Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER önem vermesi hiç de boşuna değildi. Yanlış anlaşılmasın, bu ünlü düşünürün çoksesli müzikten yana olduğunu söylemiyorum; ama muziğiıı toplum yaşanundaki yerinin önemine onun kadar dirençle pannak basan birini göstermek sanırım çok güçtür. Gerçeği aranırsa, yalnızca büyuk düşünürler değil, bütün büyük devlet adamlan, bu sanat karşısındaki tutumlarmı belli etmeği gerekli bulmuşlardır. Atatürk'ün, teksesli müzikle yetişmesine karşın, toplumun ille de çoksesli müzikle eğitilmesine onca onem vermesi, bunun ilginç bir örneğidir. Çünkü yeni Türk toplumunun geçirdiği büyük değişiklik ve ilerlemeğe duyduğu büyük istek onu, müzik konusunda, belki bütün toplumlardan daha çok ilgilendiriyordu. Öyle ki, burada yapılacak seçme, dural bir toplum ile, ilerleyen bir toplum arasında Bîr yeğlemeği simgeleyecekti. İlerleyen bir toplum olmak, araştırmayı, diyalogu, tartışmayı ve bunlan gerçekleştirmek için de özgürlüğü gerektiriyordu. Bunun tersi ise, aynı sözleri söylemeği, aynı inançları paylaşmayı ve böylece sağlanacak bir uyumu benimsemek demekti. Bunun için özgürlük gerekli değildi. Müzikle toplumsal yaşam arasındaki koşutluk üzerinde dururken çokça mı ileri gittik? Konumuzun temelinde "Uerieme"bulunduğu için belki de böyle olmuştur, korkmayalım, biraz daha ilerleyelim. Bir toplumda herkesin ayn telden çalması, tam deyimi ile "her kafadan bir ses çıkması", kargaşalık, düzensizlik anlamında yorumlana gelmiştir. Eğer çoksesli müzik böyle bir durumun simgesi ise, teksesli müzik ondan yeğdir diyecekler çıkabilir. Oysa teksesli toplumlarda, anlaşmazhklar, karşıthklar gizli kalıyor, ortalığı güvenilmez bir sessizlik kaplamış demektir. Bu da bir uyum sayılabilir kuşkusuz, Rönesansını yapamamış toplumlann böyle bir uyum içinde yasayıp gittiklerine yukarda değinmiştik; ancak, bunun karşıtı olan çoksesli toplumlan tümden uyumsuz saymak, çok yanlış olur. Çağdas, ileri, uygar topluma, çoksesliliğin uyumu egemen olur. Bizde çok partili döneme geçilmesi de, bunun kaçınılmazlığını göstermiyor mu? Gerçi çok partililik, her zaman çoksesliliğı göstermez; dünya görüşleri bir, ama güncel çıkarları a>Ti toplulukların geçici örgutleri, çoksesliliğin uyumunu sağlamaktan uzaktır. Muzikte olduğu gibi toplumda da gerçek bir çoksesliliği gerçekleştirmek çağdaş yasamın başkoşuludur. Prof. Nusret Hızır, ölümunden bir hafta önceki bir konuşmasında ı>oyle demışti "Insanın, bir sürü üyesi olmaktan çıkması, büyük bir kültur ve uygarlık sorunudur. Çünkü insanlar sürüden olmadıklannı sandıklan zaman bile, sürüye katılmış olabilirler." • Sayın Şadi USAL Kadıköy Mektubunuzda belirttiğiniz konuda elbet haklısınız. Ben sözcüğün son kullanılışı üzerinde durmakla yetinmiştim. Bütün yabancı sözlüklerde ilk anlam olarak bu verilir. Sözcük "halk egemenliği" anlamında olumlu olarak da kullanılmıştır. Sözlükler buna ikinci sırada yer veriyor. Teşekkur ederim. Teksesli Çoksesli MELtH CEVDET ANDAY GÖSTERt dergisinde yayımladığı "tbret Verici Bir Öykü" başlıkh yazısında arkadaşımız Filiz Ali, Şubat 1984'un ilk haftasında udî Mutlu Torun ile kemençeci Ihsan Özgen'in, Bostancı'da Çekirdek Sanatevi'nde verdikleri bir dinletiyi (konseri) sözkonusu ederken, o gün, orada yapılan bir açıklamada " D o ğu müziğinin modal ezgi yapısıyla eşit olmayan aralıklardan oluşan makamsal ses dizilerinin insana daha yakın olduğu, oysa Batıda gelişen tampere sistemin müzigi mekanikleştirdiği" savının ileri surulduğunü anlatıyor. Yeni bir sav değil elbet, teksesli müzik yapan sanatçılanmran bu müziği " T ü r k " nitemi üe birlikte andıklarını, çoksesli müziği ise kültürümüze yabancı saydıklannı biliyoruz. Sözkonusu dinletinin amacı, bu iki tür rnüziğin Rönesans dönemindeki benzerliklerine dikkati çekmek imiş. Demek Doğu muziği, o zaman eriştiği yetkinliği bir daha bırakmamış, Batı müziği ise çoksesliliğe yönelerek yozlaşmış... Filiz Ali, "Batı müziği, Rönesans'tan bu yana her bakımdan sürekli değişme ve gelişrae gösterirken, Doğu müziği Rönesans'tan bu yana hemen hemen hiçbir gelişme ve ilerleme kaydetmemiştir" biçiminde açıklığa kavuşturuyor konuyu. Filiz Ali'nin bu sözleri içinde özellikle "üerieıne" sözcüğü, sorunun en önemli yerini düğümlemektedir. Gerçekten de "ilertegörüşü ve inanışı Rönesans'la ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz, bunda, Ortaçağ'ın skolâstik bilgisine başkaldırma, onu aşma duygusu başlıca etken oldu. Yerleşmiş düzenle yetinilemezdi; insanoğlu daha iyiyi, daha güzeli özgürce aramalıydı. Böylece bütün kurumlar gözden geçirilecekti. Bunun içine elbet müzik de giriyordu. Çalgdar değişüriliyor, yeni çalgılar bulunuyor, çalma dizgelerinde yenilikler araştınlıyor, çokseslilik deneniyordu. Bu sonuncusu, herkesin bir ağızdan çalıp söylemesini ortadan kaJdınyordu. Başka bir deyişle, her kafadan bir ses çıkıyordu artık. Yeni uygarhğın temeli buydu. Oysa Doğu toplumlarında egemen olan anlayış bunun tam tersiydi. Orada "deriet", en yetkin, en ideal olanı temsil ediyordu. Onun daha iyiye dönüşmesi düşünülemezdi. Bu güç, bütün kurumları ve kurallan ile yaşatılmalı idi. Herkesin çıkarına olan bir durumdu bu. Buyruk en üstten gelecek ve ayrıcasız herkes buna uyacaktı. Tartışma ya da eleştiri sözkonusu olamazdı, çünkü gereksizdi. Bu anlayış içinde "flerieme" görüşünün bir yeri yoktu elbette. Bütün inançlan, töresi, beğenisi ile " o l a n " sürdürülecekti, işte bu kadar. Bunun içine kuşkusuz müzik de giriyordu. Çalgılarda ve çalmada hiç bir değişikliğe gerek yoktu; herkes, hep bir ağızdan aynı makamı sürdürecekti. İlerleme anlayışı yoktu ki, araştırma gereksemesi duyulsun! "Varolan" kusursuz sayıldığı için, onu asma ve bundan ötürü de özgiirlük sözkonusu değildi. "Yeniden Doğuş" saçma bir şeydi. Konfuçyus'un müziğe onca PENCERE 16 VART 1984 Hangi işadamı topun ağzındaf? İşadamı Batı'da iki yuzyıllık tarih sürecinde burjuva devrimiyle kimliğini buldu; bizde iki kuşak boyunca devlet eliyle pompalandığından kabak çiçeği gibi açıldı. Bizim işadamı burjuva kültürünü kimliğine sindirememiştir. Kentlerimizin yarısı gecekondudur; yan köylü, yan kentli yığınlar şehir varoşlarında kimliklerini anyorlar. Almanya'da büyüyen emekçi çocukları ne Alman olabildiler, ne Türk; Anadolu'yla göbek bağını kesememiş anaların babalann kızları oğlanları, alacalı toplumsal kişiligin şaşkınlığını sürdürüyoriar. İşadamını bu gelişme sürecinden soyutlayamayız; işadamının kimisi Anadolu'nun yerel renklerinı taşıyor; kimisi İstanbul: un havasını yansıtıyor; kimisi buram buram Mafia kokuyor; kimisi toprak ağasıyla para babası arasında gelgitleri yaşıyor; kimisi Amerikancı kompradorluğa Batı'nın üniversitelerinde iyice yetişerek sıvanmış; kimisi ulusal endüstriye gönül vermiş gerçek işadamı; kimisi anasmın ipini İsviçre'de satmış açıkgöz... Tümünün ortak yazgısı şu: İşadamını devlet doğurdu, besledi, büyüttü; devlet desteğini çektiğinde adam yıkılır. * Devlet eliyle kişiyi zengin eden politikanın rüzgârında yelken açarak şirketini, fabrikasını, bankasını kurmuş bulunan işadamı, 24 Ocak Karartan'nı avuçları patlayıncaya dek alkışlamıştı. Çoğu kendi idam fermanını alkışladığını bilmiyordu; Temmuz Bankacılığı'ru da sevinç çığlıklanyla karşılayan işadamı, çaresizliğınin yarattığı düşsel umutları gerçekçi ekonomi politikası sanarak bağnyordu: Başka seçenek yoktur! İşadamı bilinçsizdi. Sanayileşmemiş ülkenin işçisini bilinçlendirmek ne kadar zorsa, işadamını bilinçlendirmek de o kadar zordur. Çünkü kâr yanşı ve para hırsıyla yönlendirilen akıl, sağduyuya kapalıdır. 25 Ocak Karariar/'yla iç pazarı kurutmanın ve Temmuz Bankac//rtj/'yta faizleri yüksettmenin çoğu işadamı için yıkım olacağını çoğu işadamı bilmiyordu. Bilenler de "Büyük Patron" Amerika'nın buyruğuna ses çıkarabilecek durumda değillerdi. Halktan yüksek faizle toplanan paraların üstüne oturmak tatlı geliyor; bir işadamı yıkıldığında ötekiler seviniyor; bir başka işadamı yurt dışına kaçtığında düğün bayram ediliyor; bir başkasının malı devletleştirildiğinde oh çekiliyordu. • Şimdi sıra kimdedir? Topun ağzında bulunanların adlarını işitiyorum; kulaktan kulağa fısıldanıyor; bankalara milyarlarca lira borcu bulunanların durumu her geçen gün ağırlaşıyor; faiz borçları süresi dolduğunda ödenemediği için ana borca eklenıp üstüne yeni faiz yürütülüyor; bankalar bunalıyor. Peki, kim kurtaracak işadamını? Devlet Baba!.. Devlet Baba, işadamını doğurdu, besledi, büyüttü; şimdi de kurtaracak. Ama hangisini kurtaracak? Hepsini birden kurtaramaz ya!.. İçlerinden seçmece yapacak, kimilerini elinden tutacak, kimilerini harcayacak. İktidarın kimi holdinge yakın, kimine uzak oluşu bu yolda bir anlam taşımıyor mu? İyi niyetli, gerçekten üretici; ama bilinçsiz işadamına acıyorum; eninde sonunda o harcanacak. ARADABIR Eski Müfettiş Ekonomisî Dr. ARSLAN YUZGUN Önemli Sapmalar, Tekelleşme Olumsuz ve tehlıkeli gelişmelerin şakayı götürür yanı kalmamıs, çarpık liberal eğilimler ve önlemler en son aşamasına ulaştırılmış, kapitalist ülke yönetıcilerinin bile dudaklarını uçuklatıcı kararlar sıklaştırılmış, sömürü yertiyabancı işbirliği ile gündeme gelmiş, sonuçta ulusal ekonomi yaşam şansını yitirmiştir. "İş bitirici hükümet" yakında, halkın ve ulusal ekonominin işini bitirecek gibi gözüküyor. Yapıcı olduklarıni belirtenler ve önemli ölçüde oy almış bulunanlar, ülkenin temel ekonomi anlayışı ve kurumlarını bir bir yıkıyorlar. Gelecekte iktidarlar değişse de, yıkıntıların kaldınlması ve sorunların çözümlenmesi güç olacaktır. 1923 yılından başlayarak, ülkeyi yöneten hiçbir başbakan Özal denli cesaretli olamamıştır. Bu cesaretin kaynağı psikologlar tarafından ciddi olarak araştırılabilir. 1980 yılında "gölge başbakan" olarak yönetime katılan, ekonomi kararlarının oluşturucusu olarak bilinen Özal, o ytl başında "4 yıl isterim" diye zaman kazanmayı amaçlamış, 1984 başında dört yıl tamamlanmıştır. Bugün Türk ekonomisinin, 1980 ocağından daha kötü olduğunu herkes biliyor. Askeri yönetimin radikal tutumu ilejgerçekleştirilen bazı marjinal olumlu gelişmelerin yaratıcısı Ozal değildir. Artık biiyük bir çoğunlukla tek başına iktidardadır Üçdört aylık uygulamasına bakınız. A'dan Z'ye fiyasko... Hiç kuşkumuz yok, yeni yeni dört yıllar istenebilir. Radyo, TV ve yandaşı gazetelerde başarılı gibi gösterilen ve sık sık yinelenen gelışmelerden birkaçını sıralayabilirız: Dışsatımda duraklama, dışalımda büyük sıçrama, üretimde gerileme, saytsı korkunç düzeylere ulaşan işsizler ordusuna üniversite bitirmiş iyi nitelikli elemanlarca kalılma, faiz oranlannın yükseltilmesine karşın reel mevduatta azalma, sistemden aynlan banka sayısında artma... Son paragraf ın genişletilmesi ve ömeklerin sonsuza dek uzatılması olanaklıdır. Bız banka sistemi üzerinde durmayı daha yarariı görmekteyiz. Banka sisteminde doğan tıkanıklıklar, dalga dalga tüm ekonomiye yayılmaktadır. O nedenle sistem için söylenenler, bir noktada ekonomi için de söylenmiş varsayılabilir Öncelikle "liberal ekonomi" modelinde, tam rekabet koşullarının geçerti olması gerektiğini belirtmeliyiz. Türk banka sistemine bakitğımızda bu koşulların büyük bölümünün olmadığını görüyoruz. Banka sayısmın 44'ten daha gerilere düştüğü ve bir oligopol piyasasını andırdığı söyienebilir. Belirsizlik o denli büyüktür kı, bu piyasa modeli için tam olarak "oligopolist"tir diyemiyoruz. 1983 yılında beş, 1984 yılı başında da bir banka sistemden çıkmış veya çıkarılmıştır. Bu yıl sonuna dek 78 bankanın daha sisteme "allahaısmarladık" demesi şaşırtıcı olmayacaktır. Amaçsonuç çelışkisınin ne denli açık olduğunu vurgulamaya gerek yoktur sanırım. Çarpık liberal eğilimler, sonuçta tekelleşme eğilimlerini güçlendirmiştir. Öte yandan ulusal ekonomi anlayışının zedelendiği ve terk edildiği yönündeki savlann en belirgin kanıtını yine banka sistemımızde görüyoruz. Her alanda ulusallaşmayı öne alan ulaşılmaz önder M.Kemal Atatürk'ün Cumhurıyeti kurduğu yıl olan 1923'te 18 ulusal bankaya karşın, 13 yabancı banka vardır. 1938 yılında ulusal banka sayısı 41'e çıkmış, yabancı banka sayısı 9'a gerilemiştir. Yoğun uğraşlar sonunda oluşturulan bu denge, bir ulusal bankacılık anlayışı ortaya çıkarmıştır. Dengenin, gölge değil, günümüzün gölgeli başbakanınca açıkça bozulduğu görülüyor. Ulusal banka sayısı 34 dolayındadır. Buna karşın bir ara sayısı 4e değin düşen yabancı banka sayısı ise 11'e ulaşmıştır. Birkaç yabancı banka daha şube açma girişimlerini başlatmış, sonuç aşamasına gelmiştir. Yakın gelecekte, yabancı banka sayısı özel yasalaria kurulmuş bankaları geçecektir. Çok uzun bir süreç içinde ele alınan bu değışim tablosu bizi bir yurtsever olarak ürkütmektedir. Yıllardan beri "kapitülasyon" sözcüğünü unutan ulus bunu konuşuyor ve "kapitülasyonlar geri mi geliyor?" sorusuna yanıt anyor. Bugün Turkiye'de hava kirliliği tehlikesi ile karşı karşıya kalmayan nadir büyük Uimiz var. tleride Akdeniz ve Ege sahil illeri dıştndaki bütün büyük itler bu tehu'ke ile karşı karşıya kalacaktır. Bugün, denizierle çevrilmiş temiz, rüzgârlı fehir olarak bilinen htanbul'da hava kirlenmesi gözle görülür, kokusu duyulabilir bir düzeyde belirginleşmiftir. İyi yanmamış yakıtla parçactkları "kurum"1 damları, arabaların üstünü, balkonları örtecek kadar artmıştır. Bu parçacıklar su ile birleşerek SMOG denilen görüş mesafesini kesecek kadar yoğun bir perde oluşturmaktadırlar. Sabahlan keskin bir kukürt kokusu duyulmaktadır. Bu havaya savrulan kükürt dioksit gaumn solunum havamızı bozduğunu göstermektedir. tstanbul havastnda nem oranı yüksektir. Bu durumun birçok illerimizde olduğu, yapılacak araştırmalardan anlaşılabilecektir. Yakacaktan meydana gelen hava kirliliği ile mücadele, daha çok Ankara ilinde yapılmaktadır. Ancak bu mücadele genellikle hedeflerden uzak, prensiplere ve ilmi esaslara uymadığmdan başarılı olamamıştır. Bu tutum devam ettiği müddetçe başarılı olmasına olanak yoktur. Şayet bu hususla ciddi olarak mücadele edilmek ve kesin sonuç ahnntak isteniyorsa, aşağıdaki hususlar noksansız olarak yerine getirilmelîdir: 1 Yeniden yapılacak binalar ısı yalıtımh olarak yapılmalı. 2 Mevcut binalar en kısa zamanda ısı yahtımlı hale getirilmeli. 3 Kalorifer kazanı ve sobalann verimlileri imal edilmeli ve belirli verimden küçük olanlar imal edümemeli. 4 Mevcut kalorifer kazanlan ile sobalar basit değişikliklerle verimli hale getirilmeli. 5 Kalorifer kazanlan aralıklı ısıtma değil, sürekli ısıtma ile çahştırılmalıdır. Binalarda ısı yalıtımı yapılması halinde yakacaktan % 60 oranmda ekonomi yapılmaktadır. O. D. T. V ile Erzurum ve Ankara illerinde yaptiğımtz araştırmalarda bu sonuçlar bulunmuştur. A vrupa 'da yapılan araştırmalarda da bu rakamlara paralel rakamlar elde edilmiştir. A.CEMAL KANCA, ORMAN YÜKSEK MÜHENDİSİ Hava kirliliği nasıl azaltılır OKURLARDAN sınıf öğrencileriyiz. Bizler bazı üniversitelerin uyguladığı, fakat çoğunluktaki üniversitelerin uygulamadığı yönetmelik ve yorum farklılıklarından dolayı 19831984 öğretim yılının 1. döneminde final smavlannda bütünleme hakkı için 30 barajımn uygulanması nedeniyle, çoğumuz 2. sınav hakkımız olan bütünleme sınavlarına giremeden kalmış bulunmaktayız. Sonuç olarak dö'nem kaybeden, sınıfın çoğunluğunu teşkil eden ve tek dersten mağdur olan öğrencileriz. Sayın rektörümüzün ve üniversite senatosunun bu konuyla ilgilenerek, biz öğrencilerin mağduriyetini giderecek bütünleme hakkının verilmesi için gerekli kararlun alacağına inanıyor ve diliyoruz. Ç.Ü. t.İ.B.F. MERSİN TUR/ZM tŞLETMELİCİLİĞI VE OTELCİLİK YÜKSEK OKULU SON SINIF ÖĞRENCİLERİ Mesela 5 senelik vastfsız bir işçi ile 25 senelik vasıflı bir işçi arasında 5000 TL. ücret farkı varken, bizden 2 sene evvel işe giren bir vasıfsız işçi, bizden 25000 TL fazla ücret alıyor. Bu sistemin uygulayıcısı herhalde yalnız Tekel. İlgili mercilere ve sendikamıza yapılan her müracaatta durumumuz kısa sürede düzelecek dendi. Üç yıl geçti, hâlâ bir düzelme yok. Üstelik yüzdeli zamlarla aradaki fark devamlı artıyor. Yapılacak toplu iş sözleşmesinde bizlere bir ek madde konularak mağdur durumumuzun düzeltilmesini saygılarımızla arz ederiz. İSTANBUL TEKEL SİGARA FAB. İŞÇİLERI Ücretler arasındaki farklılık Bizler mayıs 1981 yılında Tekel bünyesinde işbaşı yapmış usta sınıfında, sanat enstitüsü mezunu teknik elemanlarız. Fabrikamızda ve diğer ilgili tüm işyerlerinde henüz anlayamadığımız bir ücret sistemi uygulanıyor. ÜNİVERSİTELERARASI SANAT GÖSTERİLERİ 1 DÜNDEN BUGÜNE TMUR SELÇUK Davetiyeler satışa çıkanlmıştır. ŞAN TİYATROSU 1920 Mart 1984 18.00 Bekleyin. l Hepsi bir saniye! YAPIKREDI "hizmette sınır yoktur" Orhan Balta kardeşimizin sevgili eşi, Cem ve Lâle Balta'nın anneleri bilmece bildirmece Üç yıllık eğitim enstitüsü yeşilim... yeşilim... istemece metunuyum. Zor şartlar altında öğretmenlik mesleğini 3 yıllık eğitim enstitüsü mezunları yapıyorum. 19811982 yılında M. Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi'ni kazandım, olanaksizhk nedeniyle devam edemedim. Dileğim, yetkili makamlanmn üç yıllık eğitim enstitüsü mezunlanna yapılan haksızhğı giderilmesi. 2338 sayılı kanun, bizleri 20 ay er statüsüne tabi tutmaktadır. Anlayacağınız bizler ilkokul mezunlarıyla eş tutuluyoruz. Ülkemizde öğretmenlere verilen değer bu mudur? Acaba yetkililer askerliğimizi öğrencilerimizle yapmamızt düşünürler mi? BİR OKUR VEKALETTEN AZİL Mehmet Esat Inanç, Edip Okay, Ali Nezihi Özay, Sevil özav, Muge Özay, beraberce vekı! tayin eımiş oldukları muleahhiüer TEŞEKKUR Hastalığımın tedavisinde yakın ilgilerini esirgemeyen Sağlık Müdür Muavini REYHAN BAIIA'nın vefatı nedeniyle büyük acılarını paylaşmz. BAHADIR KIZILTUĞ VE ARKADAŞLARI MEHMET ACAR ve SADRİ GÜVENÇ'i vekil kıldıkları tum hususlardan azlederler. Kcnuilerine ve 3. şahıslara duvurulur. Sn. Dr. MUSTAFA SİNİRLİOĞLU'na S.S.Y.R Tüberküloz Dışı Göğüs Hastalıklan ve Astım Hastanesi Başhekimi Sn. Dr. ORHAN ERGÖNÜL'e Asistan Dr. HASBt ALTAY'a Asistan Dr. ARMANAĞAN ALEMDAR'a Başhemşire HAYRÜNtSA ALPER'e Hemşire FATMA YILDIRIM'a Hemşire SERPlL ÜLKER'e Hemşire HÜSNİYE ÖZER'e hastalara sevgi ve sıhhat veren tüm 2. kat personeline teşekkuru bir borç bilirim. SACETTtN CAMŞILDAK Oteleilik Okıılu öğrencileri yakmıyor Çukurova Üniversitesi fktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Mersin Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu son da ) Bugun saat 14.0019.00 arasında, Akademi Kıtabevi'nde (Nısantas'ınkitaplannı imzaiayacaklar. HALDUN TANER İLE ARİF DAMAR İMZA GÜNÜ SATILIK OTO Sahibinden gorülmeye değer VVaryanl Volkswagen 1972 model 1600 motor. Tel: İş: 528 39 64 Ömer ERİÇ Ev: 140 30 62