18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
<fr EYLÜL 1970 S Cumh'uriyet SÂNÂT EDEBÎYAT ANADOLU ŞIIRI lzlm şiirimiz, köklerinl bugün üzerinde yasadıfımız toprağın derınlıklerinde bulan, tarıhın akışı içınde birtakım dış kaynaklardan beslenmesıne karşılık, ozünü Anadolunun eski uygarhk ürünlermden aldığı kültür besinleriyle geliştiren, bir sanat varlığıdır. Öteki sanat ve kültür üninleri gibi, şiır de doğduğu ortamın tarih çizgisi dışında bir yaratma olarak düşünülemez. Bir sanat ürünü, dış kaynaklann ne denli etklsi altmda kalırsa kalsm, belli ölçüler içinde kimliğini sürdürür, beslendiği ana kaynakların izlerini taşır. Her şiir, onu yaratan kültür ortamının damgasını. varhğmı borçlu olduğu ulusun kimliğıni, kişiliğıni yansıtır. Bir sanat ürünü, beslendiği, doğup geliştıği alanuı dışında kalan ölçülerle yorumlanamaz. değerlendirilemez. Şiir, ne denlı soyut kavramlardan, gerçek Ötesi düşüncelerden kurulursa kurulsun, topragından ayrı, başka yerlerden aktarümış bir sanat varlığı değildir. Anadoluda gelişen, değişik biçimler gösteren, Türk şiırinin bir butünlük içinde dıştan geldiğini, Anadoluda doğup komşu ülkeiere yayılan eskı çağ uygarlık ürünlerinden ayrı bir yapısı olduğunu, onlarla ilgısı olmadığını söylemek, ona kendi gerçek kaynaklan djşında kaynak aramak, ölçülü bir küHür anlayışmdan. tarih gürüsünden uzaklaşmak, yoksun kalmaktır açıkça. Türk şıırınin bu konuda şaşılacak bir ahnyazısı vardır. Hiçbir ulus şiirının başına gelmeyen, onun başına gelmiştir. Bugün, Türk şiirinın, Anadoluda yftraUlan bütün Türk sanat ürünlerınin, Asyadan geldığıni, kaynağınm yalnız Asya Türk kültür varhkları oldugunu, Islâm ülkeleri dışında, Islâm Anadoludan önce bir kaynağı olmadığmı Ueri sürenler çoğalıyor. Fuad Kbprülü'nün yabancı bılginlerce ileri sürülen bu görüşe sarılması, Anadolunun eskı sanat ve kültür ürünlerinı yeterince tanımaması, özellikle Anadoluda gelişen birçok tasavvuf çığırlarını Hoca Ahroed Yescvı'ye bağlaması, onun izinden gidenlere büyük bir dayanak olmuştur. «Turk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar» adh eserinde bu görüşü ileri süren F. Kbprülü'nün ençok yanıldığl yer, tslamlıktan öncekt Anadolu uygarlıklarının çağlar boyunca süren derin etkilerini duşünmeyışidir. Asyada doğup geliştiğl söylenen Türk şıirinin yalnız Hind, Çm, Iran uygarlıklarmın etküediğini ortaya atmakla ise gırişen böyle bir görüş, bir toprak üzerinde yaşayan uluslann sonradan gelenleri hangi yoüa etkiieyebileceğini anlamaktan oldukça uzaktır. "ACI DEĞİŞECEK SEVİNÇ OLACAK,, Oktay AKBAL ondra'da öğrenirnini hitirmiş, sonra Yeni Zelanda'da baba e\ine riönmüş genç bir ku. Günce'sine Oscar Wilde'in şu cümlesine yazıyor «Hayatunı kazanmak istemiyorum ben. Ben hayatı yaşamak istiyorum.» B göz, gerek rütelikleri. gerek başından geçen olaylar bakımından Homeros'un Odysseia adlı destanmda geçen tek gözlü Kyklops'tan ayrı bir varlık değildir. Nitekim Kyklops sbzü de Tepegöz aruarmna gelır. Uzakla^nııştık henuz sesimin duyulacağı yere kadar Seslendim Tepegöze, çıkıştun şu sözlerle, dedim ki Gördün mü hcy Tepegöz, kısmet değilmiş bak sana Gnçsuz bir adanun dostlannı yemek, zorla, kıtır kıtır. (2) Homeros'un dizelerinde tek gözlü, tepe KÖılü dev anlamına gelen kyklops sözü Türkçeye çevrilince hangısınin Dede Korkud'ta hangisinin Odjsseia'da geçtiğini anlamak guçleşiyor, öylesine kaynasırlar birbırleriyle. Dede Korkud'ta geçen Tepegöz, konusu, es ismet zeki eyüboğlu kl Anadolu halk masallarından, Odysseia'dakı Kyklops'un Türkçeye çevnlmış karşılıgı olmaktan oteye geçemez. Bu bakımdan Dede Korkud masallannın özü de gene eski Anadolu halk masallarıdır. Sonradan halk dihnde birçok değişıkliklere uğrayarak Doğuya geçmiş, yeni birtakım ekler alarak elımizdeki bıçimi kazanmıştır. Nitekim, Türk sanatının, Turk şiırinin kaynağını Orta Asyaya götürenler. orada böyle destanlarının dogusunu kanıtlayacak kesin belgeler gösteremiyor. Anadoluya yerleşen, onun yakınlarında oturan Türkler arasında bu nitelikte destanlarm yaratıldığını gbsterebiliyorlar. dolulu değıliz, Anadoluya dört beşyüz çadırla geldik, blitün sanat ve kültür varlıklarıru, uygarlık ürünlerini Asyadan getirdık, eski Anadolu uygarHklan bizi etkılemedi. Böylesme koksüz, gerçekten uzak bir görüşü ne yazık ki birçok unlü aydınlanrmz, düşünürlerimız de benimsedi. Bu konuda kalın kalın kıtaplar yazdılar. Böyle bir gbruşle, değil Anadoluda, yeryüzünün insan sesirü yeni duymuş bölgelerinde bile herhangi bir sorun çözümlenemez. Anadoluda aşafı yukan dokuzyüz yıllık bir Türkçe şiir ürünü varken, bütün yazın ürunlerinde eski Anadolu dıllerinden gelmiş sayısu sözler, kavramlar dipdiri dururken, onlan görmemek, kaynaklanna inmemek olaylara bilim açısından bakmamak demektir. Bu tutum yeni değildir, XVI. yy.da büe Anadolunun dışma kayma düşüncesi yaygındı, bütün gözler trana, Arabistana çevrilmişti. Bu yüzden Mesıhi adlı ozan Mesihî gökden insen sana yer yok Yüri var gel Arabdan ya Aceraden demekten kendini alamamış. Durum bugün de öyledir. Orta Asyanın bilmem neresinde bulunmuş birkaç Türkçe dortlük üzerinde uzun uzun konuşulur da Yunus Emre, Pir Sultan gibi ozanlar yüksek öğrenim kurumlannda okutulmaz. Fuad Köprülü, Türk şiirinin kaynaklannı araştmrken Gazneliler çagında vaşamış Mtnuçihri adlı tranlı ozanın divanında görülen: Be râhi Türki mana ki hubter kuyi Tu şiri Türki berhan mera vü şi'ri guzi «benimle Türkçe konuş, Türkçeyi daha iyı biliyorsun, bana Türk veya Oğuz şiiri oku», gibi bir ikilığe dayanarak, «Kutadgu Bilig'ten hemen bemen yanm asır kadar evvele ait olan bu kayıt, Gazneliler devrinde Türk şiirinin mevcudiyetine ait vaktiyle Ueri sürdufümüz iddlayı isbat etmekle kalmıyor, daha birkaç mesele hakkında bizi tenvir ediyorj» (3) diyor. Gazneliler çagında yazılmış bir ikilikten Türk şiirinin varlığını çıkarma gereğini dujnıyor da, Türk şiirine eski Anadolu kültür ürünlerinden girmiş yüzlerce kavramm taşıdığı bilimsel gerçeği görmek istemiyor. îşte, Türlc düsüncesini, Türk sanatını gerçek kaynaklanndan uzaklaştıran bu yanlış, gereksiz tutumlardır. (1) Dede Korkud, M. Ergin 1969, s. 175. (2) Odysseia. Azra Erhat, A. Kadir Çevirisi 1970, Bolüm 9/473476. (3) Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, Fuad Koprulu 1934. s. 29. I Adı Katherine Mansfield. Babası, onüç yaşına gelince Lond. ra'ya Qucens College'e yollamış. Yapyalmz yaşamış okulda. Düsler içinde. Şiirle, edebiyatla içli dışlı. Yurduna geri dönünce daha da »rtmış içindeki edebiyat sevgisi. Kısa övküde bulmuş 'tendine uygun olanı. Ama yazar dediğin hayatı yaşayarak dıs çevreyle iliskiler knrarak tanır, bilir, öğrenir. Mansfield de yaşamak tutkusuyla dolu bir genç kız. Yaşamak ise Londra'ya dönmek. «Hayatı yaşamak» ilkesinl gerçekleştirmek için Londra'ya gelir yeniden. Bir daha adasına gidemeyecek. Ya> «amak için yasayacak, yazaruk deneylerini arttırmak için... «Ama bu bir deney ohnadı, bir israf ve bir tahrip oldu» diyecek günü gelince, ilerde. Hep hayat deneylerini tatmak, duy. mak, yaşamak çabasıdır; evlenişi, çocuk doğuruşu, kocasından ayrılifi, tek başına yaşayışı... öykülerini hep kendi kişiliğinden, deneylerinden, anılanndan çıkararak: «Ben tek bir şeye inanı. yorum, gerçek diyelim bunun adına, çok büyük bir şey bu, onu kesfetmemiz gerek. Sanatçının varlık nedeni bu, gerçeğe bağlı kalmak, onu nerdeyse bulup ortaya çıkarmak.» Yazar Murry ile evlenince yoksul, ama mutlu bir ortamda, bir sanat aşkının aydınlattığt bir çevrede yaşamaya başladılar. öyküler yazıyordu hep. Çoğu kimse anlamıyordu değerini, çok y»Iın huluyorlardı bu öyküleri. Yaşamanın yalınlığının. gündelik hayatın içindeki ölümsüz ayrıntıların, yönlerin bu kısa öykülerde geleceğe kalacağını sezemiyorlardı. tnce hastalıktı onun varlığını gizli gizli kemiren. Dnyguları engin, yalnızlıgı kendine dost edinmiş, çileli bir bünye böyle bir hastalıktan kurtulamazdı ne yapsa. Güney Fransa'ya, tsviçre'ye gitti, gene tngiitere'ye döndü. Ölümle boğuştuğunu biliyordu, »nılarının bir tekjni bile ziyan etmemek için hep yazıyordu. Çehov'un etkisini duyuyordu. Hayatın boşluğunu, anlamsızlığını çizen bu öykülerde kendini huluyordu. Çehov'u yakın bir dostu sayıyordu: «Ah, Çehov neden öldünüz? Neden akşamları loş bir odada sizinle konuşamıyorum?» diye yazıyordu Günce'sine. övküler. öyküler'... Ama bir yanda bekleyen ölüm vardı. «Yalnızca ölüm olprusundan korkmadığımı yazmak istiyorum, ölüm düşüncesine hos geldiniz diyebilirim. ölümsüzlüğe inar.ıyorum ben.». Kendi kendine soruyordu: «Katherine, sağlık senin için ne anlvm taşıyor? Niçin istiyorsun sağbklı olmayı?» Bulduğu yanıt şu oldu: «Hayatın içüıe girmek, onun bir parçası olmak, içinde yaşamak, ders almak, öğrenmek, bende yüzeyde kalan, elimde olan herşeyl, herşeyi yitirmek, doğrudan doğruya insan benliğine yönelen bir bilinç taşımak istiyorum. Kendimi ve başkalanm anlamak dileğindeyim.» Kendini. başkalanm anlamak... Sanatçı dedlgimiz kişl bunun çözümünfl yapar hep. Mansfield bütün öteki yazarlar, şairler, hepsi... Anlamak, anlamaya çahşmak, sonra da buna baskalanna anlatmak. Çağımn insanlanna, olmazsa geleceğin kişilerine. İnsan sornnunun, çıkmazınm, karanlığımn bir parçacığını ısığa çıkarmak «Gardenparti» öyküsü bir örnekür. Mansfield bn kısa öyküde bu anlamı vermek istedi. Bir büyük köşkte bir gardenparti verilir, az ötede bir kulübede ise hir işçi ölmektedir. Laura, gardenpartiden kalkar bu yoksul eve celir. Laura'nın yaşamayı çözümlemek isteyişi, danslardan, çalgılardan koparak o sırada ölen işçinin karısına bir sepet yiyecck götürüşü, ölünün odasma firişi.» «Gardenpartilcrin, sepetlerin, dantellerin ne önemi olabilirdi onun için. Bu gibi şeylerden çok uzaktaydı. Görülmemiş bir insandı o, güzel bir insandı. Onlar kahkahalarla gülerken, orkestra çalarken, burda böyle inanılmaz bir şey olmuştu. Mutlu!.. Mutlu!.. Hepsi iyi diyordu ölen adamın yüzü. Gene de ağlamak geliyordu insanın içinden. Laura o adama birşeyler söylemeden odadan çıkamayacağını duyuyordu. Yüksek sesle, küçük bir çocuk gibi hıçkınp «Şapkam için sizden özür dilerim» dedi. Laura dönerken yolda kardeşine rastlar. «Dur bakalım, ağlıyor musun diye sordu Laurie. Laura kafasını salladı. Hayır dercesine. Ama ağlıyordu. Laurie kolunu omuzuna attı. «Ağlama» dedi. Sesi ılıktı. sevgi doluydu. «Çok mu korkunçtu?», «Hayır» diye hıçkırdı Laura «İnanılmaz oir şeydi. Ama Laurie...» Durdu kardeşine baktı. «Hayat» diye kekeledi «Hayat...» Demek istediğini. hayatın ne oldugunu anlatacak sözcükleri bulamıyordu. Zararı yok, kardeşi anlamıştı bile. «Ya değil mi sevgilim» dedi Laurie...» «Hayatın ne oldugunu anlatacak sözcüğü bulmak...» Mansfield bunu aradı durdu. Kim bulabilmiş ki? Çehov da hayatın anlamını aramış bulamamıştı yaşadığı sürece. Belkl de yoktu öyle bir anlam! Ama var saymak, aramak kişinin yazgısı. Özellikle yazann, sanatçının varhğımn nedeni... «Üç Kız Kardeş»de Tuzenbah sevdiği kadma. Maşa'ya şöyle açıkIıyordu. «tşte bakın kar yağıyor bunun bir anlamı var mı?» Mansfield'in «Yolculuk» öyküsündeki küçük Fenella'nın büyük annesiyle çıktığı vnpur yolculuğu; «Resimler» deki Miss Moss'un iş aramak için sağa sola çırpınışr, «tlk Balo»suna Ciden Leila'mn yasamın boşluğunu bir anda duyuşu... Mansfield'in bütün öykülerinde hayata bir anlam arama, kendini, başkalanm anlama çabası var. Güzelliği, kalıcüığı da bundan... Bütün öykülerinde «acı» denen şey var. Hayatın tatlıhğı içinde bir kekremsi tad. En büyük mutluluğnn en gizli yerinde birdenbire kendini duyuran bir şey. Mansfield 1920'de Günce'sine şöyle yazıyordu: «Yoktur acımn sınırı. Kişi, artık denizin dibine kadar indim, daha derinlere gidemem der kendi kendine, ama her zaman daha daha derine inilir. Bu hep böyle sürüp gider. Sınırsızdır acı, sonsuzdur; sonsuzluktur. Maddî acı çocuk oyuncağı gibidir. Göğsün kocaman bir taş altında ezilmesi, insan gülebilir buna. Ben acının yenilebileceğine dair bir iz bırakmadan ölmek istemiyorum.» I B ektaşilikten en koyu, en bağnaz bir tartkat olan Nakşbendilıge kadar, Anadoluda tutulmuş, yayılmış bütün tasavvuf çığırlarının ternelinde eski Anadolu uluslannın inançlarını, geleneklennı, tbrelerini bulmak güç değildir. Yunus Emre'den tutun da günümüzün bütün tarikatçı ozanlanna kadar kullanıla gelen tasavvul deyımlerinin, en önemli kavramlarının kbkeni illc çağ Anadolu inunçlarıuır. l.ö. VI. yy.da Anadoluda bir felsete çığınnın doğduğunu, Thales'in düşüncesinde düzene ulaştığmı, bütün varhkların özünde «su»yun temel ilke olarak yeraldığını bılıyoruz. Thales «bütün varlıkların temel ilkesi sudur» demişti. Onun bu görüşü «ve min elmai külll şey'un hay bütün varlıklar sudan hayat bulmuştur» biçimine girerek tslftmın ana düşüncelerine karıştı. Thales'ten sonra Anaksimenes «soluk bütün varlıkların özüdür, bütün varlıklar soluktan türemiştir» diyerek «soluğu, havayı» temel ilke saymıştır. Sonra gene Anadolulu Herakleitos «ateş» temel ilkedir, «bütün varhk türleri onun değişmesi sonucu ortaya çıkmıştır» demiş. Onlardan sonra gelen. Anadolu bılgelerinin izinden yürüyen, komşu ülkenin çocuğu, Sicilyalı Empedokles bu üç ana ılkeye «toprak»ı katarak varlığın temeli «sevginyi birleştirip. «tiksinme • nefret»in ayırdığı «su, soluk, ateş, toprak olmak üzere dörttür» görüşunü ileri sürdü. tşte, birçok aydınlanmızın F. Köprulü'nün etkisi altında kalarak kaynağını Hoca Ahmed Yesevi'de bulduğu Anadolu tasavvufunun «anâsırı erbaa» dlye adlandırdığı dört ılkerun kaynağı. ürk şiirinin kaynaklannı Anadolu dışında aramanın başlıca nedenleruıden biri de Anadoluda doğmuş eskı uygarlık ürunlerıni din etkisi altında kalarak benımsememek, bizden saymamaktır. Ortadi köksüz, bilim dışı bir tarih göruşü vardır: Biz Ana Devrimci Çin Tiyatrosunda "Sekiz Örnek Oyun,, Yazan: Michelle LOİ Çeviren: HÜSEYİN BAŞ Pâdişehler pâdişahı ol gani Erar lle viribidi bize canı Odu su vü toprağı yili bile Anun ile bünyad eyledi tenf diyen Yunus Emre, Asyada gelişen Wr tasavvuf çığınnın etkisi altında kalsa bıle bu dört ükeyi, değişik yollarla da olsa hangi kaynaklardan alabilir? Dört ilkenin janısıra, Anadolu şiirinde, Yunus Emre'den bert geçen yedi kat gök, dokuz felek, mevalidi selâse (canhlar, bitkiler, cansızlar, eski deyimle; hayvanat, nebatat. cemadat), dünyayı küçümseme, dünya varhklannı aşağı Rörme (bu son iki görüş Sinoplu Diogenes'ten gelir), Insanı bntün evrenin özü sayma gıbi bütün tasavvuf kavramlan, deyimleri eski Anadolunun özünden fışkırmış düşünce ürünleridir. Çâr unsur kıssagirse mibr1 aşlan sevkine Âb badü bâd hâkü hâk âteşbâr olıır. bu ikilik Gelibolulu Âll Beg'indir (16. yy.), dile getirdiği düşüneenin, Asyayı kaynak olarak gösterecek bir yanı yok. Burada ortaya çıkan gerçek şudur: Anadoluda gelişen, doğan, sonradan dörtbir yana yayılan düşünce ürünleri, her ulusun dilınce söylenmeye başladı. Türk, buna od, yil, toprak (arasıra yir, yer), su dedi. Arap, tranlı kendi dilince bir karşılık buldu. Anadolu aydınları, ozanlan, düşünürleri Islâmlıktan sonra. hangi ulusun etkisi altında kalmışlarsa bu kavramlan da onun dilinden söyler olmuşlar. Bızım aydınlanrmz, bilim adamlanmız, düşünürlerımiz de bu kavramların gerçek kaynaklannı aramadan, yazı oilinde geçen karşılıklan nereden gelmiş, hangi ulusun dilinceyse şiinmızı de oradan gelmiş saydılar. Bu tutum, şiin de, bütün Anadoîu sanat ürünlerini de kapsayarak tabandan kaydırdı, gerçeğinden uzaklaştırdı. Anadoluda gelişen bu dört ilke görüşünün Asyaya nasıl gittiğini göstermek için Kutadgu Bilig'ten bir bölumcük alalım: Üçi tçi tlçi tçi yazkı yulduz üçi yaykı bil küzçi yuldnz üçi kışkı bil ot üçi suv üçi boldı yil boldı toprak ajun boldı il D evrim sonrası Çin edebiyat ve sanatının ürünleri hakkında ne biliyoruz? Gfrçi Batı'da çok sayıda Çin şiiri ve hikâyesi yayınlanmış, giderek çevrilmişti. Ama TJyang Hai'nin türküleri dışında hiçbir edebiyat ve sanat ürünü Kültür Devriminin yadsınmaz hir basarısı olarak önerilmcmiştir. Buna karşılık sekiz tanesi «Sekiz Omek Oyun» adı altında geniş çapta yayınlanan opera ve metinlerinin durumu tamamen başkadır. Geçen 8 Temmuz'da yeni Çin Ajansı sör konusu devrimci opcralardan biri olan «Kaplan Dağı'nın Fethi» nin Fransızcasının tam metnini yayımlamış Cumhuriyet 20 Temmuz l!<70 ve «Kırmızı Fener» ve Şayiapang «dlı iki operanın da yayınlanacağını açıklamıştı. «Tarihi yaratan halktır. Ne var ki, eski opera için (Tıpkı haUctan kopuk bütün eski sanat ve edebiyat gibi) halk aşagıhk bir şeydir. Sahne'de hükümran olanlar efendilerdir, kıbar bayanlar, erkek ve kadın kuşçuklardır. Tarihın bu sapıklığını sızler duzelttmız. eskı operaya gibi ithal mallarıyla yetinilm»yecekti. Biçime gelince, burada Çin sa nat teknıkleri, folklonk danslar yanısıra geleneksel Çin çalplaruıa da yer verilmesi Zu Yang' m «Karışık», «Piç» gibi eleştirilerıne ragmen. göze almacaktı. Böylece tnodern olanla, Çinli olan yeni bir stilde eriyecektt. Kıtu Kadmlar BırlıgıiKte b« Batt biçirrri olan baleye ve kayak bölüğünün dansı gibi bir modern göstenye bölgesel danslar gıbı unsurlarla Çin folkloru sokuünuştur. Şayiapang senfonisi, tamamen Çınlı sayılan geleneksel çalgılan saf dışı etmeksizin bir Batı enstrümanı olan pıyanoya da yer vermektedir. Öte yanda. bu halkm kulagını rahatsız etmemefctedir. Esasen bu amaçla daha başka düzeltmelere de gidılmiştır. örneğin telâffuz diksiyon net cümlelerin gramer oiarak doğru olmasına dıkkat edılmektedır Ayrıca, aktörlenn oyunu tedir» demektedir. Modern Çin Operasının tipık kahramanı «Komünist» ve «Devrimci» sahnenın hâkim ve merkezi yerine sahiptir. Oyundaki her şey bu değerin altının çizilmesinde yar oımcı olur: Renk sembolizml, eski operaya oranla daha az zen gindir. Ne var kı, örneğin kırmızı renk modern Çin Opera. «odadafaa tufikındır. CU«^ yanda «Müsahhihler» kırmızı Tengi oyuncuların kostümlerine, cesaretinin iyıce altını çizmek ıçın olumlu kahramanın makyajına kadar yaymışlardır. YENİ TOPLUMUN ÇEŞİTLİ GÜÇLERİ «Sekiz örnek Oyun» kırmızı renkli ve altırı işlemeli giysileri içinde devrimci jestlerinde taşlaşan kahramanlaruıın gökyüzüne dogru uzandığı sekiz dev arabada Halk Cumhuriyetinin yırminci yıldönümünde düzenlenen geçitte baş koşeyi işgal ediyordu. «Sekiz Örnek Oyun» da beş opera, iki bale ve bir senfoni yer almaktadır. Operalar şoylece sıralanmaktadır: Kırmızı Fener Hikâyenın kahramanı, partınin gizlı üyesi Demiryolu işçisi Li Yuhe'dır. Li, saldırgan Japonlann burnunun dibinde gizli bir şifreyi partizanlara iletmek için hayatmı feda etmektedir; «Kaplan Dağı'nın Fethi» Halk Kurtuluş Ordusuna mensup bir birliğin Kumingtang'ın «Akbaba» juvasına karşı zaîeri; Şayiapang IV üncü Ordunun 18 kahraman askerinin Japonlara karşı yapılan savaşta gösterdikleri kaiıramanlık; Beyaz Kaplan alayı üzerine saldın Çin gönüllülerinin Kore halkı hizmetinde gbsterdikleri yararlıklar; «Liraan» Liman işçilerinin günlük devrimci savaşları; Bale'ler: Kızıl kadınlar birliği Ikincı devrimci savaş sırasında (192737) kadın bırliklennin kuruluşu, talimleri ve eylemleri; Beyaz saçlı kız Önce tutsak oîan, sonra dağlardan inerek kızıl ordu saflarına katılan peri kizı Xier'nin harikulâde öyküsü. Ve bir senfoni: Şayiapang. O yunun olumlu gücüne adını veren kışi savaşrnı sembolıze ettıği kahramanlıgını yucelttıği, zafenni müjdeledıği bir sınıf, ya da grupun sözcüsüdür: «Yüreğimın guneşmde yer yîizünün tüm karlarını ve buzlarım eriteceğim» ya da olumlu kişı feodallar, kumintang, Japonlar, Amerikahlar ve öbür çetelerı (Kutadgu Bilig, s. 31, b. 142143) Gök katlannın oluşunu gösteren bu ikiliklerde gördüğümüz, ot, •uv, yil, toprak kavramları evrenin, göklerin, yeryüzünün nelerden ku rulduğunu bildiriyor. Şimdi, Anadolunun dışmda yazılan bir eserden alındı diye, Türk şiirinin kaynaklannı dışarda aramaya kalkmak, kaynağı bulmak değil, gerçek kaynalctan bile bile ayrümak, uzaklaşmak olur. Şiir, ne denll gerçekten uzaklaşırsa uzaklaşsın, birtakım temel düşüncelere dayanma, onlarla yapısını güçlendirme gereğindedır. Şiirin çatısını kuran kavrarnlar, yaratıcısınm düşüncesinde hangi biçime bürünürse Jtıürünsün bırer sanat, birer kültür ürünü olmayı gerektirir. Türk şiirünn dokusu içinde yeralan bütün tasavvuf kavramlan arasında kaynağı Asya uygarlık ürünleri olan bir tek bıle yoktur. Osmanlı sanatçıları, Arabın, Hindin, İranın sanarak aldıkları, seve seve benimsedikleri bılim ve sanat kavramlarının gerçek kökenlerini öğrenme bilincine \laraydı, günümüze daha yararlı yapıtlar bırakabilirler, şıirleri, yazılan karmaşıkhktan kurtulur, gerçek kimliğe ulaşırdı. Anadolu sanatının, şıirinin. kısacası bütün kültür ürünlerinin (özellikle ıslâmlıktan sonra) kaynağını dışta arama düşüncesi de dışardan geldi bize. F. Köprulü'nün araştınnalanna ışık tutan Ziya Gökalp bile bu konuda eskilerin, dıştaki düşünürlerm etkisinden kurtulamamış, gerçek kaynaklaı önünde dururken, onları görememiş kökten çok yüzde olana, temelden çok boşlukta durana aldanmıştır Vatan ne Türkiyedir Türklere ne Tfirkistaıı Vatan biiyük ve müebbet bir ülkedir Turan diyerek düşuncesini özetlerken, üzerinde dolaştığı toprağın altında yatan sanat varUklarını, kültür eserlerini, Nemrud Dağuıın tepelerinden, Orta Anadolu tümseklerinden, Batı Anadolu dağ doruklanndan gülümseyen eski tanrıların gerçekleri aydınlatan özlü dilinden anlamamıştır. Bugün, Diogenes'in düsüncelerini bilmeden, tasavvufun terki dünya, terki ukba, terki terk görüşünü, Herakleitos'u tanımadan gene tasavvufun ileri sürdüğü »ürekli dönüşümü, Pythagoras'ı ögTenmeden Hurufiliğin yazılarla, sayüarla ne söylemek istediğini, Orpheus'u dinlemeden Bektaşilik törenlerinin gerçek nedenini kavramak elde değildir. Türk şiırinde gördüğümüz sevgi (aşk), tikisnme, oluş, siirekli değişim, kesintisiz dönüşüm, ayla Ugili tanmsal inançlar, yıldızların nğurlu olup olmayışı. günlerin kutsallığı, sulann kutsallığı, elleri göğe açma, birtakun dağların, mağsnıUnn, ırmaklann kiıtlu sayılışı, nergis ile unutmabeni çiçeğinin taşıdığı özlü masal, ekin ekmekle ilgül inançlar gibi daha pek çok geleneksel alışkanlıklar, kavramlar, deyimler eski Anadolu düşüncesinin çağlar boyunca değişe değişe bize degin gelen ürünleridir. Bunlarm dışında, Azerbaycan, Batı Asya yörelerinde geçtiği söylenen yiğitl* olaylannı konu edinen Dede Korltud masallannın 6zünde de eski Anadolu sanat ürünlerinin kalıntılarını, izlerini buluyoruz. Kara ejtlerha oldu Tepegöz Gök yüzünde çevirdim yenemedim Basat Kara kaplan oldu Tepegöz Bale: Kızıl Kadınlar Birliği yeni bir hayat soluğu vererek tarihsel gerçeği, yerli yerine oturttunuz.. Girişiminiz bütün bir dönemin eski operanın devrimi döneminin açılışını gerçekleştirecekti.» Bununla birlikte «DevTİm»in gerçekleşmesi kolay olmadı. Ede biyat, müzik ve koreografik sanatın kanşımı olan bu türde direnç buyüktu, gelenekler guçlüydü. Opera klâsık sanatm en ıyi savunulan kalesiydi. Yenan dırektıflerine ve Beyaz Saçlı Kız gibi orneklere rağmen Çin Operası özellikle «Klâsik» anlayışta eser ler üretmeyi sürdürüyordu. Klâsık Çin Operası feodal tarihın mirası temaları bazılarma dokunulması günah sayılan alışıUnış formüllere körü körüne bağlı kalarak işliyordu: «Pekin Operası, Pekin Operasıydı, onlara göre.. Değişmesi söz konusu değildi. Operanın artistık düzeyi yüksekti. Ama katı bir biçım anlayışı, konulann sınırlı oluşu modern insamn yaşamının yansıtılmasuıa ve hele sosyalizme yararlı olunmasına yetmiyordu. 1966 da başlarında Mao'nun karısı Jiang Sıng'in bulunduğu «Başkaldırıcılar» Opera'ya karşı saldınya geçtiler. Bu kalenın düşmesı butün öbür kalelerin çöküşünün sımgesi oldu. «Eskiyle yeni yapılmasj» isteğine paralel olarak «Başkaldırıcılar» ışi «Batı'dan yararlanılmasını» önerecek derecede ilecanh ve anlatımlı konunun açık, yapının sağlıklı olması. mesaj olan kişilerin de net bir biçimde öne çıkmaları gereklidır. Kısaca her şey çevre gerçeğinin olduğu gibi tarihsel gerçefin de mümkün olan doğrulukta yansıtılması için gereklı etkinliğin elde edilmesmi amaçlamaktadır. Şayiapang'ın aktorleri temsil edecekleri partızanların saklandıklan sazlıkları yerinde görmüşlerdir. Liman'm oyuncuları Liman işçileri ile yaşamışlardır bir süre. Aslmda opera ve sahneye kojıış gerçeğe uymayan unsurların ayıklanması içm işçi ve koylülere gbstenlmektedir. Bütün bunlar doğal olanın tespit edilmesinı amaçlamaktadır. Eski stilin yap macıklı jestleri, yakarıcı havaları saf dışı edilmiştir. Ama klâsik operadan iki unsur dıkkatle korunmuştur. Bunlardaıı biri stilizasyon, öbürü sembolızmdir. Ve her ikisi de olumlu kişilerle olumsuzlar arasındaki zıtlığın aşırı bir biçımde çizilmesinde yararlı olmaktadırlar. Eğer hedef eski operanın sozüm ona şiirsel öykülerine karşıt olarak «Gerçeğin» verümesı ise burada söz konusu olan reahzmdir. Ama, hangi realızm? Bunu ijice tespit etmek lâzımdır. Mao Çe Tung «Ideale daha yakın ve dolayısıyla günlük insandan daha evrensel olan «tıpik» in saptanması içm yaşasimgeleyen karanlık güçlere şöyle haykırır: «Cehennemlerınızi paramparça eden benim!» Oyunun olumlu kişisi burada yeni toplumun çeşitli güçlerini bu güçlerın düşman karşısındakı tutumlarmı sembolize etmektedır. Örneğin Kırmızı Fener işçi halklarınm uzun savaş geleneğini; Kaplan Dağı halkla kay naştığı zaman yenılmez güce sahip olan Ordu'yu; Liman, yeni toplumun huzuru içinde eskınin acısmı unutmayan, buğday ve pirinç çuvalları ile uluslararası kardeşliği ve dayanışmayı simgelemektedir. Yaşlı Şoi teyze ise Kore halkını canlandırmaktadır. Onu sevgisi ile koruyan Çin gönüllüsü, proletaryanın uluslararası dayanışmasının sembolüdür. Kml muhaîızlar ve Halk Kur tuluş Ordusu birlikleri tarafından fabrikalarda, sokaklarda, kentlerde ya da köylerde oynanan örnek oyunlar artık tek başına değildi. Ocak Ayı Kasırgası, Ortakçılar Mahkemesi gibi modem konular operanın repertuvarım zenginleştirmişlerdır. Halkın sanat eserini bizzat yaratması akımı çizgisinde Kharbm işçileri, kızıl muhafızlar ve edebiyat işçilerinin yardımıyla Kuzeydoğu'da şafak'ı gerçekleştırmişlerdır (Mançurya). Oyun Heilong'un kültür devrimi sırasında mahalli otorıtelere başkaldırmasının hikâyesidir. • Onpra Kalesi» ne muhkemce «ÇİN İŞİ, BATI İŞİ» B u parçalann hepsinin Kültür Devriminden sonra yazıldığı söylenemez. Gerçekten de çoğu Kültür Devriminın, hiç değilse en şiddetli döneminden önceki tarihlerde yazılmışlardır. Örneğin Beyaz Saçlı Kız. Yenan forumu ertesi «Sovyet» kesiminde doğan Halk Cumhuriyetinin kuruluşu olayından önce ve Yenan direküflerine uygun olarak gerçekleştirilmişti. llk kaleme alındıklanndan bu yana sürekli bir biçimde yeniden ele alınan «Sekiz örnek Oyun» Kültür Devrimi savaşı içinde yavaş yavaş, Devrimin yapıcılan taraîından da uygun görülen mükemmeliyete ulaşmıştır. Oysa bu bir rastlantı değildir. Mao Çe • Tung Yenan forumunda şunları söylemişti: «Bütün edebiyat ve sanatanız başta işçiler. koylüler ve askerler olmak üzere halk yıgınları içindir. Edebiyat ve sanat onlar için yaratümıştır ve onlar tarafından kullanılmaktadır.» Bununla birlikte Çin'de en yaygın olan tür aynı zamanda halka en kapalı olan ve onun »™™v hüviıkHieıi ile en az bag Mansfielrt'den dilinmde ya bir ya iki kitap var okunacak. Birini anacağım «Yolculuk». Dergilerde tek tük öyküleri çıkar. Genîş okur yığmı bilmez bu büyük öykücüyü. Çehov'lar, Sait Faik'ler, Mansfieldler bir ruh akrabalığının, bir yakın dostluğun insanlarıdır. Acılar çekerek duyarlar duyururlar bu dostluğu. Sının olmayan acılarla. Böyle yazarlann yapıtları «acı»nın ürünü olduğu için kalır geleceklere, ileriki kuşaklara. «Yaşam bir sır. Korkunç acı silinecek. Acımı bir şeye koymaiıyun. Değiştirmeliyim o ocıyı.» «Acı degişecek sevinç olacak.» «Acı çekmek, kendini daha çok yitirmek, daha derinden se\mek, hayattan ayrı değil, onun bir parçası oldugunu duymaktır.» Büyük yazarlar, sanatçılaTdır «acıyı değiştİTİp sevinç, mutluluk» haline sokabilenler. «Hayatın ne oldugunu anlatacak sözcüğü» arayıp bulanlar... Kuşaklar defişir, insanoğluna dost, arkadaş olurlar hep. Bir avuntu, bir acı, bir mutluluk verirler onlara. Acıların derinliğine, dibine inmenin yolunu araya araya, bula bula... Edebiyatımızda Eylül 4 Eylul Ali Mümtaz Arolat öldü (18971967) 5 U 21 » » » Sabit öldü (16501712) Şinasi öldü (18261871) Ahmet Rasim öldü (18641932) Ruşen Eşref Ünaydın öldü (18921959) 28 » Sülevman Nesip öldti (18661917)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle