23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 ŞUBAT 1986 CUMHURÎYET/7 Bir semahın peşinde. Fadime Kadın'ın ağıtı birden kesiliyor Çamlıca'dan 'Oğlum bir kır atın üstünde uçup gitti' 2 IŞIL ÖZGENTÜRK Hacı Bektaş'a düşenin vay haline. Muhabbetin, dostluğun böylesine bol, böylesine sular gibi aktığı başka bir yer var mı? Yok. Tann'rıın, Hacı Bektaş Veli'nin ve cümle Haa Bektaşlılann konuğusun sen artık. Burası erenler diyarı, hoşgeldin. Korku fılmlerinden fırlayıp gelen sis, gezgin pazarcıların, yalnız insanlann bannağı kederli Dağ Oteli, ışıksız renksiz Kaman çok gerilerde kaldı, dostluğun, muhabbetin hükmü başladı, Hacı Bektaş'tayız, Ali Baba'nın meyhanesinde. Teypte turnalar semahı çalıyor, Kırşehirli mahalli bir sanatçıdan. "Isterseniz," diyor meyhanenin sahibi "Ruhi Baba'dan bir şeyler çalalım, Feyzullah Çınar'dan, onlar Tann'nın has evlatlan", "Sırayla", diyor masamızdaki Karşımda oturan gencecik sessiz sakin adamın bir ad benzerliği yüzünden tam üç yıl yattığını, yeni sahndığını öğreniyorum, onün yanındaki yaşlı adamın çocuğu ölmüş içerde. Kadınlar başka denli, gelinlerden biri kısır, lakin kocası karısını çok seviyormuş, ben başka kadın istemem diyormuş, ne vanrnş bu kadar inat edecek. Oğullardan biri tam oniki yıldır baba ocağına uğramamış, Almanyalarda burnu büyümüş. Bütün bunlar parça parça türküler arasındaki soluklanmalarda öğrendiklerim. Daha kimbilir neler var? Bir süre sonra kadınlar, kızlar incelikten bir semaha başlıyorlar, anık kimse kendini gizlemiyor, sevgi, kardeşlik, dostluk, barış sofranın başucuna kuruluyor. Hapisteki yakınlara, yitirilen gençliğe, öte yandan bu güzel günü, bu güzel dünyayı yaratana şükranlar sunuluyor. Gece ilerliyor. Amerikalı dostlanmız artık iyice Türkleştiler. Türkçe söyleyip Türkçe gülüyorlar, ev sahipleri beni başka evlere götürrrek için masadan kaldınyorlar, gecenin karanlığında ellerimizde fenerler başka evlere gidiyoruz, geldiğimiz duyulmuş, "çok uzak yoldan gehniş, hiç olmazsa bir çayımızı içsin". demişler. Sıcacık evlere girip çıkıyorum. Kadınlar, kızlar, delikanlılar şenşakrak. Kimi Ankara'yı görmüş, kimi Almanya'yı. Dokuduklan halılara, nakışlara niye bu kadar şaşıyor muşum, bu işler de olmasa koskoca kış nasıl geçermiş? Bir ara seksenlik Cennet kadın kulağıma eğilip fısıldıyor, "Fadime"ye uğramadan gitmeyesin, yaslıdır, az zaman önce oğlu için ağıt okudu, ondan birinci ağıt okuyan yoktur bu civarda. Başımı sallayıp "olur", diyorum. O gece bembeyaz çivit kokan çarşaflarda uyuyoruz, dışarda kar yağıyor. Sabah erkenden kalkıyorum, dışan çıkıyorum. Kar, ayaz yüzümü yalıyor, geceyi, anlatılanlan düşünUyorum, hiç not almadığım aklıma geliyor, karla yüzümü ovuşturduktan sonra kalemi kâğıdı çıkarıp gece anlatılan öykü Emekli ikramiyesi ev almaya yeterdi I m C/ * tercih ederim, ama şu Aydın Güven Gürkan da akıllı insan. Cindoruk ve Söylemezoğlu bize pek yabancı geliyor. Gürkan daha sık televizyona çıksa, kanım daha fazla kaynayacak gibi... Selami Bey anlatıyor: "Şu yol kaç aydır boyle. Kazmayı vurup bırakülar. Şimdi bu yıl bizlerin iistünü başını çamur deryası içinde bıraktıgı yetmiyormuş gibi, bir ayda da ayakkabılanmızın pençesini söküyor." SeIami«Bey, üç ayda 270 bin lira emekli aylığı alıyordu. Dört çocuğunu evlendirmişti. Üstelik altı torunundan ikisi de evlenmiş, onlann çocuklan da evlenme çağına gelmişti. Selami Bey sigara içmiyor, içki kullanmıyordu. İşte bu yüzden dinç ve sağhklı kalmıştı. İlk eşi üç yıl önce vefat edince, "Bu yaşam tek başına çekilmez'* diyerek kendisinden 20 yaş küçük bir hanımla evlenmişti. Oturduğu evi yıllar önce 150 bin lîraya almıştı. Selami Bey yaşam koşullannın gün gün ağırlaştığından şikâyetçiydi. Bir de şu Acıbadem yolundan. Bu kez ben söze giriyorum: Başka şikâyetiniz yok mu? Başını sallıyor... "Olmaz olur mu hiç" diyor. Sonra devam ediyor: Bugün bir emekli, taş çatlasa 1.5 milyon lira ikramiye alır. Eskiden 150 bin lira emekli ik Emekli Selami Bey: Seçim olsa yine Özal'ı HtKMET ÇETİNKAYA İSTANBUL Çamhca Kız Lisesi'nin önünde bekleyen 70 yaşlanndaki sakallı, güleç yüzlü ihtiyar gelip geçen araçlann sıçrattıgı çamurla sanki yıkanmıştı. Lacivert paltosu, ayakkabılan, pantolonu çamur banyosundan nasibini almış, bu yetmiyormuş gibi ak sakallarına da sıçramıştı. Biz yaşlıca beyle sohbeti koyulaştınyoruz. Ben yirmi beş yıl önceki Küçük Çamlıca'yı, Acıbadem'i, Koşu Yolu'nu anlatıyorum; o da bana elli yıl öncesinin Jjmeyhanenin kapısı açılıyor. Genç bir adamla bir kadın giriyor içeri. Kadının başında pul işlemeli beyaz bir yemeni, ayağında çiçekli basmalı şalvar, üstünde entari masaya oturup biralarını ısmarhyorlar. Hacı Bektaşhlardan biri, "bol zamanımız "Bol zamanımız var." Var mı? Bilmiyorum. Bildiğim üç saate yakındır Ali Baba'nın meyhanesinde oturduğumuz. Haa Bektaş'taki ilk muhabbet tezgâhını meyhanede açtık, sonumuz hayrola! Masamız kalabalık, Hacı Bektaşlı dostlardan biri gelip öteki gidiyor. Masamızın üstünde türlü yiyecek, toprak testilerde ev şarabı. En makbul şarap bu. Hafıf, şaraptan çok üzüm suyu lezzetinde. Toprak testiler Küçük Çamlıca'sını, köşklerini, insanlannı çizmeye çalışıyor. İnsan belleği çektiği acıları, sevgiyi, umudu, özlemi elli yıl sonra da olsa sanki dün gibi bir çırpıda ortaya döküveriyor. Yaşamın bunca ağır yükünü omuzlarında taşısa bile... Aslen Samsunlu olan yetmiş yaşındaki emekli memur Selami Gücüyener, bizi pek sevdi. Üstü başı çamur içinde olmasına karşın inatla dolmuş beklemeye başladık. Küçük Çamlıca'dan Kadıköy'e ulaşım zor değildir. Oysa bugün dolmuşlar öyle sık gidip gelmiyor. Çanakkale den f Yumurtalı bomba sever misiniz? ERHAN AKYILDIZ ÇANAKKALE Çanakkale Otogarı'na girdiğimizde öğle üzereydi... Birden başlayan sağanak yağmurdan kaçışan insanlann telaşı sarmıştı otogarı. Islanmamak için saçak altlanndan yavaş yavaş ilerlerken sağ yanımızdaki büfelerin birinden bir ses geldi: "Yumurtalı bomba Lster misin abi?" Sesin geldiği yere döndüğumüzde "Yumurtalı bomba"yı "imal" eden gençle burun buruna geldik. Düz bir metal ızgara üzerine yumurta, hafif katılaşmaya başlayınca üzerine ince ince dilimlenmiş sucuklan yerleştiriyor, bol bol baharat serpiştiriyordu. Bu arada hemen yandaki tost makinesinden çıkardığı, ortasından ikiye kesilmiş yanm ekmeğin içine salça sürüyor, ızgara üzerindeki iyice katılaşan "yuraurtasucok ve baharat" karışımını ekmeğin arasına yerleştirdikten sonra, onun üzerine de ince kaşar dilimleri koyup yeniden tost makinesine sürüyordu. Topu topu 45 dakika süren bu işlemler tamamlanıyor ve ödeyeceğiniz 150 lira karşılığında "yumurtah bomba"nız elinize veriliyordu... Büfeci gence, "Neden yumurtah bomba adını verdiniz buna?" diye soruyoruz... "24 saat bomba gibi tok tutar abi" oluyor yanıtı. Yanmdaki arkadaşı ise, "Midenize bomba düşmüş gibi olur da ondan" diye espri yapıyor... Kıyıdaki motorlardan birinde yaşlı bir balıkçı ağlannı tamir ediyor. Aynı motorda iki üç genç balıkçı daha var... Yaşlı bahkcının adı Cemal Umut. Anlattığına göre 45 yıldır balıkçılık yapıyormuş Çanakkale'de. önce "Konuşmam, konuşsam bir şey degişir mi ki?" diyor. lstanbul'dan geldiğimizi öğrenince anlatmaya başlıyor: "Halimizden şikâyet etsek bir şey degişir mi ki. Geçinemiyoruz desem devlet maaş mı verecek. Şimdiye kadar kaç parti geldi geçti iktidardan. Degişen hiçbir şey yok. 4 çocugum var, ev kira, pahalılık belimizi bükiiyor. Eskiden 100 lirava sokağa çıkabilirdik, şimdi 10 bin lira ile gezilmez oldu. Çanakkale'de 500'den fazla aile balıkçüıkla geçinir. Hiçbir şeyim yoktur. Ayda 5060 bin lira kazandık mı şiikttr diyoruz. Bir balıkçılık kooperatifi kurdular, o da iflas etti..." Balıkçı Cemal'dan ayrılırken son sorumuzu soruyoruz: "Son seçimlerde kime oy vermiştin? "Özal'a vermiştim" diyor duraksamadan, sonra da ekliyor; "Şimdi bir seçim olsa diişünüriiz özal'a oy vermek için. Dogrn diirüst pek rakibi de yok ama, yine de diişünurüz..." Balıkçıdan ayrıhp kıyı boyunca yürüyoruz... Havada martılar uçuşuyor, denizin ustü karabataklarla dolu. 2830 yaşlannda bir genç bir yandan ıslık çalıp, bir yandan da denize ekmek kınntılan atıyor. Atılan ekmek parçalarına pike yapan martılarla, ıslığa doğru yüzen karabatakların görüntüsu enfes... Tamer Çekiş kendisini izlediğimizi göriince, "Karabataklaria martılar ıslıgıma ahşülar, ekmek atacağım diye hemen geliyorlar." deyip kıyı boyundaki restoranlardan birinin sahibi olduğunu söylüyor. Tamer'le sohbetimiz ister istemez hayat pahallıhğı üztüne yoğunlaşıyor. "Benim dükkân Çanakkale'nin en eskı dükkânlanndan biridir. 3035 bin lira ciro yaptım nu öpiip başıma koyuyorum" deyip anlatmaya başlıyor: "Eski dükkânız. Müşterimiz de eski. Veresiye içme devri başladı. Vermezsen kiisüp gelmiyorlar. Bir koli rakı 21 biu 600 lira. radan öğreniyoruz. Bir zamanlann ünlü futbolcusu da dert yüklü: "Futbolu bıraktıktan sonra ortaokul diplomamız yok diye antrenörlük kursuna almadılar bizi. Burada şoförlük yapıyordum. Hanım da hemşire, Simav'a tayini çıktı. Eline 50 bin lira ancak gecer. Arabayı sattık boştayım şimdi Allah'tan, baba dan kalma bir evimiz var da kira vermiyoruz. 19 defa milli ol. mayayım daha iyi, başımı belaya sokma abi." Çanakkale'de sohbet ettiğimiz kişilerden biri de, emekli Orhan Büyttkmirza oldu. Buyükmirza Istanbul Belediyesi'nden emekl olmuş. Aldığı emekli ikramiyesiyle Çanakkale'nin bir köyünden bir arsa satın alıp küçük bir ev yapmış üstüne. 'Nasılsınız' sorumuzu, "Yosun tutmamak için yuvarlanıyoruz işte" diye yanıtlıyor. Konuşması için biraz seçim bir gelsin hele o zaman yapacagımızı biliriz elbet." Yine otogarda\TZ... "Yumurtalı bomba" satan gençle göz göze geliyoruz, büfelerin önünden geçerken... "Nasıl gidiyor bomba satışlan?" sorumuzu, yanındaki esprili arkadaşı yanıtlıyor: "Nasıl olacak abi, Ozal'ın zamlan vatandaşın başına, bizim bombalar da midesine diişiiyor..." 4 5 yıllık balıkçı Cemal Umut: Halimizden şikâyet etsek bir şey değişir mi? Geçinemiyoruz desek, devlet maaş mı verecek? Kaç iktidar geçti değişen hiçbir şey yok. Pahalılık belimizi büküyor. Son seçimde Özal'a vermiştim, şimdi bir seçim olsa düşünürüz özal'a oy vermek için... gerisini sen düşiin. Dün akşam 24 bin lira ciro ile kapattım dükkânı. Saat 12 oldu mu polis gelip 'kapat' diyor dukkânt. F.ğer böyle giderse kilit vurunız dükkâna. Ozal perişan etti abi vatandaşı. Bırak içmeyi abi, kimsenin sokaga çıkacak gücii kalmadı." Tamer'le konuşurken masamıza gelen orta yaşlı biri daha katılıyor sohbetimize. Gelenin eski Galatasaraylı Milli Futbolcu Tank Kutver olduğunu sonyıllannı futbola ver de şimdi de hanımın aldıgı 50 bin liraya kal. adam assubaylıktan aynlmış, iki defa Deniz Gucu'nde oynamış, kursa gidip antrenör oluyor. Bizse futboldan ekmek yiyemiyoruz. Geçenlerde katsayı filan dediler, maaş artacak dediler. Sordum hanıma ne arttı diye, 4 bin lira dedi. tki çocuk var bizde, bu zamla çocuğun birine ayakkabı bile alamazsın. ANAP'a oy verdik seçimlerde. Yeni bir seçimde ne mi yapanm? Hiç konuş sıkıştınnca da "Bir dokun, bin ah dinle kâseyi fagfurdan" deyip, anlatmaya başlıyor: "Dört bin lira maaş alırdım emekli oldugum zaman. Şimdi maaşım 50 bin lira. Eskiden bir arkadaşımla bir lokantaya gidip bir iki tek rakı içip sohbet edebilirdik, şimdi degil içki içmek öniinden biie gecemiyonız lokantalann. Memur, işçi nasıl kira veriyor, aklım almıyor. 5060 bin lira kira verecek ortadirek göremiyorura ben. Ben size birşey soyleyeyim mi, insanoglunun duydugu ilk his, açlık hissidir. Daha sonra zevk almak hissi ile mantık gelir. Biz açlık hissimizi gideremedik ki hayattan zevk alalım. Mantıklı diişünmek en son iş. tstersen politika hiç konuşmayalım. Bir oyumuz var, Şevket Erdoğan ve ailesinin geleneği Seyrani'den, Ruhsati'den, Pir Sultan'dan okunan flirler, MahzunVden, Kılıç Ali'dentürküler ve herbiri uzun biröyküyüanlatan dosiluklarla yoğrulmuş. art arda boşalıyor, çok geçmeden ev şarabının neden makbul olduğunu anhyorum, dostluğa, kardeşliğe, türkülere çağınyor insanı. Amerikalı dostlanmız şaşkın. Türkülerle allak bullak oluyorlar, dostluğun ölçusünü kavramalan çok zor. Türkiye, iki yüz kilometre arayla şaşırtıyor onlan, Kaman'dan sonra Hacı Bektaş. İki ayrı iklim, iki ayrı dünya. "İşte bu nedenden çok zengin bir iilkeyiz biz", diyorum, "her an bir başka zamandayız. Az iş mi bu?". Meyhane kalabalık. Duvarlarda birbirinden güzel sanatçı ellerinden çıkmış toprak kabartmalar, yağh boya tablolar. Toprak kabartmaları kimin yaptığını öğrenmek istiyorum, "bizim buralarda herkes yapar", diyorlar. "Bunlar Hasan'ın, şimdi buralarda yok, elleri hiç boş durmaz onun. Mutlaka bir şeyler yapar." Çok sonraları bu güzel kabartmaları yapan Hasan'ın bir bozkır mapushanesınde bulunduğunu öğreneceğim, daha pek çok şey öğreneceğim, acı ve keder şimdilik sohbetimizin dışında. Duvardaki kabartmalara yakından bakıyorum, kimi Hacı Bektaş'a, kimi genç güzel bir kadına ait. Hepsinde bir garip şiir... Derken meyhanenin kapısı açıliyor, genç bir adamla genç bir kadın içeri giriyor. Kadının başında pul işlemeli beyaz bir yemeni, ayağında çiçekli basmadan şalvar, üstünde entari, bir masaya oturup biralarını ısmarhyorlar. Bıraları geliyor, sakin sakın içiyorlar, az sonra yemekleri geliyor, birer bira daha söylüyorlar, benim onlara dikkatle baktığımı gören genç bir Hacı Bektaşlı "Şaşırdınız mı?" diye soruyor, "Bizim buralarda kaç göç yoktur, hepimiz tianımlanmızla gelir yemek yeriz." Duvardaki toprak heykelciklerin, teypteki semahların, ev şarabının, Hacı Bektaş'tan, Seyrani'den, Ruhsati'den okunan şiirlerin etkisiyle de olacak her şey olağanüstü hoşuma gidiyor, en çok da kocasıyla kadeh tokuşturan başı yemenili kadının göriintüsü, üstelik kadına benden başka bakan eden de yok. Amerikalı profesör dostumuz gördüklerinden olağanüstü etkilenmiş, "Dionisos şenlikleri mutlaka Anadolu'dan, bunüardan başlamıştır," diyor. Başımı sallayıp, "belki", diyorum. Bir tuhaf diyardayız. Bir başka kültürde... Karaburun köyüne vardığımızda geceydi. Köy yerinde evlerin dışında ışık yok. Karların arasında düşe kalka Şevket Erdoğan'ın evini buluyoruz. Bu gece onun konuğuyuz. Kadınlar kapıda karşılıyor bizi. Hatice Ana ve iki gelini. Hatice Ana'ya neden ana dediğimi sonraları çok düşündum. Benimle yaşıt, ama kapıda gelinleri, oğulları, torunlan arasında öyle bir duruşu vardı ki, onu kendime akran belleyemedim. Şevket Erdoğan'ın evi büyük, kocaman odaları sıcacık ısıtılmış. lnanılmaz zenginlikte bir sofra karşılıyor bizi. Muhabbet hemen başlıyor, gene semahlar, türküler, Seyrani'den, Pir Sultan'dan şiirler. Sofra hizmeti tamamlandıktan sonra evin hanımı da geliyor aramıza, sonra gelinler, torunlar. Şevket Erdoğan hoşnut, evine yabancı konuk gelmesine seviniyor, hizmette kusur istemiyor, söz sözü açıyor. Sofrada tam otuz kişiyiz, her birinin ayrı bir hikâyesi var. Şevket Ağa kan davasından yedi yıl içerde yatmış, şimdi iki yeğeni siyasal nedenlerle içerde, zaten çevremdekilerin ya kendileri bir süre içerde yatmış ya da en yakınlarından bir iki kişi. leri yazmaya çalışıyorum, şair Zeki Bey'in öyküsüne ne çok gülmüştük. Bu Zeki Bey Hacı Bektaşlı. Tek derdi şiir yazmak ama Zeki beyin yazdığı şiirleri kimseler beğenmiyor, yılar mı Zeki Bey hemen bir yolunu buluyor, mümkünü yok şiirlerini insanlara okuyacak. Başlıyor gazete dağıtmaya, öyle kapının altından atmak Tılan yok gazeteyi, kapıları açılana dek çalıyor, sonunda kapıyı açan ev sahibine de mutlaka bir dize okuduktan sonra veriyor gazetesini, önce şiir sonra gazete. En çok da deniz ustüne yazarmış şiirlerini, şöyle, Deniz gibi senin gözlerin deniz gibi sarsan beni. İş bu ya, Zeki Bey ömründe deniz görmemiş... Yıllar geçmiş günün birinde âşık olmuş Zeki Bey, o günden sonra şiir yaşmamış. lçim ısınıyor Zeki Bey'in hikâyesini yazarken, az zamanım var, Fadime kadına gideceğim, buralarda en birinci ağıt yakan kadınına, yola çıkıyorum. AGITLAR BAŞLAMASIN Fadime kadın benimle görüşmek istemiyor. Bir yanhşhk olmuş, ona, "Bazı insanlar senin agıtlannı teybe alacaklar", denmiş , Fadime kadın da yok demiş. Yerden göğe haklı. O hakh ya ben de haklıyım. İki saat bekledikten sonra gidip kapısını çalıyorum, kapıyı usulca aralayıp bakıyor, "bak", diyorum, "teybim filan yok. Bir kadın başıma gelen benim." Ka ramiyesiyle bir ev alırdın. Şimdi \S milyon lira ile Beyoglu'na çıkamazsın... Ben lafı değiştiriyorum: Televizyon izliyor musunuz? Izliyorum elbet... En beğendiğim dizi Köle lzovra (tsaura). Çok hoşuma gidiyor. Hiç bitsin istemiyorum. Son genel seçimlerde hangi partiye oy verdiniz? ANAP'a... Ya şimdi seçim yapılsa?.. Yine Özal'ı tercih ederim, ama şu Aydın Güven Gürkan da akıllı insan... Neden Özal'ı tercih ediyor sunuz? Vallahi o tercihim değişebilir de. Ancak, Cindoruk olsun, Söylemezoğlu olsun bize pek yabancı geliyor. Ama Gürkan, sık sık televizyona çıksa, kanım daha fazla kaynayacak gibi. Açıkoturumda izledim. Sakin, ağırbaşh, kendinden emin. Yine de fazla tanımıyorum. Şimdilik özal'ı tercih etmemin sebebi bu. Ve bir taksi çeviriyorum. Selami Bey arkaya, ben öne biniyoruz. Şoför biner binmez, "Şu yollan kazdılar, bizi mahvettiler" diyor saati açmadan. Selami Bey, "Gördün mii, şoför bey de benim gibi şikâyetçi" deyip ekliyor: Ama siz de biraz dikkatlf sürseniz de elimiz ayagımız çamura bulanmasa. Şoför: Ama siz yayalar da yolun ortasından yürümeseniz... Eski iskelenin orada iniyorum. Selami Bey'le el sıkışıp ayrıhyoruz. Bir kafeteryadan içeriye giriyorum. Masalar dolu. Dört kişilik bir masada üç kişi oturuyor. İzin isteyip dördüncü iskemleye ' de ben ilişiyorum. Salebimi yudumlarken göz ucuyla masa arkadaşlarıma bakıyorum. İkisi erkek, birisi kadın. lstanbul'da yaşamanın güç olduğunu anlatmaya çalışıyor evli çift. Ev kiralannın çok yüksek olduğundan söz ediyorlar. Biraz arsızhk yaparak söze giriyorum: Bu konuda çok şanslıyım demek. Geçen yaz yakıt hariç 60 bin liraya bir daire buldum. Kadın "Olamaz" diyor, eşi "Neden olmasın" yanıtını veriyor. Kadın: Erenköy'de bodrum katına 150 bin lira kira istediler. Üstelik altı a>lıgı peşin... Soruyorum: Nasıl, aldıgınız maaşla geçinebiliyor musunuz? Evli çift: Zorla ayakta durmaya çalışıyoruz. tkimizin eline ayda 150 bin lira geçiyor. Ev kiramız 70 bin lira. Gerisini siz düşünün. Bir çocugumuz var. Onun okul giderierini bile bazı aylar karşılayamıyoruz. Üçüne siyasal tercihlerini sorduğumda ise şu yanıtı alıyorum: ANAP'a oy vermiştik, ama şimdi seçim olsa SHP ya da DSP'ye veririz... Salebimi içip hesabı istiyorum. Garson, "400 lira" diyor. Kalkıyorum, iskeleye doğru yürüyorum... "Acaba nereye gideyim" diye düşünürken, birden aklıma Karaköy geliyor. Köprüaltında yıllar önce gittiğim bir kahve vardı. Acaba yerinde duruyor mu? Vapura biniyorum... Düzce'den JjM.asamızın üstünde türlü yiyecek, toprak testilerde ev şarabı. En makbul şarap bu. Hafıf, şaraptan çok, üzüm suyu lezzetinde. Çok geçmeden ev şarabının neden makbul olduğunu anhyorum. Dostluğa, kardeşliğe, türkülere çağınyor insanı. pı ardına dek açıhyor, içeri giriyorum, odanın baş köşesine oturtuyor beni, "an", diyor, "Benim yaptıgı yapılır mı, tann misafiri bekletilir mi?" Hiç sesimi çıkarmıyorum. Bir tepsi dolusu meyveyi zorla yedirmeye çalışıyor bana, keşke Dir başka zamanda olsaymış, şimdi yaralıymış, oğlunu iki ay önce kendi indirmiş tavandan, bilmezmiş neden kendini astığını ya\rucağın, bilmezmiş, oysa taş ustası babaları öldükten sonra o büyütmüş, bakmış oğullarına, buralann en birinci ahçısıymış, onsuz düğün dernek olmazmış, aynı zaman da en birinci ağıtçısıymış, lâkin ağıt tutamaz olmuş artık, ah neden asmış kendini yavrucağı, daha da onyedisinde, okulun da birincisi, ah bir bilseymiş neden yaptığını... Söyleyecek hiçbir teselli sözu bulamıyorum, o sustukça bir sessizlik, bir ıssızlık çöküyor odaya, kapı vuruluncaya dek sürüyor sessizlik, komşular gelmiş. Sedirin çevresinde şimdi on, onbeş kadın. Hepsi suskun, hepsi birşeyler bekliyor sanki. Fadime kadın tek tek bakıyor hepsıne ve uzun tyr ağıda başlıyor. Saatler geçıyor ağıt bitmıyor, gece oluyor Fadime kadın ansızın kesiyor ağıdını, pencereye gidiyor, uzakta bir yerleri gösterip, "gördiin miı?" diye soruyor, "Oglum bir kır atın üstünde uçup gitti." Mavi Marlboro ve çablıklar... DENtZ SOM DÜZCE Yola çıkanlar için Düzce hep bir mola yeri olmuştur. Düzce'den gelip geçilir de içine girilmez. Çok kişi için Düzce hakkında bilinen E5'in iki yanına dizilmiş lokantalar ve oto tamircileridir. Bir de fazla camisi ve kerestesi olduğu. Oysa çamuru da fazlaymış. Yollan bu denli bozuk bir belde az bulunur. Bolu'da diz boyu kar, Düzce'de diz boyu çasa Lions Kulübü de kurulmuş, Rotary de. Büyük otellerdeki yeni eğlence jackpot oyunu yakında Düzce'ye de geliyor. Yeni açılan Çoban Tur, oyun makinelerinin ithalini tamamlamak üzere'. Sanayi Çarşısı'nda, oto yedek parçası satan bir dükkândayız. Dizel motor tamircisi Mehmet Usta, laflamak için dükkâna geldi. Masanm üzerinde sarı renk Tekel bandrollu Marlboro paketi duruyor.Dükkân sahibi sigageldi, 16 yaşında ya var ya yok. lçim parçalandı. '500 Ura' dedi. Niye 500 dedim: evde ekmek yok' dedi. Valla çok kötii oldum. Eline 3 bin lira verdim, evine git dedim." Mavi bandrollu paketten bir sigara yaktı, "Fakirin işi bitmiş abi", dedi. O ara içeri biri girdi. Bu sözü duyunca, "Hadi ordan", diye itiraz etti, "Allah razı olsun Özal'dan." "Yapma be abi", dedi, Mehmet Usta, "Gariban tabaka, ölsek aç ölecegiz, diye düşünüyor." "Boş ver gariban tabakayı şimdi" dedi, Unal Abi, "Benim oyum yine Özal'a. İyi yapıyor adam." Ünal Abi sorarak konuştu: "Bizim vergiyi yüzde 25'e diişttrdü mtt? DüşUrdü. Yüzde 10 vergi iadesi alacaz mı? Alacaz. Bizim vergi oldu mu yüzde 15? Oldu. Daha ne istiyorsun be?" Mehmet Usta, görüşünde ısrar etti: "Abicim, ben bizim köyün kahvesinde hep yaşlılann yanında otururum. Konuşmam, dinlerim. Çünkü, yaşlıdan maddi yönden zarar gelse bile, manevi yönden zarar gelmez, derim. Onlar, iyi adam dedikleri için oyumu ben de Özal'a vermiştim, ama şimdi gel bizim kahveye de dinle. Allah korusun, yaktı ortalığı diyorlar." Unal abi, "Git be", dedi, "senle konuşulmaz." Mehmet Usta ile Unal abi, gittikten sonra dükkâna bir kamyoncu geldi. Fatura anyormuş, 2 milyonluk falan. Dükkân sahibi, "Yüzde 15", dedi. Kamyoncu razı oldu. Faturaları kimlerin keseceğini söyledi, kamyoncu gitti. "Yüzde 15"i sorunca dükkân sahibi, "Faturayı kesenin alacagı komisyon", dedi. 1 MMizel tamircisi Mehmet Usta: lstanbul'dan dönüyordum. Yolda su dökmek için durdum. Çalıların oraya giderken bir kadın çıktı ortaya, biraz cilve yaptı, sonra bir kadın daha geldi, yüz vermedim. Bu sefer bir kız geldi. mur. 5 yıldır kanalizasyon yapılıyor diye bütün yollar kazılmış, delik deşik bırakılmış. Tek asfalt yol, belediye başkanının evine giden cadde. ANAP'lı başkan Selahattin Olcar, kendi evinin yolunu özel olarak asfaltlatmış. Elinde imkân var tabii. Yollar parasızlıktan yapılmıyor değil. Düzce öylesine zengin bir belde ki, geçen yıl futbol takımının transferine 170 milyon lira harcamışlar. Her zenginin bir cami yaptırması âdetten. Düzce aslında tutucu bir çevre olarak bilinir. Tarikatlar arasında rekabet alabüdiğuıce. Oyra ikram etti, Mehmet Usta geri çevirdi, cebinden kendi sigarasını çıkardı. O da Marlboro. Ama bandrolu sarı değil, mavi. Mehmet Usta, mecbur kalmadıkça san Marlboro içmezmiş. "Şu Tan'ı versene" dedi, bir çırpıda fotoğraflara göz attı, kimi başhklara güldü, bir habere gözü takıldı, okudu ve sonra o haberle ilgili bir anısını anlattı: "lstanburdan dönüyordum. Su dökmek için yolda durdum. Çalılann oraya giderken bir kadın çıktı ortaya, biraz cilve yaptı, sonra bir kadın daha geldi. yüz vermedim. Bu sefer bir kız
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle