14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/8 HABERLERİN DEVAMI 18 KASIM 1984 PENCERE baylann, terhis olan askerlehne kömür örnekleri vermeleri de bu yıllarda olsa gerektir.)" • Çoğu ülkede tarihle söylencenin zaman zaman birbirine karıştığı gerçektir. Geçmişin karaniığına doğru uzanan tarih ışığı çok eski zamanları aydınlatmaya yetmez; o zaman varsayımlara başvurulur, tarih masallaşabilir; ama 19'uncu yüzyıl elimizi uzatsak tutacağımız kadar yakındır. Bu dönem için 1932'de öykü uydurmak gereği neden doğuyor? Çünkü Cumhuriyet dönemine geçildiğinde Türkler tarihlerinden habersizdiler. Bu işi kotarmak için kollan sıvamak, hiç olmazsa okullarda tarih derslerinde okunacak birer kitap yazmak gerekiyordu. Ulusallaşma sürecinin bilinci, devtetin resmi tarih anlayışı nitetiğinde eksikti gedikli, ama belirli bir amaca yönelik olarak belırginleşti. Bugün bile tarihe yönelik çalışmalarımızın çok cılız olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. • Tarih ve Toplum dergisi bu ortamda özenli ve özverili bir çalışmamn geniş okur kitlesine dönük yayınıdır; öğreneceğimiz çok şey olduğunu her sayısıyla bize anımsatıyor ki bu da güncel ve canlı bir işlev demektir. Alman film yönetmeni Hauff: POUTIKA VE OTESI MF.HMFn KEMAL (Baştarafı2. Sayfada) Kofalardaki duvorları anlatıyvrıım Kültttr Servisi TürkAlman Kültür Enstitüsü'nün çağnlısı olarak Türkiye'ye gelen ve SinemaTV' Merkezi'nde filmleri gösterilen Reinhard Hauff dün BtLSAK'da bir basın toplantısı düzenledi. Yurt dışında özelh'kle Federal Almanya'da gösterilen bütün Türk fîlmlerini çok beğendigıni belirten Hauff, söz konusu filmlerin Türkiye ve Türk Sineması için çok olumlu, onurlu birer reklam olduğunu söyledi. 1417 kasım tarihleri arasında SinemaTV Merkezi'nde "Franz Blum'un Katılaşması", "Kafadaki B ı ç a k " , " D u v a r d a k i Adam", "Baş Oyuncu", " P a ule Paulander" ve "Mathias Kneissl" adlı filmleri gösterilen Alman yönetmen Reinhard Hauuf "Yeni Alman Sineması" eğiliminde yapıtlar veriyor. Filmlerinde insanların kafasındaki önyargıları, sırurlan, duvarları anlattığını söyleyen yönetmen "196065 \ıllan arasında başlayan Yeni Alman Sineması'nın anlaytşını benimsiyorum. Savaş sonrası, ulkesi Dogu ve Batı diye ikiye aynlan Almanlann yeni kimlik arayışı, toplum dışında kalıslan temelinde, yerieşik toplum düzenine karşı koyan, eleştiren, çıkış yollan arayan insanlan ele alıyonım" diyor. "Duvardaki Adam" adlı filmini örnek gösteren Hauff, "Ben bu filmimde insanlann kafalannda olan duvarları gosterdim. İyikötü, DoguBatı, sosyalizmkapitalizm gibi.. Bu tür duvarlar herkesin kafasında var. Diınya iyi ve kötu diye ikiye aynlmış. Her laraf ötekini suçlayip kendi yanlışlannı görmüyor. Bu böyle devam ederse dünyada gerçek anlamda bir banş hiçbir zaman saglanamayacak. 3. Dünya filkelerinin somurülmesi de surecek. Filmde Dogu Almanya ile Batı Almanya arasında gidip gelen, her iki tarafta da mutlu olamayan adam sonunda aradaki duvann ustüniı seçer. Yani ne o tarafı ne de öteki tarafı. Ama o zaman da toplum tarafından deli diye nitelendirilir. Oysa bence o adam en saglıklı kişidir" diye açıklıyor görüşlerini. Basından Çizgiler Basın tarihimizi inceleyecekler, bundan kırk, elli yıl gerüere gittiklerınde ne gülünç olaylarla karşılaşırlar, "Böyle şeyler gerçekten olmuş mudur" diye saşırmaktan kendilerini alamazlar. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa'nın gezilerinin haberi izinle verilirdi. Örneğin, "İsmet Paşa hazretleri yarın İstanbul'u teşrjf edecek" diye bir haberi yazabilmek için Basın Yayın Genel Müdürlüğü'nün iznini almak gerekirdi. İzin verilirse yazılırdı, verilmezse yazılmazdı. İlgili makamlar bir şey söylemiyorlarsa, susuyortarsa izin verilmedi demekti. Elbette bütün bunlan güvenlik kaygusuyla yaptıklannı soylerlerdi. Bir toplantıda İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, gazete başyazarlan ile senli benli bir konuşmayı kabul etmiş, hatta şakalaşmış. Bunu gören gazeteciler, ülkemize demokrasi geliyor, ne güzel diye sevinmişlerdir. Bir içişleri bakanının küçümencik gülücüğü özgürlük ve demokrasi simgesi sayılmıştır. Cumhurbaşkanı İsmet paşa, Roosewelt ve Churchill ile görüşmek üzere Kahire'ye gittiğinde bizim gazeteler bu haberi verememişlerdir. Haberin yazılıp yazılmayacağı Başbakan Saraçoğlu'na sorulmuş, o da "Yabancı radyotar verirse haberi yazsmlar" demistir. Ancak bu, haberin yazılması yasak demektir. Nitetim bir süre sonra yabancı radyolar üçlü buluşmayı, Roosewelt, Churchill, İnönü görüşmesini bangır bangır vermeye başlayınca, bizim gazeteler de radyoların haberini halka duyurmaya çalışmıştır. yani haber bizden değil de, dışardan, dış kaynaklı olarak verilmiştir. Rlan radyonun bildirdiğine göre, İsmet Paşa Kahire'ye gitti... gibilerden... Elbet bu da çok gülünç olmuştur. Durum Başbakan'a bildirildiğinde, "Havadisi şimdilik yazmayınız, eğer yabancı radyolar verirse yazıp yazmamakta serbestsiniz" demistir. Devlet Başkanı yolda olduğu için güvenlik bakımından böyle konuşmuştur. Ama bir ülkede basın sınırlı yazıp, sınırlı haber verebiliyorsa, yazanların içine her zaman bir korku düşer. Kore'ye asker gönderiliyordu. Bizim de göndereceğimizi duydum. Haber Halk Partisi'nden veriliyordu. Onlann ilgilenmesi de İsmet Paşa yüzünden, Meclise danışılarak mı gönderilecek, danışılmayarak mı? Bunu öğrenmek ıstedikleri için gazetecilere haberi sızdırdılar. Sordum, soruşturdum gönderilecekmiş. Oturdum yazdım, ama haberi tek veren ben olmayayım diye Mekki Ağabey'e (Mekki Sait Esen) de çıtlattım. Sordu soruşturdu, doğruydu. Haberi verdik, ama ertesi gün bizi nerdeyse divanı harbe verecekler. Memleket sırrını açıklamışız, askeri sırları dışarı vurmusuz. Bereket Cumhuriyet gazetesi de haberi yazmıştı. Dava uzun sürdü, sonunda ceza yasasının sanıyorum 161. maddesi idi, kaldırıldı da, dava düştü. Mekki Sait'e haberi çıtlatmasam, tek başıma verseydim, Kimbilir başıma neler gelirdi, neler!.. 1957 seçimlerinde Trabzon'dayız. Miting alanında Menderes konuşacak. Ama sırada Hürriyet Partili, ınatçı biri var. Sırasını versin istiyorlar, vermiyor. Bir yanda Menderes konuşuyor, bir yanda Hürriyet Partili. Arada sesler birbirine karışıyor. Menderes sinirlendi. Konuşmacıya çatarak, "Misafirperveriik bile fanımıyorlar, ben burada konuşmayacağım. Dinlemek isteyenler belediye meydanına gelsinler" dedi, alandan ayrıldı. Hadi arkasından belediye alanına koştuk. Ama öteki alanda da biraz kalabalık kalmıstı. Gazeteler ertesi gün, "Trabzonluların tümü Menderes'i dinlemeye gelmedi" diye yazdılar. Buna Menderes çok ıçertemiş. Trabzon'dan Sinop'a geldik. O güne değin Sinop Başbakan görmemiş, ilk gelen Başbakan. Meydan ağzına kadar dolu. Coştu Menderes, biz gazetecileri göstererek, "Bunları yanımda gezdiriyorum. Mağşuş (kanşık) yağcılarbunlar. Yalan yazahar, inanmayın!.." dedi. Esti, tozdu. Halk kızıyordu. Gazetecileri aramaya, üstüne yürümeye davrandı. Hemen kalemi, kâğıdı sakladım. Ajans Genel Müdürü Şerif Arzık (rahmetli) not tutuyordu. Kalabalıktan biri "O yazan, Başbakanı kızdıran gazeteci bu mu" diye sordu. Ben de, "ever" dedim. Az daha rahmetli Şerif'i linç edeceklerdi. Anadolu Ajansı filan tanır mı coşkulu kalabalık? Polisler güç bela kurtardılar. UGUR MUMCU GOZLEM • İL * * İstanbul'dagüventtk kuvvetlerincegirişilen birdizioperasyon Ş i r t ı d l sonucUt yasadışı örgüt militanlarına patlaytcı madde temin eden, sahte pasaport düzenleyen veyurt dışrna tarihi eser kaçıran iki aileden 18 kişilik şebeke ele geçirildi. Yakalanan samkların üzerlerinde ve evlerinde yapılan aramalarda 175 adet sahte pasaport, I adet tarihi el yazması kitap, 1 adet sedef işlemeli haç, dinamit lokumu, saniyelifitil ele geçirildi. Olayla ilgili olarak Tayyar Öztunç, Naif Öztunç, Sıddtk Öztunç, Yusuf Öztunç, Rauf Öztunç, Kemal Eryumaz, Mehmet Sıddık Demir, Selahattin Demir, Yaşar Yalçın, Mehmet Yalçın, Hasret Ceylan, Mehmet Sıddık Aslan ile yabancı uyruklu S'isar Ahmad, Muhammad Hasyen Tahery, Muhammed Ali Tahiri, Behrauz Ahmad ile Pirghulan fVziri gözaltına alındılar. (Fotoğraf: a.a.) (Baştarafı 1. Sayfada) hukuku profesöfünün önünde hesap vermişti, "komünist misin nesin?" diye... Altyapı bir Marksist terimdir, ne gereği var ayaktopunda öyle? Mem canım efendim; Macaristan'ı Mithatpaşa Stadı'nda "ödeme güçlüğü içine düşen banker" gibi kovaladığımız o günlerde "altyapı" daha mı iyiydi Allahaşkına? O gün onbir futbolcu ve elli bin seyirci, akmlarda çocuklar gibi şendik, Macar komünistini nasıl da 31 yendik? Demek ki, konu "altyapı" vs. değil topun yuvarlaklığıdır. Vur meşin topa, girsin kaleye.. Kale dediğin Estergon kalesi değil ki? Uç direk bir de ağ.. Hem hiç anlamıyorum, kusura bakılmasın, futbolcuların "transfer ücretleri" arttıkça artıyor, ücretler arttıkça futbol kalitesi düşüyor. Futbolcularımızın "üstyapıları" yerınde, para, pul.. Maşallah.. Ama altyapı yok.. FederalÂlmanya dan Dervvall'i getırdık, futbolumuza derman versin diye, o da pek işe yaramadı. Yugoslav çalıştırıcı ve futbolcu getirdik yine olmadı. Bu işte bir aksilik var. Acaba futbol oynamayı, ne bileyim ben, şöyle bir on yıl yasaklasak mı? Yok, yok, olmaz. Bakın söz gelişi Yugoslav futbolcu getirmemiz çok iyi oldu. Yugoslav futbolcular oynuyor, bizim futbolcularımız da bilet parası vermeden oyunu izliyorlar. Böylece bilgi ve görgülerini arttırıyorlar. Fakat işi henüz tam kavrayamadılar. Olacak, zamanla o da olacak, öğrenecekler sonunda. Bence, bu şerefli yenilginin nedenlerinden biri futbolcularımızın "her türtü şiddete" karşı olmalan, bu yüzden topa şiddetle vurmaktan çekinmeleridir. Vursalar gol olacak, ama vurmuyorlar. Top dediğin ayrıcalıklı şırket ihalesi değil ki hemen sahibini buluversin. Ya kaleci Yaşar'a ne diyeceksiniz? Kalecimiz tam bir "farafstz arabulucu" tavn ile olayları izliyor.. Yaşar, arrtrenmanda doğru oynar, maçta şaşar!.. Herhalde İngilizce bilmediği için diyalog kuramadı... Efendim, söylemedi demeyin, takımımızın solu zayıf, solu.. Hep sağı çalıştırdık, adamlar da zayıf olduğumuz yönü anlayıp soldan orta sahaya giriverdiler. Sonra da "kanun kuvvetinde kararname" gibi arka arkaya sekiz golü diziverditer. İşe kulüplerden başlamak gerek, kulüplerden... Alın kulüp yöneticilerini; niye bir kulüpte gümrük müdürü ile TIR filosu sahibi aynı anda yönetici olurlar? Kulüplerin "altyap/"sını değiştirelim, TÜSİAD, İşverenler Konfederasyonu, MESS gibi kuruluşlardan kulüplere nöbetleşe yönetici atayalım. Türkİş başkanını da "işçi temsilcisi" olarak bu takıma katalım, iş adamları daha çok yatırım yapsınlar, futbolumuzu kurtaralım. Futbolcularımızı maç öncesi "Mercidabık Savaş/"na çıkarcasına cenk türküleri ile yüreklendirdik, şimdi de sekiz gol yiyince Viyana'dan dönen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gibi cezalandırmaya çalışıyoruz. "Dostbaşa, düşman ayağa bakar" demişler. Ne istiyorsunuz çocuklardan? Türkiye'de yenilgiye uğrayan yalnızca futbol takımı mı? Ne demişler: Bu bir takım oyunudur... Okul onarımda, öğrenci açıkta Marmara Üniversitesi titriyor Haydarpaşa Lisesi binasımn onarımını yürüten müteahhidin işi zamanında tamamlamaması yüzünden Marmara Üniversitesi'nin 2 bin 500 öğrencisi, öğrenimlerine ara verme tehlikesiyle karşı karşıya. tlniversite Rektörü Prof. Dr. Orhan Oğuz. "Sınıfları sobayla ısıtamazsak okulu tatil edeceğiz" diyor. Okulun hemen hemen bütün camları kırık, elektriği yanmıyor, sımflarda kırlangıçlar, güvercinler uçuyor, her taraf toz toprak içinde. İstanbul Haber Servisi Marmara Üniversitesi'nin yaklaşık 2 bin 500 öğrencisi, hemen tüm camlan kınk, kalorifersiz ve kırlangıçların, güvercinlerin barınak yaptığı tarihi Haydarpaşa Lisesi binasında öjŞrenim görüyorlar. Bu duruma, ilgili müteahhitin binanın onarımını süresinde tamamlamamasmın yol açtığını bildiren Marmara Üniversitesi Rektöru Prof. Dr. Orhan Oguz, 'Biz de çaresiz kaldık. Sınıflara soba koymayı deneyecegiz. Isıtamazsak okulu tatil edecegiz" diyor. Binanın onarımı 1981 >ihndan bu yana sürmesine karşıhk, gerek binanın ve gerekse içinde öğrenim görmeye çalışan öğrencilerinin durumu şu sıralarda içler acısı. Binanın tüm kalorifer tesisatıbozuk. Radyatörler duvar diplerinde ve yerlerde yığılı dumyor. Ancak kaloriferlerin onarımı tamamlansa da ve yakılmaya başlansa da öğrencilerin ısınması olanaksız. Çünkü, binanın hemen tüm camlan kınk. Sağlamlar da iyice yapışmış pislikten saydamlık özelliklerini yitirmiş. Bu her yanı toz toprak içindeki binada öğrenim gören öğrencilerden Ali Öztiirk, "Soguktan titrijoruz" diyor. Ender Gürel de camların kınk olması ve kapıların tam olarak kapanmaması yüzünden sınıfta adeta rüzgâr estiğini söylüyor. Salt sınıfların değil, okulun her köşesinin estiğini belirten Şenol Dogru ise, bu yüzden grip olmuş. Doğru, "Aynca, üç hafta önce de a>agıma çivi batmıştı. 2 tane tetanos ignesi oldum. 20 gün boyunca perhiz verdiler. Zaten dogru düriist gıdamı alamıyorum" diyor. ADIM BAŞI PASLI ÇİVİLER Binanın her yanmda yüruyen, bekleyen, koşuşturan bir kalabalık görülüyor. Kimisinin elinde ders kitabı, kimisinde çekiç, tornavida var. Koridorlarda her adım başı paslı çivilerle dolu iskeleler çakılı. Ender Gürel, "Yukarda ya da bitişikte tamirat yapıhyor. Biz de bu korkunç gürültü içinde sözde ders dinliyonız" diyor. Halil Ünal da gürultuden yakınyor "giim giim" sesleri içinde ders yapılamadığını söylüyor. Engin Angı, sınıfların akustik düzenden yoksun oldufunu ve öndeki ilk 45 sıranın dışında arkadaki sıralardan öğretim üyelerinin sesinin duyulamadığını bildiriyor. Bir yandan onarılan, bir yandan öğrenim yapılan binanın her yanı ucu açıkta sarkan kablolarla dolu. Ancak öğrenciler "Önemli degil. Bir tehlikesi yok" diyorlar. "çünkü elektrik yok". Anlattıklarına göre, kablolar değil, ama elektriksizlik çeşitli sorunlar yaratıyor. ömeğin, Engin Angı "Hava karardı mı ders yapamıyoruz. Hava yagmurlu oldugunda daha da erken karardığından, biz de daha erken dersi bırakıyonız. Aynca, enerji olmadıgından atölye derskrimizi de yapamıyoruz" diyor. Şenol Dogru "10 dakikalık bir ders aramız var. Ama, en yakın tuvalele ulaşabilmemiz için en az 15 dakika zaman gerekiyor" diyor. Hülya Abıka da tuvalet çeşmelerinden akan depo suyunda her turlü maddenin bulunduğunu ileri süruyor. Osman Ahmet Sunar ise, kuşlardan yakınıyor. Ancak kuşların da öğrencilerden hoşnut olmadığı açık. Loş ve soğuk odalarda huzursuz bir şekilde uçuşup duruyorlar. öğrencilerin "burda yok" dedikleri unsurlar arasında "kütüphane, yemekhane, spor salonu, laboratuvar d a " yer alıyor. Antbirlik'te sözleşme uygulanmıyor ANTALVA (ajL) Antbirlik ile Türklş'e bağlı Teksif Sendikası arasında 3 kasımda imzalanan ve 2 bin 615 işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesinin iptal edilmediği, sadece uygulamasının durdurulduğu bildırildi. Birlik Genel Müdürü Sami Aytekin, yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Toplu iş sözleşmesinin iptali ile uygulamanın durdurulması tamamen ayn şeylerdir. Bize sözleşmenin iptali ile ilgili herhangi bir yazı, bir talimat gelmedi. Sanıyorum uygulamanın durdurulması da, diger birliklerde sürdiinilen toplu iş sözleşmeleri görüşmeleri dikkate alınarak yapddı. Antbirlik'te calışan işcilerimiz endişeye kapılmasınlar." KİTAP/YAYIN DILSIZ \T: ÇIPLAK sıır oktoyiifat HaümSeîfik ADAM/Yeniçıktı! AnfiM/yeniçıktı! Lotifelekin BERCİ KRİSTİN DVYDUK/GORDUK YALÇ1IV PEKŞEN (Baştarafı 7. Sayfada) Elimizdeki üçbiner liralık makbuzlar karşılığında plastik bardaklar içınde 15'er adet 200 liralık A fişi alıyoruz. istersek aynı makbuzla 10'ar adet 300 liralık B fişi almamız da olası.. Küçük bardaklar bizim gibi işi en alt düzeyde tutanlar için.. Yoksa plastik taşıyıcılar yoğurt kabı büyüklüğünden küçük bir çöp kovası boyutlanna kadar ulaşabiliyor. Biz içeri girdiğimizde yüzlerce insan ellerindeki plastik bardak ve kovalarla "Pacific", "Universal" markalı "slot" makinelerini doldurmaya uğraşıyorlar, fakat bunda pek başanlı otamıyorlardı. "Slot" İngilizcede "afrna "anlamına gelen bir sözcük. "Parayı deliğe atma" anlamında da kullanılıyor. Fakat daha güzel bir Türkçe ile buna "parayı sokağa atma" da lenilebilir. Çünkü asıl işlevi bu: 100 yıl kadar önce Vahşi Batı'da ABD'li altın arayıcılannın elindeki paraları toplamak için bulunmuş bir yöntem, 100 yıl sonra pek de "vahşi" sayılamayacak bir ortamda aynı işlevi yürütüyor. Örneğin bizim plastik bardaklarımızın dibinin görünmesi 5 dakika bile sürmüyor. Einstein'in görecelik kuramına göre bize daha da kısa geliyor bu süre.. nız olası.. İşte bu umutlar uğruna küçük kovalar durmadan boşalıyor. Arkamızdaki bir makinenin uzun uzun şıngırdamaya başladığını görünce geri dönüyoruz. Makineden akan paraların sonu gelmiyor ve ister istemez bize, pek de kibarca olmayan hayretsesleriçıkartıyorfVLrftoe.. türünden). Kazanan adam bize dönüyor "Beyefendi, diyor, kırkıncı elde geldi, fazla üzülmeyin." Fazla üzülmüyoruz ama doğrusu insanı hafif bir hüzün dalgası kaplıyor böyle durumlarda. 300 liralık fişlerle oynayan adam 500 fiş kazanmış durumda. 150 bin lira ediyor.. Fakat oynadığı makinede her el için 5 fiş kullanmak zorunda. Eğer ded'ıği gibi kırkıncı elde kazandıysa 200 fiş (60.000 TL) harcamış durumda... Türklerin bulunduğu salondan geçilen başka bir salonda yabancılar, Amerikan oyunları denen Black Jack ve rulet masalarında oynuyorlar. Buraya geçişi denemek bile boşuna.. Kapıdaki görevli sadece yakasında mavi kartları bulunan yabancıları içeriye bırakıyor. Oyun oynamayınca.. Oyun oynamayınca insanın canı sıkılıyor. Oynayan insanlaıia konuşmak da olası değil. Çünkü hiç konuşulmuyor. İnsanlar makinelerden daha "otomatik" bir şekilde durmadan kollan aşağıya çekiyor ve düğmelere basıyorlar. Biraz dinlenmek ve çevreyi gözlemek için bara oturmaya karar veriyoruz. Tek ayaklı, yüksek ve arkalıksız bar koltukları beş dakika kadar insanı rahatsız etmiyor. Fakat biraz sonra sürekli aşağıya kaydığımızı farkediyoruz. iskemleleri değiştiriyoruzdurum değişmiyor. Biraz daha zaman geçirmek için iskemlelere inatla direniyoruz. Bu kez barmen başımıza dikiliyor. İngilizce ve Türkçe olarak "bir şey daha içmek isteyip istemediğimizi" soruyor. Çünkü içkılerimiz bitmiş durumda. İstemiyoruz ama garsonun gidip gelmeleri bitmiyor. Aldıklan talimat bu yönde olmalı. içmeyen müşterinin ayağa kalkması gerekiyor. Ayağa kalkınça da oyun oynamaktan başka bir çare yok.. İki biraya ödediğimiz 1300 lira ve altımızda bizi sürekli ayakta durmaya zorlayan iskemleler nedeniyle, çaresiz saat 24.00'e doğru Casino'yu terk ediyoruz. Makinelerin düzenl Bizim bıraktıklarımızı toplayanlar da yok değil. Sağda solda duyduğumuz şıngırtılardan anlaşılıyor bu. Slot makineleri çok iyi düzenlenmiş. Sizin 200 ve 300 liralık fişinizi (coin) birkaç saniye içinde gövdesine indirirken gıkını bile çıkarmıyor. Fakat bunlardan iki tanesini geri verecek olsa, makinenin tüm ışıkları yanıp sönmeye, her tarafından ayn bir ses çıkmaya başlıyor. Bu yüzden kayıplar hiç fark edilmıyor. Fakat kimin kazandığı, hatta ne kadar kazandığı (uzayan şıngırtılardan) hemen anlaşılıyor. Bu şıngırtılar, kaybedenler için tahrik edici bir unsur... "Ben kazanamadım ama işte kazanan var" gibisinden bir duygu yaratıyor. Makinelerin üzerindeki yazılara bakılırsa, üç benzer şeklin yan yana getirilmesiyle kazanıîabilecek "ccin" sayısı 500, 1000, hatta 25.000'e kadar yükselebiliyor. Bunun anlamı şu: 200 liralık fişle oynuyorsanız 100 bin, 200 bin ve 5 milyon, 300 liralık fişle oynuyorsanız 150 bin, 300 bin ve 7,5 milyon lira kazanma Kültür Servisi Saraylarımızın tanıtılması, daha iyi korunması, bakımı, kullanımı, değerlendirilmesi, Türk ve dünya kamuoyunda tanıtılması amacıyla TBMM Başkanhğı'nca düzenlenen "Milli Saraylar Sempozyumu" dün Yıldız Sarayı Şale"de TBMM Başkanvekili ve Semp>ozyum Düzenleme Komisyon Başkanı Halil tbrahim Karal'ın konuşmasıyla sona erdi. Karal, konuşmasında amaçlarının konunun çeşitli düzlemlerde, çeşitli kurumlarda, basında ve kamuoyunda gündeme gehnesini sağlamak olduğunu belirterek bunun da belli oranlarda gerçekleştirildiğini söyledi. Konuşmalarda, Milli Sarayların uluslararası kongrelere açılması, tstanbul festivali etkinliklerinin saraylarda yapılması halinde turizme yararlar sağlanacağı bildırildi ve çağdaş iletişim tekniklerinden yararlanılarak sarayların tanıtımının gerçekjeştirilmesi istendi. AyTica TÜBİTAK'ın, milli sarayların bakım ve onanmından doğacak teknik sonınların çözümünde her turlu çabayı göstereceği de belirtildi. Sempozyum süresince konuşmacılar dokümantasyon ve arşiv merkezi oluşturulmasının şart olduğu konusunda birleştiler. Konuşmalarda aynca eski eserlerin korunmasında başanlı olunması için onanm işlerini gerçekleştirecek ustalar ve zanaatlarının korunmasının yararlı olacağı bildırildi. Sempozyumun son günü Avni Akyol, Orhan Alsaç, Suha Ann, Sinan Genim, Aydın Gün, Bozkurt Güvenç, Lemi Şevket Merey ve Hüsrev Tayla'nın katıldığı bir panel gerçekleştirildi. Milli Samylar Sempozyumu sona erdi LotifeTekin roman SEvGİU ARSIZ OLUM KURAM YAYINLARI YALNIZLIĞIMI BİLİYORSUN TARtH TEORİS1 Kitap. I C. Şalıan H.Semih Eralp DİGER YAYIN LARINUZ: ÖZEL/KİTAP7 ECE AYHAN MEKTUP/TURGAY ÖZENYAZIDIR ACININ TARİHİ/AHMET SOYSAL BUGUN ŞIDDETLİ OLMAK/RENE CHAR BİRLIKTE YOL ALMAK/ESİN SOYSAL BU YAVUZ TANYELİ DESENLER/EMEL ŞAHİNKAYA GÜNSÜR DESENLER 1 Afşaı Timuçin, Descartes Felsefesine Giriş 2 İdeoloji Üzerine 3 Descartes, Yöntem Üzerine Aklı Yonlendirme Kurallan 4 Spinoza. KavTayışguoinün Gelişimi Leibniz.Monadoloji Lukacs. Hegel'in Ontolojisi (çıkacak) Dağ: İst. Cemmay, Say/Ank. Adaş. 250 TL. 350 TL 300 TL. 250 TL. 350 TL. • Atatürk'ün NükteleriFıkralanHatıraları YAZIŞMA ADRESİ: TEŞVIKIYE CAD 1251 İSTANBUL ABONE: 5 KİTAP KARŞIUGl 1 500 TL NIŞANTAŞI AKBANK 26504 HAKKI MISIRLIOÖLU HESABINA Atatürk'le ilgili yüzlerce nukte, fıkra, hatırayı kapsayan bu değerli eserin 3. baskısı çıkmışlır. Milli Eğitim Bakanlığı'nca okullara tavsiye edılmiştir. Hazırlayan: Hilmi Yücebaş 200. • Padişahlar Albümü Kısa Osmanlı Tarihi 36 Padışah'ın hayatı ve renklı portreleri. Bu kıymetli eser Milli Eğitim Bakanlığı'nca okullara tavsiye edılmiştir. Nefis bir kutu içinde 400. TL. Pazaroyun Çözümleri Ozanoyun 2. ADAM FlRAR = ARÎF DAMAR HAZÎNSEN KORKMA SİYAH GÜL = HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL SAITKOV SÇEDRİN GOLOVLEV AİLESİ Çeviren: Mazlum BEYHAN KUZEY YAYINLARI • Çevremiz ve İstanbul llkokul öğrencilerine çevre ünıte çalışmalan için kaynak kitaptır. Her ilçenin renkli hariıası verilmiştir. 150. TL. Kitapçılardan aranması ödemeli gönderilir. Posta :an.a Sı.' KECI ııc"*ti alıcıva aıttir. Posta ucretine mahsuben sipariş mektuplOÜ.TL. Posta pulu konmalıdır. \RİŞ MERKEZİ / KÜLTÜR KİTABEVİ, Ankara Cd. 62 SİRİSTANBUL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle