23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/6 1 MART1986 KoşarAdım. CÜNEYT ARCAYÜREK 7 12 EyiüVe Demirel: Askerlerin kafasında bir şey oldugunu seziyorum Tarih, 15 Şubat 1980. Cuma gecesi saat 23.30. Demirel, "Askerlerin kafasında bir şey var, bir şey yapmak var. Bu parlamento askerlere kendini fesheltirecek. Samimi söylüyorum, feshettirecek!.." dedi. AP önderi, özellikle askerlerin üzerine gittiği 1402 sayılı sıkıyönetim yasasının kimi maddelerine komutanların yetkileriyle ilgili ekler yapan tasarının bir türlü Meclisten çıkmamasından yakınıyordu. Daha doğrusu bu kaygılar, tasarının giderek gecikmesinden, muhalefetin engellemeleriyle yasalaşmamasından doğuyordu, hemen her gün görüştüğü askerlerin kafasında bir 'şey' oldugunu söylüyordu. "Elbette" dedi Demirel o gece, "kesin bir şey bilmiyorum, ancak kafalannda bir şeyler oldugunu sezinliyonım... Ne olabilir? Bilemiyorum. Cumhurbaşkanlıgı seçimi kilittir. Bu seçim gecikirse... Çok şey olabilir..." O sırada bir "müdahale" beklemiyordu belki de. Askerlerin kimi istekler sıralamasından yola çıkıyor. Meclisteki direnmeler karşısında kafalarda bir 'şeyler' olabileceği kuşkusunu dile getiriyordu. Başbakan, "Askerler, paıiiler birleşsin diyorlar. Başta anayasa degisikliginin saglanmasını, ardından bir secim yasası getirilmesini, yargının düzenlenmesini istiyorlar. 'Bu rezalet böyle gitmez' diyorlar. Sorunlan çözün diyorlar..." diyordu. "Nasıl birleşeceğız diye sorunca, bu ikilemleri, demokratik kuralları anımsatınca ne diyorlar, bir 'formül' gösteriyorlar mı?" diye sordum Demirel'e: Demirel ise son konuşmamızda, "askerlerin cumhurbaskam seçiminden sonra ne yapacağını kestiremediğini" söylemeyi sürdürüyordu. "Bütün bunlar sezgi. Rahatsızlar. Ve bu rahatsızlıklar tamamen yargıdan geliyor. Başaramıyorlar ve suçu üzerine atacaklan bir yer anyorlar. Tabii, bu parlamento da her gün ellerine bir gerekçe veriyor.." diyordu. Bu konuşma 1985 yılında yapılmadı, günü gününe söyleyelim: 26 Şubat 1980, salı günü. Yasalar çıkmayınca, başbakan "Bu parlamento kendini feshettirecek" diyordu Demirel, o gün, "Rahatsızlıkların baş nedeni" olarak gösterilen yargı konusuna değiniyordu: "Ellerinde 12 bin dosya var, ancak 3 binlnl bitirebilmişler. Her gün ortalama 79 dosya geliyor. Ancak 67'si çıkabillyor. Bundan son derece şikflyetçiler... ... Bir anayasa degişikliginde isledikleıi en önemli unsur, yargı ile ilgili maddelerdir. BugUn Adana'da iki er vuruldu, bu olaylara çok bozuluyorlar... ... Bir de seçim yasasının düzeltilmesi, küçük partilerin dışarda bırakılması... Korutürk, o günlerde Demirel'in deylmlyle "Gün sayan bir Cumhurbafkanı"ydı. Askerimüdahaleye karşı olan Korutürk'ten sonra TBMM bir cumhurbaskam seçmeyi basaramadı. legimiz bu olabilir. Ama demokratik yoldan..." "Cumhurbaşkanınırı görev süresini uzatmak söz konusu mu?" "Cumhurbaşkanının süresinin uzatılmasmdan yana degiliz. Biz, şu ya da bu kişi olsun da demiyoruz. Adaylar ortaya çıkıyor zaten. Bizden birisi, içimizden biri olsun diye bir şey de yok. Adaylar orta yerde, bunlar arasından sivri tarafları olmayan' birisini secerler. I ıırlar başlıyor, görecegiz. Bizim cumhurbaşkanı seçimine müdahalemiz bahse konu değil..." Ulusu Amiral, parti önderlerini amaçlayarak, "Bu ikisi, birinin ak dedigine digeri kara der..." diyordu. "Fakat" diye asıl öğrenmek istediğim konuya geçtim. "Amiralim, ordunun yönetime müdahale edeceğinden ısrarla söz ediliyor?.." Ulusu, "Orduda müdahale fikri yok. Ama çok önemli bir memleket meselesi çıkar, o zaman başka. Şimdilik orduda müdahale diye bir düşiince yok. Memleketin başı önemli bir belaya girerse o zaman başka..." Vlusu: Orduda müdahale fikri yok. Ama çok önemli bir memleket meselesi çıkar, o zaman başka. Şimdilik orduda müdahale diyes bir düşünce yok. Memleketin başı önemli bir belaya girerse o zaman başka... ... Cumhurbaskam seçimine karışmayacaklar ilk başlarda. Bekleyecekler birinin seçilmesini... Askerin müdahale etmeslnl önlemenin çaresi secim. Cumhurbaskam seçiminden sonra seçim kararı alabilirsek!.. Çok kolaylaşır işler. Müdahale olmaz. Ben seçim sozünü niye ortaya attım, işte bu yüzden... ... Bizim işleri durduran iki şey oldu: "Birincisi uyarı mektubu. tkincisi gün sayan bir cumhurbaskam. Yoksa daha iyi giderdik. Eğer köşkte seçim sonunda askere uyan bir kişi olursa, işin içinden hiç çıkamayız..." Bir düğümün içindeydik. Şimdi sorunlann tepesinde cumhurbaskam seçimi görünüyordu: "Cumhurbaskam seçimi 6 nisana dek bitmezse?" Demirel, "Biter!" dedi. Hesabı neydi, anlayamadım. Daha öteye gidiyor, "MSP adam olsa, bu işi bir anda bitiririz" diyordu. Bir çıkış yolu anyor sanısına kapıldım. "Bütün bu konuşmalar yüksek sesle düşünmek..." dedi. Artık, ordu, basın, kulis, hatta sokak "yttksek sesle" düşünüyordu!.. Demirel: Kesin bir şey bilmiyorum, ancak askerlerin kafalannda bir şeyler oldugunu sezinliyorum. Ne olabilir? Bilemiyorum. Cumhurbaşkanlıgı kilittir. Bu seçim gecikirse çok şey olabilir. "... 'Birleşin' diyorlar, bir formül göstermiyorlar. Ama 'birieşmede' ısrar ediyorlar..." dedi. "Bunları Bülent Ecevit'e söylediniz mi? "An canım kardeşim, nasıl söyleyeyim. Söyledigimln hemen arkasından çıkar ortaya, 'Hiikiimet askerlerle blze baskı yapıyor' diye konuşmanın tümünii 'ifşa' eder..." Demirel, birkaç kez ağzı yandığı için yoğurdu üfleyerek yiyordu, ama bu gidiş o gidişti ki, günü gelecek canımız yanacaktı. Hep birlikte. Gülmeye başladı Demirel: "Bizim Oğuz Aygun gitmiş Ecevit'e. Hemen açıkladı. Aygiin konuşmada sol oyları sizde, sag oylan bizde toparlayacak bir diizenleme yapalım, demiş galiba. Ad vermeden Ecevit bunları hemen açıkladı..." Oysa Demirel'e göre, "Aygün'ün Ecevit'le oldukça eskiye dayanan yakın ilişkisi vardı." Ecevit, AP'den kopan ll'lerle hükümet kurmaya çalıştığı dönemde, Oğuz Aygün'ün muayenehanesine gitmişti. "Askerler ne yapabilirler, nasıl yapabilirler bir 'şeyi'?" "Sezilen şu: Parlamentoyu kapayacaklar" diye yanıt verdi Demirel. Parlamentonun kapanması başa gelebilecek en büyük felaketti Demirel için. 12 Martta parlamentonun kapatılmamasını sevinçle karşılamış, 'darbenin ağırlığından sıyrılmaya' Meclisin açık kalması neden olmuştu. Çünkü Demirel'e göre, parlamento kapatılmazsa gelen buhranı siyasal düzeylerde, ortamlarda çözebilme olanağı vardı. Fakat, parlamento kapatılırsa, bırakalım si Demlrel, parlamentonun kapanmasma ya da 12 Mart modeli hükümetlertn önerllmestne karşı "savaşırtm" diyordu. Kuşkusuz Dtmirel'in kendine öıgü "savaşma" yöntemleri vardı. Demirel'den bazı anılar Jtibya ilmi ve sorumluhıklar Kimi zaman, bir yazgıyı, anımsadığı bir anı ile süslerdi Demirel. Yurt düzeyinde anarşinin illere dağılış oranını söylerken, "Orgeneral Necdet Ünıg, 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı'ydı, anarşi payının tstanbul'da yüzde 35 oldugunu söylediğimizde yüzü asılırdı" diye bir saptama yaptı. Sonra mırıldandı: "... Oysa tabya ilmi, 'Komutan, yaptıklarından değil, yapmadıklarından da sorumludur' der..!' Bu anıyı değerlendirmesini isteyemezdim Demirel'den. Eski Başbakan, "llçelerdeki huzursuzluğun giderilmesi bilirsiniz ki jandarmanın görevidir. Işbaşına geldiğimde, Türkiye'nin 584 ilçesi arasında sadece 25 ilçede anarşi, kargaşa vardı. Jandarma Komutanı Orgeneral Sedat Celasun bana, 'Beyefendi, şubat ayına kadar bu ilçelerdeki eşkıyanın hakkından geleceğiz' diye güvence veren sözler söylüyordu. Kasım ayı sonunda göreve gelmiştim, Şubat 1980'e üç ay gibi kısa bir zaman vardı..!' diyordu. Bu örneği, anarşiye karşı savaşımı kazanacağına inanan bir insarun vereceği "küçük" bir kanıt olarak söylüyordu. TSK'de "en küçük tereddüt görmediğinin" küçük bir örneğiydi bu anı. Ulusu: Cumhurbaşkam'mn süresinin uzatılmasmdan yana değiliz. Şu ya da bu kişi olsun diye bir şey de yok. Bizden birisi, içimizden biri olsnn diye bir şey de yok. yasal olaylara yön vermeyi, en basiti halkın başı sıkıştıkça gidip başvuracağı, halkın dili olan kurum da ortadan kalkıyordu. "Bir başka söylenti var" dedim, "otuz kişilik bir 'komite' aracılığıyla yöneteceklermiş." "Evet bu şekilde söylentiler var, ama ne yapacaklan kesinlikle belli değil..." dedi. Konu, ister istemez CHP AP hükümetine yöneldi. Ortada kimi adlar oldugunu söyledim. Ecevit ile Demirel'in bu hükümete başbakan olamayacağı hesaplamyordu, öyleyse Feyzioğlu, Turan Güneş gibi adlar güçlenebilirdi. Demirel, "Olabilir bu isimler, ama hiçbiri olamaz" dedi. Kişiliklerine karşı çıkmıyordu öne sürülen adların, ancak kendince kimi yargıları olduğu için bu adların başbakan olacağı bir hükümet düşünemiyordu. "Bakarsınız askerler bu adlardan birihi başbakan olarak ister ler, öne sürerler, ya da dışardan birini isterler, o zaman ne yapacaksınız?" diye sordum Demirel'e: "Savaşınm" dedi: 12 Mart darbesinden sonraküere benzeyen hükümet modellerine asla rıza göstermeyecekti. Sözü gene Çankaya'ya getirdi: "Bak, bugün 'gün sayan bir cumhurbaşkam' var, bir komutanı degiştiremlyorsun" diye başladı: "Mesela, Ankara'daki komutan TÖBDER'in de, DİSK'in de hamisi gibi hareket ediyor, fakat değiştiremiyorsun..." "Yani görevi sona ererken bir problem çıkmasını istemiyor mu Korutürk?" "...Evet" dedi Demirel, "son derece mütereddit ve çeklngen." "Her sabah gazeteleri görünce?.." "Kuşkular içine giriyor. BugUn göriiştttk, yine öyleydi. KenÜlkedeki anarşi hareketlerinln giderek tırmanması, Cumhurbaşkanlığı seçlminin kitlenmesi ve Meclis Vn çalışamaz duruma gelmesi sonucu 12 Eylül'de duruma müdahale eden ordu, yönetime el koydu. 12 Eylül öncesi kurumlann ve kişilerin sorumlulukları ise hulu temel tartışma konuları arasında. Fotoğrafta 19 Mayıs 1981 'de Devlet Başkanı Kenan Evren ve MCK üyeleri Samsun 'da. 12 Eylül sonrası 1402 çok değişmedi Demirel: 1971 'den örnek verdiği zaman komutanlar alınganlık gösterdi. Oysa ben Silahlı Kuvvetler'in aynı gUçte oldugunu belirtmek, hatta bugün elinde daha çok yetki oldugunu vurgulamak için yapardım, yoksa bugünle kıyaslamak için değil. "197173'teki anarşiyi bastırma çabaları neden 1980 öncesi geçerli olmadı?" diye soracak oldum. Soru, belki de bir başka yarayı deşmişti: "Geçmişteki bu örneği komutanlara söylediğim zaman alınganlık gösterirlerdi. 'Yani biz, 197173'teki komutanlar kadar iyi komutan değil miyiz' gibi dokundurmalar yaparlardı. Oysa ben, o dönemde başarılı olan Silahlı Kuvvetler'le, 1980 öncesi Silahlı Kuvvetleri'nin aynı güçte oldugunu ifade etmek, bugün, o günkü Silahlı Kuvvetlerin elindekinden daha fazla yetki ve imkân oldugunu belirtmek, anarşinin hakkından mutlaka gelinmesini söylemek, öyleyse bu kez de başarılı olmamız gerektiğini vurgulamak için geçmişe dönerdim. Geçmişle bugün arasında bir kıyaslama yapmak değildi amacım" Anarşiyle ilgili, Ecevit HükUmeti döneminde hazırlanıp Meclisten geçmeyen tasarılar, ele alındı. 1980 bütçe öncesi ve sonrası çıkarıldı, yasalaştı. 1985'te: "Askerlere bu tasarıları Meclisten geçireceğime söz vermiştim, tasarılar yasalaştı.. diyen Demirel sürdürdü: "... Ne çare ki..." dedi, "Nisan ayında askerler yeni yasalar istediler..'r "Ünlü 1402 sayılı yasa da bunlar arasında mıydı?" "Evet" diye doğruladı Demirel. "Hani şu, 12 Eylül öncesi ve hele sonrası sıkıyönetim komutanlarının yetkileri bir türlü arttırılmadı diye büyük gürültüler koparan yasa değil miydi bu?" "Evet" diye doğruladı Demirel. "Ama, 12 Eylül'den sonra bu yasa istekler doğrultusunda değiştirildi galiba?" "Evet" diye doğruladı Demirel. "Ehh, doğrusu birisi yapmazsa öteki yapar değil mi?" "Hayır" diye karşı çıktı Demirel. "Ne demek hayır?" diye sordum. "Hayır, çünkü" dedi Demirel, "... 12 Eylül'den önceki yasayla 12 Eyliil'den sonra çıkarılan yasa arasında buyuk farklar yoktur, bir ölçüde gozaltına alınma sureleri bir yukseltilmiş, bir indirilmiş, ya da birkaç ek daha yapılmış işte o kadar..." 12 Eylül öncesi 1402 ile, sonraki 1402 incelenmeye değerdi. "Yetki sorunu" baştan sona ilginç bir öykü olabilirdi. Daha sonra, yeri geldiğinde... Yapacaktım bu irdelemeyi. Değişmeyen bir kural 12 Eylül'de de işledt Geçmişi kötüleme genelgesi leme şekli ile mekani/asyon dunımu gibi huüuslarla, daire ve kunımun özellik arz eden diger dummları. c. Belirtilecek kanunsuzluk ve aksaklıklarla birlikte idarenin yeniden düzenlenmesinde yardımcı olacak öneri ve fikirler. Dosyaya konacak ömekler, 12 Eylül harekatının gerekliligine ilişkin örnekleri de kapsayacaktu. 2. DenizciUk Bankası Deniz Nakliyat Genel Müdürlügü, Denizcilik Bankası Genel Müdüriügü, THY Genel Müdüriügü, Devlet Hava Meydanları Işletmesi Genel MüdUriügü, lstanbul Belediyesi baglıları için bu raporlar önceden alınmış olduğundan yeniden istenmemektedir. 3. Raporların, üçer nüsha olarak tanzim edilerek, 15 Aralık 1980 günü Başbakanlıkta bulundurulmagını rica ederim. Bülend ULUSU Başbakan Bilgi: 1. Genelkurmay Başkanlıgı 2. MGK Genel Sekreterligi 3. Genelkurmay SYNT. As.Hiz.Koor.Bşk.lıgı" "tvedi" ve içeriğinin "saklı" tutulması istemiyle giden bu genelgeye bakanlıklardan "üçer nüsha" hangi yanıtların, raporların geldiğini bilebilmek olanaksız. Bilinen bir gerçek ortada: Kural hiç değişmiyordu! "Eskiyi kötüleyerek yeniyi güçlendirmek ve Mbra' ettirmek." Demlrel: Ah canım kardeşim, Ecevit'e nasıl söyleyeyim. Söylediğimin hemen arkasından çıkar, ortaya 'Hükümet askerlerle bize baskı yapıyor' diye konuşmanın tümünü 'ifşa' eder. disine devleti bir kez daha anlattım..." Demirel'e "Yalnız bir durum var..." dedim. Sorarcasına baktı: "Bu sabah Ali Baransel aradı beni. Burası yani Çankayamektup unutuldu, diye düşünüyor. Parti liderlerini mi toplasın, yoksa ne yapsın diye hesaplıyor, gitmeden 'son bir görev' daha yapmak istiyor Cumhurbaşkanı, dedi. Parti liderlerini toplasa ne olacak, gene aynı sözler söylenip dağılacaklar, dedim Ali Baransel'e... 'Peki ne yapsın?' diye sordu. 'Gitsin, Meclis başkanlarını ziyaret etsin, çıkarken Meclis binasını arka fona alıp demokrasiye baglılıgı anlatan, kimi çevrelere seslenen bir şeyler söylesin' dedim." Demirel, "Çok ilginç" dedi. Söylentiler artınca araştırdım. Var mıydı 'bir şey', yok muydu? Deniz Kuyvetleri Komutanı Bülend Ulusu'yu aradım. Toplantıdaydı. Emir Subayı Albay Çetiner toplantıdan sonra arayacaklarını söyledi, bekledim. 25 şubat pazartesi gunüydü. Saat 18.00 sıralarında Albay Çetiner o her zamanki nazik, içten tutumuyla aradı ve.. Ulusu Amirale bağladı. Konuştuğumuz her zaman özenli tutumunu, sevgisini esirge. meyen Oramıral Ulusu'ya, "Silahlı Kuvvetleıie ilgili pek çok söylenti dolaştığı için aramak zorunda kaldıgımı" söyledim. "Gelen giden, bir süru iş arasında bir türlü konuşmak imkfinı olmadı, hiç degilse telefonda goruşelim" dedi. Teşekkür ettim. "Sayın Oramiralim, dedim, "Ordunun bir anayasa değişikliği istediği yaygın. Yeni seçilecek cumhurbaskanına TBMM'nin yetkilerinin verilmesi, bir anayasanın bu arada hazırlanması, referanduma gidilmesi, ülkenin de bir süre kararnamelerle yönetilmesi isteniliyormuş... öyle diyorlar!.." Ulusu, duraksamaksızın yanıtladı: "Cüneytçigim," diye başladı, "eger demokratik yoldan partiler bunu yapmayı başarabilirierse çok iyi, yapsınlar. Bizim di 12 Mart 1971 darbesini irdeleyen "Çankaya'ya Giden Yol" kitabında, asker desteğinde gelen Nihat Erim yönetiminin başarısızlıklarını örtmek için "eskinin hatalannı" piyasaya sürmeyi planladığına; hatta bu yönlendirmeyi hükümete emekli ve rahmetli Orgeneral Faruk Gürler'in salık verdiğine değinmiştik. "Eskiyi kötüleyerek yeniyi güçlendirmek" kuraü hiçbir zaman, hiçbir dönemde değişmeyecekti. İşte örneği! 20 Kasım 1980 günü, 12 Eylül harekâtından iki ay on gün sonra, askeri yönetimin Başbakanı Bülend Ulusu imzasıyla bakanlıklara bir genelge gönderildi. örneğin, Taıım ve Orman Bakanlığı'na 24/00104 sayı ile giden, konusunu "aksaklıklar hakkında rapor düzenlenmesi" olarak saptayan bu genelgede şöyle deniliyordu: "... Bakanlıklar, 12 Eylül 1980'den evvelki devreye ait, kendi kuruluşları ve baglüıklan ile ilgili tespit ettikleri yolsuzluk ve kötü idare örneklerini açıklayan ve aşagıdaki hususlan da kapsayan araştırma ve inrelemeye müstenit birer rapor tanzim edeceklerdir. a. Bugüne kadarki idarenin yaptıgı haksızlık ve yolsuzluklar, bu konuda verilecek bilgi, yazdı vesika, fotograf, çekilen filmler, basın ve halka intikal ettirileceginden bu amacı saglayacak nitelikte olacaktır. b. Idarede ve kurumlarda, planlama faaliyetleri, teşkllatlandırma durum ve eksiklikleri ve ihalelerin, genelge ve yönetmelik ihtiyaçları, emir ve talimatlar ile personelin nasıl yönlendirildigi, faaliyet ve fonksiyonlarının neler oldugu, kontrol ve denet Suçlananlara dava açılabilirdi 12 Eylül'den sonra kamuoyu, "beklentiye" girdi. 12 Eylül 1980 günü, askeri müdahalenin üzerinden dört gün geçtikten sonra Orgeneral Kenan Evren eski siyasetçileri, partileri, yargı organlarını, parlamentoyu açıkça suçlamış, hatta "mahkum" etmişti. 27 Mayıs ve 12 Mart 1971 darbelerinden "ders aldıklarım" söyleyen Evren ve yeni yönetim, bunca suçlamalara karşın "siyasal davalar" açmayacaklarını söylUyordu. Bu davalar açılmalıydı. "Eski" diye nitelenen partilerin önde gidenlerinin tümü bu davalara alınmayabilirdi. Ne var ki, hemen her konuda kötüye gidişin tek nedeni, ülkenin içine düştüğü açmazların gerçek sorumlusu olarak nitelenip suçlanan iki önderin mahkeme önüne çıkarılmalannda sayısız yararlar vardı. Bu yararlar, o gün için değil, gelecek açısından önemliydi. Eğer bu "dava" açılsaydı, 12 Eylül öncesinde sadece hükümetlerin, başbakanların, parti önderlerinin sorumluluklarını öğrenmekle kalmayacak, 12 Eylülle birlikte ve hemen sonra "suçlamakla yetinen" öteki anayasal kuruluşların sorumluluktaki konumlannı da öğrenebilecektik. Elbette, iki büyük parlinin önderi savunularında devletin anayasada yeri olan öteki güçlerinin 12 Eylül öncesi durumlarını, yaptıklarıyla yapmadıklarını ortaya dökecekler, hatta ellerinde bulunan kimi belgeleri de açıklayacaklardı. 12 Eylül öncesi, "tek yanh" anlatılmayacaktı. 12 Eylül öncesi başbakanlardan komutanlara, hükümetten parlamentoya değin uzanan çizgide herkesin yaptığı ile yapmadıkları kesin belgeleriyle ortaya çıkacak, işte o zaman, 12 Eylül öncesini tarafsız gözlemlerle ırdelemek olanağı bulunacaktı. Hâlâ akıllara takılı kalan, Batılı kafalardan söktip atılamayan "kimi sorular" gerçek yönleriyle yanıtlanacaktı. Bu olanağı bulamadığımız için şimdi, bildiklerimizin yani sıra "bilemediklerimizi" araştınp duruyoruz. İster sivil, ister asker olsun, gelecek kuşakların 12 Eylulle ilgili sağlıklı değerlendirmeler yapabilmeleri için karınca kaderince çaba harcıyoruz. Olaylan inceleyenler benzeri çabaları görev gibi benimseseler, kim bilir, belki de Ülkenin gelecekteki yazgısında önemli değişimler sağlanabilir. Bu mantığa bağlı olanların yaptıkları irdelemeleri dün de bugün de karalamaya çalışanlar elbette çıkacak, çıkıyor. Hiç değilse bize anladığımız anlamda özgürlükçü, toplumcu bir anayasa bırakan 27 Mayıs 1960 darbesinin içeriğindeki bütün doğruları arayanları karalayanlar gibi. 12 Mart 1971 darbesinin gelişindeki "reforın nedeninin" hiçbir sonuç vermediğini söyleyenlere, yazanlara kara çalmaya heves edenler gibi. Bu iki darbedeki kudret sahipleri, yıllar geçtikten sonra sağduyunun yanılmaz terazisinde hak ettikleri yeri buldular. Hatta, aralarında örneğin 12 Mart'ın ünlü generali Muhsin Batur gibi bazılan darbeyi, anayasaya aykırı oldugunu bile bile yaptıklarını, anılarında "itiraf ederek yeniden üne kavuştular. Sorumluluk tablosunda bütün kurumlarla ilgili kişiler, yerli yerine konulmadıkça geleceğin aynı olguları önümüze getirmeyeceğine kim, ama kim güvence verebilir?.. Notı Yedi gündür yayımladığımız "12 Eylül'e Koşar Adım" yazı dizisi, "Cüneyt Arcayürek Açıklıyor" kitap dizisinin 9. cildi olan "12 Eylül'e Doğru Koşar Adım" adlı son kitabımn bazı bölümlerinden oluşturuldu. Dizide kısmen yer alan, ya da değinilen o döneme lllşkin bazı önemli belgeler kitapa tam metin olarak yer almaktadır. Cüneyt Arcayürek'in "12 Eylül'e Doğru KoşarAdım" kitabı Bilgi Yayınevi tarafından satışa sunulmuştur. BlTTt
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle