18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/6 19 MART 1986 Gözleri bağlı getirildiği odada havacı albay, Rıfat Ilgaz'a seslendt "Zorluk çıkarmadan anlat" 4 Rıfat Ilgaz, 12 Eylül'den 7 ay sonra mayıs ayımn son günlerinde Cidde'de gözaltına alırtır. Gözleri bağlanarak bir asker koğuşuna göturülür. Ertesi gün gözaltına alman bazı öğnetmenlerle birlikte askeri arabalara bindirilir. Arabalar hareket eder. Cide'deki bir kısım tutucutar konvoyun gidişini memnuniyetle izler. Arkadaşlarımın ikisinin de gözleri bağlıydı. Hiç olmazsa bu durumu görmüyorlardı. Jandarmalarımız sanki olanın bitenin yabancısıydılar. Ankara'dan mı, gelmişlerdi, yoksa Kastamonu'dan mı? Geldikleri yere dönmenin rahatlığı vardı yüzlerinde. Komutanlar da binmişlerdi arabalanna. Hangi yoldan nereye gidilecekti? Kastamonu'ya bile iki yoldan gidilirdi. lnebolu yolu biraz uzun sürerdi, ama daha düzgündü. Azdavay yolu, tomruk çeken kamyonlar yüzünden hemen yılın her ayında bozuktu. Arabalann başı kıyıya doğru dönerse lnebolu yolundan gidilecekti demekti. Ramazan Tuğtepe benden yana dönerek: "Hocam!" dedi, "Bizi İnebolu Ağır Ceza Mahketnesi'ne götüriiyorlar!" Konuştuğumuz için azarlanmak istemiyordum. Konuşmamız yasak mı, değil mi, önce bunu öğrenmeliydik. Kırk Yu Önce Kvrk Yu Sonra RIFAT ILGAZ anlatıyor Benden yanıt bekliyordu masasında böbürlenerek oturan kâtip... Kastamonuluydu ve bir Cideliye Cide doğumlu olduğunu "itiraf" ettirecekti. "Cideliyim, Cide doğumlu!" dedim, durdum. "Doğum tarihi?" "1327... Yeter mi? Yetmezse 1911 yaz!" ' 'Suçun ? Niçin tutuklandın ?'' "Bunu benden mi soruyorsun?" dedim içtenlikle. "Benim sizden sormam gerekirdi." "Olmaz, bir şey yazmam lazım." "Yaz" dedim, "sosyalist!" "Dur, kıpırdama! Açayaklannı! Kaldır kollanm! Ellerini duvara yapıştır! Konuşmak yasak! Sokulma öyle yanındakine! Bir adım sağa!" Muhiddin Efendi'nin burada ne işi var? Tüm arabalardan inenler koğuşta yerlerini almışlardı. En az otuz kişi vardı Cide'den gelen... Kimi liseli son sımflardan, kimi de yeni çıkmış... Memur, çoğu öğretmen... Şu tahrirat kâtibi Muhiddin Efendi'nin ne işi var? Kaymakam Müfît Yavuz, izinli çıkmayıp işinin başında olsaydı Muhiddin Efendi'yi bırakıp onu getireceklerdi demek. İşin önemini vurgulamak için Cide'den dikkati çekecek birkaç kişinin de fazladan getirilmesine inanmış olacaklar her halde! Peşinden Cide Mal Müdürü'nü de göndermezler mi? Görevlerini yan tutmadan yapanların karşısında hemen her yerde, her zaman aynı kişiler olur. Bunlar da çoğu zaman malla, mülkle, parayla ilgili kişilerdir. "Adam attırmak"la böyleleri iki bakımdan çıkar sağlar. Hem kendi işlerini düzenler hem de güç gösterisi, gövde gösterisi yaparlar... Gözlerinizdeki bagı çıkarabilirsiniz "Çavuşum!" dedim sesimi yükselterek, "Konuşmamıza izin var mı?" Bu arabanın yetkilisi oydu. En azından bir manga jandarmanın komutaru... "Hay hay hocam!" dedi, "Gözlerinizin bağını da çıkarabilirsiniz!" "önce iyi yolculuklar dilerim!" dedim. "Çavuşum, sana da leşekkürler. Anlayış gösterdiğin için..." "Biz Daday jandarmalanyız!" dedi, çavuş, "Sanıyomra sizi Kastamonu'va bınıkıp Daday'a dönecegiz. Komşu saydınz Cide'yle" "Yolumuz bozuk olmasa bir saatlik yol.." 'Gözüm bağlı, tutanağa imza atmamı istediler' Yamndaki sürücü ere: "Yavas ol!" dedi, "Yol kenannda dur!" Hey amca, ne oluyor? Koğuşun mavi bereli gardiyanı dönüp gelmiş yanımda dikiliyordu. Duruşum, elim, kolum bacaklarımın acılışı kurallara tümüyle ters düşüyordu. Gozlerimdeki bağ da öyle... Bu bağ gözlerimi mi kapatıyordu, kaşlarımı mı, belli değildi. Ister istemez kızacaktı mavi bereli komando: "Heeey Amca! Ne oluyor!" "Bak Kardeş!" dedim, yavaştan, "Saygısızlık sayma bunu! Yaşım ayakta dikilmeye hiç elverişli değil! Oturacağım ben!' En yakın yatağın üstüne ilişirken gözümdeki eğreti bağı da indirdim aşağı. "Ne yapıyorsun!" diye yürüdü üzerime. "Bunalıyorum gözlerim bağlanınca!" Hemen oturuvermiştim oracığa. "Olmaz!" dedi, "yasak!" Rıfat Ilgaz'a bin lira kredi Mustafa Yılmazer'e döndum: "Eee dostum!" dedim, "Rıfat Ilgaz'a şu yeni açtığın kitabevi bin lira kredi verebilir mi?" Son günlerde emekli olmuş, benim isteğime uyarak kitapçı dükkânı açmıştı. Komiser Zeki'den başalabilirse kitaplanmı tezgâh altından çıkarıp çıkarıp satıyordu. "Hocam!" dedi, "tlerde ne olacagı beli olmaz ama... Bu krediyi iki katına çıkarabiliriz!" "Öyleyse peynir ekmekler benden!." En kısa sürede isteklerimiz yerine getirilmişti. Bu arada çavuşumuz erlerini de düşünmüştu. Kurtuluş savaşının ünlü Ecevit Hanı'na doğru yol alırken biz de midemizin yakınmalannı susturuyorduk, elimizdeki peynir ekmekle. Benden yanıt bekliyordu masasında böbürlenerek oturan kâtip... Kastamonuluydu ve bir Cide'liye Cide doğumlu olduğunu "itiraf" ettirecekti. "Cideliyim, Cide doğumlu!" dedim, durdum. "Dogum tarihi?" "1327... Yeter mi? Yetmezse 1911 yaz!" "Ne iş yaparsın?" "Emekliyim, Sosyal Sigortalardan!" uç beş görevli, ya da seyirci... Ayakta beş on mavi bereli.. Jandarma... Üç beş asker arabası... Benim arkamda da tanımadığım yeni tutuklular.. tmzaladım, tutanak biçimine sokulan kâğıdı. Arabamızın kapısı açıktı, beni bekliyordu, yol arkadaşlarım: Suçun ne, niçin tutuklandın? "Suçun? Niçin tutuklandın?" "Bunu benden mi soruyorsun!" dedim, içtenlikle. "Benim sizden sormam gerekirdi". "Olmaz!" dedi, "Bir şey yazmam lazım!" "Benden öncekilere ne yazdıysan onu yaz." Görmüyordum ama, durduğunu, yazmadığını sezinliyordum. "Bir şey yazmam lazım! Sen nesin? Ne iş yaparsın?" Sarı Yazma'yı yeni okudum Dostluk havasından yararlanan araba sürücüsü: "San Yazma'yı daha yeni okudum. BuraJann romanı..." Yanımdaki onbaşı: "San yazmalılan da gördiik pazarda..." dedi. Meğer gece, yakın köylerden bazı öğrencileri getirmişler sorgu için. Bir köy kahvesinin önünden geçiyorduk. Kahvedekiler, yoldan geçenleri görmek için kapının önündeki iskemlelere oturmuşlardı. önümüzdeki arabalar uzaklaşmıştı birden. Çavuş, kapısını açıp da inerken: "Çay içeriz, degil mi Hocam?" Bu soru hepimiz için geçerliydi. 24 saattir mideme bir damla su girmemişti. Böyle zamanlarda hemen sigarayı unuturdum. Köy bakkalı yoktu köy kahvesinin yanında. Bir tek kuruşum olmasa bile Yılmazer'den alırdım. Çaylar gelmışti arabaya. önce bize üç uzattılar. Onbaşı: "Haydi arkadaşlar!" dedi, "Biz de içerde içelim!" Sabahleyin içmiş olacaklardı. Kimse inmedi arabadan. Belki de yorgunluktan. Onbaşı da inmek istemiyordu. Yanımda oturduğu için yavaşça: "Ispartalryım!" dedi, "Askerlikten öne Hababam Sınıfı'm okudum. Liseyi bitirdim, gidemedim okumaya!" "Gidersin!" dedim, "kaç ayın kaldı?" "Sekiz ayım! Size buralerda rastlayacağımı düşünmemiştim." "Ben de bu yaştan sonra..!' "Geçmiş olsun! Cide yi çok sevdim. Dün gece bir kızı evinden aldık. Ama ne kız..." "Fatoş muydu adı?" "Erkek gibi kız... Kitaplannm okumuş, açık açık da söyledi. Ne olmuş okudumsa dedi, sorguda!" "Okuyan kızlanmızın tümü iyidir. Hemen hepsi sahnede başarılı" "Bana öyle geliyor ki... Siz Mamak'a kadar gitmezsiniz. Dönersiniz Kastamonu'dan!" Demek sorgular Kastamonu'da olacaktı. Yolumuz uzayabilirdi de onbaşıyagöre... Sanıyorum siyasetle uğraşan memleketlilerim gençlik kıpırdanmalannı "Buyur!" dediler, "G«ç yerine!" Arabamız çok geçmeden mavi berelilerin çekip çevirdikleri bir cezaevinin önünde durmuştu. Tüm jandarmalar, şoförümüze kadar, arabadan inmişlerdi. Anlaşılıyordu, yolumuz buraya kadardı. Uzatmalı çavuş, tüm arkadaşları adına elimi sıkıyordu. "Geçmiş olsun Hocam!" dedi, "Bu işin uzun sürmeyecegini sanıyorum." Mezbaha denilen bir cezaevi "Eğer..!' dedim, "'Uzun sürmezse Daday üzerinden döneceğim Cide'ye... Sizleri mutlaka göreceğim. Bak amca, benim nöbetimde oturabilirsin Koğuş arkadaşlanm bizi dinliyorlardı. Biraz da onlara duyurmak için: "Gözlerim bağlı dikilmek isterdim ama onlar kusura bakmazlar..." dedim. Sanki nöbetçiden değil de onlardan izin istiyordum. Yavaşça oturdu yanıma. "Bak Amca!" dedi, "Benim nöbetimde oturabilirsin. Gözierini de baglama! Yalnız..." "Sağol!" dedim. önumde Mustafa Yılmazer dikiliyordu: "Şu arkadaş da yaşlı. Üstelik de çok zayıf!" Çok düşünmedi. Omuzuna dokundu, ona sokuldu da: "Gel!" dedi, "Şuraya, Amca'nın yanına otur!" Yılmazer gözlerindeki bağı sıyırmış adı geçen Amcayı arıyordu çevTesınde. "Gel otur şöyle!" dedim, yavaşça. Nöbetçi, çevremizde dikilenlerin yerlerini ötelere kaydırdı, konuşursak duyulmasın diye. Sonra geldi, yanıma oturdu: "Amca!' dedi, "Taşköprülü öğretmenler, senin yazar olduğunu söylüyorlar..." "Doğru!" dedim. "Bizim astsuba> Cide'deki evinizi aramış, arkadaşlarla. Her yer kitap, gazete... diyorlar. Aklım ermiyor! Bu kadar kitabın var da... Sizi neden getirdiler... Bu operasyon..." Askeri arabada yanımda oturan onbaşı yavaşça sokuldu, "Ispartalıyım" dedi, "Askerlikten önce Hababam Sınıfı'm okudum. Liseyi bitirdim, gidemedim okumaya. Size buralarda rastlayacağımı hiç düşünmemiştim. Geçmiş olsun. Cide'yi çok sevdim. Dün gece bir kız aldık evden, ama ne kız... Erkek gibi... Sizin kitaplannm okumuş, açık açık da söyledi. j 'Ne olmuş okudumsa' dedi sorguda..." Ne olmuş Cide'de? Ilk kez işitiyordum bu operasyon sözünü, birinin ağzından... "Ne olmuş ki sizin Cide'de?" diye sordu içtenlikle. "Belki de hiçbir şey olmadığından getirdiler bizi... Ne tabanca patladı, ne de banka so>Tiidu bugüne kadar..." Ya okulun kapısında patlayan dinamit? Her şey soruldu, kurcalandı da gece patlatılan dinamitin lafı edilmedi. Yirmi beş, otuz polis bütün gün oturursa, ne yapacaklardı can sıkıntısından? Dört bin nüfusluk bir ilçe merkezinde... Yansı kadın olursa nüfusun... Her yüz kişiye bir polis! Kaymakam Sudi Bey'den dinlemiştim. "Pou's örgütü kura*cağız, ne dersin" demişler, yukardan, "iyi olur demiş bulundum" diye sürdürmüştü öyküsünü... "Oysa jandarma örgutü yetiyordu Cide'ye. Ben evet deyince tüm karakollann cezalı polislerini gönderdiler Cide'ye..!' Sudi Bey, Cide'ye geldiğimde tanıştığım kaymakamdı. Yolunu açtırdığı köyun ilk yolcusu ben olurdum. Alır götürürdü beni arabasıyla. "Adın ne?" diye soruyorum, yarumda oturan mavi bereliye. At imzant: "Tamam" dedi, "At şuraya imzanı" Gpzlerim bağlıydı. "Nereye?" "İşte şuraya!" "Bunu sen görüyorsun! Sonraaa.. Ne yazdığını okumadan nasıl imzalarım ben!" Elimden tuttu, "Şuraya işte" dedi. "Amma uzattın haaa!" Parmağımın ucuyla gözümün bağını sıyırdım, "Hiç olmazsa imza ettiğim yeri göreyim" dedim... kendi dünya görüşleri doğrultusunda abartarak yansıtmış olacaklardı Ankaralara. Yansıtanlar da bilinçsiz sağcılar, gericilerdi. En tutkululan da il merkezinden komşu ilçelerden eski kurtlardan. Oturduğum apartmanı tarayacak olanın da bunlardan biri olduğunu genç arkadaşlar bulup çıkarmışlardı. Cide'de büylik bir olayın çıkmasına özenenlerin bulunduğunu izliyordum. Gel gelelim ortada onlara hak verdirecek en küçük bir olgu yoktu. Tek bir tabanca patlamamıştı son yıllarda... Düğünlerde bol bol mermi yakılıyordu o kadar. Ne soygun vardı, ne de siyasal içerikli kavga... 12 Eylül'den beş on gün önce solculann üzerine yıkılmak üzere lmam Hatip Okulu'nun önünde patlatılan dinamitten artık herkes gülerek söz ediyordu. Bu dinamiti patlatma olayı bizim apartmanın taranmasına göre hesaplanmış olacaktı. Su bulununca, teyemmüm bozulur hesabı kimse 12 Eylül'den sonra kurcalama yurekliliğini gösteremiyordu. Önden giden arabaların Yeni Doğan'a girmeleri gerekirdi artık. Burası babamın gençliğinde önemli bir Düyunu Umumiye memurluğuymuş, babam da burada memur. Tam on iki yıl bir kayanın dibini bekledik derdi annem. Eski adı Meset olan bu eski nahiyeden babamı alıp Cide'ye atamışlar. Annemle babamın tam on iki yıl bekledikleri kaya dibini uzatmalı çavuş izin verip de gözlerimin bağım sıyırmasam görebilmem olanaksızdı. Onlar bizden daha mutlu>Tnuş mu demem gerekir? RIFA T ILGAZ'IN SARI YAZMALILARJ Cide ve yöresinde folklorik çalışmalar yapan Rıfat Ilgaz, Karadeniz'in denizi, suyu, havası içinde "Al paçalıklı sırtı küfeli, başı çifte çifte san yazmalı" kadınlann, genç kızlann öykulerini de derledi. Folklor çalışmalan sırasında Rıfat Ilgaz 'ın birlikte çaüştığı bazı "san yazmalılar da" gözaltına ahnıp sorgulandı. Rıfat Ilgaz Cide'de barak (katırtımağı) toplarken (üstte). Ve Ilgaz 'ın eserlerine ve bastırdığı kartpostala konu olan sarı yazmalılar (yanda). Girdiğimiz dar kapı turisük bir otel kapısı değildi. Içerdekilerin "mezbaha" dedikleri cezaevine giriyorduk. Kastamonu kasaplarının verdiği ad da olabilirdi, ama geçerli ad buydu. Adımız sanımız önceden yazıldığı için üçümüzü birden itiverdiler bir koğuştan içeri. Gözlerimiz bağlıydı. Büyük bir kalabalığm içine itildiğimiz, koğuşun havasından, suskusundan, Samsun'un Havzası'ndan bir Azem kokusundan bile "Azem.." diyor. anlaşılıyordu. El Karadenizliydi, belliydi. Ama neresinden, doğuyordamıyla oturacak bir sundan değildi. Yanıtladı sorumu: yer aradım. "Samsunluyum amca... Samsun'un Havzası'ndan..." "Samsunlu sayılınm ben de" dedim. Terme'de bitirdim ilkokulu. Altı sımflıydı bizim zamanımızda okullar... Ne iş görürdün Havza'da sen?" "Sobacıydım... Kardeşlerim de... Kömür sobalan yapanz biz. 'Sözen" sobalan.» Samsun'da bile satanz". Birden doğruldu... Bir patırdı duymuştu... Ayak sesleri... "Yüzbaşı gelirse... Kalkıp dikiliver duvann dibinde... Bakmayın, iyi adamdır..!' Akşama doğru bizim Samsunlu Azem yeni gelen nöbetçi arkadaşına koğuşun mevcudunu bildirirken Yılmazer'le ikimizi aynca tanıttı. Gözlerimiz bağsız oturabilecektik, şu yatakların üzerinde. Kastamonu'ya okumaya giderken de bu yoldan geçerdik. O zamanlar bu uzaktan zor görülen Ecevit Hanı çamlann arasındaydı. Yaylalardan iner, geceyi bu handa geçirirdik. Arabalar önünde bile durmadan hızla geçtiler... En azdan peynir ekmeklerimizin üstüne bir çay içmek isterdik, keyfimizin biraz olsun yerine gelmesi için... Gözlerimiz yeniden baglanmıştı Tam altı yıl okumak için kaldığım Kastamonu'ya "Kışla Önü"nden giriyorduk. Hani şu Sepetçioğlu oyununda geçen "Hadi gidelim kışla önune aşağı/ sahvermış ince belden kuşağı / yaman olur Kastamonu uşağı..!' dizelerindeki o unlü kışla 135. Alayın kışlası... Yaman olan uşaklar da bizdik, kışla önü Ben Tiırküm, Müslümanım, öğretmenim, yazarım desem, yeniden soracaktı. O içinde biraz da "itiraf karışımı suç arıyordu. Bir ibrikçibaşıydı kendince. "Yaz!" dedim, "sosyalist!" Bu kez, o ürkmüştu verdiğim yanıttan. Yazmıyordu, çekiniyordu. Sezinliyordum bağlı gözlerimle bile... "Başka vereceğim bir yanıt yok! Bunun açıklamasını her yerde yapabilirim!" Bizimkisi kendi kendine gelingüveyi olmaktı doğrusuna bakılırsa. Bir sosyalist çıkardı da "Hadi ordan, sen nerden sosyalist oluyormuşsun!" diyebilirdi. Çok değil yirmi, yirmi beş yıl önce İşçi Partisi'ni kuranlar bile bizleri eski tufek olmakla nitelendirip kurduklan sosyalist partisine almamışlardı. Kastamonulu "kâtip" o kadar "müşkülpesent" Hepinize teşekkürler!" İki yol arkadaşımın kapıda beni beklediğini biraz sonra anladım. Yeni bir yönetmeliğin kurallanna uymamız gerekiyordu. Girdiğim dar kapı turistik bir otel kapısı değildi. lçerdekilerin mezhaba dedikleri cezaevine giriyorduk. Kastamonu kasaplarının verdiği ad da olabilirdi ama, geçerli ad da buydu. Adımız, sanımız önceden yazıldığı için, üçümüzü birden itiverdiler bir koğuştan içeri. Büyük bir kalabalığın içine itildiğimiz, koğuşun havasından, suskusundan, kokusundan bile anlaşıhyordu. El yordamıyla oturacak bir yer aradım: "Yasak!" Yasak olan neydi? Oturmak mı? Oturmak da mı yasaktı? Ne yapmalıydım? Olduğum yerde dikiliyordum. Yasaklara uymak için başımı kaldırıp, gözbağının altından çevreme yarı buçuk bakabilirdim ama, inadımdan bakmıyordum. Kuzu kuzu dikiliyordum işte! Ama böyle dikilmem de yasaktı herhalde. Arkamdan biri beni bir yöne doğru yavaş yavaş iteliyordu. Uygun görduğu bir yerde durdu da: "Kaldır kollanm!" Kaldırdım. Cide'dekiler kadar zorlamıyordu beni. İkinci arabadan inenleri karşılamak üzere kapıya doğru yurüyüp gitmişti. Bagla gözierini çabuk! Ikimizin yemeği ortadan ikiye bölünmüş aluminyum bir kapta geldi. Yemekten sonra paltoma sarılmış uyumayı düşünüyordum, oturduğum yerde... Tam dalacağım sırada derinlerden çığlıklar duymaya başladım. Gunduzden tabanca soruşturmaları başlamıştı. Soruşturmanın ikinci bölümü geceye ertelenmişti demek. Uykum tümüyle dağümıştı. Yılmazer sigara üstüne sigara yakıyordu. Dikilen arkadaşlara yataklann ustüne oturma emri çıktı. Uyumak yasaktı, kim uyursa sarsarak uyandınyordu nöbetçi. Hiç beklemediğim bir zamanda koğuşa giren bir mavi bereli sabah sabah: "Kalk, gidiyonız!" dedi, "Bagla gözierini çabuk!" "Nereye?" dedim. "Sorgiıya!1 "Önce sen beni musluklara götür, ytizümü yıkayayım!" Azem koğuşun kapısından çıkardı beni, uğurlamak için... Bir şeyler söylemek istiyordu. Bir iki koridor geçtik. Bir odaya girerken mavi bereli beni durdurdu. Gözlerimin bağını düzeltti. îçerde sesleri dinliyordu. "Albay içerde!" dedi, "Yüıii!" Nasıl yürüyecektim. Bastığım yeri görmüyordum ki. Elimden tutarak soktu içeri. Kalın bir ses: "Aç, şunun gözierini!" diye bir emir verdi. Cide'de görduğüm hava albayıydı. "Zorluk çıkarmadan anlat!" dedi, "Sorulanlara doğru cevap ver!" Nöbetçi, "Bak amca" dedi, "benim nöbetimde oturabilirsin. Taşköprülü öğretmenler senin yazar olduğunu söylüyorlar. Bizim astsubay Cide'deki evinizi aramış arkadaşlarla. Her.yer kitap gazete... diyorlar. Akhm ermiyor. Bu kadar kitabın var da... Sizi neden getirdiler?.." • ne aşağı ciplerde giden... Gözleri bağlı... Çavuşumuz ne olur, ne olmaz diye çıkarmamıza izin verdiği gozbağlarımızı yeniden bağlatmıştı. Sağ olsun turist gibi bir yolculuk etmiştik, iki yanımıza baka baka... Kentin ortasında büyükçe bir binanın bahçesinde durduk. Bir yazıcı teslim aldığı kişilerin adlarını yazıyordu, bahçeye attığı bir masada. Yarı gorür, yan görmez beni de diktiler karşısına: "Adın, soyadın, babanın adı, doğduğun yer... Doğduğun tarih?.." Kaç yuz kez sorduklan, bir turlü de öğrenmek istemedikleri yanıtları bir kez daha yineledim. Cide, 1911... Bir Kastamonulu için en aşağılayıcı mefnleket Cide'dir. Buna hıçbir hemşerim hayır diyemez! Ağalarımızın, tuzekmekçiliğinin nedeninde de bu aşağılık duygusu yatar. Şu son yıllara kadar dışarlarda hiçbir Cideli, Cideli olduğunu söyleyemezdi, ya Sinopludur, ya Zonguldaklı.. Bu yüzden ikide bir ağalarımız, belediye başkanlarımız başkaldırmış görünmek için Zonguldak iline geçeriz haaa derler. Hiç korkmasınlar il merkezindeki yöneticilerimiz: Geçemezler! Çıkarları, şu küçümsenen Cide halkının, Cide köylusünun somürülmesindedir. çıkmadı, "arzuhal"imi böylece yazdı deftere. Bu memlekette bizim gibiler tenhalarda menhalarda sosyalist olurlardı, yani bizim gibi gözü bağlı olanlar... Açıkgözler meydanlarda oluyorlar bugunlerde. "Tamam!" dedi, "At şuraya imzanı!" "Nereye?" ' "İşte şutaya!" İnebolu'dan hızla geçiyoruz Yol arkadaşım Halkevi başkanı öğretmen Tuğtepe"nin bütün varsaytmlanna karşın bizi lnebolu Ağır Ceza Mahkemesi'ne teslim etmediler. Komutanlarımızın arabası hızla İnebolu'dan geçti, biz de peşinden... Bir iki meraklı, alçak gönüllülük edip başını bizden yana çevirdi. Beş on jandarmanın arasında iki üç sivil... Görmedikleri manzaralardan değildi bu tür yolculuklar... Kurtuluş Savaşı'nda en önemli bir kapıydı bu kent, Ankara'ya açılan... Kimler gelmiş, kimler geçmişti. Ne komutanlar.. Ne şairler, ne yazarlar... Nazım Hikmet'ler, Vâlâ Nurettin'ler.. Daha sonralan Faruk Nafiz'ler... Gel gelelim, Yusuf Ziya'lar, Orhan Seyfi'ler de bu yoldan Ankara'ya ulaşmayı denemişler... Birçoklan gibi geri çevrilmişler. Küre ilçesine girerken: "Çavuşum!" dedim, "Bizim bir şeyler yememiz gerekecek! Erlerden birine para versek de bize peynir ekmek alsa!" Kısa kollu gömlekle gelenler bile vardı Lise müdürünün arabasındakilerdi bu gelenler. Sonra üçüncü arabadakiler... Gozlerimdeki bağı kaşlarımın ustüne doğru kaldırmıştım. Koğuş geniş mi genişti. Kapının tam karşısındaki köşe, bizden oncekilerin dikildikleri köşe>di. Ranzaların arasında sıkışıp kalmışlardı. Mavi bereli iki er gardiyanlık görevi yapıyor, yeni gelenleri ellerinden tutup onlara dikilecekleri yerleri gösteriyordu. Kimsenin eşya olarak getirdiği bir torbası bile yoktu elinde. Kılık kıyafet bakımından dört mevsimin dördüne de uyum sağlayacak bir giyimdi bizimkiler. Kısa kollu gömleklinin yamnda paltolu, ceketlinin yanında, kazaklı... Evden alınanların çoğu kravatsız, spor giyimliydiler. Kısa bir süre için alındıklarına inanmış olmasalar böyle başıbozukça çıkmazlardı evlerinden... Yönetimin, bu cezaevinde komandoların elinde olduğunu anlaşılıyordu. Konuşmalar dik, sert yüksek sesleydi: Gözü baglı imzalatılmak istenen tutanak "Bunu sen görüyorsun! Sonraaa.. Ne yazdığını okumadan nasıi imzalanm ben.'.." Elimden tuttu: "Şuraya işte!" dedi, "Amma da uzattın haaa!" IJoğru, uzatmıştım. En azdan bize kolaylık gösteren jandarmalar, erler, onbaşım, çavuşum da beni bekliyordu. Bütun bir gece uyumamışlardı. Belki iki gece... Parmağımın ucuyla gözumün bağını sıyırdım: "Hiç olmazsa imza ettiğim yeri göreyim!" dedim. tmzalarken şöyle bir baktım çevreme... Aşağı yukan düşündüğüm gibiydi göriinum. Masanın başında StUECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle