dımdıztak bırakacak, Amerika kıpkızıl olacak... Sovyetleri füze üsleriyle çevirip donatmış Amerikalı "kenc* yarım küresinde" bir tek füze kurulsa deliye döner. 1962 Küba buhranı bu yüzden çıkmıştı ve az kalsın Türkiye başta olmak üzere bütün dünya bir atom savaşının külleri altında kalacaktı. Amerikan yönetimi sosyalizmin bir toplum düzeni olarak insanlığın büyük bir bölümünce benimsendiğini ve komünizmin istesek de istemesek de tarihsel koşullann yarattığı katı biçimiyle kimi ülkelerde iktidaıiaştığını bir gerçek olarak kabul edemiyor; gerilimin çarmıhında yaşıyor. Ne var ki Amerika'da komünizm korkusunu pompalayan iletişim örgütleri Yahudilerin elinde; basın, yayın, radyo, televizyon Siyonist sermayenin tekelindedir. Kapitalizmin doruğunda Siyonizm ile Hıristiyanlık öylesine bütünleşmiştir ki Amerika1 da komünizm korkusu Islamdan ürküntü ile birlikte salgın hastalığa dönüşüyor, bütün dünyaya serpiliyor, vatikan'daki Potonyalı Papa'nın kişiliğinde militan bir ruha dönüşüyor, Hıristiyanlığın Ortaçağ'dan kalan mirasına eklenerek yüreklerde ve kafalarda hastalığın mantariaşmasına yol açıyor. Oysa ABD ile İngiltere, CIA ile Intelligence Service; İslamı sosyalizme karşı etkili bir silah olarak uzun yıllar kullanabilmişlerdi. Bugün bile Suudi Arabistan, Mısır, Körfez şeyhlikJeri, Pakistan ve benzerierinde bu yöntem etkilidir. Ancak Siyonizm ile islam arasındaki çatışmada derinleşen uçurumun çekimi, VVashington ile İslam arasına kan davasına dönüşebilecek düşmanlıkların tohumlarını serpmektedir. Kuşkusuz bu kan davasının şartlanmışlığı temelde ekonomik nedenlerden doğmaktadır; Amerika İslam dünyasında emperyalizmin sömürü düzenini sürdürmekte sonuna değin direnecektir. Libya'nın ele avuca sığmaz ve ne yapacağı bilinmez lideri Kaddafi'ye karşı Amerikan toplumunda yaratılan düşmanlık, bu tablo içine oturtulmadan anlaşılamaz ve algılanamaz. HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD OKURLARDAN Yurtdifinda yaşayan bir yurttaşım. Bu hafta Istanbul Devlet Operası'nda Sihirli Flüt operasım seyretmek fırsat ve mutluluğunu buldum. Fevkalâde sevdiğim ve daima ilgimi çeken bir opera olduğundan, bu eseri A vrupa ve Amerika 'da defalarca seyrettim. Paris'te, Londra'da, Nevv York'ta, Milano ''da ve hatta Zürich 'te oynandığmda kaçırmadım, Ukrar ve tekrar seyrettim. Muhakkak ki, yukarıda tâydığım operalardan çoğu tstanbul Devlet Operası 'ndan daha geniş imkânlara, muazzam bütçelere, dünyaca tatnnmış seslere sahiptirler. Ancak bütün bunlara rağmen istanbul'da seyrettiğim Sihirli Flüt 'ün sahnelenmesi fikrimce seyrettiklerim arasında en etkileyicisidir. Mozart ve Schikaneder'in aksettirmeye çalıştıkları insancıl duygular mükemmelen ifade edttmis, bazı buluşlar (mesela, ilk perdenin başlangıcında kötülüğü simgeleyen canavann kötülük sebebi olan insanlar yani balerinler tarafından canlandınlması gibi) fevkalâde orijinal idi. Keza Mısır Isis ve Osiris tapınağının başrahibi, iyilik ve hümanizma simgesi Sarastro'nun sahnenin gerisindeki tepeciğin ardından, yeni doğan bir güneş gibi, yavaş yavas çıkışı fevkalâde çarpıcı bir buluştu. Genel olarak bu uygulama A vrupa ve Amerika'daki en büyük sahnelerde gösterilenlerle kıyas edildiğinde bu denli güıel ve etkileyici olması bakımından cidden bir iftihar vesilesidir. Operanuz göğsümü kabarttı "Domuzları Yendik" TRT'de ekrana gelen diziler arasında iiginç yapımlar da var. Ünal Küpeli'nin senaryosunu yazıp yönettiği altı bölümlük "MardinMünih" dizisi bunlardan biri. Münih'te birahane işleten ve yeminli tercümanlık yapan Mustafa ile Alman kızı Petra'nın sevişerek evlenmesiyie başlayan fılmde, yabancı düşmanfığı sorunu ele alınıyor. Petra'nın babası Helmuth, koyu bir Nazi kalıntısıdır. 'Üstün ırk Alman'dan başka herkes "pis yabancı"dır onun gözünde. Helmuth, Hitler döneminde Gestapo (gizli devlet polisi)'da çalışmış, yakın dostları bir Yahudi ailesini ihbar etmiş ve kaçacaklannı haber alınca öldürmüştür. Helmuth, günümüz Federal Alman Cumhuriyeti'nde de bağnazlığını sürdürmektedir. Kızının bir Türkle evlenmesine şiddetle karşı çıkar. Başaramayınca kızının yabancı bir erkekten çocuk edinmemesı için girişimler yapar. Fakat Petra ve Mustafa çiftinin ikiz kızlan olmasını önleyemez. Bu kez miniklere, "Siz Almansınız" diye konuşmaya başlar. Sinirleri iyıce gerilmiş olan Mustafa, günün bırinde karısını tokatlayınca, Helmuth durumdan yararlanarak torunlarını ve kızını yanına alır. Olaylar birbirini izler. Mustafa, dostlannın yardımıyia ikizler için Türk Konsotosluğu'ndan aldığı pasaportla Türkiye'ye uçar. Bunu Helmuth'tan habersiz, fakat Petra'yla birlikte başarmışlardır. Mustafa, Mardin'e gider, ülkesine dönmek ve yerleşmek istemektedir. Bu arada Petra da Mardin'e gelmiştir. Mutludurlar. Mustafa, işlerini tasfiye için Münih'e döner. Fakat gider gitmez tutuklanır. Alman avukatın Mustafa ya yaptığı açıklama itginçtir. Federal Almanya yasalarına göre Almanya'da doğan her çocuk, ana ya da baba yabancı da olsa Alman yurttaşı sayılır. Münih Türk Başkonsolosluğu'nun Mustafa'nın kızlarına verdiği Türk pasaportu geçerli değildir. Bundan ötürüdür ki, Mustafa iki Alman kızını gızlice yurtdışına kaçırmış olmakla suçlanmaktadır. Cezası ağırdır. Çocuklar Türk yurttaşı Mustafa'nın değil, Alman devletinin çocuklandır Alman makamları hiç de insancıl olmayan bu yasayı sert bir katılıkla uygulartar, yabancı düşmanı Helmuth, bundan yararlanır. Bunun için istanbul'a gider. istanbul'da yaşayan ve iyi Türkçe bilen Otto Schumaher'le işbirliği yaparak Mardin'e ulaşır, Türk makamlarına başvurur. Aldığı sonuç olumlu değildir, ama o bunu kızına daha başka anlatarak, Mardin'den ayrılmayı başarır. Petra çaresizlik içindedir. Mardin'de otomobile binerken kızını ve torunlarını almış olarak elini sallayarak, "Domuzları yendik!" diye bağırır. Kızını Mustafa ile sevişirken gördüğü gün de: "Bu pis Türk'e nasıl dokunuyorsun?" Jiye bağırdığı gibi! Olaylar çok yönlü ve karmaşık birbirini izler. Mustafa, Münih'te tutukevinde sorgusuz yatmakta ve yargıç önüne çıkarılmamaktadır. Mustafa'nın yakınlannın yaptığı girişim sonucu Türk Konsolosluğu ve savcılığı harekete geçmiş, ikizler Yeşilköy Havaalanı'nda alıkonularak Petra'nın isteği üzerine Alman Başkonsolosluğu'na konuk edilrniştir. Bu arada Mustafa'ya Alman dostları ve hatta avukatı, İstanbul'da alıkonulmuş çocuklarının Almanya'ya dönmesine izin vermesi için, sürekli baskı yapmaktadırlar. Bu yazılı izni imzalarsa, Mustafa hemen serbest bırakılacaktır. Çocuklar ve Petra, Almanya'ya dönünce yine beraber mutlu olacaklardır. Hatta bir süre sonra Türkiye'ye geri dönebileceklerdir. Mustafa, uzun direnmelerden sonra kâğıdı imzalar, fakat tutukevinden salıverilmez. Avukatının, yabancılar dairesi temsilcisinin önünde polisçe tutuklanır. Zira Alman polisince düzenlenmiş olan bir rapor gereğince, "sakıncalı kişi" sayılmakta ve on iki saat içinde sınır dışı edilmesi gerekmektedir. İyi yürekli Alman dostlannın karsı koyması durumu değiştirmez. Mustafa yıkılmıştır. İstanbula götürecek uçağa binerken bitkindir. İstanbulMünih ucağı da aynı saatJerde kalkar. Petra, ikizler ve Helmuth'la. İkizler: "Babamızı görecek miyiz?" diye sormaktadırlar. Almanya'da son yıllarda gittikçe sık görülmeye başlanan yabancı düşmanlığını sağlıklı bir yaklaşımla ele alan Ünal Küpeli, film sanatına saygı besleyen bir yonetmen bilincinde birçalışma ürünü ortaya koyuyor. Mustafa'nın işyerine saldıran Dazlaklar, seks düşkünü komşu kadının sapık davranışları, çocuk bakımevi sorumlularmın çok katı tutumları, polislerin Türklere karşı sert davranışları, abartısız veriliyor. Birkaç ay önce Hamburg'ta Türklerin öldürülmesi korkunç olayını Hamburg senatörü ve kimi Alman aydınları, önemsememişler, 'Disiplinli örgütlenmiş yeni Naziler'le bir tutulmamalarını, Dazlakların bir avuç sokak çetecisi olduğunu ileri sürmüşlerdi. Oysa Federal Almanya Cumhurbaşkanı Sayın von VVeizsaecker duyduğu üzüntüyü belirterek, "Türklerden özür dilerim" demek yürekliliğini göstermişti. Altıncı bölümde kimi kurgu aksaklıklarına karşın bütünüyle başarılı bir dizi, Ünal Küpeli'nin "MardinMünih Hattı" yapımı. Film, Mustafa'nın: "Ben bir hata ettim, amma nerede?" sözleriyle bitiyor. Evet, olup bitenlerden sorumlu kim, ya da kimler? Yalın bir anlatım, ölçülü bir gerilim, insancıl bir sesleniş! yavaş yavaş öldüren türden olup, görülmeyen, fakat bilinmesi gereken sıvı canavarlardır. c) Sürücüler, tüm dünyada trafiğin ABECE'si olarak bilinen "kavşaklarda geçiş hakkı sağdan gelenindir" kuralını bile ya hiç bilmeyen, ya da bildiği halde uygulamak istemeyen anlastlmaz tiplerdir, çoğu da "Allah korusun"cudur. Yine çoğu sürücünün disiplin noksanlığı vastta kullanırken gırtlağına kadar boy salmıştır. HALtL ERDAL ANKARA anlaştuyor. Bu durum, kutsal dinimize saygısızlık değil de nedir? tnatlaşmak ve göstermek uğruna 'dini', ilkelerinden saptırmayahm. Kötü görüntülü iz ve etki bırakmayalım. Dinsel görevimizi yaparken yol onaunda ayaklar altına sergüenmeyelim. NERMİN ÖZTUŞ ANKARA Okula kazma vurulur mu? Galatasaraylı Turizm Bakammız Sayın Taşçıoğlu, Ortaköy 'deki okulumuzun yıktınhp yerine turistik otel yapılacağmı belirtti. Bakanımızın bunu nasıl onayladığını hayret ve üzüntüyle karşıladım.. inij ilkelerinden saptırmayahm Cuma günü öğle vakti Meşrutiyet Caddesi'nden hiç geçtiniz mi? Selanik Caddesi'nde bulunan Anayasa MahkemesVnin hemen yakınında cemaat yere oturmuş namaz kılıyor.. önlerinde çöp bidonlan, bidonlardan saçak saçak etrafa yayılmış çöpler ve pis kokulan.. Kadın erkek, öğle vakti görevlerinden ve işyerlerinden çıkıp namaz kılanlann önlerinden ve çevresinden geçmek zorunda olan insanlar. Durup bakanlar. Rahatsız etmemek için hızlı geçenler; önlerinden geçsek mi geçmesek mi diye sıkıntıya girenler. Otomobil gürültüleri, ekzos dumanları.. Namaza oturulduğunda göz hizaanın kadınların bacak hizasına geldiği yerde namaz kıhnır mı? Namaza oturanlarm gönülleri Tanrı ile baş başa olacak yerde gelip geçenlerle ilgilenmemek ne mümkün. Hele sağa sola selam verirken yoldan geçen bir hanıma bakma fırsatı IVAN SCHICK doğmuyor mu? Bu ortamda 60 East End A venue Nevv York, N. Y. 10028 U.S.A. namaz kılınamayacağı, namaza oturanlarm çevreden geçenlerle ilgilenmelerinden de Yanılmıyorsam 'Hürriyet"te okudum. 1985 yıhnda trafik kazalarında beş binin üzerinde insanımızı kaybetmişiz. Yüz karası bir tablo, fakat doğal. Doğal, çünkü trafik kazaları denen olgu sel, deprem, yangın gibi sıradan afetlerdendir, önüne geçilemez, hiç olmazsa 'azaLsın' denilemez. Doğaldır, çünkü trafik kazaları denen olgu, geç tanındığında öldürücü olabilen bir tür kanserdir, etkin tedavi yöntemi yoktur. Doğaldır, çünkü kan ve acı dolu bu olgu yol geriüasıdır ve nerede, ne zaman ne yapacağı bilinmez Bütün bunlann dtşmda trafik kazaları bir de ve özelUkle ülkemizde insanın insan için geliştirdiği trafik düzeninin kahpeliğinden Ziyade çarpıklığından kaynaklanan, kanla bulaşık, ölümle hasır neşir acı bir gerçek, büyük bir ayıp ve acıdır. Işte tam, iste nedenler: a) Yollar yetersiz, niteliksiz ve niceliksizdir. Yollarda bulunması gereken trafik işaretleri, şeritler dahil, ya yeterli sayıda değildir, ya da çoğu yerde rastgele konumlandınlmıstır. Yollar ve işaretler bazı yerlerde en mükemmel sürücüyü ve en sağlıklı vasıtayı bile tuzağa düşürecek niteliktedir. b) Vasıtaların teknik donanımı çoğu kez yetersizdir, lastikler kabaktır, frenler tutarsız, farlar düzensizdir. Vasıtaların depolarına bosaltılan yakıtlar, daha ziyade büyük kentlerde yaşayan insanları ve doğayt Galatasaraylüann minicik yaslarda okuduğu, ilim ve irfan aldığı sımflann, sıralann, yatakhanelerin yerine şimdi, kumarhaneler, oyun masalan, meyhaneler, danshaneler, yatak odalanm içeren taş bir beton yığını yükselecek... Küçücük yaslarda Boğaz'ın mavi sularını, tüm güzelliklerini teneffüs edip duygulu, sevecen insanlar üreten 200300 çocuğumuz bıraktnız her yeri, tarihi okulumuzda eğitimlerini sürdürsünler. Bırakımz bu turistler ve tesisler arasında bir tanecik de, pırti pınl çocuklar o güzeüikleri, ilham altp yetişsinler. Okulunuza ve de hiçbir okula kazma vurmayın Sayın Bakanım... ÖZER BERKAy İSTANBUL Ufl Inşaat ve Ticaret A.Ş. Eleman Arıyor I. SEKRETER: iyi ingliizce, daktiio ve teieks bilen, 2. FİNANSMAN ELEMANLARI: ingilizce bilen Konusunda en az bir yıl deneyimli, Konusunda üniversite mezunu, ANMA TOPLANTKI İstanbul Vali ve Belediye Ba$kanJı|ı da yaprruş olan emekli Orgeneral, rahmetli Trafik kazaları neden can akyor? i Konusunda Yüksek Okui mezunu Iyl derecede ingilizce bilen COBOL deneyimli, Müracaatlar özgeçmişle doğrudan Doğuş İnşaat Personel Müdürlüğüne yapılmalıdır. Büyükdere Caddesi Doğuş Han No: 42/5 Mecldlyeköy İstanbul 3. PROCRAMCILAR: REFİK TULGA dünyanuzdan aynbşının beşinci yıhnda yann (23 Nisan 1986 çarşamba günü) saat 15.00*te Zincirlikuyu'daki mezan başmda ailesi, yakınlan ve dostlan tarafından anılacaktır. Iblga ailesi adına eşi: JALE TULGA PORTAKALA EVET' ORALET ELBET TÜRKİYE'NİN portakal özlü TEK İCECEĞİ: Ülkemizin en iyi portakallanndan bazıları, Oralet için toplanır. 1962'den beri... Ve 1962'den bu yana yoğunlaştırılmış doğal portakal suyu içeren tek bir içecek sunulur Türk ailesine: Cvitaminli, besleyici Oralet! ORALET Gıda Maddeleri Tüzüğü'ne uygun olarak, Sağlık ve Sosyal V&rdım Bakanlığı'nın 6 Ağustos 1962 tarih ve 8063 sayılı izni ile üretitmektedir. BİR COffB4 KAŞlGl (ymklank SSaram) ORALETTE • SO MİÜGRAM C VİTAMİMİ • 70 KALOttİ VAROIft. Bir bardak sağlığı, gönül rahatlığıyla kana kana içmek için: Fbrtakala evet... Oralet elbet! FOR RENT A compiete furnished flat with a view in AKATLAR. Distiuguished furniture and antic pieces. Telephone available Direct contact with the owner Telephone: 144 53 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle