28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
cu?;;iusiyn 21 HAZÎRAN 1 : ; : ABDULCANBAZ DEPREM ZEYYAT SELIMOĞLU 7 GUne?! kirpikleri arasmda ilk duyan, Ali oluyor, açıyor gözlerini, bir an toparlnyamıyor kendini, neredeyim gibilerden şaşınp bocalıyor. Son i, yavaş yavaş hatırlayınca, şöyle bir davranıp, yattığı yerden doğruluyor. O vay beni vay beni, yabancı bir memleket! Ha burası neresi? Kalaylama Deresi desen, dejil, Kıyıköy desen, değil, Çakıllar desen, hiç değil. Tarbezan bu, Tarbezan! Trabzonu bulmuşuz. Ali fırlayıp dikiliyor ayağa. Yerdeki uşaklan bir bir dolaşarak, sarsıyor omuzlanndan. Kalkın, diyor, uyanın, kâlkln, geldik, gelmişiz, hadi kalJon, uyanm! Bir savaş alanında şehit düşenler yeniden yaşamağa koyuluyormuş gibi, uşaklar birbirinin ardından. doğruluyorlar yerden. Yere dayadıkları avuçlan sızı içinde, açılmaga yüz tutmuş kürek çekmekten. Acıkmışlar, susuzlar. Azıklar yeniden ortaya çıkıyor, testi el jn ele dolaşıyor ve dudaktan dudaga. Sefer: Siz teknenin başında beni bekleyin, diyor, bir giinden fazla sürmez, dönerim. Yedi kişiyi bırakıp denizin kenarında, iş kesimine doğru ynla vuruyor Sefer. Geri kaîanlar, Sefer'den kuvvet alan yedi toy uşak, Sefer'in gittifini görünce, bir yere yaban düşmenin kuşfcusunu duyarak. birer birer tekneye doğru gerileyerek, yedisini birbirine bağlayan teknenin hemen dibine, oturuyorlar. Kuskuyla bakan gözler birbirini buluyor, ama uzun bir süre, bu yeni duruma alışmcaya dek, ağzını açıp da konuşan olmuyor hiç. Şimdilik yapılacak bir şey yok. Salt Sefer'i bejdemek... Akşam geç vakit, oldukça geç, Sefer dönüp geliyor. Eller bomboş. Yüzünde, düş kırıklığına uğramış insanlarm şaşkınlığı, yılgınlığı, kuşkusu var. Güneş batmak üzere. Bir gün bitmiş. Belki öbür gün... diye düşünürken uşaklar, Sefer yanlanna geliyor, yüzlerine bakmaksızın diyor ki: Dönüyoruz. Hemen bu gece. Tekneyi hazırlayın. Uşaklar ses etmiyor, hiç bir şey sormuyorlar. Yerlerinden kalkıyorlar birer, ikişer; suya itiyorlar baştankara etmiş tekneyi. En son, Sefer binıyor. Kürekler takılıyor ıskarmozlara. Konusmak diye bir şey yok aralarında. mekanik hareketler, o kadar. Yerierini alıyorlar. Sefer de. Ve güneş batarken işte, suya dalıp çıkn kürekler, tekne geldiğjsyönde. denize açılıyor. Akşam akşam yola çıkmanm gsripliRi. Peniz de bir hüzünlü. duruyor. Kürekler suya çarptıkça şakırdayan su sesinden başka ses' yok. Sefer hiç konuşmuyor. Kafasında bir ses var, gülerek yüzüne bakan bir adamın sesi var. BUyülenmiş gibi Sefer, hep o sesi duyuyor, yeri göğü. denizi o »es doldurmuş. Diyorki ses: «Şaban Reis'in yanında çalışan Sefer'i tanımam mı? Elbet, gemici Sefer'i elbet tanırım. Ama is adamı Sefer'i tanımıyorum ki ben. Benden yağ fındık ıstiyorsun, öyle mi? Peki hani teminat? Karşılık ne göstereceksin bana bakayım? Verdiğim mala karşı göstereceğin ne, onu bileyim. Benim yerimde bir başkası olsaydı, karşısına bile almazdı seni, sokmazdı yanına bile. Bizim vaktimiz değerlidir. Tüccarız biz, tüccarız, alıp satmak kolay değil, kafa ister, güç ister. Ve herşeyden önce de, hatın sayılan bir adam olmak ister. Hatır demek para demektir. Parası olmayanın hatırı da sayılmaz. Ne o, nereye gidiyorsun? Daha bitirmedim sözümü, bana bak... para...» Küreği suya hırsla vuruyor Sefer Tüccann yamndan çıkarken kapıyı da öyle vurmuştu. Hırsla asüıyor küreğe. Bütün uşaklar, eüeri boş dönmenin kırıklığı içinde, için için Sefer'e de öfkeli. acıyı küreklerden çıkanyorlar.Geldiği deniz yolundan geri dönüyor tekne. GUneş batıp güneş doguyor. Mavi gök, ardından lâcivert, yıldızlar ve bulut! GUn doğarken sessizliği deniîin, gün batarken sessizliği, geceleri bir kaç saat dinlenme, kurumuş damaklardan geçen suyun serinliği. Yorgunluktan öne eğilen başlar, uyuklama, uyanma, çiseleyen hafif yağmur. ardından pırıl pınl güneşli gök, sabahlan ince bir sis. yaprak yaprak açılan tül perdesi, havaya savrularak eriyen beyaz duman, ve ısıtan gündUz ile serinleten gecenin ardından... kıyı köyü pruvada görünüyor. Sefer'e emanet edilmis sekiz tek Hüseyin Kaptan telcııesı baştankara ediyor. Son bir çaba, uşaklar tekneyj kızsja çekiyorlar ırgatla. Geceyi hemen orda. yerlere serilsrek geçiriyorlar derin uykuda. Avuçlan sızı içinde. Düşlerinde kendi ellerini görüyorlar, büyümüş, kocaman, ve budaklı dallar gibi parmaklarını... Düşlerinde, kendi ellerinin içine uzanmış görüyorlar kendi kendilerini. Kendi ellerinin içinde uyuyorlar. Ve bu başarısız sefer sonunda, ellerinde kaia kaia. nasırlı avuçlan kalıyor. Ellerinin nasırları daha bir kahnlaşmış. daha da bir sertleşmiş, enlemesine bütün eli kaplamış. Elleri, kişilikli el artık. Geceler uzadıkça uzuyor. Hani o geceler ki kadınsız geçecektir, geçmek bilmiyor: Sefer kadın istiyor. Od, ocak, kömür değil. b:r kadın kalçasmdan yayılan sıcaktır erkeğin Odasmı ısıtan. Bir kadının soluğu, nemli dolgun dudakİRr arasmdan yükselmeli, yüzümde dola.şmalı, boynumda ve göfsümde... Elim. su eiim. hafiften terlemiş. kayganiaşmış bir kadın vücudunu boydan boya dolaşmalı. Küreği, dümenin yekesinı. ırgatı, felenkleri nasıl bır bir dolaşarak tanıdıysa, kadın vücudunu da öyle tanımalı, bilmelidir. Sefer böyle düşünüyor, uyanık. Gözleri, pencereden görünen bir yıldıza takılmış, yıldızdan medet umup, yıldızla konuşuyor. Bir kadının değirmi kalçasmda do'.aşmadıkça, erkekliği tamamlanmış otmaz bir eün, yetim kahr. yarım kahr, gözü açık kahr öyle ölürse... Sefer kadın istiyor. Uykuîar rutmaz oldu son geceler, uyanık görillen düşler de var, düşîer birbirinin ardma takılmış. geliyor. Geliyoriar. a Yftn aralık kalmış ıslak ağızlar var bu düşîerde. Yuvarlak omuzbaşları var, bellere dek inen saçlar, yuvariak, dipdiri göğüs ler var. Sefer bakmak istedi mi. ellerle kapatılan göğüsler var, ve görler, yarı şaşkın, yarı korku içinde açılan bir gözler var. İnce bel, uzun bacak, hızla uzaklaşan bir gidiş. ufacık kahkaha lar, ve inceden bir türküler çahnıyor Sefer'in kulağına. Bir sesteki cinsel titreşim, koşarken titretilen göğüsler, genç bir ka dm kolundaki incelik ve kalmlık, peştemal arasmdan bir görünüp bir yok olan ak bir boynun dünyajT aydmlatan ışıgı. bir suyu geçmek için sıvanan peştemaldan cömertçe sojunan iki bacak. Atılan her adımda toprağın sertliğini geri veren dipdiri iki göğüs çırpınıyor Sefer'in uyanık kalmış başında: Sefer kadın istiyor. (DEVAMI VAR) Klmisinin iki eli cebinde, kimisi bâğdaş kurup oturmuş çayırlara... Oturanlardan birisinin elinde kalınca bir ağaç parçası, habire toprakta çlzikler açıyor.. Sonra kapatıyor aynı çizikleri, ye nilerini açıyor. Üçbeşi ayakta. mapus maltasında volta atarcasma bir o yana, bir bu yana. Daha yaşlıları çadırın önüne konuhtıuş tahta masanın çevresine konuimuş sandalyelerde uyuklar gibi. Kimileri de masanın üstüne koyup, kafasmı kapanmış öylece . Ü«en boş masanın, birkaç tavuk, birkaç kaz dolasıyor yörede.. U zaktaki görüntüye bakmıyor kimse. belli ki usanmışlar seyirden. Tek bir ak dam ayakta, önündeki bayrak direğinden belli ki, okul binası. Yıkıntı yığınlarınırı üstüne renk renk ç&maşırlar serilmis kurusTin diye. Yeşil çayır lıklara kuruimuş beson ak çadır.. Görünürde başka kimseler. birşeycikler yok .. Ayakta, mapusane maltasında volta atar gibi dolayanlar da, çayırlığa bağdaş kurmuş oturanla; da sırtmı çokça güneşe vermiş. Hava açık, tek bulut bile yok yukarlarda. Ama hepsinin hallnde bir bunalmışlık, bfr tedirginlik, bir korku vannış gibi... Konuşmalanndan belli, kısa ve db'vüşur müş gibi Sanki doga'nm fırtına öncesi suskunluğu. bu ağırhk ki, taş gibi... Aracımız yanlanna gelip durun caya kadar sanki görmediler bizi. Sadece biriki çocuk segirtti oter geçeden, kazlar tısiayarak yolu boşalttılar. Ne bağdaşını kurmuş oturanlar bozdu istifini. ne voltasını kesti dolasanlar. Sadece şöyle bir bakıp, susuştular... Tannnın selâmım yönelttik.. İki elleri kanda olsâ geri çevirmezlerdi. kıpırdayıp, yanıtladılar.. Ve yine ıığraşlanna döndüler. Kasketinin güneşligi hafif saga dönüktü. Sol elindeki otuzüçlük tesbihi sa* eline aktanrken yanmdakine sorduğunu duydutn: Kım ki bu, gosgoslufuna ba karsan onlardan ellehem?.. Yanıtlamadı beriki. susup bakı yordu öylece. diğerleri gibi. Güneş tepede sıcacık. Ama havft taş gibi agır. Fırtına öncesi gibi. ha patladı, ha patlayacak.. Kimligimizi söyledik demin o • Kim ki bu°» diye sorana. Şöyle bır baktı ahcı gözle. Aynı gözierle bir de tarttı. «Hoşgelmişsen» dedi küskün gibi. Elıyle. kasketinin demin sağa dönük siperliğini bu kez hafif sola çevirdi. Baktı, baktı ve sustu. Sırtını döndü K>1 dan çark edip. Yıkıntılara dalıp kaldı gözleri. Bir daha da dönmedi bizden yana. Yandan dudaklarınm kıpırdadığı görülüyordu. Dua etmediği de belli... Bia de çöktük oturanların ya n;na. Yer açıp, sandalye uzattılar altımıza. Biriki laf edip söyleşivi açmak istedik. Ke mümkün? Şa sırmıstık, liavadan sudan söz aç mak abes mi olurdu ki? Dedim ya, şaşkınlıktan, ne söyleyeceğimı zi bilememekten. bir ara, «Ohh yahu, ne güzel güneş böyle, bizim Ankara'da daha sırtımız ısın madı. dedim. Yine sustular. «Bu ne sağlam hava, ne temir, bizim Ankara'da nerde bunlar» dedim. yine sustular. «Şu çayırların güzelliğine bak, bunlar Ankara'da olsa...> diyecektim yanımdaki yol arkadaşıma. dayanamadı hemen yammda oturan kırkını geçkin: « Anğara'da bunlar olsa yayılırsınız?» diye sordu. Sonra söylediğinden kendi de pişman olmuş gibi yavaşça boynunu eğdi sağ yana. Sonra pişmanlığına pişman oldu sarurım. Ve devam etti: « Güneş giizel, iıava spğiam, ot bol. Hepsi senin olsun. Al Angara'ya götür, yiyipiçip yatarsınız..» « Amma bu viranhaneleri de, şu garnı şiş bebeleri de, Allahın gazabı bizleri de, avratlan da a) götür.. Onlara yer var mı Angaranızda?» Haklıydı kirklık. Yörede o kadar görülecek. ama Ankara'dn kolay kolay göriilmeyecek şey bir fiim sen*ryo»u. BUyük ş«hirlerin felâket görmemij karnı tolc, sırtı pek vatandaşları, efendileri, beyleri bu anlatılanlar bir hikâya degildir. Bu anlatılanlar meşhur «Serhat» ilimiz; Kars'ın, Kars'ın hemen bütün ilçe ve köy lerinin aylardan beri süregelen yasantısı, başlamış ve bitmek bil meyen çilesi, korkusu, öfkesi vs küskünlüğlidür. Aranızdan kaç kl şi biliyor ki, bundan 3 ay kadar önce Kars'da başlajan bir deprem, uzak ar&lıklarla bile olsa devam etmekte, yer her sallandığında birkaç yüz «hana» yerl» bir olmakta, yüzlerce insan açıkta kalmakta ve ölülere yeni ölüler ekienmektedir. Kaç kişi biliyor ki, 3 ay önce depremin yıktıgı. oturulmaz hale getirdiği evlerin sakinleri aylardır yalın gök altında yaşama kavgası vermekte, insanlar açaçık. ilâçsız ve korku içinde, ve umutsuzlukla ve küskun, kendilenne «dövlet baba»nın ulaşmasını beklemekt»dir. Evet duymadınız.. Burası sapa, çoğu yer kuş uçupkervan geçme*. Burası Suâuz, Göle, Arpaçay, Ardahan, Tuzluca, Digor. Burası 170 pare köy. binlerce hane ve onbinlerce üısan.. Evet duymadınız, burası yayla... kışı uzun, yazı «ahhaa»... Yo lu yok, yordanı bilmez, yaylalar sığır dolu, ayranı yok.. Ankara nıre, Susuz nıre? «Millljretçl TRT» bümem ne kıralının köpeklerinin beslenmo koşullarını anlatmaktan vakit ayı rıp, kendısını amiUiyetçi» yapanlânn peşinden koşmaktan fırsat bulup gelememış buralara, ekran lanna ulaşuramamış televisyonların, bazılarmın keyfi bozulmasın diye. Radyo başlangıçta biriki iletecek olmuş kamu oyuna, •onra onun da nefesini kesmişl«r... Adını anmaz olmuş devletin radyo televizj'onu bu devletln vâtandaşının serancamını... Çcğunlukla g'azetelerimiz dc «dünyayı nizamat vermek»ten baslarını alamadıKlarından. unutulup gitmış ınsancıklar, yaylalar da, daglarda.. Az kaldı haKkını yiyecektlk: Imar ve İskân Eakanımız duyrnus nasıl olmuşsa? Nasıl duyduğunu da öğrendık ya.. Susuz'a ka dar gelip şöyle bır «cevelan eylemis» «fi» tarıiunde. Sonra birar çadır, biraz buğday, bıraz nohut, biraz çay. Kars'taki Deprem Küskünleri Yılmaz GÜMÜSBAŞ Kars yöreaindekl drpremden sonra Sosuı ilçesinin köylrrl genellikle bir harabeye döndü. Bizzim hanalarımız başımıza yıkılanda 40 gün sonra duydunuz 3 ay önce depremin yıktığı, oturulmaz hale getirdiği evlerin sakinleri aylardır yalın gök altında yaşarn kavgası veriyor. Üusuz un Büjukçatak köyunde vadıra sıjınan bir aile.. u VE AYURCA ÖNCE Biz, «ve aylar böyle geçmtf» demeden ör.ce, kısaca bu aylafin nasıl geçtiğüıe bir göz atalım: Mart'ın son günleri. Yetkilllerin verdiği bilgiye göre de 27 Mart.. Güneş, Kars yaylasını yeni yeni ısıtmaya başlamış. Kar yine dizboyu daglarda, derelerde.. Ama güneş görünmüş ja, yet mis yaylaJıya. Oğlan, kız, kıarak kapı önlerinde baharı karşılıyor lar. Hastalar bile yataklanyla sırtlanıp uzatılmışlar k?.pı önlerine. Saat, yine yetkiliierin söyia disine göre 14.57.. Yayla yârılmı$ birden. Yaylanın yaşayân kuşağı ne böyle bir ses duymuş şimdiye dek, ne korku. AHüst olmuş yayla ve neye ugradıklannı şaçırmışlar. Kaçamamışlar önce korkulanndan, oldukları yerlerdft sinip kalmışla.. Bildiğimiz rastg© le dere taşlarının çamurla biribinne tutturulmasından yapılmı$ evlerin çotu dayanamamış yerin sallantısına, çöküvermiş oracığa.. Çökmeyenler bel vermişier zayıf yanlanndan, bir sağa, bir söla. Ahırlar. ocaklar yıkılmış, Canlar • mallar zerzebil.. Sonra bunvı ızlsyon gür.lerds bir daha, bir daha.. İlk blanço: 4 ölü ve çok sayıda yaraiı. «Eğer hava kötü olup da can' lar hana içre olsalardı çok teiefat verirdik» diyorlar şimdi. Bir güneş, bir sıcağa dönen giln. böylece insanın hayatını kurtarmış o ilk günler Kars'da. vardı ki, nerden vurmuştuk bi« yoia:1 Belli ki. kırk geçkinı kâpıy: sra lamıştı. Bu sefer hep birlikte başladılar konuşmaya. Sesier, sesler, sesler.. Bir meydan kavgası sanırdı uzaktan gören. Bir söyleyen bir aaha söylüyor. öteki, «hemmi de öyle» diye onu ta marnlıyordu. Birisi, «bummu döv letlik» diyor. yanındaki tamamlıyordu; « hemmi, bu mu dövletlik?» Ve sürekii soruyorlardı: « T:z urrumdan mı gelmişik hııı?» « Biz bu vattanın lüfusundan düştük mü?» • Bizzim hanalarımız başı duydunuz. Bu köylükler ayda mı?» « Hani hanalârımız, hani ba canıız, tandınmız?» « Bizsim ölülerimiz anâ ça fası degildir?* « Derdimize derman vermeyenler ban gatlımıza ferman versinler» « Hsnı hana. hani ocak, hani epmek. hani aş?» Ve uzayıp gidiyordu sorular. Sorular uzadıkça öfkeler artıyor, öfke arttıkça sesler boguklaşıyordu. Bir meydan savaşı alanına dönmüştü çayırlık. Onlar bağırdıkça karşıdâki yı mua yıkılanda, kırk fcun sunra kıntılar bir daha büyüyor, çıplak bebeierin karınlan bir daha şişıyordu sanki. Karataşlar, ak tâşlar. aralarmda uçlan görülen çürümüş odunîar, mertekler, kalaslar.. Kara çamur yıgınları, herbiri bir yana belvermiş duvarlar, yıkık duvar üstlerinde allı • kırmızılı çamaşırlar. Eşinen üçbeş tavuk, ayak altında dolaşan birkaç hantal kaz. KarMda karlı daglar «geliyorum» der gibi. Birden sesler kesildi. Çayırlıkta bağdaş kurmuş oturanlardan na koyup. nsnıaza durur giBi bir biri, Jki eiini kulaklariuin »rkasıvaziyet aldık^an sonrâ hafif yan yattı ve sağ kulâgını toprağa bas tınp öylece kaldı. Susanlar biraz dâha sustular. Yüzler sararmaja, gözler korkuyla karşılıklı bataşmaya başlâdı. Degil konuşmak nefes almaktan korkar bir haller: vardı. Öylece, sağ kulağmı yere daysmıs yatan adama bakıyorlardı. O bır süre daha dinleöı yerı sağ kulağıyla, sonra, yattığı yerden dofrulup, «şükür degel, yamldık» dedi Yüzler gevşedı, tutulan nefesler bıraküdı, gözler dogal şeklını aldı. Beklenen olma mıştı... BU BİR HİKÂYE OECllDIR Yukardan beri anlattıkjarımız ne bir hikâye denemesidir, ne de YAR1N: .KADERDE. KIVANÇTA TUADA B1RMIŞIZ!.. GARTH «42 TiFFANY
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle