25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SATFA DÖRTs rinin odasından Rauf Beyle Refet Paşa çıktı. Rauf Bey güriütüye (benim bağırmama) koşarak, «Utanmıyor musun bacak kadar çocukla döğüşmeye» diye Ali Saib'e çıkıştı. Ali Saib de o saman çektiği tabancayı cebine soktu. Rauf Bey ve Refet Paşa beni alarak Encümen odasına soktular. Rauf Bey beni teselü ederek «Paşana git de bunlan anlat» dedi ve arkasından ilâve etti: «Güvendiğin Paşa bak nelere sebep oluyor?» Rpfet Paşa da, «Evrelâ Meclis Reisi Fethi Beye şikâyet et» dedi. r MPCIÎS Başkanının odasına sn ' dim, Fp.thî BPV, plindpki bîr «tlUjptration» meemuasmm rcsimlc rine hakıyor, hiç bir scy olmamış gibî davranıyordu. Halbuki kapısnıın önünde bir gazeteei dö ğülmüstü. «Bpyefendi. Türk Matbuatı. ka innızın eşiğinde tecavüze u^radı. Sizin kıbmz bile kıpırdamıyor, bu nasıl iş?» dedim. O da yanm yamalak beni teselli etti. «Bu mebusun teşriî masuniyetinj kal dırarak bana Türk Adaleti huzurunda karşılaşma tmkânı veriniz» dedim. «Olur, icabına bakarız, imilme» dedi ve beni savsakladı. Ben o hırsla dogru Ismet Paşa 'ya ffittinı. Paşa, hâdiseyi duymuş. çok üzüntülü jförülüyordu. 3 Malt 1971 M ECLÎS koridonında döğülen ilk gazeteci îhsan Ârif'le Ayazpaşa'daki evinde uzun ıızrun konuştuk. îhsan Ârif, bu buluşmamızda, olaydan önce Ismet Paşa ile yaptığı konuşmayı Paşa'nın kendisine zam aleyhindp bulunması için teîkin yaptjğım. sonra Mecliste n© şekilde sal dınya uğradığını ctraflıca anlattı. Olayın, dinlediğim bu meraklı hikâyesine geçmeden önce bir ^unmak istiyorum: Bu, îhÂrif'in, töknt oiaymdan bir sonra gazer.ftsirıö gönderdiğî yazımn orijin&üdir. Bu yazıda saîdîfînin ne şekiîde rneydana ftldiği. O yilîardâ Ankâra jça?,etepiHğj ibret vtrici bir biçimdft anİâtıİmaktadır, i bir kısnjj f ce sansürden geçlfiimiştir. îşte, bşşın tarihimize ışık rutan bu yedi sayfalık yasıdan bazi böİümler aiıyorüz: f Istanbııl KazpielecÜÇTÎlüîn Ankara'dâki çıİekeş hâyatını kayıjptmek zaruretini hissedfyoTliffl. Ânkara muhitinden ytjkspIfn havat ŞÎkâyetlerî içinde hiaıîm dp seslerimiz var. Bundan mayoUar» lozlara vs çamurUkanal ölan hq şekJen KuruŞehrinin iç.îrtde meraleke tin asrî ilkJr ve tarih karşıSindaki hasşaş ha.«arabilmsk için mütemadî b»r sa'y ile mükâfatı yalniz vicdanımi7.ni huzurunda anyarak vazifemizi Mustafa BAYDAR Sîmdi size başımdan g:eçrn hâ4îsçi tÇCavÜZÜ âyttiyle naklek mek Hmımumı hissediyonmt Fırkanın tpplandıjlnm haber aîdlk. Ve ikî arkadaşımla gjttik. Fırka içtlmalarmda bize hahçe bile grfzmek yasak a\< Meclîsin önünde, cadfc riolaşmaya başladık, Fırba hirbuçukta toplaittnıçtı, yedibuçuga kadar devam etii. Kurıı bir sn£uk vardl. Bütün bu müddet zarfındâ sokakta îçtimaa întizar eitik. Fırka kararı mahrem oldu^undan k'ürnaa nit habcri antak mpbıısların şahıshırındiin a'a biliyorduk. Binaeıiaipyh bunlar çıktıkça pcşlenne takılıyor, bir kplinıe ondan, b<r kclirne dijjerinden alarak havadisîmizi ta mqml2mara çahşıyor, gece yarıJarına kadar karsnllk ve bozuk yfiliarda (iiifp katka mebuslar arayarak, içtîmaı sorarak srs^etemize hâdfseyl yetiştlrmeye çalışıynrduk. Mebusan talmisa^mm tezyUJİnîn görüşiiidtığiî gpce de hiitiin »rkadaşlar $h\ htn dft oraya, huraya bas^iırarak aldığım maluınatı telgrafla gaaeteme büdîrdim. Salı çünü Istanbul farctelcri fi:eJdi ve kapışıldı. ("jğlcdçını sonra Meclis içtimaı olmadi^mdan hir arkitdaşımla görüşmek ÜMcclise gittim. lç kapjdan içeri nirdim. KorJdör tenha idi. Fnciimen toplanmış, ba2i mebus lar da Kiyaset odasının karşısın daki ıstırahat salonunda oturmuş konuşuyorlardı. fleriedîm vç me. huslardan birisiylft splâmlaşarak konuşmaya başladım. Bu araiık Gaziantep M^bu.vu Kılıç Ab Bey Hgır ağır bîze doğru jjpliyordıı. Birden îştîrahat salonunun kapısı açıJdı. Bir sesf, (Vakit Mııhabiri nerçde?) diye bağırtnaya başladı. Bağıran, Irfa Mebıısu Ali Saip Bfty'di. Kılıç Ali Bey, (Bçni çöstcrerek) btnada, dedi. Ali HRU} Bey. hırslı hırslı üzrrime geliynr ve (Son nasıl benim sözlerîmi yazı.yorsun?) diye bagırıyordu. Ben kpndisine itîdalıni rnubafaza etmesini tavsije ederken vüzümç bir tokatın indipini hissettim. Elimdeki gazeteleri ve attırn. Aranrnza girdîler. Hayatmida çerftfimft ve onurnma vxırxxlan bu ilk darbenin sarMntısım geçirir geçirracz. tekrar odâsına doğru gîden AJî Saib Beyin arkasından ilerledim. Koridoru. Encümeolerden çıkan mebuslar doldurmuştu. Ali SaibV, bu lokatı hakkı teşriiyesine daranarak mı attjğım sordum ve Meclisi terkettim » İhsan ArifMn on son çekiîen foto^raflanndan biri yukarıda görülmektedir. Berüm ytrtılan panyon kravatımı riüzeHerek bir takım tesfUi edici sözler söyledi. Beni Hariciye mrPİeğinde yptîştirrceğinî, bana Avrupa'da lahsil imkânı sajîla. yacağını \stadpderek. o zamanın Matbrat Hmum Müdürii Ercüment Ekrem'e gönderdi. Aylarca bekledikten ve ümidimi kestikten sonra çazeteme dön âüm. Bu olaydan biraz sonra t/.mir suikasti patlak verdi. Sanıklann arasmda Ali Saib de buhınuyordu. Ben gazetem tarafmdan bu tarihî duruşmay» yerinde izlemek üzere gfirevlendirilmiş bulunuyordum.» YARIIM DÖVÜLEN ÎKİNCt GAZETECİ Bugün m rîiyor? M Mnlkoçoğlu Konu ve rtvim: ECLÎS korîdorunda döffülen i!k Türk gazetecisi Îhsan Ârif'in biyografisini kendîsın den dinleyelim: «1905 yıJında t.stanbul'da do^;dum. Istanbul Darülfünunu, Coğ rafya BöHitniinü bitirdim. îlkin \'akit'ie bir süre çahştıktan sonra Ankara'ria Yeni Gün Gazetesinde KemaJ Salih'in yanında spkrctpr yardımcılığmda % hap ' 7i Istanbul Ra/etclerînîn ınuhabiri olarak çalıştım. Ondan sonra Cunıhuriyet't? 20 yıl kadar Beyoğlu muhabirliği ve Abidin D a v e r ve F e r i d u n Osman Menteşeoğlu'nun yanında gece sekrpterüği trörevlerindc bu lundutn. Almancayı çok iyi, fransızcay» da konuşabilecek kadar bilirim. Şimdi Belediye Başkan» lığf Basm Müşavirliğinden emekJiyim.» Sayın İhsan Ârife soruyorum: «Meclisie 1924 yıhnda gazeteciye atılan tokatın hikâyesini, bu olayın ilk kahramanı olmak sıfatıyla sizden dinleyebîlir miyira?» «fnönii, Lozan'dan sonra Başvekil olmuştu. Bir gazeteei olarak yeni BaşvekiIIe bir mülâkat yapmak en büyiik emelimdi. Mü temadiyen kcndisini takip ediyordum. O da bu beyanat için beni oyalıyordu. Bir gpce rahmeUi anncmle Samanpararıııdaki bir yerli evinin abırdan boz ma odasrnria yatarken kapı vu nıJdu. Açtım, gelen Başvekilin yaveri Âtıf Beydi: «Ismet Paşa seni istiyor, hemen ffiyin. ffl* dedi. Beraberce Rİttik. O 7.amanki Hariciye Vrkâletinin binasında bir odada Paşa yalmz başına nturuyordu. «Gel bakalım gazetecî» dedi. «tstediğin beyanatı bu gcce 18 «Saçol emtni,» dedi. «He.pimiz sürünüyornı şu Çuk'urda. Öldürdüler bizi, bitirdüer hepimizi. aaah, ah ki aaalı.'» dedi. Kadınlar, cocaklar, önde de Rerem, uzakta durmuşlar, kocaman olmuş gözlerle, soluklannı kesmişler, olanı biteni izlij'Orlardı. Onbaşı içeriye seslendi: «Haydiyin arkadaşlar, dışarıya çıkm da gidelîm» Hep birlikle dısarıya eıktılar. Aşagıya, etege doğru cümbür cemaat yürürlerken Onbaşının gözüne Keremin elindeki şahin ilişti, durdu onu scyreyledi, fülümsedi: «Gcl hele, g:cl hele buraya eli boz şahinli çocnk,» dedi Onbaşı. Kercm koşarak şreldi. Onbaşı kuşu oksadı, jfözlerine, çırnaklarına baktı. Evirdi çevirdi baktı: «Bu jeerçek bir boz şahin,» dedi. Sonra birden gözleri ışıladı. «Bunu bana verscne, senin adın ne?» dedi. «Kerem,» dedi Kerem ürkerek, dehşet korkarak. Onbaşı kusu almak için elinî u/a(tı, nc olda, ne olmadı, Kerem kalabahktan sıyrıldı asa^ıya doğru koşmağa başladı. Onbaşı boznldu. Onun bozuldugunu orada bnlnnanlar anladılar, Haydar Usta: «It soyu, it soyu.» diye can havliyle bagırdı. Kerem bir euval inciri berbat etmişti. «Vann şunnn elinden şahini alın getirin.» Onbaşı, şaşırmış, dil ucnyla; «Ziyanı yok, ziyanı yok. kalsın. Ha dedim ki o her zaman dağlarda şahini yakalar. Bir tane de, beŞ tane de Ha dedim ki bizim oğlana grttiirspydîm bunu çok sevinir, Yörüklii?ünij nnutmazdı. Ziyanı yok, ziyanı yok, kalsın,» dedi, vüriidü. Haydar lîsta onnn oniine çeçti: «Dur Paşa,» dedi. «Dur sen azıcık. Şimdl sabin gclir. sen dur. Bir konuk bir Yorükten ne istrmis de alamamış? Sen duydun mu böyle şey Florzumluojflu Onbaşı Paşam.» Gülerek, kıvançlı: «Duymadım.» dedi Onbaşı. Onlar bnrada sohbete daldılar. Onba.51 anasının babasımn nasıl yerleştiğini anlatmafa başladı. Aşaftda. sel yatafmda üç delikanlı 07un bacaklanyla Keremi kovalıyorlardı. Kerem • canını disine takmış koşuyordu. Düşüyor kal.. I kıyor. elinde şahini. şahin öfkeden deliriyor, •mmıı lam aieyfıinde E1V HEMEN cebimden, hazırladığım sualleri çıkardım. O, «Dur. arele etme evrelâ senden bir vatanperverlik vazifesi bekliyorum. Evvelâ bana bu vazifeyi yapacağma dalr şeref sö vü ver, ondan sonra beyanat vereceğim» dedi. Bana Mecliste mebuslardan ha zjlarınm maaş ve yolluklarım arttırmak için ffizli topfantılar yaptıklarını haber vererek, «Bu, vatanperver bir IVIeclistir. Fakat son hareketlerîni bu nitelikle bağdaştırmak mümkün değildir, bütçemde 53 milyonluk bir açık var. Müşkül durumdayim. Evvelâ bana gazetplerînle bu yolda Iıizmet et, liizıımhı neşriyatı .vap, ben de seni Avrupa'va hangi mektepte okumak istiyorsan oraya göndereceğim ve sana «Scicnce PoHtjque» tahsili yaptıracağım» diye vaadde bulundu ve ilâ ve etti: Yalnız kuvvetli yazılar yaz vc benden hiç hahsetme. Bu arada tahsisatı arttırmak îsteyenlerin adlannı verdi. Ali Saib de bunlann içinde buhınuyordu., Bu sırada elektrikler söndü. Dinamoya bir fare kaçtığı için kontak yapmış. Bu yüzden zifirî karanlıkta kaldık. Paşa, penceredeki ışığa doğru çekildi ve tabancası ile bir müddet hareketsiz bekledi. Suikast filân olmasın diye. Ben de korktum. Bir müddet sonra ışıklar yandı, yaverler geldi, Paşa da gülümseyerek, «kork tun mu?» dedi ve yanağimı okşadı. Ondan sonra gerekli notları alarak kendisinden ayrıldım. Bunun üzerine ben de adımla Vakit Gazetesine, Meclisin bu hareketini vatanperverlikle telif ctmenin çok güç olacağııu belirten ağır bir yazı yazarak ve tahRİsatlarını arttırmak isteyenlerin adlannı da zikrederek gazeteme postaladım. O zamanlar Ankara'ya gazeteler haftada ilci defa geliyordu. Hiç unutmam bir Salı günü posta geldi, ben de postaneden mek tuplarımı ve gazetelerimi aldım ve Meclis Encümenlerindeki çalışmaları takibe Millet Meclisine gittim. Bir süre sonra Ali Saib Beyin, öfkeli öfkeli bana doğru ilerîediğini gördüm. Ne olduğunu anlamadan yüzüme sağlı sollu tokatlar inmeye başladı. Bu tecavüze şaşırmış ve elimdekileri atarak kendisine mukahelede bulunmak istemiştim. Fa kat buna imkân yoktu, çünkü yol hahsı üzerine düşmüştüm. Bu sırada Encümenlerden bi B DİŞ! BOND kanatları savruluyor, Keremin elini çırnakhyor, kaçıyordu. Dclikanlılar bir türlü arkasını bırakmıyorlardı. Onbaşı anlatıyordu: «Çok güzel bir bacım vardı.» diyordu. «Dü"ya güzcli. Meryem, Biz gene böyle, ayni sizin j;ibi Çukıırovaya indik. Konacak bir yer yok. Kondu&umuz yerde bir gün bile oturtmuyorlar, köylüler bizi. Nercye gitsek atlan itleriyle, siliîhJarla sopalarla köylüler üstümüze b'icum eyliyorlar, bizi kaldırıyorlardı. Hiç bir yere konamadan tam iki ny Çukurda dolaştık rlıırduk. Obada ne kadar çocuk, ne kadar yaşlı varsa, bu dolaşmaya dayanamadılar öldüler.» Sel yatağı ikiye aynlmış, ortada ada gibl hir toprak parçası bırakmış, yeniden aşağıda yatak bîrleşmisti. Kerem adanın yöresinde dönüyordu. Sonra sel yatağım bıraktı bir kara. çalı kümcsinin içine düştii. Delikanlılar onun izini yitirdiler. «Koyunlar, keçiler yollardan geçerlerken bîr tutam ekin koparmasinlar. Koparmaz olurlar mı, yollar daracık... Haydi ziyan... Köylüler bizden bir tutam ekin karsılığsnda üç koyun alıyorlardı. Bahara doğru, yaylaya göçüm zamanına doğru elimizde ne koyun, ne keçi, ne esek, ne at kaldı. Çukurovanın ortasında çıni(,'iplnk kaldık bîr kışta. tşte bahara doğruydn ki gene köylülerle aranuzda bir döğüş çıktı. Beş kişi bizden, üç kişi onlardan öldü. Bo döğüşte bir delikanlı bizim Meryemi görmüş, isiedi, Bu kızı bana verin, gelin size. cvimin yaııında evlik, tarlamın yanında tarla vereyim.» Delikanhlar çahlığin içinde de huldular Keremi. Kerem gene aldı yatırdı. Soluğunu toparlanııştı ve • hir türlü delikanhlar ardındaiı yetişcmiyorlardı. «Meryeme söyledik. Meryem bir türlü oğIanı istemez. Ağlar durur, beni ona verisenia kendimi öldürürüm, der. Ben, babam, anam, kardeşlerim Meryeme bir yalvardık, dil döktük. İşte görüyorsun Meryem, yer gök bizi kabul etmiyor, öleltm mi? ölsek bile ölümüzü kabul etmez. ölümüz köpeklere leş olur. Sonunda Meryem kabul etti. Biz de yerlpsfik eniştenin yanına. Bize ev yeri verdi. Az biraz da tarla verdi. Meryem vaşamadı. Bir .yıl sonra öldü. Enişte de bizi yamndan koğda. Kötü bir adammıs.» Onbaşı alnının tfrini ak hir mendille sildî. Obanın öteki insanlarınm Çukurovadaki tnace. ralannı anlatraağa başladı. (Arkası var) ÇIKMAZI Rüya ile gerçek arası garip bir durumdu benimki. Önce, derin, ama çok derin bir üykudan uyanır gibi oldum... Tembel, çekimser, ağır bir uyanıştı bu... Uyandıgınıa göre ölmemiştim... Ölmediğime göre de yaşıyordum demek... Kendimi şöyle bir yokladım» Sağıma dönük vaziyette yatıyordum. Sağ kolum ikiye katlanmıştı adetâ... Başımm bütün ağjriığım bileğimde hissettim. Elirnin parmaklarında bir kanncalanmadır gidiyordu... Yüklendiği ağırlık sebebiyle sağ kolumdaki kan dolaşımının durak ladığı belJiydi. Sol kolum, kalçama doğru boylu boyunca uzanmıştı... Rahat, yumuşak ve serbest. Gözlerimi açmağa cesaret. ede miyordum... K:pırdanmak da işime gelmiyordu. Uyanmasına uyanmıştım ama en ufak bir hareket bile yapmaksızm yatmağa devam ediyordum. Gözlerimi açtığım, ya da kıpırdadığım takdirde sonucun hiç de iyi olmayacağını pekâlâ biliyordum. Çeşitli denemelere dayanan bir korkuydu benimki... Evet, gözlerimi araladığjm, vücudumu da birazcık oynattığım takdirde şakaklarım zonklamaya, beynimde de kıyametler kop maya başlayacaktı... Aslında gözlerimi açsam da açmasam da, elimi ayagımı oynatsam da oynatmasam da aynı âkıbete uğrayacaktım nasıl olsa... Tek çare tekrardan dalmak, uykunun derinliklerine yu varlanıp gitmekti. Bir ^üre riaha uyuyabllirsem tehlikeyi çok daha hafif atlatacağıma şüphe yoktu. îçkiyi fazla kaçırmış olmamn cezasını çekmek üzereydim... Bu kesin bir gerçekti... Beynimdeki uyuşukluk, kulaklanmdaki ıığul tu hep bundan ileri geliyordu. Geçmişte de benzer durumlari düşmüştüm birkaç kere... Sık sık tekrarianan bir olay değildi bu benim için... Ama bir tskım korkunç hatıralar bırakmıştı bende... Korkunç ve tüyler ürpertici. Sarhoşluk sonrasımn çeşitli belirtileri topyekun berbat şeylerdi. Bütün gece, durup dinlenmeksizin kafayı çekmiş olmahydım muhakkak. Fakat nerede ve nasıl?... Kimbilir?... Ne Yazan : L. BLOCK kadar düşünsem boştu... SoruJarın tümü de cevapsız kalmağa mahkumdu şimdilik... Dahası vardı... Şu anda nerede bulunduğumun bile farkında değildim... Farkma varmak, anlamak için telâşlandığım da iddia edilemezdi. Lüzumundan fazla içfciğim zaman daima böyle oluyordum... Hafızasmı kaybetmis insanlar gibi dünyadan ve çevresinden habersiz... Kafamın içinde bir takım boşluklar peydahlanıyor, ben de bu boşlukların koyu karanlığında kendimi kaybediyordum. Evet, besbelliydi işte... Yine içmiştim... Hem de kıyasıya... Eeliriileri meydandaydı devirdiğim kadehlerin... Oysa, bir süredir, içme ilietinden kurtulduğum, bu derdi yendiğimi sanı3'ordum. Yanılmışım demek... Yanıîdiğım için de yine içmiş, yine sarhoş olmuş, eski günlerdeki gibi yine kendimt kaldırdığım gibi bilinmezliğin tam ortahk yerine atmıştım. Ne yapıp yapmalı eözlerim! açmamalı, ellerimı ayaklanmı oynatmamali3'dım. Aksi malde dayanılmaz başağırısı derhal başlayacak, bevnimin ıçı allak bullak oiacaktı. Hiç de lüzum yoktu böyle bir şeye doğrusu... Bu çeşit bir arzu ya da ihtiyacın zerresini duymuyordum. Buna mukabil şu anda nerede buîunduğumu anlamak için, gozkapaklanmı aralamak zorun daydım... Saat kaçtı?... Gece miydi, gündüz müydü?.. Gerekli kararı verebilmek için bfr süre düşünmek zorunda kal dim... En iyisi boş vermekti galiba?.. Nerede buîunduğumu, vaktin gece mi yoksa gündüz mü oîduğunu daha sonra da an Jayabilirdim. Aynca en basit konulan bile düşünemeyecek, şu veya bu yönde kafa yoramayacak kadar bitkin oldugum da muhakkaktı. Farkma bile varmaksızm bir kere daha dalmış, uykunun derinliklerine, hiçliğin sonsuzluklarma yuvarlanmışım. Ikinci defa uyandıgımda ilk farkettiğim şey sağ koîumdaki tuhaflık oldu... özellikle sağ elim... Önceki karıncalanma duy gusu tamamiyle geçmişti ama, parmaklanm normal ölçüye kıyasla birkaç misli büyümüştü sanki... Âni bir kararla bileğimi baçımın altından çekerek elimi ya vaş yavaş havaya kaldırdım ve halsiz davranışlaria boşlukt» sallamaga başladım Anlamsız ve budalaca bir ranıştı bu... En iyisi sol elimle sağ biîeğimi uyuşturmak, masa.| yapmak, fean dolaşımını sağ lamaktı. Dediğim gibi yapmağa koyuldum... Fakat gözlerimi kapalı tutmağa devam ediyordum... Sımsıkı. Başun dönüyordu... Şakaklarım da da hafif bir zonklama... Bir yandan da hayal kurup duruyordum... Kuruntularla. vesveselerle dolu hayallerdi bunlar... Parmaklarım gangren olmuştu da kesmişlerdi sanki... Elimdeki tuhaflık bundan ileri geliyordu herhalde... Bileğimi uyuşturmağa devam ediyordum. Nihayet parmaklarım yine karıncaîanmaya başladı. Büyük bir gayret sarfederek açıp kapadım birkaç kere... Aynı anda da başıma müthiş bir ağrı saplandı... Bir canavar pençesi beni alnımdan yakalamış merhametsizce sıkıyordu... Sıktıkça şakaklanmdaki zonklama artıyor, beynim nabız gibi atıyordu. Biraz daha sonra sağ elimin parmaklan tamamiyle normale döndü. Avucumu rahatça açıp kapatabiliyordum artık. Bir yatağa uzarımış vaziyettey dim... Ve üşüyordum... Ve üşü yordum... Ellerimi vücudumda dolaştırdım... Şaşılacak şey... Çınlçıplaktım... Nerede buîunduğumu da bilmiyordum. Evet, bir yataktaydım, upuzun yatıyordum, üstümde örtiiye benzer bir şey yoktu, üşüyordum... Fakat bu yatafe nered (Arkası var) TİITANY JONES Tu. , DOAUIP B6S GARTH C.279 AYLÂK MUSA Rekiâmcıhk: 392/1835
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle