Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ğim bir sanatçı hakkındaki duygu ve düşüncelerimi, yarım yamalak öğrendiklerünle karıştırarak okurlanma aktarmaktır" Böyle olduğuna göre, "Dostum Mozart"a, Nadir Nadi'nin özyaşam öyküsünün bir parçası gözüyle bakabiliriz pekâlâ. Ben daha da ileri giderek, bu kitabı, iyi bir romandan aldığım tatla okuduğumu söyleyeceğim. Bunda elbet.Mozirt'ın gerçekten çok ilginç oian yaşamının da büyük etkisi var; ama ben o büyük etki altında bu iki yaşam öyküsünü birlikte izledim. Nitekim Sayın Nadir Nadi de bir yandan Mozart'ı anlatırken, bir yandan da kendi geçmişine dönüşler yaparak, örneğin kitabın nerdeyse ortalarına geldiğimizde, bu kaşutluğu belirginleştiriyor: "Bense tembeldim, sabırsızdım. Sevdiğim bir konçertonun hoşuma giden pasajlannı işJemek varken bu gamlar uzerinde oyalanmak canımı sıkıyordu. Vaşım da yirmiyi geçmişti. Vücut kaslan geItştikten sonra keman gibi bir saz uzerinde ilertemek olanaksızdı. Bunu ilk kez Atatürk'ten duymuştum. Hem o zaman ancak on sekizindeydim. Büyükada Yat KJübü'nde bir vesile ile beni yanına çağıran Atatürk, masada bulunan hanımlardan birinin benim için kemana meraklı demesi üzerine, 'Bak çocuğum, keman çalmak çocuk oyuncağı değildir. Başarı için çok erken başlamak ve yıllarca çalışmak gerekir. Sen geç kalmışsın. Bu işi bıraksan da mütefekkir (düşünür) olmaya baksan daha iyi edersin' demişti," diyerek bu önemli anısını araya katmaktan kendini alamıyor. Yıllar sonra Viyana'ya (birazda Mozart'a kavuşmak için) gittiğinde, Sayın Nadir Nadi, Viyana Flarmoni Orkestrası'nın ikinci kemancısı Müller'le çalışmaya başlar ve bir gün ona, "Peki hocam, ne kadar sürecek bu egzersizler?" diye sorması üzerine şu yanıtı alır: "Ömrün boyunca." Başka bir gün de Viyanalı bir müzisyen dostu, Nadir Nadi'nin kemandan büsbütün umudunu kestirecek bir söz söyleyiverir. Işte bu sıralarda Atatürk, Ankara Konservatuvannın kurulmasına önayak olmaktadır. Bu iş için Viyana'dan Prof. Marx adında bir hoca çağınlmıştır. Nadir Nadi, kitabının bir yerinde, bizdeki müzikle, evrensel müzik arasındaki ayrımı belinmek zorununu duymakla iki çizgide yurüyen romanımn karakteristik özelliğini açıklamaktadır: "Evrensel müzige yabancı kaldıkça, çağdaş uygarlığa ulaşmamız da o ölçüde ertelenecektir. Yalnız müzikte değil, tüm sanatlarda hayatiyetin başlıca belirtisi toplum yaşamını yansıtabilmesi, bir başka deyişle, zaman içinde değişebilmesidir. Bugün Batı müziğinde, Barok öncesi. Barok, Klâsik. Romantik vb. diye birbirinden farklı evreler olduğu bilinir... Şu sıralarda doğumlannın 300. yıldönümlerini kutladığımız Bach. Hândel, Scariaıti gibi bestecilerden bugüne değin kaç kuşak geçmiştir, bir hesaplayın. Biz tek sesli klasik müziğimizle hâlâ Itri'lerde, Dede Efendi'lerde, Hacı Arif Bey'lerde kalakalmışız. Bunu eski ustatlan vermek için yazmıyorum. Onlar Osmanlı müzik tarihindeki şerefli yerlerini konıyorlar. Ama o günden bugüne ne yapnuşız? Bir adım ileri gitmek şöyle dursun, tam tersine gerilemiş. Türk müziği dedigimiz sanat dalını yozlaştırmışız." Bilindiği gibi, Mozart'ın yaşamı, senaryo için, tiyatro için çekici öğeler, ilginç öykülerle doludur; fakat yazanmız, aslı esası olmayan uydurmalar, dedikodular üzerinde durmaya boş verir; onun kitabında ne esrarlı Requiem öyküsü, ne Salieri'nin Mozart'ı zehirlediği masalı, ne de hoppa Constence büyütülür. Çünkü büyük adamın yaşamım söylenlere boğmanın yeri yoktur; bize gereken bir dâhinin nasıl yetişip ölümsüz yapıtlar verdiğini öğrenmektir. Cumhuriyet Türkiyesi'nde yetişmiş bir gencin müziğe merak sarmasının ve bu müzik aracılığı ile 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış bir büyük usta ile dost olmasının öyküsüdür "Dostum Mozart"; burada hem Mozart'ı, hem Nadir Nadi'yi daha yakından tanıyor, bunun yanında iki ayn uygarlığı karşılaştınyor ve Atatürk Türkiye'sinin değişme sürecini bu açıdan izliyorsunuz. Bir solukta okuyup bitirdim "Dostum Mozart"ı, bu büyük adama daha çok yaklaştım, onu daha çok sevdim. Kutlanm Sayın Nadir Nadi'yi. MELİH CEVDET ANDAY Yazıldığmı duyduğumdan beri merak içindeydim, gazetemizde kimi parçalarını okuyunca tahminlerimin doğru çıktığını anladım. Beni düşündüren şu idi: Evrensel müziğin yeni yeni yaygınlık kazanmağa başladığı toplumumuzda Mozart'ı gerçekten merak eden kaç kişi çıkabilir? Tahmin ediyordum ki, "Dostum Mozart", bu büyük adamın yaşam öyküsü yanında yeni Türkiye'nin evrensel müzik yönündeki atılımlarının da bir tarihçesi olacaktır. Gerçekte yeni Türkiye bu alanda bildiğimiz büyük değişikliği yaşamasaydı, belki de Nadir Nadi ile Mozart arasındaki bu dostluk kurulmayacaktı. tçinde kapağı hep kapalı bir piyanodan başka müzikle ilgili bir şey bulunmayan bir ev düşünün, bu evin babası Yunus Nadi, oğlu Nadir'in keman öğrenmesini isteyecek, ona bir keman ve bir öğretmen bulacak ve zoraki müzik öğrencisi çocuk, bir gün Mozart'a çalışırken ruhunun aydınlıkla doluverdiğini duyumsayacak... Böyle bir olay ancak Cumhuriyet'ten sonra çıkabilirdi ortaya. "Şimdi dttşünüyorum da şöyle diyorum: Babsm ülkemizin Batı uygarlığına ayak uydurması gereğine yiirekten inanmış bir politikacı idi. Bin o uygariığa yaklaştıracak, hattfi kavuşturacak yollardan biri de sanattı, müzikti." Batılılığa müzik yolu ile ayak atması istenen bu gencin ilk hocası "Mınkayi Humayun" orkestrası şefi Kemancı Zeki Bey'dir; ondan sonra bir yabancı: Karl Berger. Zeki Bey'le üzerinde çalışılan Batılı müzisyenler Emmerich Kalmann, Franz Lehar gibi opcret ustaları idi; Karl Berger ise yeni öğrencisini Vivaldi ile, Bach'la, Haydn ve Mozart ile tanıştırıyor. Ne önemli bir adım, değil mi? Ve heyecan verici olay a yaklaşıyoruz. Bir gün sibemol majör (K 378) sonat... Işte dostluğun başlangıcı: "Daha ilk notalarda içimi birden bir aydınlık kapladı. O ana degin ömriimde rastlamadığım harika bir şeydi bu. Sonatın bütiin güzelliğini yudum yudum tadıyordura. Sanki tannsal bir dile ilk kez kavuşmuştum." Nadir Nadi'nin okuduğu Galatasaray Lisesi'nde o günlerde klasik Batı müziğine önem veren bir akım var, çok eskiye uzanan bir akım değil, Batı müziğine gönül vermiş üç beş öncü öğretmenin (Ekrem Besim, Akif Tektaş, Muhittin Sadak, sonra Seyfettin ve Sezai Asaf kardeşler) eğitiminde küçük okul konserleri... Ve bir diploma dağmmı töreni nedeni ile verilen konserde Nadir Nadi Mozart'ın "Küçük Bir Gece Müziği" serenadını birinci kemancı olarak başarı ile çalar. Nadir Nadi bey şöyle diyor: "Mozart müziğine delicesine tutulduğum yülarda tstanbul'daki sanal hareketleri pek cılızdı. Özellikle müzik alanı bomboş denecek denli kısırdı. Her mevsim üç beş yabancı ustat dışında hemen kimseyi dinleyemezdik. Bir orkestramız yoktu. Balkan turnesine çıkan virtüozlar buraya uğradıklannda yerli bir piyanistin eşliğinden yararlanmak zorunda idiler. Onun için piyano konçertoian hiç çalınmazdı." tşte yoktan başlamak diye buna denir. Yukarıda "Bu kitap Türkiye'nin evrensel müzik alanındaki atılımlannuı bir tarihçesi olacak" tahmininde bulunduğumu söylememin nedeni anlaşılıyor sanmm. Bir de Mozart'ı ve ondan önce, ondan sonra bir yiğın müzik dahisi yetiştiren Batı çevrelerini düşünün... Türk müziği olarak ancak yeniçeri marşlarını dinlediği sanılan Mozart'ın, aradan aşağı yukarı iki yüzyıl geçtikten sonra Türkiye'de kendine bir dost bulacağını düşünebilmesi olanaksızdı elbet. Nadir Nadi'yi böyle bir kitap yazmağa heveslendiren etmen işte sadece bu dostluktur ve bu kitaba "Doslum Mozart" adının konulması çok yerindedir. Şöyle diyor Sayın Nadir Nadi: "Büyük Mozart uzmanlarının yanı sıra benim bilgim devede kulak kalır. Ama benim amacım bilgiçlik taslamak değil, çok sevdi Bir Dostluk PENCERE Lesotho?.. 24 OCAK 1986 ARADA BİR Prof. Dr. HÜSNÜ A. GÖKSEL Banş Davası, Dilekçe Davası, Doktorlar Davası... Türk aydınının Janzimatla başlayan yüz elli yıllık özgürlük ve insan haklan yürüyüşünde, dar bir geçitten geçerken bıraktığı ayak izleri bunlar. Barış ve Dilekçe Davaları tüm ayrıntılan ile yayımlandı. Dilekçe Davası'na konu olan "Türkiye'de Demokratik Düzene ilişkin Gözlem ve Istemler" başlığı ile Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık'larına sunulan dilekçe, bu dilekçeyi imzalayan 1300 kişinin ad dizelgesi ile birlikte kipatçık olarak bile yayımlandı. Doktorlar Davası konusunda ise kamuoyunun yeterli bilgisi olmadığını sanıyorum. Doktorlar Davası Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi'nin ölüm cezasına karşı olduğunu bildiren bir başvurusu için açıldı. Sulh Hukuk Mahkemesi'nde açılan bu davada Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınıp yerlerine başkalarının getirilmesi öngörülüyor. 43 yılını insan sağlığı ve insanları yaşatma mesleği olan hekimlikte geçiren bir kişi olarak, bu konuda düşündüklerimi açıklamayı zorunlu gördüm. Önce, Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi'nin, mahkeme dosyasında bulunan başvuru yazısım aynen alıyorum: 'Türk Tabipler Birliği Merkez Könseyi 285.1985 tarihinde yaptığı toplantısında, son günlerde kamuoyunda yoğun bir biçimde tartışılan "idam cezaları" konusunu tıp meslek ahlak kurallan açısından incelemiş ve aşağıdaki iki önemli nedenden ötürü hekimlerin ölüm cezasına karşı olduklarının kamuoyuna açıklanmasına ve ölüm cezasının Türk Ceza Yasası'ndan kaldırılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne, hükümete ve Cumhurbaşkanlığı makamına başvurulmasına oybirliği ile karar verilmiştir. 1 İdam bir bakıma, cezadan çok ilkel bir intikam duygusunun tatminidir. Kutsal olan "hayat" kavramına ters düşer. Bu nedenlegelişmişolantoplumlaridam cezasını yasalarından çıkarmaktadır. Hekimlik mesleğinin temel ahlak kurallanndan birincisi insanları yaşatmak olduğuna göre, hekimlerin de hayatı sona erdirecek olan her eyleme karşı olması doğaldır. 2 Yürürlükteki yasalarımız hekimlere, idam cezasının uygulanmasında görev vermektedir. Bu konuyu tartışan meslek kuruluşlannın görüşü bu uygulamanın tıp meslek ahlakına aykın olduğudur. Hekim bir öldürme işleminde yer almamalı ve bir ölüm okjusunun "izin vereni" ve sonucun pasif bir bekleyicisi durumunda olmamalıdır. Dünya Tabipleri Birliği de 1981 yılında toplanan 34. Asamblesinde hekimlerin, ölüm cezasının uygulanmasında görev almalannın meslek ahlakına aykırı olduğu konusunda bir bildiriyi kabul etmiştir. Kan davasının güdülebikjiği bir toplumda yaşayanlar, kültürlerinin baskısı ile idam cezasının savunucusu olabilirler. Türkiye çağdaş uygarlık düzeyinde en ileri aşamada olmaya karariı bir ülke olduğuna göre, milletvekillerimizin geleneksel baskıların etkisinden kurtularak ölüm cezasını yasalarımtzdan çıkarmalannı ve Cumhurbaşkanımızın da bu gelişmeyi desteklemesini diliyoruz ve beklıyoruz." Ben de ölüme karşıyım. İşim bu. Duygularım bu. İnancım bu. Ölüme karşı olduğum kadar öldürmeye, savaşa, işkenceye, insan onurunu kıran, insanı insan değerinden aşağı gören her davranışa da karşıyım. Ölüm cezası kişiyi sadece öldürmek değildir. Ölüm cezası işkencedir. "Karar"dan "İnfaz"a ve "İnfaz"ın başından "Gerçek Ölüm"e, "Biyolojik Ölüm"e kadar suren bir işkenceler zinciridir. İşkence insanlık suçudur. Ölüm cezası da insanlık suçudur. Öldüren için onur kmcıdır. Öldüren için insanlık suçudur. Yargıç, yasa uygulayıcı olarak ölüm cezası vermek zorunda kalabilir. Ama, her infaz toplum için onur kırıcı olmuyor mu? Ölüm cezası üzerine düşüncelerim beni hekim olarak, insan olarak Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi'nin bu konudaki düşünceleri ile aynı çizgide buluşturuyor. Kaldı ki ben bir de Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Onur Kurulu üyesiyim. Buraya, köşemde oturup "ahkâm kesmek" için seçilmedim herhalde. Onur Kurulu'na seçilmiş olmamın bana bir sorumluluk yüklediğinin bilincindeyim. Bu sorumluluk bilinci ile Merkez Konseyi'nin başvurusunu dikkatle okudum. Her sözcüğüne katılıyorum ve altına imzamı atıyorum. Hekim olarak hiçbir suç unsuru görmediğimi belirterek... HAZIRLAYAN OGRETMENOGRENa Lesotho nere, Türkiye nere? İlk bilgiler için kitaplara başvurulur: Başkerrti Maseru. Yüzölçümü 30350 kilometre kare. Nüfus 15 milyon. Yıllık nüfus artışı yüzde 2.5. Çocuk ölümü binde 115. Kişi başına ulusal gelir 550 dolar. Okuryazar oranı yüzde 60. En önemlisi, bu küçük ülke, ırkçı Güney Afrika Cumhuriyeti'nin güdümü altında bir uydu... Güney Afrika Cumhuriyeti'nde egemen ırkçı beyaz azınlık, geçmişte işgücüne (ya da köleye) gereksinmesi olduğu dönemlerde tüm zencileri elinin altında bulundururdu. Aradan zaman geçti, bir arada yaşamasını oğrenen siyahlarda kabile ayrılıklarının sivrilikleri törpülenip beyazlarla eşitlik bilinci ışıma ya başladı. Bu kez egemen beyaz azınlık, toprakları ayınp siyahları kendi bölgelerinde hapsetmeye öncelik tanıdı. Lesotho da, beyazlar eliyle kurulan sahte devletçiklerden birisidir. Sözde bağımsız küçük bir ülkedir. Hem ordu, hem polis görevi yapan 1500 kişilik bir askeri gücü vardır. • Birkaç gün önce bu ülkede General Justin Lekhanya, bir askeri darbe yaptı. Gazeteciler, telekslerinin başına geçip bilgi toplamaya başlaâılar; arşivler açıldı; neydi işin içyüzü? Yeryüzünde öylesine çoğaldı ki devletler, her birinin anhasını minhasını bilmek için kalabalık bir uzmanlar ekibi gerekli değil mi? (Bu gibi durumlarda Türkiye'ye gelen bilgilerin yüzde 99'u ABD ile Batı Avrupa kaynaklıdır.) Ne oluyordu? Birkaç gün sonra durum aydınlandı. Meger devrik Başbakan Jonathan, Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki ırkçı beyaz yönetime karşı radikal bir muhalefete girişmiş. Şu zencıye bakındı siz!.. Şu sözde başbakana şaşmaz mısınız? Kalkmış boyundan büyük işlere girişmiş. üesotho'nun ekonomisi, Güney Afrika Cumhuriyeti ırkçı yönetimine bağlı değil mi? Pretoria (ırkçı yönetimin başkenti) bu kendini bilmeze dersini vermeyecek miydi? Elbet verecekti. Başbakan Jonathan, ırkçılığa karşı savaşan siyah gerillaları ülkesinde koruyup barındırmakla suçlandı ve bu gerekçeyie Lesotho, ekonomik ambargoya alındı. * Ekonomik ambargonun ne demek olduğunu biliriz, değil mi? Vaktiyle acısını tatmadık mı? Ne benzin bulursun, ne mazot; arabalar yürümez olur, traktörler yolda kalır; yağ piyasadan kaybolur. Karaborsa, halka el aman dedirtir. Kimbilir? Daha ayrıntılan belli olmadı; ama, Lesotho halkı belki ekmek bile bulamaz olmuştu. Zavallı halk ne yapsın? Hepsi siyah. ama siyahlık beyazlık bir yerde para etmıyor; halkın bir bölümü bilinçli de olsa; ekmek, yağ, benzin, mazot bulamayan kitlelerin tepkisi yürürlükteki yönetime karşı öfkeye dönüşür. Zaten ekonomik ambargoyu koyan da, halkı çekip çevırip istediği biçime sokmak için bu işi yapar Her neyse, lafı uzatmayalım. Bu gibi durumlarda olanlar Lesotho'da da olmuş; ordunun Başkomutanı Sayın General Lekhanya, askeri darbeyi gerçekleştirmiş. Ohooo... Pretoria, hemen ambargoyu kaldırmış, halk düğün bayram ediyor, sokaklarda dolaşan askerleri bağrına basıyor, olımpiyat şampiyonlan gibi omuzlarında taşıyor, devrik başbakanı barbarlıkla suçluyor. Geldik mı yazımızın sonuna... Pekı, ben bu olayı neden anlattım? Vallahi son yıllarda bana bir şeyler oldu. Bir yazıya başlıyorum, sonunda ne diyeceğimi unutuyorum. Gelin okurlarım yardım edin bana!.. Tanrı aş kına ben bu yazıyı neden yazdım?.. SELIM OZYUKSEL Doktorlar Davası Meslek seçimi ve rehberlik "Tıp fakültelerinden ressam, müzisyen, şair, yazar, sporcu çıkar. Arada bir de doktor çıkar" sözü geçmişte sık söylenirdi. Bir tek, tıp fakültelerinden mühendis çıkaramamışız. Bir yakınım, Istanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni çok yüksek puanla kazanan oğlunun, okuİunu terk ettiğinden yakındı. Baba profesör, anne eğitim görmüş bir insan. Çocuğun okulu terk ediş nedenini sorduğumda, "Ölüleri kesip biçmekten, ölü kemikleri ile uğraşmaktan tikanditini" söylediler. Konuyu biraz daha açtığirruzda, çocuğun orta ve üse öğrenimi süresince ilgi alammn elektrikli ve elektronik araçlar olduğunu, elektronik mühendisi olmak istediğini, anne, baba, büyükbaba ve büyük annenin ise onu doktor olmaya zorladıklannı öğrendim. Bütün aileyi bir karamsarlık sarmıştı. Tıp fakültesini en iyi puanla kazanan genç, neden okulunu bırakmıştı? Bir başka ana baba da tek kızlannın okul seçiminde anlaşmazbğa düşmeleri nedeniyle, kızlannı kazandığı tarih bölümünden bir ay sonra geri aldılar. Şimdi, kız, ana, baba üçü de mutsuz. Bunlar da öğretmen bir aile. Bu tutumlar yüzünden, veteriner fakültesinden çok iyi şairler, ziraat fakültesinden ünlü müzisyenler yetiştiriyoruz. Bu tür yüzlerce birılerce örnek sıralamak olası. UYGUN MESLEK SEÇİMİ Kişi, yaptığı işi, mesleği seviyorsa, o alanda yeteneği de varsa başanlı olma olasıhğı yüksektir. Bu da kişide doyum, kendini gerçekleştirme olanağı ve sonunda mutluluk sağlar. Işinde doyum sağlayan, kendini gerçekleştirme umudunu güçlendiren insanın ruh sağlığı da iyi olur. Uygun meslek seçen, mesleğini uygun calışma ortamında sürdürenler topluma ve giderek insanlığa yararlı, kahcı ürünler verebilirler. Aksi olursa, aksilikler, olumsuzluklar, başansızlıklar, sağlıksız bir yaşam, gerçekleşmemiş özlemler, boşa giden eğitim yılları, eğitim yatınmları, dumura uğratılmış yetenekler ve mutsuzluk olur. MESLEK SEÇtMİNE ETKİ EDEN FAKTORLER Başta ana baba ve aile büyükleri, gençlerin ne olacağına karar vermeyi kendüerine " h a k " sayanlar çoğu kez kendi kararlanyla, çok sevdikleri yavrulannın geleceğini, yanhş koşullandırma yüzünden karartabilirler. Genellikle ana babalar, çocuklarının kendi mesleklerini seçmelerini isterler. Ya da kendileri için "özlem" olan mesleği seçmelerinde ısrarlı olurlar. Toplumda saygınlık kazanmış (çok para getiren, yüksek yönetim yerlerine ulaştıran meslekler gibi) mesleklerin seçihnesinde baskıa olabilirler. Bazen de kendi meslek yaşamlan çileli geçmişse, tepki olarak o meslek dışında, ama iyi tanımadıkları meslekleri seçmeye iterler gençleri. Meslek seçimine, arkadaşlar, çevrede sevilen sayılan kişinin mesleği, öğretmenler de etkili olur lar. Bütün bunlann dışında gunümüzde yok sâyamadığımız bir gerçek de, üniversite seçme sınavlan var. Gcnçler "Bir yükseköğreu'm kurumu olsun da, hangisi olursa olsun"a adeta zorlanır durumdalar. Baba, kısa yoldan meslek ve para kazandıracak okul olarak endüstri meslek lisesini görür ve oğlunu oraya girmeye zorlar. Çocuk okuldan kaçar. Okul yönetimi durumu ailesine bildirir. Baba, 1415 yaşındaki oğlunu ahr okula götürür ve müdür yardımasına odasında "Eti senin kemigi benim" der. Müdür yardıması da çocuğun, babasmın önünde etini kemiğinden ayırmaz, ama etlerini biraz morartır. Sonuç: Çocuk, ben olayı öğrendiğimde 5 gündür kayıp. MESLEK SEÇİMİ NASIL YAPILIR? Meslek seçiminde ilk öğe mesleği seçecek olan gençtir. Onun ilgileri, yetenekleri ve istemi ön planda yer alır. Ancak ilgi ve yetenekler durup dunırken ortaya çıkmazlar. Çocuklar ve gençler, aile, okul ve sosyal çevre içinde aşırı engellemelerden uzak bir ortamda ilgi alanlarını ve yeteneklerini gösterebilirler. Resmin günah sayıldığı bir aile ve sosyal çevrede resim yeteneğinin ortaya çıkmasını beklemek safdillik olur. İlgi ve yeteneklerin ortaya çıkabilmesi ancak uygun ortamlarda olasıdır. Bunun yanında günumüzde retaberlik bilimi bu konuda, gençlere, ana babalara ve genci eğiten öğretmenlere büyük yardım sağlayabüir. Çeşitli ölçme ve kişinin kendini tammasma yardımcı araçlar geliştirilmiştir. Okullarımızda rehberlik servisleri kurulmuştur. Belki yeterükli eleman bulunmamaktadır. Ancak yine de bu servislerin mesleki rehberlik konusunda yardımları azımsanamaz. Yeter ki konu önemi ölçüsünde ele alınsın. lllerde rehberlik ve araştırma merkezleri vardır. Buralarda da gençlere kendilerini tanımada ve meslek seçiminde yardunlarda bulunulabilir. Meslekleri tanıma ve mesleki rehberlik konusunda çeşitli yayınlardan yararlanılabilir. 1%0'h yıllarm başında bir genç. Henüz 11 yaşında. Mandolin, saz çalabiliyor. Sesi ve kulağı çok iyi. İlk kez duyduğu bir şarkı ya da türküyü sazla, mandolinle çalabiliyor. Çocuğu konservatuvara vermeleri için ana babayı uyarıyorum. Anne, "Bir tek oglum, çalgıcı mı olsun? tstcmem, olmaz" diyor. Sonuçta o çocuk hiç istemediği halde ziraat fakültesini bitiriyor. Şimdi ziraat mühendisi. Ama evinde ud, saz, mandolin, teyp, pikap vb. her müzik aleti var. Birini bırakıp ötekini alıyor. Hiç de başanlı bir tanmcı değil. Özlemi hep müzikte. Ana babalar, ne kendi istemlerini, ne de toplumdaki değer yargılanm değil, çocuklarını düşünebilseler, onlann ilgi ve yeteneklerine saygıh olabilseler, çocukları daha mutlu daha başanlı, daha üretken olacaktır. SONUÇ Üniversite giriş sınavlannın meslek seçimine koyduğu engeli şu anda aşmak olası değilse de, ana babalar ve öğretmenler gencin, meslek seçimi yaparken ilgi ve yetenekleri yönünde seçim yapmasına yardımcı olabilirler. Mesleki rehberlik, meslekleri tanıma rehberi gibi yayınlar yanında rehberlik kuruluşlanndan yararlanabilirler. Tüm çabalar, gençlerin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, başanlı ve mutlu olacaklan meslekleri seçmelerini sağlama yönünde olsun. CAGOAS YArmiAPl İlhan Selçuk İZB1RAKANLAR 18S8'de Lüleburgaz'da doğan Emruüah Efauüfelsefe ve sosyoloji konulannda yazılanyla da tanınmış bilim ve devlet adamlanmızdandır. Lüleburgaz'da rüştiye öğreniminden sonra tstanbul'a gUmiş ve Mülkiye Mektebi'ne girmiştir. 1871 yılında Mülkiye'yi bitirdikten sonra Milli Eğhim'de görev almıştır. 1882 yılında Yanya, iki yü sonra Selanik, 1887'de Halep ve 1891 yılında hmir Milli Eğitim Miidürlükkrin'debulunmustur. II. Abdülhamit'in baskıa ve keyfi yönetimine karşı çıktığı için Isviçre'ye kaçmışttr. Yurda döndüğünde Maarif Meclisi 'ne üye seçilmiştir. O sıralarda gazetelerde, özetlikle Serveti Fünun 'da yazdığı yazılarda "Emlri" takma adım kullanmışttr. Döneminin önemli eserlerinden olan "MHAÖHÖİ Maarif "i de o sıralarda yazmaya başlamıştır. Bu eserin ilk cildi 1902'de yayımlanmıştır. Çok geniş ve kapsamlı tutulan eserin 639 sayfa tutan birinci cildi alfabenin ilk harfinin yansına bile gelememisti. Tamamlanabilse, 100 ciltlik dev bir ansiklopedi olurdu. Emmllah Efendi 'nin yaşadığı o dönem, çeşitli tezlerin gazete sütunlannda tartışıldığı ve toplumun karışıklık içinde bulunduğu bir dönemdi. Tarttşma konulannın başında "mtuaifte reform'"du. Fakat ise nereden ve nasıl başlanacağma karar verilemiyordu. Satı Bey, okullan düzenleme tezini savunurken, Emrullah Efendi üniversiteden başlanması görüşünü savunuyordu. 1911 yılında ikinci kez Maarif Nazırlıği'na gelen Emrullah Efendi biryüdan biraz fazla suren görevi sırasında liselerin yeniden örgütlenmesini yapmış, Darülfünun'da felsefe dersleri okutmuş, bu dersin liselere de konmasını sağtamtstır. Naprhğı süresince, eğitimle ilgili konuiarda çeşitli önergeier vererek o günün parlamentosuna eğiıimin önemini aniatmaya çalışmıştır. Temiz ahlakh, idealist ve çalışkan bir kişi olarak tanınan Emrullah Efendi, dalgınltğıyla da üntudür. 1914 yılında 56 yaştnda Yeşilköy'deki evinde ani ölümü, Türk bilim ve eğitim dunyast için büyük bir kayıptır. Fatih Camii'nin bahçesine gömülen Emrullah Efendi'nin doğduğu şehir Lüleburgaz'da adıyla amlan bir ilkokul vardır. Kısa süren Milli Eğitim Bakanlığı'nda bir iz bırakmışsa, bunda bir ömrü bilime ve eğitime vermenin payı büyük olsa gerek. Onu rahmetle anıyoruzEmrullah Efendi (18581914) * Emrullah Efendi'nin Maarif Nazşrlığı'nda butunduğu surder değisik kaynaklarda farkh verüiyor. Faik Reşit Unat'ın TüHdye Egram Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış adh (M. Eğ. Baamevi 1964) eserinde, ilk nazırlığımn I yü 1 ay 9 gün, ikinci nazırlığının 6 ay 21 gün olduğunu belirtmektedir.) 9 bası •çıktı Fiyatı: 700 lire, Çağdaş Yayınları, Türkocağı Cad. 39/41 Cağaloğlu tstanbul 1908II. Meşrutiyet ilamndan sonra Galatasaray Lisesi Müdürlüğü'ne getirilen Emrullah Efendi, daha sonra Kırklareli Milletvekili oldu. 1909 yılında birinci kez MaarifNazırı olmustur. Bu görevinden iki ay sonra aynlmıştır. KONKORDATO DAVASıNDA ISTANBUL ASLÎYE YENDİNCI TICARET MAHKEMESI'NDEN Dosya No: 986/279 Borçlu Yılmaz Kahraman'ın konkordato istemini kapsayan dosya, konkordatonun kabul edilip edilmeyeceği hakkında bir karar verilmek üzere mahkememize gelmiş olmakla; itiraz edenlerin haklannı savunmak üzere 18/2/1986 günü saat 14.00'te mahkememiz duruşma salonunda yapılacak duruşmada hazır bulunabilecekleri, yokluklannda karar verilebileceği ve itirazlarıyla ilgili tüm kanıtlannı duruşma sonuna kadar vermeleri gerektiği l.l.K. 2%/2, H.U.M.K. 509, 510 maddeleri uyannca duyurulur. 20/1/1986 Basın: 696 Değerli varlığımız NİHÂT ÖZELÇİ'yi yitirmenin acısı içindeyiz. Tann'dan rahmet dileriz. ATAMER AİLESİ KARTALKAYA KARTAL OTEL SICAK YUVANIZ KAPALI WZMF. IIA \irzu • DİSKO SAVNA OCKETStZ LİFTLFR ve TF.LF SKİ ÇAYvelHLAMVKUNVZ • 5 DOĞAL KA YAK PİSTİ Nişantaşı. Şişli. Mecidiyeköy. Esentepe, Gayrettepe, Balmumcu, Zincirlıkuyu, Levenl, Etiler, Masiak yöresinde her kat 500 m2'den az olmamak koşuluyla. toplann alanı 2000 m 2 nin üstünde. kiralık büro katları arıyoruz. Kiralık büro katları aramyor. Telefon: 167 03 19 Aynı yapı içinde BİLSAK'TA BUGÜN Açıkotunım: 17.00 "TÜRK SİNEMASI KRİZDE M İ ? " Yöneten: Rekin TEKSOY CazCenter: 21.00 ALt PERRET GRUBL CafeFoyer: 10.00 Yerliyabancı basuı, fotokopi, çay, kahve, kek, kahvaltı Lokanu: 22.00 CengizBülentAkın (gitar) Önceden yer ayırtmak için: BtLSAK 143 28 79/143 28 99 Cihangir. Sıraselviler, Soğana sok. 7 KONKORDATO DAVASINDA Istanbul Asliye Yedinci Ticaret Mahkemesinden Dosya No: 986/280 Borçlu Mustafa Kahraman'ın konkordato istemini kapsayan dosya, konkordatonun kabul edilip edilmeyeceği hakkında bir karar verilmek üzere mahkememize gelmiş olmakla; itiraz edenlerin haklaruıı savunmak üzere 18/2/1986 gunü saat 14.00'te mahkememiz duruşma salonunda yapılacak duruşmada hazır bulunabilecekleri, yokluklannda karar verilebileceği ve itirazlanyla ilgili tüm kanıtlannı duruşma sonuna kadar vermeleri gerektiği l.l.K. 296/2, H.U.M.K. 509, 510 maddeieri uyannca duyurulur. 20/1/1986 Basın: 695 HER PERŞEMBE CUMA PAZAR İstanbulRezervasyon:161 10 74 161 22 81336 16 60161 82 26 Bolu Mezervasyon (4611) 35723573 U furybu IOOTI ur V Klıması ve otoparkı bulunan. henüz tamamlanmamış inşaatlar tercihımizdir. Aracı kabul edılmez. Acele Çallı Ibrahim Tablo aranıyor TROY 140 79 36 Nüfus cüzdanımı kaybettim, hükümsüzdur. ' J MUSTAFA ZIRIH