25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/4 KÜLTÜRYAŞAM 12 EKİM 1983 TELEVIZYON 15.30 TürkiyeKuzey İrlanda Futbol Maçı: Naklen Yayın (Renkli) 17.30 Kapanış 20.00 Kitap Sanatlan2 (Renkli) Programda minyatür sanatı örnekler verilerek anlatılıyor ve tanıtılıyor. Sinema tarihinin önemli bir filmi ATtLLA DORSAY TV'de Sinema 20.30 Haberler 20.55 Hava Durumu 21.05 Uykudan Once 21.15 TV'de Sinema: Sunset Bulvan (Aynntılı bilgi yandaki sütunlarımızda.) 22.50 Haberler 23.00 Kapanış ' 'Sunset Bulvan'' (Sunset Boulevard) / Yönetmen: Billy Wüder / Oyuncular: Gloria Swanson, WUliam Holden, Erich Von Stroheim, Fred Clark, Nancy Olson, Jack Webb ve konuk oyuncular: CecilB.de Mille, H. B. Wamer, Anna Q. Nilsson, Buster Keaton, Hedda Hopper / 1950 yapımı /105 dakika. İşsiz ve talihsiz bir Hollywood senaryo yazan, sinemaya dönüşünü gerçekleştirmek isteyen sessiz film döneminden kalma bir kadın 'star'Ia ilişki kurar, onun yeni filmi için senaryo yazmaya girişir. Ancak kadın hayal âleminde yaşamaktadır, yeniden sinemaya dönmek için hiçbir şansı yoktur. Film, kadının akli dengesini yitirmesi sonucu tam bir trajediyle sonuçlanacaktır... Hollywood'un Hollywood üstüne yaptığı en ilgi çekici ve önemli filmlerden birı, belki de birincisi... Billy Wilder, bir dönemdeki gozde senaryocusu olan Charles Brackett'le birlikte yazdığı Oscar ödullü senaryosunda, özellikle sessiz film Hollywood'una acı, amansız, aynntılı bir yaklaşım getiriyor. Gloria Swanson, filmde biraz da kendisini, kendi sinema yaşamını canlandırıyor. 1897'de doğup 1983 yılı içinde 86 yaşında ölen ünlü aktris de, sessiz filmin en önemli isimlerinden biriydi. Daha 1910'larda Cecil B.de Milk'in 'monden gâldiirii'Ierinde rol almış, tutucu Amerikan ortasınıf ahlakına meydan okuyan modern kadını ustaca oynamıştı. Swanson, 1928'de Erich Von Stroheim'in ünlü (ve lanetli) filmi "Queen Kelly Kraliçe Kelly"yi çevirmiş, ancak bu film bir türlü bitirilerek gösterilememişti. Wüder, fılmde oyuncunun geçmişini anımsadığj ve özel perdesine eski fılmlerini yansıttığj sahnelerde, "Kraliçe Kelly"den kalan sahneleri kullanıyor. Swanson, 30 ve 40'larda birkaç kücük rolde gözükmüş, "Sunset İZLEYÎCİ GÖZÜYLE Yakın geçmişte bir okur, fılmlerde hep aym seslerı duymaktan bıktığını yazıyordu. Bu göriişe katılmıyorum. Filmler sanatçılanmızca özellikle Ankara'dakilerce büyük bir basanyla seslendiriliyor. Değerli seslendirme sanatçılanmız seslerini verdiklerifilmlereçok seyler katıyor, olağanüstü bir duyarlıkla işlehni yürüttiyorlar. Rüstü Asyah'nın "Dürüst Bir Adam"da Thomas More'u, Zafer Ergin'in "Bülbülü öldürmek"te Avukat Aticus'u Ergiin Uçucu'nun "Gazeteciler" de Lou Grant't konusurken gösterdikleri başarıyı unutmak mümkün mü?.. Tüm seslendirme sanatçılanmızt kutlarım. "Hep aym sesler duymaktan'''' bıkmadığımızı da belirıirim. AZtZ NACİ DOCAN / htanbul Seslendirme sanatçılarımızın başarısı RADYO TRTI 05.00 Açılış, program ve kısa habcr. ler 05.05 Ezgi kervanı. 05.30 Solistlerden bırer şarkı. 06.00 Köye haberler. 06.10 Bölgcsel yayın. 06.30 Günaydın. 07.30 Haberler. 07.40 Günün içinden. 10.00 Arkası yann. 10.20 Reklamlar. 11.00 Kısa haberler. 11.05 Okulradyosu. 12.00 Kısa haberler. 12.05 Reklamlar 12.10 Öğle üzeri. 12.55 Reklamlar ve radyo programları 13.00 Haberler. 13.15 Hafif müzik. 13.30 Bölgesd yayın ve reklamlar. 14.45 Öğleden sonra. 16.00 Kısa haberler. 16.05 Okul radyosu. 17.00 Olayların içinden. 17.30 Bölgesel yayın ve reklamlar. 18.00 Çocuk bahçesi. 18.15 Haftanın çocuk sarkısı. 18.20 Fasıl 18.50 Hafif müzik ve reklamlar. 19.0001.00 TRTII ile ortak yayın. 19.00 Haberler. 19.30 Yurttan sesler. 20.00 Köyümüz köylümüz. 20.20 Şarkılar. 20.40 Türkçe sözlü hafif müzik. 21.00 Kısa haberler. 21.02 Radyo tiyatrosu. 22.00 Türküler. 22.20 Kuçük konser. 22.40 Şarkılar. 23.00 Haberler. 23.15 Gecenin içinden. 00.55 Günün haberlerinden özetler. 01.00 Program ve kapanış. 01.0505.00 Gece yarısı. 07.00 Açılış ve program. 07.02 Solistlerden seçmeler. 07.30 Haberler 07.40 TUrküler ve oyun havalan. 08.00 Sabah için müzik. 09.00 Şarkılar. 09.15 Türk büyükleri. 09.30 Sabah konseri. 10.00 Şarkılar. 10.20 THM toplu programı. 10.40 Kadın veçevresi. 11.00 Kadınlar (oplulugu. 11.30 Türkçe sözlü hafif müzik. 11.45 Türküler. 12.00 Dunya folkloru. 12.20 Şarkılar. 12.40 Türküler geçidi. 13.00 Haberler. 13.15 Saz eserleri. 13.30 Şarkılar. 13.45 Bir roman / Bir yazardan hikâyeler. 14.00 Bir albüm. 14.30 Yabancı dil ögrenelim. 15.30 Ankara Oda Orkestrası. 16.00 Şarkılar. 16.20 Arkası yann. 16.40 Türküler geçidi. 17.00 Olayların içinden. 17.30 Çeşitli sololar. 18.00 Erzurum Radyosu Türk Halk Müzigi Topluluğu. 18.30 Bilim dergisi. 18.50 Çocukiar sarkı söylüyor. 19.0041.00 TRT I ile ortak yayın 07.00 Açılış ve program. 07.02 Gune başlarken. 08.00 Sabah konseri. 09.00 Türkçe haberler. 09.03 Barok mttzik. 09.30 Blood Swet/Tears Topluluğu. 10.00 Hafif muzik dunyasından. 11.00 öğleye doğru. 12.00 Haberler. 12.12 Diskoteğimizden. 13.00 Konser saati. 14.30 Caz muziği. 15.00 Muzikli dakikalar. 16.00 Günün konseri. 17.00 Haberler. 17.12 Sizler için. 18.00 Haftanın toplulugu. 19.00 Haberler. 19.12 Bir konser. 20.45 Saz eserleri. 21.00 Yeru tını Yeni müzik. 21.45 HaJk çalgılarımızdan ezgiler. 22.00 Haberler. 22.12 Gecenin getirdikleri. 23.00 Çarsamba konseri. 24.00 Gece ve müzik. 01.00 Program ve kapanış. SİNEMANIN ESKİ YILDIZI VVİIIİam Hoiden la bırııkte set Bulvan"nda gorülen Gloria Swanson, sessiz sinemanın eski yıldulanndandı. Swanson bu filmde, biraz da kendi sinema yasamını canlandınyor. Bulvan" ile perdeye gerçekten bir dönüş yapmıştı. Swanson, bundan sonra 50'lerde birkaç filmde, sonra uzun bir aradan sonra 70'lerde "Havaalanı 75" gibi bazı filmlerde rol alacaktı. Hollywood'u bir yandan öteyana kateden ve birçok ünlünün oturduğu Sunscl Bulvan (Günbatımı Bulvarıt'nı isim olarak alan film, kuşkusuz birçok bakımdan ilgi çekici. Gloria Svvanson'un canlandırdığı eski aktris, hem Swanson'un kendisi, hem de sinema denen büyülü âlemden bir türlü kopamayıp hep ona dönmek, eski parlak günlerine yeniden kavuşmak özlemiyle yaşayan tüm eski oyuncuların dramını simgeliyor. VVilder, ünlü guldürülerinde de çok iyi belirginleşen keskin gözlemci tavrıyla, birçok oyuncunun hayatına damgasını vuran bu özlemi sergilerken, Svvanson'un abartmalı, grotesk oyunuyla da çok kendine özgü bir 'star' portresi çiziyor. Svvanson'un oyunu ve Wilder'in onu yönetmesi, zamanında bazı eleştiriler almış, giderek Swanson'un oyununu "Boris Kaıioff un kompozisyonlanna" benzetenler bile çıkmıştı. Ama VVilder'in hâlâ sessiz film dönemi oyun tarzını surdüren Snanson'u seçmesi ve ondan bu tarzda bir oyun alması, kuşkusuz özellikle aranmış bir şey. Çünkü bu oyun biçimi, bize sessiz sinema ddnemine yeniden TRT III dönmede, o dönemi yaşamada yardımcı oluyor. Sıradan tipler çizen tüm diğer oyunculann CVVilliam Holden, Nancy Olson, Jack Webb, vs) oyunu Swanson'un temsil ettiği sinemayla belirgin bir çeltşki oluşturuyorlar. Diğer yandan yönetmen, eski yıldızın bir zamanlarki arkadaşlarını çağınp oyun oynadığı sahnelerde Buster Keaton, Anna Q. Nilsson, H.B. Baxter, Hedda Hopp«r gibi eski oyuncuları kullanıyor. Swanson'un bir rol bulmak için eski yönetmeni Cecil B. de Mille'i stüdyoda ziyarete gittiği sahne, unutulmaz bir burukluk içeriyor. Ama filmin belki de en ilgiye değer yanı, VVilder'in Swanson'a hayran olan, onu ne yazık ki, yarım kalan "Kraliçe Kelly" rolü ile bir anlamda yeniden yaratmayı deneyen ünlu dahi yönetmen / oyuncu Erich Von Stroheim'e filmde Swanson'a tutkun, ve artık ona uşaklık yapan eski yönetmen rolünü oynatmjş olması. Bu rol, biraz Erich Von Stroheim'in kendi kişiliğine benziyor, ayrıca TV'de ilk kez izleyeceğimiz sinemanın bu ünlü kişisi, bu role kimselere benzemeyen kendi oyuncu kişiliğinin damgasını basıyor... Filmin finali ise belki yıllarca unutulmayacak bir dramatik güç içeriyor... "Sunset Bulvan", sinema tarihinin çeşitli açılardan önemli fümlerinden biri... Acı, buruk bir gözlemi, sinemanın geçmişine belli bir nostaljiyi, kendine özgü bir kara mizahla beslenen bir fantastik duygusunu bırarada ve ustaca harman eden, garip bir çekiciliği olan bir film... Mutlaka izlenmesi hele, bir sinemasever için kesinlikle kaçırılmaması gereken bir yapım... Türkiye'de nedendir bilinmez, daha önce gösterilmemiş olan film, 1950 >ıhnda en iyi film, yönetmen, görüntü yönetmeni (John B. Seitz), bas oyuncular (G. S»anson ve VV. Holden), yardımcı oyuncular (Erich Von Slroheim ve Nancy Olson), en iyi senaryo ve muzik (Franz Waxman) dallannda Oscar'a aday olmuş, bunlardan ancak son ikisinde ödul almıştı. TRT her şeyden önce bir yayıncılık kurumudur ÇETİN ÖNER Her kurum kendi konusuna değgin işleri üretir. Her kurumun asal bir görevi, asal bir işlevi vardır. Sağbk Bakanhğı sağlık hizmetlerinin yürütülmesi; Adalet Bakanlığı ulusal ve uluslararası hukuksal sorunların çözümü, yönetimi, denetimi ile ilgilidir. Milli Savunma Bakanlığı, ulusal savunmamız başta olmak üzere askeri işlere değgin hizmetleri yürütür, uygular. Sağlık hizmetleri nasıl ki arkeologlarla, adalet hizmetleri mühendislerle, askeri hizmetler tiyatrocularla yürütülemezse, yayıncılık hizmetleri de bakkallarla kotanlamaz. Çünkü ihtisaslasma denen bir kavram vardır. Kimi insanlar, kimi konularda çaba gösterip bu yolda eğitimlerini yapıp o işin gerekleri ile donanırlar. Marangozdan diş tabibi, sarhoştan din görevlisi olmaz. TRT bir yayıncılık. kurumudur. Daha doğrusu öyle olmak zorundadır. Bu kurumun be! kemiği, gece demeden, gundüz demeden, tatil demeden HP (HaberProgram) üreten kişilerdir. Yönetmenden kurgucuya, kurgucudan sesçi, kameraman ve ışıkçıya kadar tüm HP çalışanları bu kurumun bel kemiğidir. Yaptıklan işin değeri gerçekten para ile ölçülemez. Ne var ki, onlar da kirada otururlar, onlar dagiyinirler, yerler, içerler... Kısacası onlar da yaşamak zorundadırlar. İşlerinin nitelıği özel bir yeteneği, eğitimi gerektirdiğinden kolay yetişmez bir yayıncı. Elli yılı aşkın yayıncılık tarihimizde gerçek anlamda kaç yayıncının adını anımsar toplumumuz? Bir Zafer Celasun, bir Yılmaz Tok, bir Jülide Gülizar, Can Akbel, Zeki Sözer, Haluk Tuncalı, Sansözen, Gazimihal, Özakman, Kam, Sevengil ve daha nice yayıncı, nice teknik eleman; kurgucu, kameraman, sesçi kolay triı yetişir sanıyorsunuz? Bir Fatih, bir Emin Metin, bir Erol Alaçam uluslararası bir kurgucu düzeyine kolay mı gel TRT II 19.00 Açılış ve program. 19.01 Hafif müzik. 19.40 ÇAYKOVSKİ: Valsler: Uyuyan Güzel, Kuğu Gölü, Fındıkkıran balelennden seçmeler... H. K. Krips yön. Phılharmonia PromenadeOrk. 20.05 SAINTSAENS: Introcluction ve Rondo Capriccioso... L. Kogan (Keman) ve A. Gauk yön. Devlet Radyo Ork. 20.15 RIMSKY KORSAKOFF: "Şehrazat", Senfonik Süit, Op. 35... Y. Svetlanov yön. S.S.C.B. Devlet Senfoni Ork. 21.00TORELLI: Yaylılar, Bakır ve Tahta Çalgılar için Konçerto ve Senfonıler... Solistler ve J.F. Paillard Oda Ork. 21.30 Hava raporu, ertesi günün programı ve kapanıj. tTÜ Deneme Yayını Ilk konserde Ayla Erduranhn başarısı FtLİZ ALÎ lstanbul Devlet Senfoni Orkestrası 19831984 konser mevsimini 8 ekim cumartesi akşamı AKM'nin Büyük Salonu'nu dolduran muziksever İstanbullular'a sunduğu Brahms programıyla açtı. Şef Rengim Gökmen, solist Ayla Erduran, başketnancı Yusuf G. Aksoz'dü. Brahms'ın 150. doğum yılı anısına düzenlenen programda bestecinin "Re majör Keman Konçertosu" ve yine "Re majör No. 2 Senfonisi" yer alıyordu. Brahms'ın keman konçertosunu yorumlayan A>la Erduran için "sanatçı", "büyük sanatçı" sözcükleri yetersiz geliyor bana. Türkçemizde bu "sanatçı" sözcüğü ne yazık ki bozuk para gibi harcandı, sanatla uzaktan yakından ilişkisi olmayan, hatta bir takım gölgeli zanaatlarla uğrasanlara bile "sanatçı" dendi. Bu durumda Ayla Erduran'a "artiste" sözcüğünü daha yakıştınyorum. Öyle bir "artiste" ki ülke sınırlarıyla kısıtlanması olası değil, evrensel nitelikte, evrensel boyutlarda bir "«rtiste." Nereden nereye ama, Ayla Erduran, sanki 19. yüzyıldan günümüze uzanan Rus keman okulunun (ki bu okulun temelini Rus Yahudileri atmıştır) bir parçasıdır. O okul ki, Mischa Elman, Heifetz Milstein, Isaac Stern, Menuhin ve Oistrakh'lardan günümüze Gidon Kremer'e Perlman'a ve Zuckerrnan'a ulasan güçlü ve tartışmasız bir okuldur, bir gelenektir. Bu okulun özelÛğj kemandan çıkan sesin güzelliğine verilen önemle belirgindir. Teknik ustalıksa zaten ulaşılması ve aşılması gereken ilk koşuldur, ama keman sesi yaşayan, ürpertici, soluk alıp veren, bazen göz yaşartan bazen sevinç uyandıran bir ses dünyasıdır bu okulda. Tek tek sesler cümle yapısı içinde pırıltılı bir gerdanlığın değerli taşları gibi ard arda dizilir ve Ayla Erdnran'ın Brahms yorumunda olduğunu gibi, bütün aksamalara karşın dinleyiciyi sürükler, başka dünyara götürür. Evet, sanat ve "artiste" işte budur... ASIL SORUN ORKESTRADA Yoksa, dünyada binlerde kemancı var, çoğu da iyi, kötü dikiş makinesi gibi aksamadan çalabilir, çoğu bir konseri baştan sona hiç kusursuz göturebilir, ne var ki bu kusursuzluk, bu teknik beceri her zaman dinleyeni etkilemeye yeterli olmayabilir. SanatÇi çevresine özel dalgalar yayar, işte bu dalgaların salona yayılması sonucu, müziğin o görkemli düşler dünyasına yorumcu ve dinleyici birlikte ulaşabilir. Oelelim asıl konumuz olan orkestramıza: Yıhn bu ilk konserinde İDSO'nun ısınması epey zaman aldı doğrusu, konserin iik yarısında dinlediğimiz Brahms "Keman Koncertosu"nda, orkestramız.ın soliste sağlam, güvenilir destek verdiği ne yazık ki söylenemez. Genç şef Rengim Göknten'i epeydir izlemekteyiz, yeteneğine, müzikal beğenisine, duyarhğına diyeceğimiz yok. Kısa zamanda çok yol aldı Gökmen, fakat önünde aşacağı daha nice engel var. Kaf Dağı'nın ardına uiaşmak kolay değil... Yaz tatilinin mahmurluğunu üzerinden atamamış, henUz havaya girememiş, çalgılarına ısınamamış bir orkestrayı toparlamak görevini yüklenen bu genç şefin omuzlanndaki yükü hissetmemek olası mı? DEVAMLI ŞEF KONUSU Bu konser bizi, orkestralanmızın ve şeflerimizin en önemli sorununa bir kez daha değinmeye zorladı. "Devamlı Şef sorunu bu. Orkestrayı da bir çalgı gibi düşünmek zorundayız. Öyle bir çalgı ki, her ele alındığında yorumcusu değişiyor. Oysa, çalgının sesinin açılması, yumuşaması, esneklik kazanması ancak yorumcusuyla birlikte yaşayarak, çalışarak, ortak alışkanlıklar edinerek gelişebilir. Şef için de düşunülmesi gereken bir sorundur bu. Şef de elindeki çalgıyı yakından tanımalıdır. hele mesleğinin daha başındaysa bu tanışıkhk özellikle önem kazanır. Çalgının huyunu suyunu öğrenmeli, en iyi sonuca nasıl bir yaklaşımla ulaşacağım, deneylerle saptayıp uygulamaya geçmelidir. Şefle orkestra arasındaki organik bağa boylece degindikten sonra, bir de eldeki olanakları olabildiğince değerlendirme konusuna eğilmeliyiz. büyüktü İstanbııl Devlet Senfoni Orkestrası, mevsimi Brahms'la açtı Genç şeflerimiz, genç solistlerimiz yetişiyor, onların eser tanımalarını uğraşlarında deneyim kazanmalarını nasıl sağlayacağız? Senfoni orkestralarının olağan konserleri dışında, "Gençlik ve Ögrend" konserleri düşüncesi neden gerçekleştirilmesin? Neden genç şef ve solistlere yılda en az 10 konserle, halk karşısına çıkma olanağı tanınmasın? Kurulmuş ya da kurulması düşünülen "Gençlik Orkestralan" varsa, neden onlara destek olunmasın? Kısaca ÎDSO, bir yandan yeni yetişenlere arka çıkarken, öte yandan profesyonel senfoni orkestrası olarak en iyi şef, en iyi solist, en iyi program ilkesinden şaşmamalıdır. BULMACA A>la brduran DÜŞ EKMEGİ 22 Mum titrerdi karanlık odada. Geceyanlan geçerdim camın ardına, bakardım. Ben ona, o bana. Üstelik de baş ucu lambasını yakardım, beni görmesini isterdim. Nedeni yok! Sokakta görmüştüm bir kez, uzun bacaklı, ince bir esmer kız, on altısında var yok, belki de daha çok. Şöyle bir bakmıştı geçerken, sonra koşmuştu bakkala. Birşeyler vardı o bakışta. Arayış, özlem, bekleyiş, Uzanacak bir ele, ilgiye açık olduğunu belirtme. Mumun üstüne eğilir, yüzünü gösterirdi. Sonra yavaş yavaş soyunurdu. Kombinezonla kalırdı. Bir ara göz açıp kapaymcaya kadar bir süreliğine elektriği yakar, birşey arar gibi sağa sola bakınırdı. Çıplak, olgun bir kız gövdesi. Memeler, sonra yime mum ışığı. Onu seyrettiğimi bilirdi. Ben de kitap okurdum elektrik ışığında, sözde ona bakmazdım. İçim giderdi, o sanki Reyhan'dı, Hale'ydi, ya da okuldaki o artist kız Suna'ydı. Kendi yaşamının, kişiliğinin, varhğının ötesinde bir dişi, sevdiğim beğendiğim bir kadın olurdu Saime. Düşlere giren karmasık bir yaratık. Necip Faal'ın bir şiiri vardı, yalnızlığının yarattığı bir kadınla sevişmesini hayal eden. "karşımda eğilip bükülüverdi" Öyleydi Saime de. Gece yarısı mum ışığında şeytanın önünde dansediyordu. Kendi kendine, bir de benim için! Soyunuyordu bir yandan da. tyice, çıplak olana dek. Mum ışıği daha çok titreşiyordu. Olanca dikkatimle bakıyordum. Bir anda öteki kızlar yok oluyordu. Saime 'kendi'ydi artık. İstek dolu, tutkulu bir gövde, aç susuz bir kadın. Zaman zaman hiç umulmadık bir anda ışığı yakıyordu kendini iyice göstermek için. Sonra pencere hizasındaki sandıkların üstüne yatağını serip uzanıyordu. Kıvrandığım bana göstermek... Dayanılmaz bir şeydi bu. Çılgın gibiydim. Pencereden atlamak istiyordum, o odaya girmek, çekip altıma almak o esmer vücudu, sabaha kadar bırakmamak... Uyku tutmuyordu bir turlü. O mumu üflediğinde.. Bir kez de pencereyi açıyor, saçlanm rüzgara veriyordu. Bir gün tramvay durağında karşılaştık. Yanına gittim elimi uzattım. "Nasılsm" dedim "Nereye"? "Beyazıt'a, çarşıya" dedi. Annesi için bir şey alacakmış. Birlikte bindik tramvaya. Yer vardı oturmadı. Arka sahanlıktaydık. Biletini aldım. "Ben de oraya gidiyorum" dedi, "Yani Beyazıt'a." Kimseler görmesin diyordum. Ona baktığım gecelerdeki çıplak kız yanıbaşımdaydı, hep o anları yaşıyordum. Elini tuttum birden sıktım. Aynı şeyleri düşünüyorduk belki de... O geceyarısı göriintülerini. Elini bir süre çekmedi. Guldü. "Sen de benim gibi geç saatlere kadar uyumuyorsun? Daha doğrusu uyuyamıyorsun" dedi. "Okurum, yazarım" Saçlarını geriye itti. Sokağa bakmaya başladı. Bir tanıdık gordü bizi. Komşulardan bir memur. Şehzadebaşı, Vezneciler. Beyazıt meydanında indik. "Seni havuz başında bekleyeceğim" dedim. Başını eğdi, koşarak caminin önüne koştu. Havuz başındaki bir kanapeye oturdum. Tam sigara tüttürmenin zamanı. Dumanları savuran kişi daha iyi düşünür. Ama yok... Ne zaman gelecek? Ne yapmalı? Nereye götürmeli? Çıplaklığı hep gözümün önünde, beynimin içinde. Sineraa en iyisi, Azak'a gitmeli, Balkonun arka sıralan. Yoksa Ferah mı? Orası daha boştur. Hele balkonu. Belki de loca. Havuz başından kendimi ka OKTAY AKBAL ma dayadı. Bir ürperme duydum. Bir yerlere kan saldırısı başlamıştı. Büyüyordum, koltuğa sığmaz oluyordum. Çevremizde kimseler yoktu, önce, ne önde ne arkada. Tek tuk gelenlere yol gösteren kız ön sıralara yerleştiriyordu seyircileri. Biz de karanlıkta girmiştik zaten, kıza bir lira vermiştim. Arada tüm gözler bize çevrildi. Sevişenlerin yüzleri kızanr, bir şeyleri belli ederler ellerinde olmadan. Oysa baktım Saime hep eskisi gibi. Dudaklan kanamıştı oysa, kanınm tadını duymuştum, emmiştim istekle. O da ısırmıştı daha hızlı. Elleri de yerlerime uzanmıştı. Ama şımdi hiç bir şey olmamış gibi! "Bir çikolata alsana?" dedi. Dışarı çıkıp aldım. Donünce iki delikanlının arkamızdaki bir başka çiftin yanına oturduklarını gördüm. Ortalık yeniden karardığında yerimden kıpırdamıyordum. Görürler, gorecekler, bir şey olacak diye. Ama Saime elini uzatmıştı bana. Başıru omuzuma dayamıstı. Geri ittim elini okşayarak. Bir daha yaklaşmadı. Filmi seyre daldık. Hiç bir şey anlamadan. Kafalarımızdaki filmde yepyeni sahneler dönüp duruyordu. Sinemadan çıktığımızda akşam olmuştu. Beyazıta kadar yan yana yürüdük. Hiç konuşmadan. Birbirimize değmeden. Bir büyü bozulmuştu! Bir an önce ayrılmak, kopmak istiyordum. O ise hep yaklaşmak, değmek, elimi tutmak, koluma girmek çabasındaydı. Tramvaya bindik, kanapeye oturur oturmaz bacağını benimkine dayadı. Bir kedi gibi sıcak, sokulgan. Şehzadebaşında birden fırladım; "Ben kahveye arkadaşları goreyim hadi sana güle güle' deyip tramvaydan atlayıverdim. Pencereden elini gördüm sallanan, o kadar... SÜRECEK diler sanıyorsunuz? Bir stüdyo kameramanı, bir aktüel kameraman kaç yılda, ne tür bir çabadan geçerek profesyonelleşir, bilir misiniz? Eksikleri ile yanlışlan ile, Kalebek'ler, Gökçebağ1lar, Goçmen'ler, Egemen'ler, Aksoy'lar ve daha niceleri ne koşullarda belli bir düzeye gelmişlerdir? Yayıncılık zor iştir, özveri isteyen iştir, bir yetenek ve tutku işidir. Buynıklarla, yönetmeliklerle, daha daha üstünkörü kurslarla yayıncı olunmaz. Hele torpille, arka çıkma, kayırmayla hiç! Çünkü yayıncılık bir sanattır ve yeryüzünde bir tek seyde de torpil olmaz, yapılamaz: Sanatta! Ne var ki, yeni hazırlanan TRT Yasası'na bağlı olarak çıkartılan kararnamede ücret artışı, derece ve kademe ilerlemeleri bir yayın kurumu olan (ya da olması gereken) bu kurumda yayıncılan kollayacağına, yöneticiîeri, masabaşı görevlilerini, iş değil eleştiri ve buyruk üreten kesimleri ödüllendirmiştir. İşin asıl yükünü çekenleri, işin hamallannı, işin mutfağından gelenleri yine üvey evlat konumunda görmüştür. Özellikle teknik elemanlara uygulanacak oran hizmette eşitliği zedeleyecek niteliktedir. PH kesiminde çalışan ve gerçekten işi üreten kesime pastanın yine en küçük dilimi duşerken, pastanın en büyük dilimi kâğıt, İaf, genelge v.b bürokratik malzemeyi üreten, deneten, buyuranlara sunulmuştur. Resim seçici, sesçi, ışıkçı ve montajcı gibi yayına direkt katkıda bulunan kesim, puanlamada % 32 üzerinden bir artışa değer görülürlerken, başveznedar, veznedar, tahsildar, ambarcı ve ambar şefi gibi yayıncılığın y'si ile ilgisi olmayan kesime % 36'lık bir artış sağlanmıştır. Genel idari hizmetlerde çalışanlara uygulanan oransa şöyledir: Müdürler % 55, müdür yardımcıları % 52, şube müdürleri % 52, şube müdür yardımcılan »o 47, şefier V 42. o Bir de kameramanlar için öngörülen artışta bir haksız uygulamayı saptadık: Kameramanlar, stüdyo ve aktüel olarak iki ayrı biçimde değerlendirilip, değişik oranlar uygulanmıştır. Bu da ayru işte çalışan elemanlar arasında bir ayrımı vurgulaması açısından düşündürücüdür. TRT'de nicedir gündemde olan huzursuzluk, maaş artışlarındaki bu yanlış uygulama ile yeni bir boyut kazanmıştır. Ki, bundan zararlı çıkacak olanlar, yine ne yazık ki izleyicilerdir. Kırgın, küskün bir yayıncı kesiminin bu sıkıntılan dolaylı olarak yayına da yansıyacaktır. Boylece, "şahken sahbaz olacaktır" sunulan izlencelerin diizeyi. Umudumuz, TRT yönetimine gerçekten yayıncılığı kavramış bir ekibin gelerek bu yanlış uygulamayı gerçek yayıncılar lehine düzeltmesidir. Yeniden ve ısrarla belirtiyoruz: TRT bir yayın kurumudur! Ve bu kurumun asıl sahipleri de yayıncılardır. Yayıncılarsa, PH (ProgramHaber) üretimini doğrudan sağlayan kişilerdir. Onlara karşı, onlara karşın bu kurumu yönetmek olası değildir ve bugüne kadar da hiçbir yönetim bu mucizeyi gerçekleştirememiştir. Ozel tiyatrolara yardım yeniden ele alındı ANKARA (UBA) Kultur ve Turizm Bakanlığı tarafından özel tiyatrolara yapılacak yardımı belirleyen "Değeriendirme Kunılu" yeniden toplandı. Daha önce 24 ağustos günü toplanan Değerlendirme Kurulu, toplam 14 tiyatroya 52 milyon lira yardım yapılmasını kararlaştırmıştı. Yardım verilmesi kararlaştırılan tiyatrolar arasında hiç bir çalışma yapmadığı ve sahibinin polis tarafından arandığı öne sürülen Malatya Şehir Tiyatrosu da vardı. Bu tiyatroya da yardım yapılması sanat çevrelerinde eleştirilrnişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu durumu saptamak amacıyla Değerlendirme Kurulu'nun yeniden toplanmasını kararlaştırdı. Toplantıda Malatya Şehir Tiyatrosu'na yardım konusu göruşülecek, ayrıca yardım alamayan bazı tiyatrolara da yardım yapılması yolunda bir karar ahnabileceği belirtildi. SOLDAN SAĞA 1/ Kasidelerde "nesib" bolttmünden sonra gelip asıl konuya girildiğini belirten beyit. 2/ lşleyerek yapma... Siirt'in bir ilçesi. 3/ Büyük hikâye... Şayak. 4/ Yurt... Egik. 5/ Halkalanna deniz tekneleri bağlanan yüzer fıçı. 6/ tstikbal... Japonya'da en buyük idari taksimat. 7/ Bir çeşit indirimli telgraf... Bir kitle biriminin simgesi... Demirin simgesi. 8/ Hiridistan'da dokunan bir tür kumaş... Üst. 9/ Bağırsak askısı. YUKARIDAN AŞAGlYA 1/ Mütesebbis. 2/ Italya'da bir sehir... Yugoslavya'da bir nehir. 3/ Eskiden mahmuzlu savaş gemilerine verifen ad... Akdeniz'de bir ada. 4/ Bir dâvârun mahkemece nasıl bir hukme bağlandığmı gösteren resmi belgeler... Bey 5/Birisiyle alay etmek için yapılan bir işaret. 6/ Germanyumun simgesi... Bayram. . Mağara. 7/ Bir ay... Bir nota. 8/ Güzel... Arkadaş. 9/ Bir Küba dansı. I Dostlar Büro Malzemeleri Sanayii ve Ticaret Limlted Şirketi • Elektronik ve mekanik yazı besap makineleri san*ı • Elektronik ve mekanik yazı hesap makineleri tamiri • Yazar kasalar satış ve tamiri ADRES: Kemankaş Cad. No: 71 KARAKÖY (Denizcilik Bankası Genel Müdurlüğu Meydanı Citizen mağazası) Tel.: 144 79 82 145 51 08 ranlığın içinde nasıl buldum, anIayamadım. Nasıl geldi, ne oldu, ne dedik, Azak'a nasıl gittik, balkonun arka sıralarında mıyız? Bir yıl öncesi bellekten bu denli silinir mi? Demek yıllar sonrası bu günleri de böyle hayal meyal anımsayacağım, yalan yanlış.. Bir film boyu yaşadığım bir gerçek var. Bir ağız, dudaklar, eller. O beni öpmeye başlamıştı. Hiç konuşmadan. Daha ışıklar söner sönmez elimi bulup göğsune bastırdı. Düğmelerini biraz çözerek memesine değdirdi parmaklanmı. Ba$ını amuzu Üsküdar Şehir Tıyatrosu'nda "Sevdiğim Adam" oynuyor Kültür Servisi Recep Bilginer'in yeni oyunu "Sevdiğim Adam", Şehir Tiyatroları Üsküdar Bölümü'nde 7 ekim cuma gecesi başladı. Engin Gürmen'in sahneye koyduğu, dekorlarını Aydogmuş'un yaptığı "Sevdiğim Adam"ın başlıca rollerini Şehir Tiyatroları sanatçılarından Cüneyt Türel, Giilçiin Okcay, Ümit İmer, Nilgun Özhan, Filiz Usiaer paylaşıyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle