02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
İKİ CUMHURİYET 1 AGUSTOS 197Ç yılında ilk kez Parls'e gittiğlrnde Louv* re Müzesini ziyaret ettiğlm zaman orada beni dört şey çok etkilemişti: 1) «Milo Venüsü» denilen Venüs heykeli; 2) Leonardo da Vinci'nin «Joconde» tablosu; 3) Küp biçiminde dört köşe büyük bir granit kaya blokunun içi cyularak yapılmış bir eski Mısır mezarınm iç duvarlanndaki kabartma resimler; 4) Üzerinde çepeçevre yazılar bulunan sert diorid taşından yapılmış, iki metreyi aşkın yükseklikte bir dikili taş. Bunlardan ilk ikisi, o güne kadar derslerde, kitaplarda adlannı çok duyduğum, resimlerini gördüğüm şeylerdi. Şimdi müzede orijinallerl karşısında bıüunmak, sanat merakınu doyurma bakımından bir tür zevk ve rahatlık vennişti bana. Mısırlılann bir kaya mezanyle ilk kez karşılaşıyordum. Daha önce böyle bir mezarın resmini de görmemiştim. Bunun içine girerek duvarlarmdaki kabartmalan uzun uzun inceledim. Onlarda, eski Mısır insanının doğumundan ölümüne dek yaptığı (özellikle tanm, balıkçıhk, alışveriş gibi) işler biitün ayrıntılarıyle sergilenmişti. Mısırlılar ölülerin öte dünyada da yaşadıklarına inandıkları için, önemli bir kişiye özgii olduğu anlasılan bu kaya mezarın duvarlarına, insanlann bu dünyadaki uğraşılarırun resimlerini kazmışlardı. Çoğu, daha dün yapılmış gibi keskin çizgili olan bu kabartma resimler, gerek güzel sanatlar yonilnden, gerek (2500) yıl önceki Mısırlıların türlii kılık ve giysüeri, üretim araçları, zanaat aygıtları bakımından, gerçekten merak ve ilgi uyandıncı nitelikteydiler, MUzede beni asıl etkileyen şey, başta saydıklarımın dördüncüsü, yani dikili taş olmuştu. Çünkii bu taşm en üst bölümündeki kabartma resim, güneş biçimindeki eski Babil adalet tannsına dua eden ünlü kral Hammurabinin resmi, altındaki yazılar da bu kralın koymuş olduğu yasalardı. Fakültedekl hukuk taıihi derslerimizde bu yasaların bir başlangıç, bir de sonuç bölümleri olduğunu, bu iki bölüm arasındaki kurallarm ise mal, kişi, aile ve ceza ilişkilerini düzenlediğini öğrenmiştik. îşte Hammurabi yasasınm orijlnaH, şimdi karşımda duran ve benim boyumu aşan şu cilalı dikili taşın üzerinde yazıhydı. Aşagı yukan 3700 yıl önce Babil kentinin kimbilir hangi meydanında veya kralın hangi sarayının bahçesinde yer almışU bu dikili taş re kimler okumuştu onu... Dikili taş, günümüıden 250O yıl önce savaş fanimeti olarak İran'a götürülmüş. Sonra unutulup eski Sus kentinde uzun yiizyıilar toprak altmda kalmış olan bu taş, daha doğrusu «Yasa anıtı», 1901 yılında Fransız arkeologlarınca yapılan kazıda bulunarak 1902'de Fransa'ya götürülüp müzeye konmuş.,. Üzerindeki çivi yazısı ço OLÂYLAR VE GÖRÜŞLER Insanlar ve Yasalar Hıfzı Veldet VELİDEDEOGLU zülüp okunarak bunun Hammurabl yasası olduğu anlaşılmış. Hemen bütlin batı dillerine çevrilen bu yasa bizde de hukukçu Avram Galanti tarafından «Hammurabi Kanunu» başlığıyla Türkçeye çevrilerek 1925'de yayımlandı. Uygar insanlık tarihinin bugün bilinen en eski büyük yasasıdır, Hammurabi yasası. lerini halktan tam ayn ve onun üstünde görüyorlardı. İşte bu nedenledir ki. uırçok düşünür ve özellikle Jean Jaques Rousseau, yasaların halk zararma ve ayrıcalıklı varlıklılar yararına olduğunu gözönüne sermiştl. , 1789 Fransız Devrimlnde bütün dünyaya ilân olunan «însan ve Yurttaşhk Hakları Bildirisisnin birinci maddesi: «İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve öyle yaşarlar» ilkesini koyduktan sonradır ki, mutlakiyetle yönetilen Ulkelerde bu ilkeyi yansıtan anayasalar birbiri ardından kabul edilmeye baslandı. Aradan yüzyıla yakm bir zaman geçtikten sonra Ikinci Abdîilha^d tarafından ilân olur.an 1876 tarihli ilk Osmaıılı Anayasasmm dokuzuncu maddesi özgürlük ilkesini, onyedincl maddesi de: «Osmanhlann kâffesi huzurı kanunda ve (...•) memleketin hukuk ve vezaifinde mütesavidir» demek suretiyle yasa karşısında eşitlik ilkesini koydu. Bu ilkelerin nasıl çiğnendiğinin ve daha sonraki anayasalann 3yküsünü burada anlatacak değilim. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Blr leşmiş Milletler ÖrgUtü Genel Kurulunun 10 aralık 1948'de kabul ve ilan ettiği İnsan HaMen Evrensel Bildirisi'nin birinci maddesinde: «Bütün insanlar özgür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğar»; ilünci maddesinde de: «Herlres ırk, renk, cins, dil, din, siyasal veya başka herhangi bir inamş, ulusal veya toplumsal köken, servet, doğuş veya herhangi bir başka ayınm gözetilmeksizin bu bildiri ile ilan olunan bütün hak ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir» denilerek bütün insanlann tam eşitliğl ilkesi konuldu. An»yt«ı1sma ralmen birim ülkemlzde naml ters uygulandığım gazete okuyan ve kafası az çok işleyen tüm namuslu vatandaşlar görüyor Te biliyor. Demek kl insanlar uygarlasmaga basladıkianndan beri hep adalet özlemi arkasır.da koşmuş lar, ilk çağlarda «Adalet tanrısı» diye bir takun tannların varlığına inanmışlar, adalet özleminl gerçekleştirmek için bütün çağlar boyunca, ilkeler, kurallar, yasalar koyrouşlar, bildiriler yayınlamışlar, ama ne yazık ki bütün bunlann pürüzsüz uygulanacağı «gerçek insanlık» ortamıru bir türlü yaratamamışlardır. Trilyona Doğru.. aymak, Ttirklüğün temelidlr. Kiz bu gerçeği nkokul sıralarında öğrendik. Her sabah ilk derae girdiğtmizde toptan ayağa kalkar, bir ağızdan bafırmaya başlardık: Türküm, doğruyum, çalışkanun; yasam büyüklerüni saymak... Büyüklerimizi saya says yetismeye başladık. Büvüklerinüzi saymanın enayilik olduğunu anlamaya başladığımız zaman, iş işten geçmişti. llkokul sıralarında bize hem büyüklerimizf, hem de sayı saymasını belleten öğrermenlerimizin pek hayırlı bir iş yaptığım sanmıyorum. Dilersenla birlikte sayalım bakalun: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7; 8; 9; 10; 11; 12; 13; 14; 15; 16; 17, 18, 19, 20; 21; 22; 23... Nefeslendiniz mi? Ne de çabuk nefeslendiniz? Siz saymak için nefesle* nlrken yiğenimlc Yahya, bir nefeste yirmi milyonu çekiyor Harine'den? Yoksul, işsiz güçsÜE birinin yirmi milyonu kaç günde sayabileceğini hesapladmız mı hiç! Yiğenimiz Yahya, ömrünün yirmi beşinci baharında yirmi milyonu hesabına nasıl yanyor? Çocuk iyi yetişmiş ki bu işleri kıvırıyor. Amcasına çekmiş; adeta hık demiş burnundan düşmüş; zeki; cin flkirli... Ama amcasına yetişmesl için daha çok fırm ekmek yemesi gerekiyor. Çünkü amcannı ağzmda son günlerde dolaşan sayı, milyon değil, trilyon... Amca Demirel diyor ki: Yatırunda trilyona dofru gidiyoruz. Sık sık yineliyor bu lâfı; trilyon da trilyon .. Ne demek trilyon? Ben diyeyim bin milyar, siz deyin milyon kere milyon... Bir kâğıt alın; yanyana sıfırlan yazın! Görürsünüz trilyonun enini boyunu... Ama unutmayın ki trilyon Frenkçedir. Bizim Türkçe'de blr vardır, iki, üç, d8rt, beş; altı; yedi; sekiz, dokuz... Sonra? On, yüz; bin; yüz bin, beş yüz bin, altı yüz bin, yedi yüz bin; sekiz yüz bin; dokuz yüz bin; dokuı yüz doksan dokuz bin: en sonunda dokuz yüc deksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz... Türkçe burada bitiyor. Çünkü 999.999'un ardından gelen milyon Frenkçe Anlasılan yoksul Türk'ün aklı, ya da fikri, milyonda durmuş; milyon, milyar, trilyon; hepsi Frenkçe... Ve siz yumurtaya can veren Allah'a b*kın ki, Isparta'nın gttl bahçeJerinde yetişmiş yiğen milyona milyona demezken, amca da milyan silkeleyip bir hamlede trilyona geçivererek hepimizi sevindirecek sözler söylüyor: « Yatırtmda trilyona (rldiyoruz, saka deffl...» Vallahi şaka değil! Türkün aklı 999.999'dan sonrasına eremezken, lslâmköy'den çıkıp Türkiyc'ye bir Türkiye daha katan Süleyman Beyin trilyondan söz açması yeni blr dönemece girdiğimizi gösteriyor. Daha önce Adnan Bey «Her mahallede bir milyoner yaratacağız» demlştl.. Yarattı. Paranın değeri oylesine düştü kl, blr apartıman katı milyona çıktı. Her mahallede bir değil, birkaç milyonerimiz var. Şimdi Süleyman Bey trilyona taktı aklını... Nasü oldu bu iş? Demirçelik üretiminde geriyiz; elektrik üretlmlnde Bulgarlstan'dan medet umuyoruz; elektrik santrallerinl Komaıtvadan ahyorur; ithalatımız amanallah; ihracatunız devede kulak... Doğru dürüst bir sanayi kuramamışız. Ve yatırımda trilyona ıridlyonız. Kaç yılda? Nasıl? Çağdaş bilim uzayda trilyon birim uzaktaki yıldıza varırken; trilyon lira ystınma kaç yılda ulaşacağız? Orasını Allah bilir. On yıl> dan beri başımnda Süleyman Bey; ve dunımumuz ortada. Dünyadaki üretim gücümüz, Kanada'dakl pehlivanlanmızm gücüyle eşdeğerli. Süleyman Bey on yıldan beri somun pehlivanı jtibi ortalikta dolaşıyor; hiçbir söyledijfi gerçeklesmedi. Türkiye ne kalkmabildi; ne esenliğe kavuşabüdl; ne dış ticaret açıfci kapanabildi; ne halk yoksulluktan kurtulabUdi. Zenırinleşen zenglnleşti; bal tutan parmağını yaladı; Işsizlik arttı; borç büyüdü; temel sanayi maddelert karaborsada; enerji ynkluğu başımıza dert; memur kat sayısı dondurma kaymak.Ama velakin: Yatırunda trilyona ulaftık. Merihe, Venüs'e ulaştık gibi blrşey. Süleyman Bey! BU yatırunda trilyona ulaşiık mı btlmeyİE; ama Allah aşkuoa söyle; sizin aile yatınmda kaça ulastı? S Aksamanın Nedeni Bunun tek nedeni, kılık değiştiren ayncahklar ile ulusal ve uluslararası alanda hep kifisel çıkftrcılığm egemen olmasıdır. Bu çıkarcılık zih niyeti çağımızda kap'talizm ve emperyaüzm biçiminde örgütlenmiştir. Bu zihniyet için insanların büyük çoğunluğu ister birey, ister örgütlenmiş devlet olsun çıkarcı büyük kazanç örfütlerine hizmetle yükümlü birer «piyonudur. Devlet yönetiminde, yasa koyucu Hammurabi'den beri «Siyasal hükümdarlık»lar aradan geçen dört bin yıla yakın bir zamandan beri yavas yavaş kaybolmuş, onların yerini, geçende ölen Petrol Krah Paul Getty gibi parasal krallar almıştır. Ve insanlar dünyanın dört bir ucunda bu yeni dünya kurallarının milyonlan, milyarları uğruna birbirinin canına kıymaktadırlar. Böy le krallar on milyarhk (yani onbin milyonluk) servetlerini koruyacaklar, bunlara yeni TarHMar katacaklar, beri yanda ise, yine dünyanın dört bucağında yüzmilyonlarca insan açlıktan, hastalıktan ölecektir. Ve bu adaletsizliğe de b!Eİm yobazlar: «Ne yapalun, insan yazgısı» veya «ahn yazısı» diyecekler, Paul Getty gibilerini ve ülkedeki siyasal hırsızları «hak sahibi»; eosyal »daletsizlikleri göz önüne seren sizi ve sizin gibi gerçek milliyetçileri de «komünist» ilan edeceklerdir. İnsan Hakları Uygarlık, Düzen Gerektirir Bu dikilitaş karşısında, bir hukuk öğrencisl olarak 1931'de ne düşündümse şimdi de onu düşünüyorum. Çünkü bu düşünce bütün zamanlar için geçerli, degişmez bir kuraldır. Şöyle k:: Nerede uygar bir toplum varsa orada mutlak geüşmiş yasalar da vardır. Çünkü yasalar, toplumu düzenleyen hukuk kurallanndan oluşur. Gelişmîş bir düzen olmayan yerde ise uygarlık olmaz. Demek ki insanlar, güvence altında rahat yaşamak için önce krallar, padişahlar, hanlar, kısacasl, hükümdarlar eliyle, çağımızda ise doğrudan dogruya kendi temsilcileri aracılı&yla birtakım kurallar koymakta ve o kurallara uymayı gerekli ve zorunlu görmektedirler. İlk çağlarda bu zorunluluk sadece halk için vardı. Hükümdarlar ve ayrıcalıklı kişiler kendilerini yasa ile bağlı saymazlardı. «Kitap dinleri» denilen büyük dinler kurulduktan sonra, kitaptakl dinsel hukuk kurallan köleler ve kadınlar müstesna olmak üzere bütün insanlar için hak eşitlik ilkesinl koydugu halde, hükümdarlar ve ayrıcalıklı soylular, hatta hıristiyan din adamları kendilerini hiçbir zaman halkla eşit tutmadılar ve bu durum yüzyıllar boyunca böyle sürdü gittl. Çünkü hükümdarların ancak Tanrıya karşı sorumlu olduklan kabul ediliyordu ve bunun yaptırım gücü (müeyyidesi) ise bu dünyada değil, öte dünyadaydı. Ayncalıklı soylular ise, bu niteliklerine ve feodal geleneklere dayanarak kendi En Önemli Olanı Sürmeyecek Gerçek insanlık kafasına ve İnsan doğasma aykın olan bu durum ve tutum sürmeyecektir. «Her jecenin gündüzü vardır» söıU yalnız bir oaanımızın şiirinde değil, bizim yobazların «dünyayı nizamlayacak ebedi kanun» saydıklan Kur"anda da yazılıdır. Oysa Kur'an tannsal ve kutsal blr ibadet ve ahiâk yasasıdır. însanlığm asıl hukuk yasasını dünyada insan kafası egemen kılacak ve geceler o zaman gündüz olacak.tır. Gerçekleşmeyen Adalet Yukanki İlkelerin bütün dünyada re 1961 Ağustos Ikîndisinde OKTAY AKBAL Evet Havır CİHAN ŞÖFÖRLERİ ihan ŞoförO, benlm bir hikSyemin adıdır. Bu hikâyenin adı, 1954'te yayınlanan hikâye kitaplanmdan birinin de adı olmustu. Cihan Şoförü adlı hikâyemde otuz yıl önce 1948lerde tamdığım delikanlı şoför bir Anadolu çocuğunu anlatmıştım. Geçen yıl Macaristan'da yayuüanan bir hikâye antolojisine bu hikâyemi seçmişler, çevirmişler. Trafik kazalanrun iyice arttığı şu yıllarda; sözünü ettiğim hikâyeyi ansıdun. Bana öyle geliyor ki trafik sorunu bizim toplum olarak, kişi olarak makineyi, makineleşmeyi anlayış ve kavrayışımızın temelinde düğümlenmektedir. Mo törlü araçlara, hâlâ bindiğiıniz eşeğe, beygire; dah dediğimiz za nıan yürüyen, çüş dediğimiz zaman duran hayvanlar gözü ıle bakmaktayız. Bu yazımda, hikâyeciliğime sığınarak, deneyleriml sıralayacağım trafik konusunda. Makine, motoru toplumca nasıl anladığımız, bu araçlar karsısındakl ruh halimiz meydana çıksuı: Efendim, dostlar, arkadaşlar, Allahın iüniyle otuz yıllık şotörüm. Bu otuz yıllık şoförlüğümde «bilâkis» hiç bir kaza yapmadım. Bir kez açık bir yolda her ne kadar bir öküzün kıçına tanponum tosladıysa da kabahat bende değildi, bal gibi öküzdeydi. Ben, seksenle yol almaktayım, öküzün biri de ama gerçek öküz iki yüz metre ötede, aheste beste yolun bir yakasından öte yakasma geçmekte. Hızımı kesmedim, hesapladım, öküz, ben varana dek, yolun öta kıyısına varacak. E.. öküEİüğii tuttu İşte, yolun ortalık yerinde duruverdi. Fren mirenle karışık öküzün arkasına dokunduk. Öküz düştü; sahibi gelene dek de ayağa kalktı. Sopayla üstüme yürüyen öküzün sahibine, «dur hele. dedim. «bak öküzün yürüyor, bir şeycik olmadı...» Kaba C SAMiM KOCAGÖZ hat sende, Bküzünü ne bırakırsın yola demedim, aşağıdan aldım; sulh olduk. 1948'lerde başladım şoförlüğe. Küçük boy, elden düşme aldıgım bir Opel arabam vardı. İlk acemiliğimizi bu arabada gideriyoruz. O zamanlar büyuk asfalt yollar kıt. Söke'den kalkıp Izmir'e gideceksin. Kuşadası Selçuk'tan dolasmak gerek. Yol dar. Karşıdan bir kamyon göründü mü sokulacak sıçan deliği aramaktayız. Kamyonlar hiç istifini bozmadan dümdüz, yolun ortasından üstünüze geliyor. Bir seferinde, yoldan çıkıp tarlaya girmek zorunda kaldım. Bereket sağım tarlaymış. Kamyon da durdu. Şoför arkadaş, bir cıgara yaktı. Ben, bekliyorum yürüsün de yola çıkabileyim. Adam cigarasını yaktıktan son ra bir güzel kapıyı açıp indi. Yanuna geldi: «Korktun de mi ağabey?» demez mi? Bir alay, bir matrak geçme benimle. Dayanamadım: «Bak arkadaş, senin şu kamyon kaç tonluk?» diye sordum. Ensesini kaşıyarak, «beş tonluk ama üstünde yedi ton var...» karşılığmı verdi. «Haydi var mısm, bsn şu yedi tonluk kamyona çıkayun, sen de benim bu bücürü al, şöyle bir toslaşalun!» Şoför arkadaş bir kahkaha bastı: «lyi, taşı gediğins koyvlun, akıllı adammışsın» diyerekten arkasını döndü gitti, bastı gaana. Aradan bir vakit geçti. Yine Söke'den Izmir'e gideceğim. Bizna tarladaki traktör sürücüsü Cihan Şoförü, bir başka adı 3erduş, «Dur hele ağabey, senin n>otor tekliyor, bir düzene sokalım; bujilere bir bakalım» dedi. Berduş ise girişirken aramızda şu konuşma geçti: «Bakıyorum Ber duş, kamyondan, taksiden sıkılmışsuı, çift sürüyorsun traktörle. Her bir motordan anhyorsun Ama ben siz kamyonculara çok kızıyorum. Açık yolda hiç sağa kaymıyorlar. adamın üstüne üstü ne geliyorlar...» nün dediğinl, korka korlaı lamaktayım. Bir kamyon göründü mu, benim kaplumbağanın sol tekerini, onun sol tekerine tutuyorum. Birbirimize yak laştıkça, o sağa, ben sola kayıyoruz, düdük çalıp, selâmlaşıp geçiyoruz birblrimizle can ciger. Bayıldım ustam Berduş'un bu dersıne. Gerçekten Cihan Şoförü! Döndügümde sordum bu ne iştir diyerekten: «Elbette abi, sen kamjonu görünce, beş yüz metreden kenara kaçarsan, enayi ace mi, korkak diyerekten üstüne gelirler. Amma ve Iâkin, tekeri onun sol tekerine tuttun mu; tamam bu da birden! diyer.îkten selâmı basarlar...» E... pes öcKrusu, demek işin raconunu kavramaya başladık diye düşündürr!. Ne ki bîr kez daha düşününce, bu işin psikolojik bir durura olduğunu da anladım. Herkes üstüne gelenden kaçar. Babayiğitlik burada (!). Aradan yine zaman geçti. Bizlrn Opel çürük. O sıralar karşunızda komşumuz bir Amerikah var. Kapısuun önünde bir kocaman Osmobil araba. Sekiz silindirli, otomatik vitesli. Bir gün, kapı önünde, «sizin araba eskimış, benim şu yeni arabayı size satayım» dedi Amerikalı komşıun. Gücüm yeter mi, yetmez mi diye düşünürken, açık açık önjrısini ileriye sürdü: İki yıl «=onra Amerika'ya dönerken, araba 1 bana teslim edecekti. Ben da bu arabanın yenisinin tutarı olan iki bin dolan, Türk parası ka:şılığını iki yılda taksitle Öd^5•ecektim. O da Amerika'ya dönün ce yenisini alacaktı. Bana b'i modeli Uç yıl eski araba kalacaktı. Doların karşılığı o zamanlar iki lira kırk kuruştu gaüba. Gümrüğü ile bana araba otuz bine gelecekti. Uzatmayalım bu parayı iki yılda taksitle denkleştirdık. 5 ^115^88 da glrdllt... Geçen gün Boğaz kmsında blr kahvede iki yasU baounın konuşmalanna dinleylci oldum. Biri dayamı? sırtmı ağaca, biri sandalyesine olanca ağırhğrıyU yerleşmiş, konuşuyorlar. Güneş yakıcı, vapurlar fjeHp jeçiyor. Denlz kayağı yapaa bir genç kızı uçarcasına çekip RÖtürfn bir motor... Turistler kartlıırına bir şeyler yazıyorlar. Klml yofurt yiyor, küni eamz içlror... Kuacası, bir ağustos Iklndisinin Bo Nedir konulan insanlannuzın? «Zaman ne çabuk geçlyor?» Ne çok duyduk bn s6zü. llepimlz Tmkınlarımııdan hatırlanz. Dün yirmisinde otuzunda idüer, blr de bakmışlar yaş altmı91, yetmisl bulmus. Kisl, yasarken, yaşamın da^dafasını çekerken farfeetmez zaman denea o elle tutulmaz şeyl. Bir öykilmde geçea uunsıun uüıunııu berber aynaUnnda duydu|umu yazmıçtun. Kosar durursun, gerüvenler, gündelik olayUr, lnsanlar, yor^unluklar, acılar, birbiri ardına devrllen ubahlar, aksamUr... Kendlnle başbaş» kalmak, kendinl dinlrmek yok. Hele kendinl seyretmek uzun uzun bir aynada, ona hiç vakit yok... «Taşamı zaman zaman böyle aynaların önüıule daha doğru•n aynalann Içinde duydıım. Yıllar geçerdi, yaşamadan yaşardnn b<Jytece. Turlü serövenlet olur biterdi. İşlere glrer çıkardnn. Kadınlar seTer unuturdum. Istıraplar, sevüıçler, mutlulukl«r, yoksnnluklar... Hepsi lıepsl bfn yaşamadau, yaşadığımı dııymadan, bUmeden, olur biterdi. Çoğu defa kendimi zalim bir aynada, btr berber aynasınds seyreUlğim zaman buluverlrdim. En çok, en uıun, en zorunlu olarak kendimi seyrettiğim yer berber arnalanydı. Şlmdl o tozlu, kırık, (.eşit çeşit berber aynalannı hatırlıyonnn. O aynalarda yaşayan. kaybolan klşilikleritnl... örneğin blr defasmda savaş vardı dünyada. Gazete satıcıUn çığlık çığhk BSTAŞ tehlikeslnl bağırıyorlardı. Müşteriler seseizce gazetelerinl okuyorlardı. Sonra gece bastırmıştı birden. Berber, ısıkları yakmıştı. Ampulün ustiine ma\1 bir kâğıt geçirmisterdl. Sorrauştum, «neden böyle?» Berber, aynadan bana şafmımk bakmıstı. «Karartma yok mu beylm?». İlk gençliğüni ya«^ordom o mralırda.» Tıro ylrmi yıl ounus «Berber Aynası»m yazalıl Otuı üç y«nndavmışım. Y»?amuı tüm »nlamını duyduğumu sanıyordum. Insaalan tanıdığımm, daha birçok şeyi... Yirmi yıl geçtl üstündea, nunan zaman yine kendlmle başbaşa kalarak, kendi eylemlerünl, başanlarımı başarısıılıklanmı düşünerek... Blr kahve ttjpestnde, blr vapur kanapeslnde, blr kitap sayfasında.. Şimdi sanuuun geçijl esldsinden daha hızlı. Sürekli hızlamyor, tıpkı blr motorun afırdan başlaytp, coşkuyla, rılgıncasına dönmesi gibi... Şu İU yaslı hammın konuşmalan ııice yılların gerllerlne göturdü. «Daha dündü», «Ne çabuk geçtl yıllar». Oylesine söylnyorlar, üzerinde durmadan, anlamını duymadan. Bir üzüntü de yok, btr hayıflanma da... Sonra feçlyorlar aüe sorunlarına. «Kendi evinizde mi oturuyorsunuz?» «Evet». Sonra bir gelin derdl, bir ahmak oğul öyküsü. Şl«tnıancası başlıyor bilmem kaç yıl önce Trabzon'a oğlunun evine konuk citmesine. Nasıl püzelmts, ama neler çektnemiş orada, Keldiğine geleceğrne pişman olmuş... Vapur yanaştı, bir sürü turist indi, fotoğraf makineleri, kahkahalanyla .. Boğaz tayısında bir küçük lskele kahvesl. Bir yoğurt eetirttlm. tstüne şeker koymuşlar. Gerl gönderdim, şekersizi geldl. T7sakla«(mak birtakım sıkmtılardan, aldanışlann acısından... Biri çıkıyor karsma, dost görünerek, seni anlar görünerek, oy. Ea senden çıkarı vardır, ama o çıkarı sen de anlayamazsın, öyle bir çıkar işte! Paran pulun gider, yasamının en güzel günleri gider, bir de bakarsın kazığı yemlşsin, ya da yemene ramak kalmış... O dost gibi gülen yüz boıulmustur, asılmıştır, çatılmıştır, kazık atan ell havada kaldığı için. İşte yaşam oyunlanndan biri. Girmek ayrıntüarına, bir kez daha acüan duymak olur... En iyisi unutmak, unutmaya çaüşmak, olabilirse... «Zaman ne çabuk geçivor...» diyor yaşlı hanım yeniden. Neredeyse duygusuzca, ezberlenmiş, bir sözü makine gibi söylercesine... Zaman ne çabuk geçiyor ha? Nerde, bazen hiç geçmlyor. Bir geçse, şu zaman bir geçse de yeni bir zaman gelse diye umutla, acıyla bekleşmek de var... Evet, şu ırünler bir geçse, toplumu sıkan tüm üçkaŞıtçılıklar, ahliksızlıklar, ntanılacak işleri gururla söyleyen insanlann çağı bir kapansa, yasalar, insanhklar, gerçek aktöre kurallannm egpmen oldugu blr düzen, bir çağ başlasa... Düş mü bu? Düşse de eninde sonunda gerçeklestirüecek bir düş.... frn... o kamyonet, en çok kaç kilometre yapar?» / «Tam yüz yirmi kilometre yapar.» / «tyi ama bu bizimki de en çok yüz on mil yapar. Bu ne demek bilir misin?» Şoför arkadaş güidü: «Bilirim... bilirim abi... Ama iş kilometrede, milde değil, bilektedir!» / «tyi... bizde var mıyrruj o bilek?» / «Eyvallah ağabeyciğim, varmış!» Bilek bir jana dostlar, siz bir de bendeki yüreğe bakm (!) O gün bugündür, tövbjîler olsun yarışa marısa paydos. Diyebilirim ki o günden sonra araba kullanmasını öğrendim... Diyeceğim o ki, en okur yazar kişilerde bile bir tahrik karşısında, bir tepkl uyanabilir. Bu bir trafik psikolojisidir. Buna engel olmak, bir irade sorunu oluyor. He**e*te Bu irade, bir de eğitim sorunu olarak ortaya çıkar şoför lUk ederken. SSzümün başmda, bizde toplum olarak makine, motor kavramı yok dedim. Bu fikri bende gerçekten, haklı olarak bir Alman usta uyandırdı: İzmir' de bir zamanlar büyük bir tamir hane vardı. TJstabaşısı bir adamdı. Baktım, hep fren tamir ediliyor. Sordum ustaya. Yarun yamalak îngilizcesiyle bana, «Sizde. no machine mind!» dedi. Hani makine anlayısı, makine zihniyeti yok demek istedi. Sonra ekledi: «Yüz metre ötedeki bir sokağa sapacakken yüz kilometre süratle varıp, carrTttt! diye frene basarsan, fren ml kahr?» Biz hâlâ bu kafadayız. Kanun, nizam, yönetmelik. trafik bize vız geliyor: Bir kee, yukandaki örnekİerde görüldügu gibi. serde erksk lik var (O. Erkeklik ne günlere kaldı! öyle bit, ona buna yol verir miyiz? Cet pilotları bize vız gelir! Hiç olmazsa eskiden erkek Cihan şoförleri vardı. Şimdi herkes Cihan şoförü. JENERATÖR ARANIYOR 3 Faa Maksimum 125 kw. 190 V. 60 Frekan». 3 Faz Minimum 100 kw. 190 V. 50 Frekans. Dizel tahrikli. OtomaUk servis veya m&nuel kumandaU. Halen tam güçte çahşır durumda. Paneli ile komple. Tel: 28 64 56 22 42 90 (umhuriyet: Î591) Bursa îktisadî ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanlığından: ŞEF VE MEMUR ALINACAKT1R Fakültemiz, 657 sayılı Devlet Memurlan Kanummun 48'in.i maddelerindtkı ş;;ırtları haiz, Genel İdare Hizmetlerinde açık bulunan aşağıda beUrtilen kadrolara erkek ve askerliğmi yapmış şef ve memur alınacaktır. Şef kadrosu na alınacak olar.îarm İktisat Fakültesi veya dengi Fakülte, îktisadi ve Ticarı Ilimler Akademisi mezunu veya yüksek tahsilli olmaları memur kadrosuna alınacak olanlann isa lise v^ya dengi okul mezunu olmaları tercih nedeni olacaktır. îmtihan 13.8.1976 Cuma grtinü saat 14.00'de Fakülteda yapılacaktır. MUracaat müddeti 12.8.1976 günü akşamma kadardır. Baş\urmalann «zgeçmişlertni nl'.dirir dilekçe ve mümisünse bir fotoğrafla yapılması gerekmektedir. Ü n v a n1 Aynıyat ve Levaıım Şefi Büro ijefi Memur Kadrosn 8 9 10 AdedJ 1 1 2 (Basm: 2U56) Î588 Bakıyorum Amerikalı pek kibar davranıyor, arabayı bana teslim edene dek hiç hırpalamıyor. Sonunda bu lüks arabaya sa/ «Ayıp ettin abi, o kabahat sen hip olduk. Araba, araba değil, de...» / «Nasıl bende olurmuş sanki küheylan! Gaza bas yürükabahat?» / «Bak ağabeyciğim. şimdi sen, İzmir'e gidiyorsun ya. sün. frene bas dursun. Ok gibi Cihan Şotörü, Yolda her gördüğün kamyonun fırlıyor. Ustam çoktan, «abi ben bu çift sürmekbeş yüz metre, üç • metre, iki • ' SEVİM ten de bıktım. Bir kamyon var, yüz metre yaklaşana değin, sePEKGtRTİNE nin sol tekeri, onun sol tekcrı patronu iyi. Erzurum'a doğru bir ile sefere çıkıyorum...» deyip gitmisne tutacaksın...» / «Aman bt>rü ti. Yine Söke'den İzmir'e şeliBÜLENT ezdirecek misin yahu?» / «Sen de yorum. Yollar bir daha düzeldi. KARAKOÇ diğimi yap ağabeyciğim, donüBLzim Osmobil kilometre degil, şünde konuşuruz...» O aımanlar Evlendller şimdi olauğu gibi yolların orta mil gösteriyor. Hesap ettim, elli mil hiEİa açık yolda gidersem, sında çizgi yok, yollar dar. Ben, 31.7.1976 Lüleburgaz çıktım yola. Bizim Cihan Şoföril bu seksen, seksen beş kilometra hız edecek. Bu minval üzere yola koyulmuşum. Selçuk'tan sonra Kozpınar denilen bir köy'.e, Sazlık adlı bir köyün arası, yirmi kilometre kadar düz bir yoldur. Ben, elli mil üzere yol ahrken, arkamdan bir Karayollannın kırmızı kamyoneti yol istedi. Geç, işaretini verdim. Şoför arkadaş, solumdan geçerken düdük çaldı. Döndüm, baktun. Alaylı alayh bana dilini çıkarıyor; güldü geçti. Bu ne demek ola? diye düsundüm. Eh anladık ne demek istediğini. Anlayuıcaya kadar da o bizden beşyüz metre uzaklaşmıs oldu. E... bir bastım gaza kl bizim küheylan şahlandı. Üç kilometreye varmadan bana dil çıkaranı yakaladım. Ne ki adam yol vermez, imanma gaza basıAzofflî 35 ynşındo, İngilizceyi cok iyi dereceda b!« yor o da. Bir fırsahm bulup geç len Malî konuıarda yüksek tohsil yapmış olup yütim. Cehennemin finarında kalrürlükte) bulunan moiî ıtıövzuata cşina ve muha» dı. Bir de gözüm göstergeye ilişsebe bilgisine sahip, tercihan bu sahada iş tecti ki, bizim küheylan tam doksan beş mili Röstermekte. Elim swarübesi bulunan askerlik hizmetini tomamlamış eleğim titredl. Hemen gazdan avv mon aranmaktadır. ğımı çektim. Doksari beş milin İstekli'erin 9 Ağustos 1976 tarihine kadar en son kaç kilometre edecegini hesapçekılmiş resimlerini ekliyecekleri kısa özgecmişlayarak agır ağır. eski min.al lerini belirten bir mektupla P.K. 191 Şişii adresina üzere yine yola koyuldum. Bak«MURAKIP» rumuzu ile müracaaUOn rica olunur. tım bizim yarışçı, trmir'e va'ılaşırken yine ensemde. BırnkBütün müracoatlar soklı tutulacok olup üCfet V3 tım vaklaşsın. Yine küheylana çaiışma şartlorı totminKâfdır. yol verdim. Arttk yetişemezdi. Öeldik Izmir'in girişi Esrefpasa' ya. Trafikçi bt7i durdurdu. Kadifekale'ye siden araçlara vol ver di. Bizim Kftrayolları geldi, yanımdâ durdu. Eğildim, se«len(Moran: 1265; 75S1 dim kendisine: «Arkadaşım, senin AKBAIMK Kültür hareketleri Ağustos 1976 SERGÎLER ,•*, 1. Yörük Kilimleri Sergisi (îzmir, Konak Sanat Galerisi :10 Ağustos9 Eylül) 2. Halk El Sanatları Yarışma Sonuçları Sergisi G.ve A.BAKER LTD.ŞİRKETİ İÇİN (AUDIT) OLARAK YETİŞTİRİLMEK UZERE ELEMAN ARANMAKTADIR MURAKIP (Kayseri, Anadolu Fuarıadaki Akbank Pavyonunda, 9 Eylül'e kadar) 3. İzmirli Ressam v» Heykeltraşlar Sergisi ' (îzmir, Konak Sanat Galerisi: 20 Ağustos 20 Eylül) YARIŞMALAR Fotofifaf Yarısması (Konu: Türkiyenin InsanîanPortre veya tek îigür) 15 Eylül'e kadar YAYINLARIMIZ Türk isleme Sanatı h (Yazan: Ayten Sürür, baştanbaşa renkli resimlerla süslü ve ingilizce özetli) 100.TL. Elma Dersem Çık \ (Çocuk oyunuYazan :Erol Günaydın) 5,TL. • 8 i. I AKBAIMK J (Repro: 839) 7582 Kültür hizmetlerinde de " m
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle