19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
T CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kes bilmektedir; ama, Prof. özcan Köknel'in kitabında, kurban gençlerin tek tek başlarına gelenleri okuyunca, bu bilginin, içeriksiz olduğu için, yüzeysel kaldığını, bütün dehşeti ile anlığımıza kazmmadığını anhyorsunuz. Sayın Yazar, "Bağımhhk sorununu, bugüne dek izledigim ilginç vakalardan hareket ederek, okudugum, gözden geçirdiğim kaynaklar, yaptığım araştırma ve çalışmalarla bütünleştirip sunmaya çalıştım" diyor; bence, "Alkolden EroineKişilikten Kaçış" adlı yapıtın en vurucu, en etkin, en özgün yanı, gözlemlenen ilginç vakalardır. özellikle, evlât yetiştiren ana baba için, yürek paralayıcı diye niteleyebileceğim bu vakalar, kitaba, bilimselliğinden daha önemli bir değer kazandırmaktadır. Gerçekte Prof. özcan Köknel'in asıl insansal amacı da budur. Büyük facialara yol açan bu tür bağımlıhkların ortadan kaldırılmasının en köklU çaresi, elbette uyarıcı ve uyuşturucuların yasaklanması, hattâ yok edilmesidir; ama güçlü yeraltı çeteleri ile devletler bile baş edemediğine göre, durumun korkunçluğunu gençlere, ana babalara anlatmak vazgeçilmez bir yoldur. Çocuklarımızın ne büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulunduklarının bilincine varmalıyız. Onun için, diyeceğim ki, konuyu en yetkili ağızdan dile getiren bu kitap, evlerimizin baş köşesinde yer almahdır. Onu ikide bir açıp okumahyız. Yukarıda, "... bu vakalar, kitaba, bilimselliğinden daha önemli bir değer kazandırmıştır" derken, "Alkolden EroineKişilikten Kaçış" adlı yapıtın bilimsel niteliğine gölge düşürmüş değilim; eğer onda bu nitelik bulunmasaydı, anlattığı olaylar bunca derin etki uyandırmazdı. Prof. Özcan Köknel, gerçek bir bilim adamı olduğu içindir ki, okurunu anlaşılması güç bilimsel gösterilerle aciz durumda bırakmaktansa, ona yararlı olmayı yeğlemiş ve bilimsel bilgi ile psikososyal olayı denge içinde tutmayı başarmıştır. Kendisini candan kutlarım. Yazarın "Kaygıdan Mutluluğa Kişilik" adh yapıtı daha önce çıkmıştı. Bunun gibi, adlarını burada bir bir saymayı gereksiz bulduğum incelemelerinde (Cumhuriyet Gençliği ve Sorunlan adlı incelemesi Yunus Nadi ödülünü kazanmıştı) Prof. Köknel kişilik sorununa büyük eğilim duymaktadır. "Bağımhhk", "Kaygı", "Mutluluk", "Kaçış" kavramları üzerinde dirençle durması da bunun tanıtıdır sanırım. Bağımlılığın, bir tür mutluluğa yönelme oluşu, elbette kişilik sorununu öne çıkaracaktır. Ancak burada kişilik, bir kaçış olarak, deyim yerinde ise, olumsuz, edilgen bir varoluşu sonuçlamaktadır. Buna kişiliği yok edici bir kişilik demek yanlış olmaz sanırım. Başka bir deyişle, saptırılmış, ürünün ürünü olmak, yabancılaşmayı oluşturur ki, bu da her alanda kişiliği siler. Bağımlılardan çoğunun, sonunda kendilerini öldürmekten başka bir kurtuluş yolu bulamamaları, gerçekte bir kurtuluş özleminden çok, içine düşülen boşluğun anlamsızlık uçurumunun doğurduğu bir yalancıedimdir. Kitapta, bu gerçeği tanıtlayan vakalar okudum. Demek istiyorum ki, bağımhhk olayındt'n daha geniş bir alanı kaplayan bir psikososyal olaylar dizisinin konusudur kişilik sorunu ve böylece Prof. Köknel, çalışmasını, özgül bir konumdan felsefel bir düzeye çıkarmaktadır Kitaptan, beni ilgilendiren nice konuya ilişkin nice yeni bilgi edindim; bunlara sırası geldikçe değineceğim. Yazımı bitirirken şunu da söyleyeyim; haşhaştan (afyondan) türetilmiş maddeler, eskiden beri tedavide kullanıldığına göre, demek biz şimdi 1) Kötü kullanım ve 2) bu kullanımın patlama durumuna gelmesi olayı ile karşı karşıyayız. Bunları kesenkes birbirinden ayırma olanağı nasıl bulunacaktır? Sonra, bütün bağımlılıklar gibi, kaynağı başka olmakla birlikte, alkole bağımhhk da tehlikeli bir hastalıktır kuşkusuz; ancak alkolde pekâlâ uygulanabilen ılımlı tutuma neden afyon bağımhhklarında rastlanmıyor? Arada önemli bir ayırım var mı? Ve son bir soru: Yasaklama bir çare midir? Bütün bu bağımlıhkların nedeni toplumsaldır biçiminde basit bir gerekçeye bağlanmak istemem; ama ne yaparsınız ki toplumsaldır. Bunu özellikle "patlama" için rahatça söyleyebiliriz. 12 AĞUSTOS 191 Patlama MELİH CEVDET ANDAY Mogadon, nobrium, diazem... gibi uyku verici ilâçlar yurdumuzda kullanılmakta, bilinmektedir; hafif sinir hastalıklarının sinir yorgunluklarının çeşitli ne. denlerle yaygınlaşması da, sanırım, bunlann kullanımını artırıyor. Şinirli insanlar olduk, atalarımız gibi kolayca uyuyamıyoruz. Aynca uykusuzluğu büyütüyoruz da; kimi hekimin öğüdüne uyarak, "Uyuyamazsam uytımam" diyemiyoruz. Çünkü ilaçlarımız var; ilaçlanmız olduğu için de, her gün açık havada birkaç saat yürümenin uykusuzluğa bire bir geleceğine ilişkin bilgiye boş veriyoruz. Çünkü korkuyoruz uykusuzluktan. Kolay mıdır, uyanıklık durumundaki yüksek frekansh alfa dalgalarını beyinde sürekli taşımak! Bunun gibi, az ya da çok, bir sinir bunahmının ağır baskısma katlanmaktansa, ilaç yolu ile önIem almanın yanlış olmadığını hekimler de söylüyorlar. Ben bundan altı yedi yıl önce çok yıpratıcı bir depresyon geçirdim, epey uzun sürdü, Prof. Dr. Özcan Köknel'in ilaçları ile kendimi topladım. Bu hastalığın belirtilerini çok iyi bildiğim için, yoksa yeniden mi başlıyor diye korkarak hekime koştuğum oluyor arada bir. En son, yaz dinlencesine çıkarken gördüm Prof. özcan'ı, kimi sıkıntılarımı anlattım; bana "Plegicil" adlı damla ile "libroksil" denilen tableti almamı öğütledi. Dinlencemin ilk haftasını uyuklayarak geçirdim, ama kaygılarım yavaş yavaş azaldı. O ilaçlar başımın ucunda duruyor gene, yan yan bakıyorum arada bir. O gün Prof. Köknel ile "peyot" denilen bitki ve peyottan çıkarılma "meskalin" adlı uyarıcı konusu üzerinde söyleştik biraz. Ben Carlos Castaneda'nın "Don Juan'ın Öğretileri" adlı kitabından yıllar önce burada söz açmış, peyot'un inanılmaz etkilerini anlatmıştım. Bitkilerin bunca giz taşımaları beni düşündürür durur hep. Prof. Köknel, bu yıl basılan "Alkolden EroineKişilikten Kaçış" adlı büyük kitabında, "Adam otu" dediğimiz bu bitkiye de küçük bir yer ayırmış. Gerçekte bütün uyuşturucuların, uyarıcıların ve alkollü içkilerin kaynağı bitkilerdir. Ancak bunu bilmek onca önemli değildir, bitkilerden uyuşturucu, uyarıcı maddelere, alkole geçiş süreci bence hep merak konusu olacaktır. Bunda rastlantının, yinelemenin büyük payı olduğu elbette yatsınamaz. Alkolün bulunuşuna ilişkin, Doğuda ve Batıda çıkarılmış masallar da bunu gösteriyor. Nitekim Sayın Özcan Köknel de, bu çok önemli yapıtına yazdığı önsözde, "Sorunun insanlık tarihi kadar eski oluşu, insanı geçmişinden soyutlamanın olanaksızlığı ve çağdaş çözümlemeleri bir arl plana oturtma zorunluluğu, konuyu geniş bir tarihsel perspektif içinde ele alma gereğini doğurdu" demekle, alkol, uyarıcı ve uyuşturucu kullanma ahşkanlığının yeni olmadığını belirtmektedir. Ancak, buraya gelindiğinde, gerçekten çok önemli bir sorunla karşılaşmaktayız; alkol, uyuşturucu veuyarıcımaddelerinkullanılmasında bağımhhk, son yirmi otuz yıl içinde birçok ülkede "patlama" denecek bir niceliğe varmıştır. Bunun da başlıca nedeni, kaçakçılıktır. "Genel olarak uyuşturucu madde kaçakçılığı, afyon, afyon sakızı, baz morfin, eroin ve esrar gibi maddelerde yoğunlaşmış olup, bunlar arasında baz morfin ve eroin ilk sırada yer almaktadır. Gerçekten doğal ve sentetik uyuşturucular ve uyarıcılar arasında kaçakçılara en fazla çıkar ve kazanç sağlayanlar bu maddelerdir ve iireticiden tiiketiciye ulaşıncaya kadar bütün aracılara büyük kâr bırakmaktadır." Bu alanda çalışan büyük yeraltı örgütlerinin korkunçluğunu bilmeyen yok elbet. Alkol, uyuşturucu ve uyarıcı maddelere bağımlı olanların uğradıkları felâketleri dünyada her PENCERE Bağımsızlık Düşüncede Başlar Çağımız dünyasında herkes ekonomi ve politika konuşat lir. Ankara'nın gecekondu kesiminde, Paris varoşlarında, Rı de Janeiro'nun teneke mahallesinde siyaset yapılması doğa dır. Halk kahvesinde bilir bilmez herkesin ülke ve dünya işle üzerinde fikir yürütmesi çağdaş toplum anlayışının ürünü s; yılmak gerekir. Çağdaş toplumun tanımı "ülkenin halk eliyle'~ için yönetilmesi" değil midir? Eğer bu kuralı benimsiyorsa,. c radan bir kişinin Türkiye ekonomisi ya da Basra Körfezi soruı ları üzerinde konuşmasında yadırganacak bir yan yoktur. • Bu konuşmalarda kişinin tartışmaya kendi özel konumun göre yaklaşması da doğaldır. Bir emekçi, ücretlerin neden di şük tutulduğunu anlamak isteyecektir; işadamı da ekonomiy ve siyasete kendi çıkariarı açısından bakacaktır; büyük holdinç lere yüksek ücretlerle bağlanmış bir ekonomi profesörünü yansız kalması olanaksızdır. Bu profesörün gazetede yayınk nan bir demeci veya yazısı, bağlandığı holdingin çıkarlarına teı düşerse, patron işine son verebilir. • Ancak bu durumu Türkiye'ye özgü saymak da yanıltıcıdır. Bi tün dünyada "bağımsız bilim adamı" kişiliğiyle çalışanların SJ yısı ne kadardır? Kapitalizmin ağababası Amerika'da parabî balannın emrinde çalışan nice ekonomi uzmanı, bütün dür yada egemen olmasını istedikleri kuramları üretirler. Az geliş mişleri sömürmek "sistem"\ ayakta tutmakla olasıdır. Az gelişmişlerde "bağımsız düşünce"n\n gelişmesini enge lemek "uluslararası parababalan" için zorunludur. Çünkü ekc nomik bağımsızlığa giden yol, ancak "bağımsız düşünce"ri\ uygulamaya dönüşmesiyle döşenebilir. • 1929'da dünya ekonomisi bugünden çok ağır bir bunalım. düşmüştü. 1970'lerden günümüze dek uzanan ekonomik bu nalım durgunluk ya da gerileme (recession) diye adlandırıl yor; 1929'da tam bir ekonomik çöküntü (depression) yaşanı yordu. O dönemin Türkiye'si de 19111922 arasında savaşlarlı yıkılmış, yanmış bir köylü toplumuydu; 1930'lara dek (ekonc mik bakımdan) çeşitli antlaşmalarda eli kolu bağlanmıştı. 1929 bunalımında Atatürk, yabancı ekonomi uzmanlarını vı uluslararası akıl hocalarını dinleseydi; ne Cumhuriyet Merke. Bankası kurulurdu; ne de devletçilik ilkesiyle sanayi yatmmla rına girişilirdi. Türkiye, 2'inci Dünya Savaşını 1930'larda kurulan az buçul endüstrisiyle atlatabilmiştir. • Bir süreden beri "borç ekonomisi"nm baskısı altında yab»c ekonomi otoritelerinin fikir boyunduruğuna vurulmuşuz. Bı . yunduruktan kurtulmadan soluk almak olası değildir. Yabancı akıl hocalarının öğütleriyle ülkemizde emekçi üc retleri ve memur aylıkları yıllardan beri geriletilmektedir. Çün kü bu alanda "üretilen kuram"a bakılırsa ücretlerle fiyatlar bir birine bağlı ve enflasyon sarmalıyla bağıntılıdır. Ücretleri artır dın mı fiyatlara yansır; fiyatlar yükseldi mi ücretleri artırmak ge rekir. Buna "cehennemi döngü" adı verilmiştir. Oysa aldatıcı bir kuramdır bu; Türkiye gibi bir ülkede ücret lerle fiyatlar arasındaki bağıntıyı bilimsel açıdan irdeleyip or taya koymuş bir araştırma yoktur. • Ülkemizde ücretlerin, fiyatların önüne geçtiği bir dönem ya şandığı kuşkuludur. Yapılacak iş ülkemizde çeşitli iş kollarında ücretin üretimdek maliyetini bilimsel bir yaklaşımla saptamaktır. Çünkü sanayi leşmemiş bir toplumda bu hesabın Batı'nın endüstri ülkelerin den çok daha değişik biçimde.sonı/çtarvisrmesi bekienir. Kaldı ki Batı toplumlarında yapıfanhesaptâra göre de ücre tin fiyatlara yansıması bütühüyıe olası değiidir. Sözgelimi yüz de 10 oranındaki bir ücret artışı (ücretin malın üretilmesind* yüzde 40 payı olsa bile) fiyat yükselişine yüzde 10 değil, yüz de 4 oranında yansımaktadır. Enflasyonun suçunu emekçi halkın sırtınayüklemek içinuy durulan "cehennemi döngü" kuramı sermayecinin çıkariarı içır kullanılmaktadır. • Bunun içindir ki Türkiye'de emekçilerin ücretlerine yönelil< tüm suçlamalar şimdi boşlukta kalmaktadır. 24 Ocak 1980'der beri hem işçi kesimini, hem KİT'leri, hem devletçiliği suçlayar özel sektör, bugün zincirleme yıkılışlar içinde değil midir? Peki, bu olumsuz gelişmenin suçlusu olarak sanık sandalyesine sermayedar kimi oturtacak? ARADA BİR TORKOM İSTEPANYAN SAGLIK YÖNETEN ERDAL ATABEK Bir Sürgün ve Ermeni Annelerıne Duyuru 1915 yılında, biz gayri müslim Türk yurttaşlârı, dış tahrik ve etkiler sonucu vuku bulan olaylar nedeniyle sürgün olarak Simav'a geldiğimiz gün ora halkından işittiğimiz ilk cümle aynen şöyle olmuştu: "Abuuu Uma bacı baksana, gâvur, gâvur dedikleri de bizim gibi insanlarmış". Asaletini ırkından almış olan bu saf ve temiz insanlar, dört küsur senelik sürgün yaşamımız süresince bizleri yalnız bir kardeş gibi bağırlarına basmakla kalmadı. Aristo'nun çok evvel söylemiş olduğu, "İşbirliği demokratik yaşamın mutlak koşullarından biridir" sözlerini de lâyıkıyla gerçekleştirmesini bildiler. Şöyle ki: Kafilemiz Simav'a geldiği gün zaptiyeler bizi eskiden böceklik olan bir hana yerleştirdiler. Burada tahminen altt ay kaldığımız halde henüz yerel halkla hiçbir temas sağlamış değildik. Bizleri ilk defa birbirimize kaynaştıran şu olaylar oldu. Bir gün yalnız başıma hanın önünde oynarken üç Müslüman çocuğu yanıma geldiler ve beni oyuna davet ettiler. Ben ise onlarla oynamamakta direniyor, bir taraftan da "Ben sizinle oynamam" diye bağırıyordum. O sırada sesimi duyup hanın kapısında görünen annem bana: .•...; . Oğlum, onlar da senin kardeşlerindir. Nederi onİarla oynamak istemiyorsun? dedikten sonra bizi yanına çağırıp, hanın iç durumunu işaret etti ve şöyle konuştu: Şayet sizler büyüdüğünüz zaman çocuklarınızın böyle acıklı manzaraları görmelerini istemiyorsanız bu yaşta birbirinize sımsıkı sarılınız ki, bir daha hiçbir yabancı tahrik ve etki sizleri birbirinizden asla koparamasın . Annem konuşmasını bitirince ben de çocuklarla elele tutuşup alana doğru koşmaya başladım. Bugün bütün samlmiyetimle ifade edebilirim ki, beni çocuklarla oynamaya yönelten âmil, annemin sadece "onlar da senin kardeşlerindir" cümlesi olmuştu.Çünkü henüz diğer sözlerini değerlendirecek yaşta değildim. Bir süre sonra hana geldiğim zaman, annemi handa bulamadım. Teyzeme annemin nerede olduğunu soracaktım ki, o an bir bando arabası gelip hanın kapısında durdu ve arabanın asker olan sürücüsü hana girip ismen teyzemi çağırdı. Teyzem dışarı çıkıp arabada oturmakta olan bir hanımefendiyle bir müddet görüştükten sonra geri gelip ailemizi topladı ve arabaya bindirdi. Hareket eden arabamız bir süre sonra önü bahçeli çok güzel bir evin önünde durdu. O ana kadar olanlardan hiçbir şey anlamamıştım. Ancak eve girince annem olanları şöyle özetledi: Bir müddet önce annemin konuşmasını hanın kapısındaki garnizon komutanı Musta Bey'in ailesi arabadan dinliyor ve annemin sözlerinden o derece etkileniyor ki bu durumu derhal gidip beye anlatıyor. Bunun üzerine bey de ailemizi evinde misafir etmeye karar veriyor. Bizim bu eve taşınmamızdan bir hafta sonra da zaptiyelerle, bizden bir genç kadın arasında müessif bir olay cereyan etti. Bu olaya tanık olan halk, önce bu olaya neden olan iki zaptiyeyi bir hayli tartakladıktan sonra, doğruca garnizon komutanlığına gidip bu olayı şu sözlerle protesto ettiler: Dış tahrik ve etkiler sonucu acıklı bir duruma düşmüş olan bu perişan insanlar, biz Simavlılara emanet edilmişlerdir. Bu nedenle onlara yapılacak herhangi bir tecayüz ve hareketi bize yapılmış sayacağız. Kısacası emanetimize asla ihanet etmeme azim ve kararındayız. Bu konuşmalardan sonra Simav halkını etrafına toplayan Garnizon Komutanı, bugün dahi kelimesi kelimesine hatırladığım şu konuşmayı yaptı: Aziz ve muhterem Simavlılar, bu asil davramşlarınızdan dolayı şu anda sizlerle ne kadar övünsem az olacaktır, esasen biz Türklerden de böyle bir hareket beklenirdi. Çünkü Türkün en büyük hasletlerinden biri zayıfa yardım, diğeri ise konukseverliktir. Şimdi her türlü övgünün üstünde olan bu tutumunuzdan cesaret alarak diyorum ki, arzu edenler benim gibi onlardan bir aileyi evinde misafir edebilir; bu kararımı da onların üeride kasabamıza yararlı bir unsur olabileceklerine inanmış bir kimse olarak alıyorum. Komutanın bu konuşmasından sonra handa tek bir aile kalmamıştı. Artık müslim ve gayri müslim iki toplum da aynı çatı altında yaşamaya başlamıştı. Yerli halkın bu Türk'e has tutumu ise bizleri bütün gücümüzle .ç alaniarına çekti. O tarihte erkekler aşkere alınmış olduğundan bı:"ck işler kadınlara bırakılmıştı. İşe önce tarlalardan başland:. Aıiık hergün Ayşe'yi ve Hermine'yi tarlalarda yan yana çapa vuıurken görürdünüz. Her ne kadar ellerinde ayrı ayrı çapaları vardıysa da, bu ayrı çapalar bir tek ideal uğruna vuruluyordu. O ideal de her şeyin üstünde olan ülkenin kurtuluşu idı. Bu kardeşlik havası böylece sürüp giderken, bir gün Genel Merkezin "Gayri müslim vatandaşlar üç gün içinde vilâyetlerine dönmek mecburiyetindedirler" genelgesi, Simav'da bir matem havası yaratmıştı. Matem havası yaratmıştı diyorum, çünkü bu emrin ilânından sonra, Simav'da gülebilen bir çehreye rastlamak mümkün değildi. Acaba neden bu emir yerli halkı da bu kadar üzmüştü? Çünkü her ne kadar aramızda din farkı vardı ise de, onlar bu farklılığın iki toplum arasında kısa zamanda yer etmiş olan bu kardeşlik havasını yok etmeye asla yeterli bir neden olmadığına iman etmiş kimselerdi. Karaciğerimi boznıak için neler yapmalıyım? Karaciğerini bozmak iste : yen bir insan neler yapmalıdır? Konuyu böyle alahm. "Karaciğerini bozmak isteyen bir insan"ın neler yapması gerektiğini görelim. Belki de, sonunda, çevremizdeki birçok insanın, "Karaciğerlerini bozmak isteyip istemediğini" düşünürüz. Kendimizi de bu işin dışında tutmak için neden yok. Karaciger "kolay" bozulur mu? Hayır. Karaciger, çalışma gücü çok yüksek bir organ. Bozulması için zararlı etkenlerin birleşmesi, uzun sürmesi gerekiyor. Ama, karaciğerin de dayanıkhhğının bir sınırı var. Karaciger genel olarak, birden bire de bozulmaz. Çok zararlı bir mikrop ya da zehir söz konusu olmadığı zaman, bozulma yavaş başlar, giderek artar. Buna da dikkat etmek gerekjr. ,. ;"Karaciğerini bozmak isteyen insan", alkol almalı mıdır? Elbette. Alkol almak, karaciğeri bozmak için çok güvenilir bir yoldur. Bu yolla karaciğeri bozmak için bile, epey çaba harcamak gerekir. Normal bir insan karaciğeri, günde 160 gram alkolü çözümler. Alkollü içkilerin sert olanları (rakı, votka, viski, cin, konyak), hafif olanlarından (şarap, bira) daha fazla zararhdır. Aynı içki miktarlarında sert içkiler, hafif içkilerden daha çok alkol verir. Sürekli içme, arasıra içmeden daha çok zarar verir. İçme süresinin uzaması, karaciger zararını da artırır. Alkollü içki içenlerde karaciger bozulması 1015 yıldan sonra görülür. Kadınların karaciğeri, daha kısa sürede ve daha az alkol miktarlarında bozulur. Alkol karaciğerde "yağlanma" yapar. "Yağlı karaciger" yumuşak, düzgün, büyüktür. Karaciger işlevlerinde bozulma pek görülmez. Karaciğeri "bozan" beslenme biçimi nasıldır? Karaciğeri bozmak için etkili bir yol da, yanlış beslenmedir. Bol yağlı yiyecekler, hele hele kızarmış yağda pişirilenler, çok yenirse; proteinli, hayvansal proteinli besinler de az yenirse, karaciğeri hastalandırmak için elden gelen yapılmış sayılır. Böyle bir beslenmeyle karaciğerde "yağ birikmesi" sağlanır. Karaciğerde yağ birikmesi uzarsa, bu durumu yaratan nedenlerde süreklilik sağlanırsa, giderek karaciger hücrelerinde yıkım da başlar. Bir ölçüde evet. Şeker hastahğında da "karaciger yağlanması" görülür. Şeker hastahğınızı tedavi ettirmezseniz, bu durumun da farkına varmazsınız. Bir yandan şeker hastalığı damarlannızı bozarken, diğer yandan karaciğeriniz de yağlanır. Siz, "Hastalık falan neymiş, atın ölümü arpadan olsun" derken, organlarınız da yıpranmayı sürdürür. Böylece, hastalıklarınızı başarıyla artırırsınız. "Bulaşıcı sarılık" hastalıler de vardır, değil mi? Elbette. Hem de çok sayıda zehir vardır. Ama, sizin bunları aynca arayıp bulmanıza gerek yok. Çevre kirliliğine yol açan nice zehir, az miktarda, ama sürekli olarak çevreden vücudumuza giriyor. Kalıcı nitelikte tarım ilaçları, yediklerimizle, içtiklerimizle vücudumuza giriyor. Yanılmayahm, bunlann yıkamakla, pişirmekle ilgisi yok. Tarım ilâcı; ottan hayvana, hayvanın sütüne, oradan peynire geçe geçe, hemen bütün hayvansal besinler, tanmsal besinler yoluyla bize geliyor. Bu maddelerin böyle az miktarda, fakat sürekli alınmasıyla farkında bile olmadan nice zehirleri ahyoruz. Karaciğerimiz, bütün bu maddelerden etkileniyor. Ama, ne ölçüde etkilendiğini de doğru dürüst bilmiyoruz. Bu da "cehaletin (esellisi"dir. Peki, bütün bu etkenler bir arada olursa, karaciğerin hastalanma oranı daha da artar, değil mi? Çok mantıksal bir sonuç değil mi? Çevremize bir bakalım. Ne yediğine, ne içtiğine pek dikkat etmeden, yağlısıyla, tuzlusuyla yiyenler; her akşam hatırı sayılır miktarda içkiyi afiyetle yudumlayanlar; aldığı kiloları sürekli artıranlar, hep çevremizde yaşıyorlar. Hastalık sözü pek tatlı değil. Şimdi durup dururken, "karaciğerimizi" düşünmek yerine, "getir bir ciğer tava" demek, daha keyifli değil mi? Yalnız unutmayalım ki, bu keyfi yerine getirebilmek için de "karaciğerimizin" sağlam olması gerekir. Yoksa, "aldırma canım", "bozma keyfini", "şimdi durup dururken ağzımızın tadını kaçırmayalım" falan derken, bir de bakarız ki, "keyfimiz bozulmuş", "ağzımızın tadı kaçmış". Görüyoruz ki, "karaciğerimizi" bozmak, ya da bozmamak, büyük ölçüde elimizde. Öyleyse gelin, biz "karaciğerini bozanlardan olmayalım... Bu bozuklukları sağlamak için; et, süt, yumurta, beyaz peynir, yoğurt yenmemelidir. Tersine, bol bol yağ, yağlı yiyecekler yenmelidir. Sebzeleri, meyveleri sofraya uğratmamalıdır. Böylece, karaciğerinizi oldukça bozabilirsiniz. Şişmanlık, karaciğeri bozmak için iyi gelir mi? Hiç kuşkunuz olmasm. Şişmanlık, karaciğeri bozan önemli nedenlerden birisidir. Karaciğerinizi bozmak istiyorsanız, bol bol kilo alınız. Böylece karaciğeriniz yağlanır. Onu da başka bozuklukların izlediğini artık biliyorsunuz. Şişmanlık da durup dururken olmaz. Yağlı yiyecekler yemeniz gerekir. Eh, içkiden de İcendinizi yoksun bırakmanın âlemi yok. Böylece siz, keyifle yiyip içerken, bir yandan kilolarınız artar, öbür yandan da karaciğeriniz yavaş yavaş bozulur. Şeker hastalığı, karaciger bozukluğuna yol açar mı? ğı karaciger bozukluğuna yol açar mı? "Bulaşıcı sarılık" hastalığı, karaciğerin yaygın bozukluğuna yol açan bir hastalıktır. Ancak, iyi tedavi edildiğinde bu hastalık <7olOO oranına yakın bütünüyle iyileşir. Ancak tedavi ilkelerine uymadığınız zaman, dinlenmeyi savsakladığınız zaman, "Canım ben iyiyim, dahası da ne oluyor?" diyerek, kalkıp günluk yaşamınıza başladığınız zaman, ilerde karaciğerinizin bozulmasına yol açmaktasınız demektir. Karaciğerinizdeki yıkım tam düzelmemiştir. Bu yıkım, ilerde hücrelerin yerini bağ dokusunun almasına yol açacaktır. Böylece karaciğerin işlevlerinde azalma olacaktır. Karaciğerinizi hastalandırmanın başarılı bir yöntemi de, "akut viral hepatit" dediğimiz "bulaşıcı sanlık" hastahğına pek kulak asmamak, hekim tavsiyelerine aldırmamaktır. Karaciğeri "bozan" zehir MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞFNDAN DUYURU 1. Bakanlığımız Bilgi lşlem Dairesi Başkanlığı'na mülakatla sözleşmeli persortel alınacaktır. 2. Alınacak personelin, ÜNVAN1 Bilgisayar Sistem Anaüsti 1AYJSL 1 BRÜT AYLIK .ÜCRET 110.000 TL. 1. ODTÜ, Hacettepe veya Boğaziçi Üniversitesi'nin Bilgisayar Mühendisliği bölümleriyle benzeri okullardan ya da Bakanlığjmızca bu bölümlere denkliği kabul edilmiş olan yurtdışındaki okullardan mezun olmak. 2. Programlama, sistem çozümleme ve bilgi işlem yönetimi konularında tecrübe sahibi olmak. 3. İyi derecede; Ingilizce PLI, COBOL, ASSEMELER programlama dillerini bilmek. 1. Bilgi lşlem sistemini bütün fonksiyonları ile kulla"nabilmek ve çıkabilecek her türlü sorunu çözümleyecek bilgi düzeyinde bulunmak. 2. Yüksek okul mezunu olmak. 3. PLI, COBOL, ASSEMELER programlama dillerini bilmek ve iyi derecede Ingilizce bilmek. 1. Bilgisayar konusunda uzman ve yüksek okul mezu nu ormâk. 2. En az iki tane programlama dili bilmek. 3. Sistem donanımı konusunda ihtisas sahibi olmak ve iyi derecede Ingilizce bilmek. 1. En az lise veya dengi okul mezunu olmak. 2. İki tane programlama dili ve iyi derecede Ingilizce bilmek. tun ^MARMABİS juoor FİVATIARI MARBIHOTEL47.5OO 36500 T.MT OTEL •OOftUM yarımpansıyon 36500 i ffTHiVC ^SEKETUR OTEL23500 j ALAMYA Bilgisayar Sistem Analist Yardımcısı 105.000 TL. JftUAOOÜI «8120500 . DATÇA AKTUR VİLLALARI 55000 4 Kısı Bilgisayar Uzman ve Programcısı 90.000 TL. 10 Gun 9 G t c t Hef Cuma K « i n Hartket Fıyatl^rımıu ozel otobus + fkramlar 4 Rehberıniz 4Scrvıs vr Vcrgiler djhildir Bilgisayar Programcısı 86.000 TL. Barbaros Bulvarı 35/5 Be^iklaştsl Iftl10741618226 1612281 Kadıkoy Aber.tur3J7 6l 07 A • Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. TAMER YÖN • TMMO Mimarlar Odasından aldığım 1813 Sicil Nolu Tanıtma Kartımı kaybettim. Geçersizdir. NURETTİN GÜNGÖREN • Lise diplomamı kaybettim. Hükümsüzdür. MURA T EĞRİ • Hüviyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. OSMAN EKEN • T.C.D.D. Banliyö kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. AYŞE KAYABAŞI S A T I L I K Çamlıca Altunizade'de asırlık ! çarnlar ve yetişmiş meyva ağaçlı 1600 m bahçeli iki ev\illa sahibinden TeL: 333 76 32 Yukarıda belirtilen Ozel nitelikler dışında bütün adayların, 657 sayılı kanunun 48. maddesinin (A) fıkrasının, 4, 5, 6, ve 7. bentlerinde belirtilen şartları da taşımaları gerekmektedir. 3. Başvurular 1031 Ağustos 1983 tarihleri arasında ve Beşevler'deki Bilgi lşlem Dairesi Başkanlığı'na yapılacaktır. 4. Mülakat 12 Eylül 1983 tarihinde saat 09.00'da Bilgi lşlem Dairesi Başkanlığı'nda yapılacaktır. 5. BAŞVURULARDA tSTENECEK BELGELER a) Nüfus hüviyet cüzdanı örnegi (2 adet) b) Mezuniyet belgesi ve diploma. c) özgecmişİni belirten dilekçe. Basın: 22508 llsletme Fakültesi'nin 60.000.000. lira kejif bedelli 10. kısım inşaatı işinin eksiltmesi Yüksek öğretim Kurumu'na ait ihale ve satm alma yonetmeliğine uygun olarak bir birim fiyat esasına göre kapalı zarf usulü ile tstanbul Oniversitesi Insaat ve Muamelât Müdürlüğü'nde toplaaacak Alım Satım Komisyonu'nda 18.8.1983 günü, saat 15'te yapılacaktır. 2lşin şartnarnesi lnşaat ve Muamelât Müdürlüğü'nde görülebilir. 3Eksiltmeye girecek otanlann 12.8.1983 günü, saat 16'ya kadar eksiltme sartnamesinin 5. maddesi uyannca: a) Yapı araçları bildirisini, b) Teknik personel beyannamesini (Teknik eleman taahhütnameleri işin adına ve noterden tasdikli olacaktır.) c) TaahhUt beyannamesi, d) Sermaye ve kredi olanaklarını bildiren mali durum bildirisini, e) Bu eksiltmenin ilk ilân tarihinden sonra alınmış kesif bedelinin yüzde 10'u kadar banka referans mektubunun (kullanılmamış nakit kredi olarak) f) Bayındırhk Bakanlığı'ndan almış oldukları asajıda belirtilen en az ışin keşif bedeli kadar işin eksiltmesine girebileceklerini gösterir muteahhitlik karnesini suret kabul edilmez. g) Bu işin keşif bedelinin yüzde 75'i kadar keşif bedeli olan tek bir isi müteahhit sıfatı ile ikmal edip kabulttnu yaptırdığına dair bir belgeyi, h) Bir dilekçeye ekliyerek tstanbul üniversitesi Rektörlüğüne müracaatla ihaleye katılma belgesi olmaları şarttır. MUracaatta evrakların işin adına olması ve Noter tastikli olmayan suret ve fotokopiler geçerli şayılmayacağı gibi sonradan evrak tamamlanması veya evrak teslimi kabul edilmez. 4tsteklilerin Yüksek öğretim Kurumu'na ait ihale ve Satın Alma Yönetmeliginin 8. maddesine göre hanrlayacaklan kapalı teklif mektupları ile a) Geçici teminat makbuzunu (Teminatlarını nakit olarak yatırmak isteyenler, T.C. Ziraat Bankası'nın Beyazıt Şubesindeki 6 nolu Universite hesabına veyahut Muhasebe MüdürlUgtlne yatırabilirler.) b) thaleye katılma belgeşini, c) Ticaret odası belgeşini, d) lstekliler gerçek veya tüzel kişi olması gerekir. (özel ve tescil edilmemiş ortaklıklar kabul edilmez.) a) tstekli bir ortaklık ise sicilli ve halen faaliyette olduğuna gösterir ve bu eksiltmenin ilk ilan tarihinden sonra alınmış bir belgeyi, b) Ortaklığın Noter tastikli imza sirkülerini veya Ortaklık adına teklifte bulunacak kimselerin bu ortaklığın vekili olduğunu gösterir Noterden onaylı vekâletnameyi, diğer bir zarfa koyup ihale saatirj^ den bir saat öncesine kadar madde l'de belirtilen komisyona me buz karşılığında teslim etmeleri şarttır. 5Bu ihale ılc ilgili belgelerin posta ile gönderilmesi halinde gecikme ve kaybolma, kabul edilmez. 6Üniversitemiz Yüksek öğretim Kurumu İhale ve Satın Alma Yonetmeliğine tabi olup ihaleyi yapıp yapmamakta veya dilediğine yapmakta serbesttir. duyurulur. Basın22179 İSTANBUL ÜNİVERSİTESt REKTÖRLÜGÜNDEN ^ KARAKAY4 MİMARLEK Mimarhk bürosunda çalışmak üzere gece bölümü öğrencisi bayan aranıyor. Söğütlüçeşme Cad. Derici Zeynel Sok. No. 12 Kat: 3 Büro: 3 K A D I K Ö Y
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle