22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER şullan gözönünde tutulduğunda, geniş bir ilgi görmesi beklenemezdi. Nitekim beklenilenin dışında bir durumla karşılaşıldığı da söylenemez. Ancak çok dar bir çevreden »z sayıda kimselerden de gelmiş olsa, gösterilen ilginin sıcaklık ve değer bakımından, beklentilerimi çok aştığını söylemek durumundayım" dedikten sonra, ilk kitabında bulanık kaian birçok konuya, ikinci kitabında daha açık ve tutarlı bir biçim verdiğini sandığını eklemektedir. Böylece Vehbi Hacıkadiroğlu'nun felsefedeki ilgi alanının ne olduğu iyice ortaya çıkmaktadır. Gerçi, bunca yaygın ve ilginç bir konuyu, Batıdaki ünlü düşünürlerden okumak dururken, bir çevirisi de olmayan bu kitabı okumanın gereğini savunmaktan kaçmanlar bulunabilir; ama benim bu yazımda baştan beri anlatmağa çalıştığım düşünceye, demek kendi dilimizde, kendi başımıza düşünmeğe başlama ve ahşmanın geciktirilmemesi düşüncesine ters düşer bu. Okunmalı, tartışılmalı ki, kimi felsefe konuları, yabana dil bilenlerin tekelinden çıksın, daha da önemli olarak, düimizin bu sorunlara yatkınlığı sağlansın; sozgelişi, duyuverileriyle algılama arasındaki ilişki konusu daha geniş bir alanda konuşabilsin. Bu iki kitabından sonra, Vehbi Hacıkadiroğlu, anlaşılan, çalışmalarını çeviri alanına aktardı. 1983 yılında, Jacques Monod'nun (Nobel) "Rasllantı ve Zonınluluk" adlı o gerçekten ilginç kitabım dilimize kazandırdı. Dostum Dr. Gencay Gürsoy, bir yazısında, çevirideki kimi yanlışları ortaya atmıştı, iyi de etti elbette. Kullanılan biyoloji terminlerinde imiş bu yanbşlar. Sanıyorum, Vehbi Hacıkadiroğlu, bu kitabı, özgül konusundan ötürü değil de, felsefe ile ilintisi bakımından ilginç bulmuş olmalı. Ben de öyle okudum; her zaman önemli bulduğum rastlantı ve zorunluluk sorununun biyolojideki yeri bana gerçekten çok çekiri geldi. Gene okuyacağım o kitabı. Vehbi Hacıkadiroğlu iki çeviri felsefe kitabı daha yayımladı. Bunlardan biri, günümüz Ingiliz filozoflarından A.J.Ayer'ın, "Dil, Doğnıluk ve Mantık" (Language, Truth and Logie) adlı ünlü kitabı. lkincisi, başta gene A.J.Ayer olmak üzere, G.E.Moore'un, H.H. Price'in, C.D. Broad'un, W.F. Barnes'in, V. Hacıkadiroğlu'nun incelemelerini içeren Algılama, Duyma ve Bilme" adlı kitap. Ayer'in "Algılama" başlıklı yazısı "The Problem of Knowledge" adlı kitaptan, Broad, Moore, Barnes ve Price'in yazılan ise Perceiving, Sensing and Knowing" adlı kitaptan alınmış. Vehbi Hacıkadiroğlu'nun yazısı "Algılamanın Anatomisi" başlığını taşıyor. Bu adlardan ve başlıklardan anlaşılacajp gibi, özdeş ya da birbirini tümleyen konular ele alınmış kitapta. Büyük bir ilgi ve dikkatle okudum. Şunu ekleyeyim, kitabın adındaki " D u y m a " sözcüğü beni biraz durdurdu; çünkü bu sözcüğün bizde başka anlamlan da var. Bir terminin anlam sınırlarının kesin olarak çizilmiş olması gerekir. Bu " s ı m r " anlamı "termin'Mn içinde, "sımr" demek o sözcük. Bütün bu kitaplarda duyuverileriyle, algılanan arasındaki ilişkiyi okurken, modern dilbilimin kurucusu Ferdinand de Saussure'ün, o çok önemli yargısına takıldı aklım sık sık; 'Dil göstergesi, bir nesne ile bir adı birlestirmez, bir kavramla bir işitim imgesini birleştirir" diyordu. Burada da, duyulan verileri beyne ulaştıktan sonra anlıktaki imgeierle, buna ilişkin olarak da kavramlarla buluşuyor. Ya kavramlann oluşumu? Vehbi Hacıkadiroğlu'nu en çok ilgilendiren bu sorun, başka bir yazımızın konusu olsun. Genelükle felsefeye, özellikle de bu konulara meraklı olan okurlarıma, adlarını yazdığım kitapları okumalannı salık veririm. / MART 1985 MELİH CEVDET ANDAY Prof. Macit Gökberk, bir konuşmasında, "Biz daha felsefe yapmak düzeyinde degiliz, feisefeyi ögrenme durumundayız" demişti. Bir başka felsefe profesörümüz, Prof. Bedia Akarsu ise, gene bir konuşması sırasında, "Felsefe öğrenilraez, yapıhr"dendiğini ansıttıktan sonra, dilimizin bugün vardığı aşamaya değinerek, felsefesel yaratı açısından çok umutlu olduğunu belirtmişd. Amacım, bu iki görüşten hangisinin doğru olduğunu tartışmak değil. Felsefe alanındaki başyapıtlann şimdilik dilimize aktanlmadığı, ya da çok az aktarılmış olduğu gözönüne ahnırsa, felsefeyi öğrenme durumumuzun daha epey süreceğini söylemek hiç de yanlış sayılamaz diye düşünüyorum. Kitaplığımızın bu konudaki yetersizliğj, yoksulluğu, bize bir ya da birkaç büyıik Batı dilini öğrenme zorununu yüklemektedir. Ama bu öğrenme dönemi, eninde sonunda, bizi gene de anadilimizle felsefe yapma durumuna getireceğinden, çeviri yolu ile olsun, özgün denemelerle olsun, bu düşfin alanının terminlerini bir an önce yaratma işini geciktirmemeliyiz. Işte Prof. Akarsu'nun umutluluğu burada Bîr f elsef eci ortaya çıkıyor ve dilimize güvenebüeceğimiz kanısını veriyor bize. Yoksa, yukarda sözünü ettiğim iki görüs hiç de birbirine karşıt değildir. Aynca Prof. Akarsu'nun, genişletilrniş üçiincü basımı yapılan "Felsefe Terimleri Södüğii" adlı yapıtı ve kimi genç düşünürlerimizin, yaalannda bu terminIeri ve daha başkalarını basan ile kullanmaları, kendi dilimizde felsefe yapılabileceğine ilişkin umutları güçlendirmektedir. Özetlersem, öğrenme ile yaratmaya yöneliş birarada götüriilebilir sanırun; hattâ bu iki eylemin birbirini tümleyeceği gerçeği hiç de yatsınamaz. Başka bir deyişle, felsefe yapmak, felsefe okumayı, öğrenmeyi zorunlu kıldığı gibi, felsefe okumanın, öğrenmenin getireceği felsefe sevgisi de bu alanda yaratıcıbğa, ya da kendi başımıza düşünme alışkanlığına bizi heveslendirebilir. Bir felsefe dili, bu iki başlı hamarathktan doğacaktır gibime geliyor. 1981 yılında yayımladığı ilk kitabı "Kavramlar Üstöne" adlı yapıtı ile bu alanda kendini tanıtan sayın Vehbi Hacıkadiroğlu'nun çalışmalarını, o tarihten beri dikkatle izlemekteyim. Felsefenin temel sorunlarından biri olan "kavram" konusu, bilindiği gibi, Platon'dan günümuze önemirü korumaktadır. Bizde ise bu konu, ders kitaplannın sınınnı aşacak denli büyük bir ilgiye kavusamamıştır. Sayın Hacıkadiroğlu, bunu bildiğinden olacak, yukarda adını andığım kitabında, idealist felsefe ile deneyimci felsefenin, soruna nasıl baktıklarını anlatarak işe başlamakta, fakat bununla kalmayarak kendi görüş açısını da dile getirmektedir. Anladığım kadarı ile, yazar, kavramlann bize, biz daha dünyaya gelmeden verilmiş olduğunu söyleyen idealist görüşe karşı olmakla birlikte, deneyimci felsefenin görüşlerini de doyunıcu, kandına bulmadığını belirtmektedir. Ona göre, tümel bilgiler duyulanmız yolu ile tikel bilgilerden önce öğrenilmektedir ve nesnelerin bilgişi, onlann kavramlan içinde belirlenmesi anlamına gelir. Aynntılara girmek istemiyorum; şuncasını söyleyeyim, ben basında bu kitabın eleştirisi ile karşılaşmadım. Yazar, gene 1981 yılında yayımladığı "BUgimizin Dogası ve Kaynaklan Üzerine" adlı ikinci yapıtının önsözünde, ilk kitabı için, "Kitabım, yayımlanıs ko PENCERE Ali Pekmez'in Sorunu. .. Ali Pekmez mektubunun altına not düşmüş: " Bir Cumhuriyet okuru olarak, acele ve aynen yayımlanmasını rica ederim." ivedi mektup yayımlamakla bu işlerin çözütemeyeceğini anlayacak kadar yaşadık, deneyimden geçtik; ama yine de okurumun isteğini yerine getiriyorum. "Ben hamuru toprakla yoğrulmuş bir Türk köylüsüyum. Anadolu'da yaşayan binlerce aile gibi ben de ekmeğimi topraktan çıkanyorum. İzmir'in tütün ünetim köylerinden birinde oturmaktayım. Allah bağışlarsa üç çocuğum var. İkisi ilkokulda, birisi de 18 yaşında bir kız. Kızı bu yıl evlendirmeyi düşünüyordum. Babadan herhangi bir toprağımız yok. Elin toprağını bir yıllığına kiralayıp yetiştirdiğimiz tutünle yaşamımızı zar zor sürdürüyoruz. Benim ve çocuklarımın kaderi acı tütüne bağlı. Şimdi sizinle küçük bir tütün üreticisi ailenin bir yıllık ekonomisini birlikte inceleyelim. Tütün çok zahmetli, yorucu, ince bir zenaattir. Çocukgibibakım ister. Köyümüzde ortalama aile üretimi 2 dönümdür. İki dönüm tütün için 1984 yılında yapılan masraf: Tarla kirası 60 bin, çift parası 15 bin, fide 30 bin, ilaçlama 10 bin, denkleme 15 bin, toplam 130 bin lira cepten çıkandır. Dikim 35 bin, çapa 75 bin, kırma 100 bin olarak el emeğini de üstüne koyarsan, toplam 280 bin liradır Ortalama 600 kilo tütünüm var. 400 iiradan sattım. 240 bin lira eder. Bu durumda 40 bin lira zarardayım. Vân/ bu tütünden el emeğinin karşılığı olarak 240130= 110 bin lira almtşız. Diğer zamanlarda dışarıya yevmiyeye giderek 150 bin lira kazanmışız. işte bir yıllık gelirimiz 150+110=260 bin liradır. On iki aya bölünce 21 bin küsurlira çıkar. Geçen yıla göre hayat yuzde 50 pahalandığına göre düşünün. Çocuklanmın kaderi de aynı mı olacak? Hep bir yıl sonrayı hayal edecek, yine hayal kınklığına uğrayacak. Kast örgütü gibi kaderimiz. Zaten bankadan 100 bin TL borç almıştım. Kızımın düğünü de seneye kaldı mecburen. Bunun yanında 70 TL, 145 TL'ye tütün satan çok oldu. Bizim halimiz ne olacak? 1985 için yeniden hazırlık yapmak zorundayız. Gübreye zam, tarlaya zam, çıfte zam. Bu durumda Özal'ın tren'ıyle Etiyopya1 ya doğru gidiyoruz. Ystkililerden bu treni durdurmalarını istiyoruz." • Okurumun mektubu imdat çığhğına benziyor; ama Ali Pekmez'in imdadına kim koşacak? Özal yönetimi mi? Onlar sermayeden yanadııiar, holdinglerin çıkarına devlet yönetirler; adları değişse de zamirleri birdir. Bu durumda mektubu yayımlamak ne işe yarar? İşte böyle karşılıkh konuşmaya, yol yordam aramaya yara:, boşa gitmez. • Yirmi yıl kadar önce, demokratik sol milletvekili Mustafa Ok, Ege bölgesinde tütüncülerin arasına katıldı, tarlada çalıştı, emekçılerle birlikte tertedi; bu sorunu, hesabıyla kitabıyfa. bankasıyla, tüccarıyla, ihracatçısıyla ortaya döklü. Ali Pekmez'in yaptığı hesaptan çok daha geniş kapsamlısı bu köşede kimbilir kaç kez yayımlanmıştır? O dönemlerde halktan yana siyasal akımlar, ülkede ağırlıklarını duyuracak kadar örgütlüydüler. (Arkosı 13. Sayfada) EVET/HAYIR OKT*Y AKBAL OKURLARDAN Ziraat teknisyeninin yank ruporu tarzdadır. Şöyle ki: tlçeye bağlı Demircili Köyü'nde, henüz 67 santim ve çimen halinde buğday tarlasının bir bölümüne giren koyunlaruı yapnğı zararı, tespitle görevlendirilen Hasan Mete 'nin raporu özetle şöyle: "Bu tarla köyün en güzel tarlasıdtr. Verim yüksek olacaktır. Bu zarardan sonra bu tarlayı biçerdöver makinesi biçemez, elle hasat olacaktır. Bu buğday satılmaz, düşuk fiyatla satılacaktır v.s." Davahk olan konu ile ilgili, mahkemenin bilirkişi olarak tayin ettiği tîçe Ziraat Teknisyenliği Baskanı Kenan Çavuşoğlu da, bu raporu, yerinde bir inceleme ve arastırmaya gerek görmeden, aynen masa basında imzalamayı yeğlemistir. Yük. Ziraat Mühendisi'ne aynca yerinde yaptınlan inceleme sonucu, zarann, raporda gösterildiği gibi 21 dekarda değil, 4 dekarhk bir alanda, o da verimi etkilemeyecek şekilde olduğu saptanmıştır. Söz konusu zarar, yeşü çimen halindeki buğdayın otlanması ve çiğnenmesine göre mi, yoksa hasat zamanındaki verim ölçülerek mi tespit edümesi gerekirdi? Nitekim, teknisyen Hasan Mete'nin raporunda belirtiği gibi, hasat elle değil, biçerdöver makinesiyle yapılmıs olup, verimde de bir düşük olmadığı görüUnüstür! Çiftçiye eziyet değil, hizmet amacıyla görevlendirilen ziraat teknisyenlerimizin aralanndaki bu parazitlerden anndınlmasını, ilgili ve yetkili üst kuruluslardan rica ediyorum. TUTARSIZ RAPORLA MAĞDUR EDİLEN KÖYLÜ YURTTAŞ Gardiyanlar yakınıyor Biz gardiyanlar yıllardan beri zor koşuüar altmda görev yapmaktayız. Her gün 12 saat çalışıyoruz Normal çatismamızın dısuıdaki saatlerin karşılığı olarak hiçbir ücret almıyoruz. İş güçlüğü ve iş riski parası verümemekte. Yılda 20 günlük izin dışında, özel sorunlanmız da olsa günde 12 saat çahsmak zorundayız. Bu yıl yapılan bir değişiklikle unvanımız ceza infaz koruma memuru olarak değişti. Ancak sartlanmızda ve ücretlerimizde hiçbir değişiklik yok. Mesai ücreti, iş riski zammı vb. sorunlanmız acilen çözüm beklemektedir. tlgi bekliyoruz. B/R GRUP GARDİYAN Bir Akıncioğlu... Niyazi Akıncıoğlu'nun ilk şiiri 1 Eylül 1938'de 'Servetifünun' dergisinde çıkmış. 'Bir Ömür Akşamında'... "Pınartar ses vermiyor, kuşlar ötmez oldular Duymuyorum gelmiyor çiçeklerin kokusu Günün ışıklannı karanlıklar yoldular Bitmeyen enginlere dökülmektedir bir su" diye başlayıp; "Renksiz bir harabedir umutiann bahçesi Bu hayal gurbetinin bu ömür akşamında Duyulmadık zevklerin duyulmadık bestesi Kızıl bir ürpermedir iç evinin camında" diye bitiyor... Akıncıoğlu'nu 1940'ların ilk ytllarında tantdım. Hukuk öğrencisiydi, ya da yeni bitirmiş, yedek subay okuluna gitmek üzereydi. Küllük'te, Servetifünun dergisinin yönetim yerinde karşılaşırdım. Uzun boylu, sanşın, yakışıklı bir genç adam. O yıllarda, birkaç yaş büyüklerimize büyük saygı duyardık. Hele şairse, yazarsa... Hele hele şiirleriyie biz genç heveslilerin gönlünü kazanmışsa... Akıncıoğlu, Rıfat Itgaz, A. Kadir, daha sonra Ömer Faruk Toprak, Ahmet Arif, Mehmed Kemal, Arif Damar Barikat... 'Gerçekçi' şairler sayılırlardı; çok toplum dertlerini, sorunlarını ele alırlardı. Solcu Şairler de denilirdi onlara... Nitekim o yıllann içinde hepsinin başı derde girdi, hapisler, erlikler, tutuklamalar, sürgünler... Niyazi Akıncıoğlu onlara hem benzerdi, hem de benzemezdi. Duyarlığı başkaydı. Gerçekçiliği başkaydı. Şiirinin tadı değişikti. 1940'taki birşiirini anımsarım: "Çallak dudaklannı ıslalmryor kan Toprakta yangın var, toprakta volkan Allaha gönderilen elçi Kurban Tarlada çamur, teknede hamur Ver Allahım ver sellıce yağmur. ' Ama en güzel şiirlerini daha sonraki yıllarda yazdı. Işte Eflatun Cüneyt' adıyla yayımladığı bir şiiri: "Bir sevdalıktır ömür Ve bir şarkılıktır cümle sevdaiar Kırmızı gül, beyaz lale, mor sümbül Top zülfüne top fesleğen yakışır Bayram olur sevdalı Seyran olur sevdalı Beşik iner Tabut gider sevdalı." Niyazi Akıncıoğlu gerçekten 'hakkı yenmiş' bir şairdir. Hep yazanlar vardır, 'hakkımız yendi' diye!.. Sözde başkaları onları gerilere rtmiş, unutturmuşlar. Buna siyasal bir takım nedenler arayıp bulanlar da vardır. Oysa mahkumluk, sürgün, belli bir süre şiirini yayımiayamamak, sanatçının değerini, ününü azaltmaz. Zaman gelir herkes gerçek yerini alır. Alamıyorsa, suç kendisindedir; yeteneksiz oluşundadır. Akıncıoğlu hiçbir antolojide yer almıyor, adı bilinmiyor, oysa pek çoğundan çok daha iyi bir şair. 'Bursa', 'Edirne' vb. şiirleri güldestelerde niye yer almaz? Zamanla Akıncıoğlu'nun şiir dünyamızda yerini alacağı kanısındayım. "Umut Şiirleri"... Evet, sonunda Akıncıoğlu'nun bütün şiirlerini bir araya toplayan kitabı yayımlandı. Ömer Can ve Hüseyin Atabaş'ın çabasıyla böyle bir derleme ortaya çıktı. İçinde şairle ilgili resimler ve bilgiler de yer alıyor. Akıncıoğlu ailesinin yardımı ile düzenlenmiş bu yaprt. Hacan Yayınları çıkarmış. . Ne var ki kitabın önsözünde Akıncıoğlu'nun yaşamı konusunda bilgi verilmemiş. Hiçbir antolojide de Akıncıoğlu'na rastlanmadığına göre değerii şairin yaşamöyküsü pek bilinmiyor. Ya da yanlış biliniyor... Kırklareli'nin Kırklar Kitabevl sahibi, Akıncıoğlu'nun yakın arkadaşlarından Coşkun Yanardağoğlu bu konuda bana bir mektup yolladı. Akıncıoğlu'nun yaşamını kısaca anlat/yor. Yazın tarihçilerine belge olsun diye bu yaşamöyküsünü vermekte yarar var: "M. Niyazi Akıncıoğlu Kırklareli Pınarhisar ilçesinin Kurudere köyünde 1919'da dünyaya gelmiştir. O tarihlerde babası Muharrem Akıncıoğlu Kurudere'de ilkokul öğretmenidir. Muharrem Bey Yugoslavya göçmenidir. Annesi de Bulgaristan'dan gelip Kırklareli'ne yerieşmiş bir göçmen ailesinin kızıdır. Akıncıoğlu 1926'daokula başlamış, Babaeşki'nin Karahalil köyünde ve Kırklareli'nin Merkez Kocahıdır Jlkokullan'nda okumuştur. Ortaokulu Pınarhisar Ortaokulu'nda; lise öğrenimini Edirne, sonra da Bursa liselerinde bitirmiştir (1938). İst. Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuştur. 1 Şubat 1979 günü Ankara'da kalp durması sonucu ölmüştür. Mezan Kırklareli Askeri Mezarlığı'ndadır. İki oğlu bir kızı vardır. İlk kitabı 'Haykırışlar' adını taşır." İşte değerli şair, Niyazi Akıncıoğlu... SARIOĞLAN ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞtNDEN tLAN Davacı Sarıoğlan Çiftlik kasabasından Adeviye Herdem ile davaltlar Palas kasabasından Hatem Bozderair, Torun Bozdemir, Yasar Bozdemir aralannda yapılan kayıt iptali davasının yapılan açık duruşmasında, Davalılann bulunamadıklarından davahlar Sarıoğlan Palas kasabasından Hatem Bozdemir, Torun Bozdemir ve Yasar Bozdemir'in duruşmanın bırakıldıgı 15.4.1985 günu saat 9'da mahkemetnizde haar bulunmaları veya kendilerini bir vekille temsil ettirmelerine aksi takdirde duruşmanın gıyaplannda devam edip bitirileceği gıyap ve davetiye yerine ilan olunur. 14.2.1985 Ortaokuldart sonra her türlü okul giderleri devletçe karşılanarak, 4 yıüık eğitim ve öğretimden sonra, yine devlet bütçesinden maaşlı olarak çiftçüerin eğitim ve hizmeti ile görevlendirilen ziraat teknisytnlerinden barjdanıan uyguladığı "masabasi görevi" nedeniyie, çiftçiler bu teknisytnlerden yararlanamadığı gibi, yanlı tutttm ve davranıslan da üreticiler arasında hoşnutsuzluk yaratarak tepkilere yol açıyor. Tekirdağ'ın Malkara tlçesi, Ziraat Teknisyenliği elemanlanndan Hasan Mete'nin raporu, bu durumun en güzel örneği ve kanıtı olup, çok sayıda ziraat teknisyenini dahi nayrete düfürecek Ürüri:3sistem Odeme: Tek sistem ÜSTÜN TEKNOLOJİLERİN ÜRÜNÜ PROFİLO 3 SİSTEM (PAL/SECAM/NTSC) RENKLİ TELEVİZYONLARIN SATIŞLARINA KISA BİR SÜRE İÇİN BANDROL, KDV DAHİL1984 FİYATLARIYLA VE TAKSİTLE...DEVAM Ürün Profilo 3 sistem 36 ekran Profilo 3 sistem 51 ekran Peşinat 32.000 TL. 35.000 TL Aylık taksit Taksit sayısı 17.000 T L 19.000 T L 12 12 36EKRAN BU BÜYÜK FIRSATI KAÇIRMAYIN. 51 EKRAN 984/572 Davacı Özgü özturk vekili Av. Haldun Dörter tarafından davalı Ercihan Öztürk aleyhine açılan boşanma davasının yapılan duruşmasında: Davalı Ercihan Özturk'ün lebligata salih adresi tespit edilemediğinden diiekçe örneği ve davetiye ilanen tebliğ edilmiş olup, bu kerre kendisine mahkememizce ilanen gıyap kararı tebliği karar altına alındığından duruşmanın bırakıldığı 5.4.1985 gunü saat 11,40'da Beyoğlu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde hazır buiunması veya kendisini temsil edecek bir vekil bulundurması aksi halde duruşmanın gıyabında görüleceği hususu gıyap kararı davetiyesi yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 25.2.1985 Basın: 2222 T.C. BEYOĞLU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ PROFİLO SİSTEM RENKLİ TELEVİZYONLARI İLK'LERİ PROFİLO YARAT1R.. BAŞKALARI İZLER.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle