19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumhuriyet 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER tslam cemiyetinl düşünmekteyiı. Böyle bir cemiyetin tahsil müesseselerinde şehvet değil ilim ve fazilet kokar» diyerek bugünün eğitim kuruluşlannı şehvet kokan fuhuş yerlerl olarak nitelendiriyor Yanl devletin bir kuruluşu bir başka devlet kuruluşunu tamir kabul etmez ölçülerde suçluyor. Bir ilginç örnek de Medeni Kanunda yapılacak değişiklikle ilgili olarak 1981 yaz başmda Ankara'da toplanan kurula çağrılmış olan Diyanet tşleri Başkanlığı temsilcisinln nikâhm belediyede değil mUftülüklerde ve tntiftülerce yapılması teklifidir. Müftülerln evlendirme memuru yetkisiyle donatılmasını önerenler Atatürk'e karşı ne büyük anlayışsızlık içinde olduklarım saklayamamışlardır. Bu tür yaymları elbet alkışlayamayız. Burada Hıristiyanların ve Musevilerin nlkâhlarını müftülerin nasıl kıyacağmı düşünmeden, Medeni Kanunun bu laylk kuralına da karşı çıkılmaktan çektnllmemlştir. Şaşırtıcı yaymlar bu kadarla da kalmıyor. Mezhepler arasında büyük bir ayrım yaparak 1 mayıs 1979 tarihli gazete şu görüşlerl sıralıyor: «îtikadım düzeltmek, ehl1 sünnet allmlerince kabul edilen lman esaslarma bağlı kalmak, bunun dışında bütün yanlış yollardan ve cereyanlardan kaçınmak (....) cihad'ı terk etmemek (..), çalgı ve raks gibi uygunsuz hareketlerden bedenlni korumak..» Bu katı görüşü aynı gazetenln, 15 ocak tarihll nüshasında yanl anarşinln boyutlannın köylere kadar uzandığı, Çorum ve çevresindekl bölgelere bir savaş havası estlrildiğl günlerde «Tefrlka illeti ve çaresl> başhğmı taşıyan bir yazıda okuyoruz. «Ehll sünnet yolundan şaşmamak şartıyla blrblrlnizln tutum ve davranışlannı kötulemeyin.» Yazıda tefrika (bölücülük) olmasm deniliyor ama bunu Ebli sünnet yolunda olanlara tavsiye edlyor. Aynı görüşü bir başka yazıda, 1 kasım 1978'de görmüştük: «Müslümanlann inanç ve amelde kendilerl gibi düşünmeyen ve kendileri gibi İbadet etmeyen her türlü düşünce ve anlayışta ilâhi kurallan benlmsemeyen kfmselerle sevfri bafcı kurmasmın kesfnlikle yasak oldugunu, müminden başkasmı dost edinmemek ererektiğinl...» Sözlerlml Mustafa Fazıl Paşa'nm Sultan Abdülaziz'e bir mektupla bildirdiği ve tam bir gerçeği vurgulayan satırlarıyla bitirmek istiyorum: «Ulusların hukukunu belirten ŞPV din ve mezherı değildir. Din ezeli gerçekler makamında durup kalmazsa, yani dünya işlerine kanşmaya kalkişırsa herkesi yakar, kendisi de zarar görttr.» 18 MART 1982 lzlm toplumumuzun %99'u Müslümandır. İslamın kutsal kitabı Kuranı Kerim Arapça Inmiş olduğundan tıpkı XV ve XVI. yüzyılda Batıda dın adamlarının insaflarma bırakılan Hıristiyanlık gibi tslam dini de Türk toplumuna ancak aracılann niyet ve kapasiteleri ölçüsünde ulaştırılabiliyordu. Hıristiyan Avrupa bu yolda uygulanan din eğitiminin acısını 1600 yıl çekti. Sonunda Luter ve Kalven glbi dürüst Hıristlyanlar insanlann vicdanlarına ve ekonomik varlıklarına egemen olmak isteyen din adamlarmın saltanatına tncil'i Avrupa dillerine çevirerek son verdiler. Bizde de îslamı tyl bilen ve doğru öğreten din bilginleri yetiştiği gibl, yanlıs bilgilerle halka korku saçarak otorite sağlayan ve bu yoldan çıkar elde eden kişiler sayılamıyacak kadar çok olmuştur geçmişte. Yalnız bizde değll, Arap olmayan Müslüman ülkelerln çoğunda bu fatalist duygular toplumlara aşılanmaktadır. Akılcılığa değer veren îslâm dinl IX ve X. yüzyıllardaki akılcı uygulama dışmda XI. yüzyılda gerçeklerden uzaklaştırıhp gerlye yönelik bir yola çektldiği 1çlndir kl Müslüman ülkeler bugün Batılı toplumiann gerisinde kalmış, tslâmm bilime verdiğl değer unutturulmuş. bilgisizllğin (cehaletin) koyu karanhkları lçine itilmiştlr. Bu, yalnız orta ve yeniçagda değil bugün blle bazı istisnalar dışındakl tüm Müslüman ülkelerde sürdürülmektedir. XVI. yüzyıl Avrupa'smda büvük gelişmeler kaydedillrken Osmanlı tmparatorluğu tslâmm felsefesinden haberslz olan bağnazlann şlddetle karşı çıkmaları yüzünden matbaa gibi mükemmel bir eğitim aracmdan 270 yıl yoksun kalmıştır. Gene bu bağnazlık yüzünden karantinaya, okullara yazı tahtası konulmasıma, Batılı Hıristiyanlardan silah satın almaya, fes ve ceketpantolon giymeye, satranç oyununa ve seyrine, askerlerin eğitlm görmelerlne, akla geien her yeniliğe karşı çıkılmış, kışkırtılan ayaklanmalar sonunda pek çok ocaklar sönmüştür. Kabakçı Mustafa ayaklanması. 31 Mart Olayı, Şeyh Sait ayaklanması ve Menemen de Kubtlay faciasını içimiz burkularak okuyoruz. •+• îslâm'ı kendi amacladığı felsefesine uygun bir düzeye ulaştırmak lçin vlcdan özgürlüğünü sağlamak gereklldir. Zaten bu da «Dinde zorlama yoktur» ayeti ile belirlenmiştir. İslâm tarihinl ve dinlni çok iyl bilen Atatürk de bu gerçekten hareket ederek dinin dünya Işlerinden ayrılmasım yasallaştırdı ve dini yücellğine uygun düşen yerine getirdi. Yani vicdanlara bıraktı. B Diyanet Işleri ve Eğitsel Tutumu DİYANET IŞLERİ BAŞKANLIĞI'NA, 1961 ANAYASASI, «DEVRİM KANUNLARI» ÇERÇEVESİNDE HAREKET ETME GÖREVİNİ VERMİŞTİR. 1970'TEN SONRA, BAŞKANLIĞIN YAYINLARINDAN ÖRNEKLER VERİYORUZ. GÖREVİNİ NASIL YAPTIĞI VE BUNA NASIL SEYİRCİ KALINDIĞI İYİCE ANLAŞILACAKTIR. Cumhuriyef Sahibi: Cumhurîyet Matbaacılık ve GazetecilikT.A.Ş. adına „.„. NADİR NADl CenelYayınMüdürü:. MüesseseMüdürü: Yazı Ijleri Müdürü: HASAN CEMAL EMİNE UŞAKLIGİL OKAYCÖNENSİH Basan ve Yayan .'Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T. A.Ş. Posta Kulusu: 246 IStanbul Tel: 20 97 03 (5 Hal) Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK Ülkemlzde mensubu bulunan din ve mezheplerin ibadet ve yönetim işlerini düzenleyen ve imanla ilgili fıkıh kurallarını öğrenmek isteyen Müslüman yurttaşlara bllgl vermesi için de Diyanet îslerl Başkanlığmı kurdurdu. 1961 tarlhli Anayasamızda 153. maddede güvenceye bağlanmış olan devrim yasalarından hemen sonra Diyanet tşlerl Başkanlığı ile ilgili hükmün yer almış olması anlamhdır. Bununla kanun koyucu Diyanet tşleri Başkanlığına «devrim kanunları» çerçevesi içinde hareket etmek görevini vermiştir. Yanl Başkanlığm bir görevi de layikliği korumak yani dünyasal yasalara dinin ya da din çevrelerinin müdahalesini önlemektir. Bu görev verine getirilmis midir? Aşağıdaki örneklerde bunu görelim: ••• 1970'lerden sonra ulaştığı bütçe olanaklan İle Başkanlık öyle yaymlar yapmıştır kl, bunlar kimi bölgelerde eğitimsiz yurttaşları kardeş kargalarmda etkilemiş ya da hüâfet özlemleri uvandırmıştır. örneğin 15 mayıs 1979 tarihll Diyanet Gazetesinde: «Cihad mümin'in ahlakıdır» başlığmı taşıyan yazıda: «Bir Iıimse malı ile canı ile dili ve kaleml ile mücadele eder, bu yolda öldürülür veya öldürürse en faziletli ibadeti yerine getlrmiş olur.» «Cihada denk bir ibadet olmadığı, Allah dinine diişman olanları yok etmek suretiyle Islâm'ı zafere ulaştırmanın flstün bir ibadet sayı'acağı» uzun uzun anlatılmıştır. 13 haziran 1979 takvim yaprağmda: «Hilâfet bu millete tlâhl emanet olarak tevdi edtlmiştir» cümlesl gerçek dışı bir iddia olduğu halde toplumumuzun bilincine işlenmek lstenmlştir. 15 şubat 1979 günlü Diyanet Gazeteslnde: Dinin emirlerini yerine getirmeyenlerl ya da mülhid veya sapık mezhebe eğilimli olanları görevde tutmamak, dinde yenilikten kaçmma, Osman Gazi'nin ağzından üstüste yinelenmiştir. Diyanet Takviminin 23 ve 24 ekim 1979 tarihini gösteren yapraklarmm arkalarında da türbelerln kapatılmasma. eskl takvlmln terk edilmesine, saat ve kıyafet devrimlerine çatılmakta ve bu devrimler îslâm dinini yıkmaya yönelikmiş glbl gösterilip «hangi maddi ve manevi silahmla vuruştun tslâm'ı yıkmaya çalışan akımlarla?» dlye sorular yöneltmlştir, topluma ve karanlık diye nitelenen devrlmlerln taşlanması önerilmlştir. Atatürk'ün Türk ulusunu gerl kalmışlıktan kurtarmaya yönelik ne kadar devrim yasası varsa Diyanet îşlerl Başkanlığı yaymlarında bunlara cephe alınmıştır. îşte bir örnek daha: (10 eklm 1979) «Kadm tahsll yaparken tslam'ın örtünme emrl ne olacak?» Erkek kadın bir arada otunnaya Îslâm dint müsade etmezken bu maniayı kadın nasıl aşacak? îslâml noktadan kadmm tek başına seyahate cevaz bulunmadığma göre, memleketaşın yerlere kadın nasıl seyahat yapabilecek?> Gene aynı sayfada Atatürk'ün Türk kadmına tanıdığı mlrasta eşitllk eleştlrilmektedir. Nedenl de «erkek devamlı kazanır, kadm ise tüketicidir. Devamlı tireticl olan oğlan çocuklar mütemadlyen tüketici olan kız evlat bir olabllir ml?» diye soru biçiminde bir yanıtla açıklanmıştır. Oysa Türkiye'de asıl üretidnta köydekl Türk kadmı olduğu gerçeğlnl ylnelemeğe eerpk yok. Bundan bir vıl sonra yanl 1980 Diyanet takviminin 27 eylül yaprağmda kadınların tahsil görmelerlnin fuhşa veslle olup olmayacağı tartısılıyor. Bu bölümü birlikte okuyalım: «Okuma yazmamn fııhşa vesile olacağı iddiasınm doğru taraflan vardır. llmin tahsilin fuhuşla alakası yoktur ama tahsil müesseselerinin ahlak kaldelerinden uzak bulunması buralarda nizamın mevcut olmamasv, gençlerln ahlakmm boznlmasına sebep olabilir. Maalesef bu derdin bugün yaygm bir hal aldığım görüyoruz.. Şunu da hatırlatalım ki kadının tahsil ve terbiyesinden bahsederken biz muhit olarak BÜROLAR. • ANKARA:. Konur Sokak no. 24/4 Yenlşehlr Tel: 17 58 25 17 58 66 Idare: 18 33 35 • İZMİR: • ADANA: Tel2547 09131230 Tel:1455019731 Halit Ziya Bulvarı No: 65/3 Atatürk Caddesl, Türk Hava Kunımu lşhamKstİ!3 TAKVİM İMSAK GONEŞ ÖĞLE İKİNDİ 18 Mart 1982 AKŞAM 19.18 YATSt. 20.50 5.30 7.06 13.22 16.45 (Cumhuriyet 18 MART 1932 ÎSTANBUL RUJVILARININ TÜRKLEŞTİRİLMESI! Atlna matbuatından bir kısım gazetelerde bir müddetten berl güya tstanbul'dakl Rumların Türk'leştirllmelerine teşebbüs edilmiş gibi bir iddia ve isnat üzerinde çalakalem yazılar yazıldığını görmekten dolayı hayretler lçindeyiz. Malumdur kl ekalliyetler hukuku ana dllde hars ve din mevzularmm saklı tutulmasına itina eder. Rum, Mu sevl ve Ermenl çocuklarınm Türk dilinl öğrenmeleri kendi dillerini öğrenmelerine ma nl değildir. Din bahsine gelince, Türk teşkilatı esasiyesl onu mutlak bir vicdan hürriyetl İle herhangi bir antlaşmanın yapabileceğin den daha kuvvetli surette teminat altına almıştır. O halde telaş ve endlşeye mahal nedir? Biz Ankara'da gördülc kl, bütçe darhğma çareler aramakla meşgul olan Cumhuriyet hükü metl azınlıklar mektep lerlne verilecek tahslsat lçin bu sene dahl ancak pek az imkân bulabllmek vaziyetlnde olmaktan müteesslrdir. Blnaenaleyh resmi ve mılll çdvrelerde azmlık lara ait hukukun herhangi bir şekil veya derecede ihlall fikrinden zerre bile yoktur. Bu harfiyen boyledir. Ancak görülüyor kl, mevzu hassasiyetleri tahr'î edecek bir nezaketl halz olduğundan bütün bir hüsnüniyetle olsa da Rum olsun, Türk olsun bu yolda çalışacaklarm fazla dik katli olmalannı icap et tirmektedir. Biz bütün bu dedıkoduları işte bu mülahazalarla özetliyebilmekteyiz. Tekrar edelim ki, Türk ve Yunan dostluğunun kıymetl nazanmızda onun gerçeklejtiği mesut günlere nispetle şimdi daha az değildir. Bu dostluk gün geçtikçe kıymetl artan büyük bir siyaset hadisesidir. Haricl slyasetler par tl anlaşmazlıklanna mO çadele zeminl teşkll edemlyeceğine göre mu halif Yunan matbuatmın Türk Yunan dostluğu noktasından Türklye'de değismiş hiç bir şey olmadığına lnan masını temennl edebllirlz. YUNÜS NADt «Boğaa aşıp Türk donanmasım yok ederek tmparatorluğun başkentini tehdit etseler bile şehri ele geçiremeyeceklerdir. Çünkil gönderecekleri hiç bir çıkarma birliği Türk ordusunu yenecek kadar güçlü olamaz. Her şeye ragmen bu teşebbüs yararımıza olacaktır. tngilizler'e bu projelerini gerçekleştirmek için cesaret vermekle hiç bir rizikoya girmiyoruzj» 25 ocak 1915'te Çarlık Rusya'sı Başkomutanlığınm Başbakan'a verdiği raporda böyle yazıhydı. Aylardır tngilizler, Churchill'in planma uyarak Çanakkale Boğazı'na denizden büyük bir saldırı hazırlığındaydılar. Fransızlar isteksizce onlarm yanında yer almışlardı. Rusya'nın da tstanbul Boğazı'nı zorlaması isîeniyordu, ama Rusya Kafkas cephesinde savaştığını anımsatarak bu serüvene katılmıyordu. Yukardaki raporda da görüldüğü gibl böyle bir saldınnın beklenen sonuçları vereceğine inanmıyordu Rus komutanlığı... Ama kendilerl açısından iyi bir davranış olacaktı. Yunanlılara da îzmlr yöresinde toprak vereceklerine söz vermişler, Yunanlstan tstanbul'u almak özlemiyle savaşa katümaya heveslenmişti. Ama Rusya karşı çıktı, bu yüzden de Yunanlılar bu harekâta karıştırılmadı. Poincare şöyle yazıyordu: «Rusya daha Çanakkale harekâtına katılmadı, söz verdikleri asker görUnUrlerde yok. Eğer Istanbul düşerse bunda Rusya'nın hiçbir katkısı bulunmayacaktır. Kaldı ki Romanya, Rusya tarafmdan sarılmak istemeyeceği gibi, Yunanistan da Istanbul'da Ruslar'ı görmektense şehrin Türkler'in elinde kalmasını tercih eder.» Sonunda Boğazlara yapılacak saldırıya Rusya da Yunanistan da katılmadı. tngilizler'le Fransız'lar 18 mart günü Çanakkale'ye saldırıya geçtiler. Saat 11.30'da harekât başladı. Saat 13.45'te kıyılardaki toplar susturuldu. Mayın tarama gemileri işe koyuldu. O sırada Fransızlar'm Bouvet zırhlısı battı, 600 kişılik mürettebatı gemlyle birlikte denızın dıbını boyladı. Kıyı bataryalarmdan birınin ateşi cephaneliği patlatmıştı. Ardmdan îngilızler'in Infexible bir mayına çarparak battı. Derken Irresistible zırhlısı da başka bir mayına çarparak kıyıya yaklaşmak zorunda kaldı. 18 mart 1915 savaşım anlatan George Cassar şöyle yazıyor: «Gemilere ne oldu&unu tam olarak kimse anlayamamıştı. Deniz daha önceden hem mayın arama tarama gemileri hem de deniz uçaklarınca tarandıgı için olayın tek açıklama biçimi, düşmanm kıyıdaki bilinraeyen usierden torplller atmış ya da akıntıya maymlar bırakmış olmasıydı. Ancak savaş bittikten çok sonra 17 mart'ı 18 mart'a baglayan geccde küçuk bir Türk mayın gemisinin her zamanki gibi bir yakadan öbür yakaya doğru dett'ı\, Erenköy körfezinde kıyıya paralel bir hat boyunca mayın döktügü anlaşıldı.» Amlral de Robeck bu ağır kayıplar karşısında saldırıyı kestl. O sırada yarah gemiye yardım için giden Ocean de başka bır mayına çarptı, bu iki geml o gece sulara gömüldüier. 18 mart saldırısına katılan 16 sava§ gemisinden üçü batırümış, üçü de ağır yaralanarak savaş dışı kalmıştı. Enver Paşa «Ingilizler Çanakkale Boğazı'nı daha çok gemiyle zorlamaya cesaret etselerdl, tstanbul'a ulaşabilirlerdi» dermiş. Çünkü Türkler'in elinde yalnız yirmi mayın kalmış, zırhlılara etkill olacak uzun menzilli gemilerin çoğu bitmiştl. Şlmdi yeni bir plan hazırlanıyordu, o da deniz ve kara birhklerınin ortak harekâta girişmelerlydl. Churchill anılannda, «direnilmedi, suçumuı buydu» dıye yazıyor . Yani yeniden bir saldın daha yapılmalı, üst üste deniz saldırılanyla tstanbul'a ulaşılmalıydı. kanısmdadır o günlerin Deniz Bakanı... Hep bildigimiz gibi bir süre sonra tnglllzler'le Pransızlar karaya çıkartma yapacaklardır, tarihin en kanlı çarpışmalarmdan biri bu daracık varun OKTAY AKBAL 18 Mart 1915... (okuriardan.. Bir tartısma: Kürsü mü, Bölüm mü? Cumhurlyet'in 12 gubat 1982 günlü sayısında çıkan «Üniversitede Yenl Düzen» başlıklı yazımla İlgili olarak Sayın Aydın Aybay'm llerl sürdüğü düşünce ve eleştiriler (Cumhuriyet 24. 2.1982) yazıma kimi noktalarda açıklık getirmemi gerektirdl. Sayın Aybay yeni yasanın Üniversiteye getlrdiği üstten güdümlü yönetim biçimi ile temel öğretim ve araştırım blrüni olan bölümlerin lşlev sel bir ilişki İçinde bulunduğu düşüncesinden yola çıkarak, benim yönetim biçimini yadsırken bölümü benimsememl bir çelişki sayıyor ve kürsülertn üniversitenin temel etkinlikleri açısmdan çok zararlı oldukları saptanmış mıdır diye soruyor. Bu soruyu yaşanmış deneyimlere dayanarak «evet» diye yanıtlamak lsterim. önce bir temel öğretim ve araştırma biriminin sımrla rının ve kapsamının işlevlne ve amaçlanna uygun düşmesi, örneğin bir dalda diplomaya götürecek etkinliklerde bulunacak boyutta olması gerekir. Ancak böylece bu öğretim basamağı eğitimde tutarlı, yönetimde işlevsel bir yapıyı bulur. Daha küçük boyutta birimler haUnde, temel etklnlikler insan ve kaynak ekonomisi bakımlarmdan amaca yönelik bir eşgüdüm sağlamak yöneticilerinin buna ne ölçüde yatkın oluşlarına bağlı kalır. Biz çalıştığımız kurumda bunu yaşadık. Tüm öteki dallarda olduğu gibl flzikte de bilimsel ya da İşlevsel gerekçesl belirsiz ktirsüler vardı. Bunlar arasında kay naklarm akılcı kullanımı, öğretim lzlencelerlnln, içerik, düzey ve eğitsel yöntem açısmdan, değerlendlrllmesi gibi konularda, dallçl ve dallararası lşblrliğl sağlanamaz ve hepsinin de üstünde, lisansüstü öğretimin dü zenlenmesl glbl önemli sorunlar ya kürsülertn kendi anlayışları ölçüsünde ele alınır, ya da arada yitlp gl derdi. Üstüste iki üç düzeyde işlenmesl gereken kimi konular ayrı kürsülerde hiç düzey farkı gözetmeden yinelenir dururdu. îlglli kürsüler bunu blllrlerdl, hiç kuşkusuz. Ama alışılmışın eylemsizliği (ataletl) dikenli sorunları gündeme getirmezdl. Herkes kendi küçük evleği İçinde görgüsü, bllgisl ölçüsünde bir yol tutturmuş giderdi. Sonunda bundan onbeş yıl önce biz dört kürsümüzü tek kürsü hallnde birleştirdik. Bu, yenl yasanın tanımladığı «bölüm»ün tam özdeşi idt. Bu bütünleşmenin somut sonucu daha tutarlı, etkill, daha çağiçl bir öğretim, daha düzeyli araştırım etkinliği sağ lamak oldu; bunun kanıtı yıllık «faallyet raporlanmız»dır. Bunları kürsülerln den vazgeçemeyen dallannkl ile karşılaştırmak İlginç olurdu. Ama fakülte kurullarında bu raporlar Ustünkörü okunup geçlştlrlldlğl için asıl önemli noktalar gü me giderdi. Şimdi haklı ola rak bunun günihı yapının değil Insanlarındır denilecektir. Ancak kurumlan ay ni lnsanlarla döndüğüne gö re onların kusurlanmn çevrlm dışı bırakacak önlemler getirmek zorunda olduğumuz açıktır. Bizlm bu deneyimimiz kendi kurumumuzda bile yaygmlaşamadı. «Ahşılmışcılar» durgun den gelerini koruyabilmek İçin her türlü araca, hattâ tizücü karalamalara başvurdular. Ama bizim kapsamlı tek kürsü (bölüm) dttzenimlz o olumsuz koşullarda bile smavını verdi. Kürsüler halinde ufalanmanın nerelere vardığını görmek lçin «Üniversitelerarası Kurulun> çıkardığı 1976 yıllığına göz atmak yeter. Bir tek diploma verdiği halde yirmiyi, otuzu aşkın kürsüden oluşan fakülteler az değil. Çok ayrmtılı tartışmalara ne gerek, Fransa, Almanya gibl gelişmiş ülkelerde kürsü dü zenl bırakılalı epey oldu. Anglosaksonlarda ise oldum olası bölüm düzeni yürürlüktedir. Sayın Aybay'm bir düSüncesine tümcek katılıyorum. Kurumların yapılarının, yasaların ve insanlann koyduğu kurulların ve düzenlerin pek önemi yok, gerçekten. Önemli olan «onu lşletenlerin kimllk ya da kişiliklerinden kaynaklanan tutum ve davranış» lar. Yazılı anayasası olmayan tngiltere'de anayasa bu nalımı denen olgu unutulmuş. Oysa bizim açık kapı bırakmamak lçin, onca çaba ile kurduğumuz düzen en çok on yıl dayanıyor. Dünyanm en erkln (liberal) üniversite yasası her toplumsal bunaüm döneminde gündemin baş maddesl oluyor. Bunlar «aydm insan» yetiştirmek dediğimiz süreci gerekll ciddiyet ile, bilimsel gerekleri ve ölçünleri İle yerli yerine oturtamayışımızm sonuçları. îşte benim Üniversite yasasının yönetimle ilgili sorunlar dışındaki önlemleri olum lu değerlendirmenin nedenl getirdiği bir çok düzenlemenin eğer lşletilebilirse, İyl «okumuşlar» yetiştirmeğe elverişli bir ortam yaratacağı konusundaki inancımdır. Ünlversltelerimiz verdikleri eğitim, yaptıkları araştırımlarla ülke sorunlanna getirdiklerl çözümlerle saygmlıklarını kabul ettlrebilirler, ülkenln gü venini kazanırlarsa yasal güvencelere gerek kalmadan, yapılannm doğal gereği olan özerkllklerini kurabileceklerl lnancındayım. O zaman bu kimsenin elsür meğe cesaret edemeyeceği gerçek bu özerklik olacaktır. Prof. Dr. Rauf Nasuhoğlu CZDGünün ilanlarılIZD Türkiye malı «Nam» yıkar, temizler, parlatır. Kokulan ve sabit lekeleri çıkarır. Her yerde arayınız. Emsallerinden üstündür. Bu sene haşarattan ve bllhassa tahtakurularmdan kurtulmak için şlmdlden bütün haşaratın yuvalarını «Fayda» ile tahrip edlniz. Eden çikolatası en iyl neviden olup lezlz ve nefistlr. Aynca 1932 Avrupa güzellik kraliçelerinin mükemmel ve kıymetll birer adet fotoğraflarını da müşterllerlne hediye olarak takdim etmektedir. NAM FAYDA BÎRER ADET FOTOĞRAF Bizlere de bir hak tanınamaz mı? 1981 yılı 3 yıllık yüksek okul mezunlarıyız. 14 Kasım 1980' de Yedeksubay Askerllk Kanununda yapılan değışıklıkle yedeksubay ve kısa devre askerlık haklarımız kaldırıldı. Aynı yılda (1978) birlikte yüksek okula başladığımız 2 yıllık yüksek oku| mezunları değlşık lıkten önce mezun oldukları icın hem bizden 1 yıl daha az okudular, hem de kısa devre askerlik hakkından faydalandı. lar. Biz ise yasa değiştirıldığin de son sınıfta okumakta olduğumuzdan bu haktan faydalanamadık. Bu durum, 1978'de yüksek okula başlıyan 2 ve 3 yıllık yüksek okul mezunları arasında, 3 yıllıklar aleyhlne ayrıcalıklar yarattı. 1978'de blrl 2, dlğerl 3 yıllık bir yüksek okula başlıyan Ikl kişiden, 2 yıllıkta okuyanı hem 1 yıl daha az okudu, hem de kısa devre hakkından faydalandı. Böylece Iş hayatında da 3 yıllıktakinden (1 yıl okul, 16 ay askerllk süresi azlığı nedeniyle) 2,5 yıl daha erken emeklilığe hak kazanmış oldu. 3 yıllıkta okuyanın İse 1 yıl fazla tahsll yapması tüm bu haklardan mahrum kalmasına sebep oldu. Sayın llgllilerden dlleğlmlz: Kanun değlştirlldlğl sırada 3 yıllık yüksek okulların son sınıfında okuyanlara da kısa devre hakkı verllerek aynı yıl yüksek okula başlıyanlar arasındakl bu ayrıcalıklı durumun ortadan kaldırılmasıdır. All BABACAN URFA SERAMİK HAMMADDESİ SATIN ALINACAKTIR SÜMERBANK YARIMCA SERAMİK SANAYİI MÜESSESESİNDEN 1 Müessesemizin 40 ton mermer, 300 ton kuvara kumu, 500 ton simav feldispatı, 400 ton kuvars, 1.600 ton alçı, 30 ton bentonit ve 170 ton talk ihtiyacı 26 3 1982 gunü saat 15 OO'te kapah zarf usulü ile teklıf alınarak ihale edilecektir. Postadaki gecikmeler dikkate alınmaz 2 Muvakkat teminat beher hammadde kaleml için 50 000 TL. olup. ihale saatinden önce müessesemiz veznesine Banka Teminat Mektubu veya nakit olarak yatınlması şarttır. 3 Teklifler bir kalem hammadde için verilebilecegi gibi bîr kısım veya tamamı içinde verilebilir. 4 Hammadde şartnamesi ve djğer bilgiler Müessesemiz Ticaret Mudürlügünden temin edilebilir. 5 Müessesemiz 2490 sayıh kanuna tâbi değildir. (Basui: 12277) 1887 Pamuk üretîcisi parasını alamadı Pamukta büyük hasarlara yolaçan beyaz slnek zararlısı ve bu zararlıyla mücadelede ilgislz kalınması pamuk üreticisini çok zor durumlara sokmuştur. Üretlci, pamuğunu Çukobirlik Tarım Satış Kooperatifine satalı beş ay oluyor. Fakat aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen üretid, sattığı pamuğun parasmın tamammı almış değil. Bu durum üreticiyi güç durumda bırakmıştır. Üreticl bankadan kullandığı kredlyl ödeyemediğlnden dolayı protesto olmaktadır. Bunda pamuğun parasmın tamammı alamayışının ve parça parça alıçmın çok büyük fonkslyonu vardır. Paraya lhtiyacı olan ve Çukobirllğln parayı vermediğinl bilen üretici çok ucuz flyata pamuğunu tüccara satmıştır. Dlğer hir deylşle tüccar tarafmdan boğulmuştur. Üreticl devletten bu konuda gereken llgiyl görmek istemektedir. Sonuç olarak üreticl çareyl pamuk eklmtnden vazgeçmekte bulmaktadır. Bu da ülkemizln zaten az olan döviz kaynağının daha da azalmasına neden olacaktır. Pamuk. bilindlği gibi tarım ürünlerl içinde ihraç edilmesinden dolayı en önemli yeri teşkll etmektedir. Bu konuda yetkililerin daha duyarlı olmasını istiyoruz. Kemal ÖZTÜRK Kosan / ADANA (Arkası 9. Sayfada) Yülardır astım hastahğıyla boğuşuyorum. Yakınlanma ve bana verdiği azap anlatılacak gibi değil. Bütün bunlar yetmlyormus gibi, hayatta tek bağımız olan «Dyspneînhal» ilacım yıllardır dış piyasadan getirmek zorunda kalıyoruz. Neden blzim piyasamızda bu ilacı bulamıyoruz. Bugüne kadar nereye başvurduysak bir sonuç alamadık. Astım hastalan adına Sağlık Bakanhğı'mn bu duruma ivediUkle el uzatmasını bekliyoruz. Nadlde SÜLDÜR Alanya/ANTALYA ASTIM İLACI BULUNMUYOR Doç. Dr. Hikmet KANDEMİR Göz Hastalıklan MUtehassısı Bağdat Cad. 296/12 Erenköy/ÎSTANBTJlı Tel.: 56 67 09
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle