Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyel AYRICA PARA İLE SATILMAZ Yaşamı süresince neşe ve canlılığın yoldaşıydı sanki Homerosoğlu Yaşar azra erhat Kemal Masal, elsane ve destan üstüne | omeros'un vaşadığı çağrian iki yüz yıl kadar sonra Khıos, yani Sakız Adasında bir ozan topluluğu varmış. Homeros'tan gelmekle ovür.urler. koca ozanın açtığı gelenegl surdürmeye uğraş:rlar ve Horr.erosoğulları derlermış kendi kendilerine. O gün bugün hiçbır ozan, gıderek hıçbir destan ya da roman yazan yoktur ki, Homeros'tan esinlenrnış olmasm. Yazm sanatçılannın hepsi Homeros'tan geimedır, Homeros'la yakından ya da uraktan bir akrabalığı vardır hepsinin. ama hepsi Homerosoğlu değildir. Homeros'u kendine tek değılse de, baş usta tanıyan Yaşar Kemal Homero?oğlu olmak ister. Yazarın seçtiği bu yolda nereye doğru gidip Homeros'un vardığı ereklerden hangisine ulaşabild:ğini bu yazıda incelemek istiyoruz. Ama inceleme konusu olarak alacaSımız «Ağrıdağı Efsanesi» ne girişmeden, şu birkaç kavram ustünde duralım. Rir kere, Homerosoğulları sözlü geleneğin ozanlarıydılar, işledikleri konular efsanelerdi, Hfimerosoğlu sıfat ve unvanını da ancak destan yaratmayı başarırlarsa ahrlardı. Yaşar Kemal ise kimi öykülerine masal ya da efsane ad'.nı vermış, destan gibi ya da destan havasıyla yazmayı araaç ed"ınmişse de. aslında bir destan yazar: değil, hir romancıdır. Çagımızın ve halkımızın geriye rlönuk defiıl, belli bir ileriliâe can atan savaşçı bir yazarıdır. Ona Homcrosoğiu demek bir özenti. bir kelime oyunu olmasın? Gerçekte bir ilişiği var mı Yasar Kemal'in Homerosla? Ama masal. efsane ve destan nedir? Bu terimlerin asıi kaynaklarına gidecek olursak. eski Yunancada üç sözcükle karşılaşırız : «mythos», «epos» ve «logos». Sözlüklerde bu üç kelimenin de ilk anlamı birdir, yani «söı» dur. Ne var ki, üç birbirinden ayrı yolda gelişmiştir bu sözeük]er : mythos masal ve efsane anlamını almış, epos destan türüne kaynak olmuş, logos da sözün akılla birleşmesi için kullanılarak bilim anlamına gelen bir ek oluvermiştir: «logike» akıl bilımi mantıktır, bir de kronologia, meteorologia, mythologia gibi kavramlar vardır. Yaşar Kemal'in Ağrıdağı Efsanesi diye adlandirdığı yapıt yukarda kaynak anlamlannı verdığimiz bu türlerin hangisine girer, ya da bu türlerin hangisinden ne alıp nasıl bir bütün kurmaktadır? Yapıtm temelir.de bir masal vardır : Kerem ile Aslı. Ferhat ile Şirin gibi bir aşk masalı. Ahmet iie Gıilbaharın sevdalannı anlatır bize. Ahmet, Ağndağının bir yerlisi, bir köylüsüdür, Gülbaharsa Beyazıt Paşası Mahmut hanm kızı. Ahmet, Ağndağının gelenek ve görenekleriyle. dağlıları beyleriyle Kürt halkını, Mahmut Harsa yöreye yeni yerleşmiş, tutunmaya çalışan Osmanh düzenini simgelendırir. Bu iki güç birbiriyîe çarpışmaktadır. Ağndağı Efsanesi'r.in asıl konusu da budur. İki halkm, iki düzenin çarpışması, dışardan gelme sömürücü ve kişisel bir giicün, kök salmış gelenek göre. nek ve yaratıcılığını kurmuş toplumsal bir güçle karjılasıp boy ölçüşmesidir. Troya savaşı gibi bir destan konusudur yani. Masal ve efsane, özler ve biçimler nasıl dokunmuş düzenlenmiştir cîe bu destan kalıbma sığmıştır? Homeros birçok masalı, birçok efsaneyi iki toplum gücünün çarpıştığı Troya savaşı denilen bir destan çerçevesi içinde iç içe dokuyarak llyada'yı meydana getirmiştir. Yaşar Kemal. Ağrıdağı Efsanesi dedici bu yapıtında böyle koca bir denemeye girişmiş. Bakalım bu denemeyi özüyle biçimiyle nasıl gerçekleştirmiş ve başarmış mıdır? hmet ile Gülbahar'm sevda rr.asalı. ondan önceki başka bir masalın, daha doğrusu bir efsa nenin içinden çıkmadır. Bu efsane Yaşar Kemal'in çok sevdiği, sık sık işlediği kır at efsanesidir. Bir bahar sabahı Ahmedin evinın önüne bir at gelir durur. Ağrıdağı geleneğine göre evin kapısına eelen at kımin olursa clsun geri verilmez, at haktan yadigârdır, hakkın armağanıdır; onu saklamak, korumak geleneğin buyruğudur, törelerin yüklediği kaçınılmaz ödevdir. Ağndağı halkının bu asırlık geleneğini yorumlayan Sofi çok yaşlı. uzun ak sakallı bir k&valcı olarak canlandırılmış. efsanenin baş kişilerinden biridir. Sofi'nin öğütleri üzerine Ahmedin kır atı alıkoyması ve sahibi Mahmut Han'a geri vertneye yanaşmayan Ağrıdağı köylerinin başına geçmesi dramı doğuran etker.dir. Bu efsane yapıt boyunca birkaç kez değişişlerle tekrarlanan bir tekerlemeyle açılır girer. Küp gölü denen som mavi bir su, renkler kokular ve çiçeklerle bahar, çepeçevre oturmuş kaval çalan çobanlar, gölün üstünden uçan bir ak kuş: tekerlemenin tadına doyulmaz bir şiir düzeni içinde ustaca yerleştirilip değerlendlrilen motifleridir. Yapıtm başmda (s. 89, 42 satır), ortasmda (s. 5859, 20 satır; s. 114117, 74 satır) ve sonunda (s. 134, 12 satır; s. 141, 6 satır) verilen bu tekerîemede :ema şiir diliyle bildirilir : Ağrıdağırıın öfkesidir. 'Küp gölünün k:yısında fırdolayı oturan çobanlar kavallarını beüerinden çıkarıp Afrıdağınm öfkesini çalmaya başlarlar» deniyor ilk tekerlemede, ikinci ve üçüncüde (?e övle, ne var ki üçüncüde çobanlar çekilip gidince bir dengbej (ozan) türküye başlayıp Ağndağının öfkesine bir sevda nennisi katmağa girişir. Böylece kır at efsanesinin içine Ahmetie Gülbahar'm sevda masalı dokununca, Ağndağının öfkesine sevda eklenir, kaval sesiyle insan sözü birle.'ir ve ana tema öfke ve sevda diye iki tema üstüne kurulu olarak çıkar karşımıza. H Matisse'in ıoo. doğum yılı alain bosquet fcasl«m»rak, Henri Mattsse, flerde «Yasama sevinci> adını alacak bir dizi tablo için çalışmalarını yoğunlaştınyordu. Bu denli açıkseçik bir başlık, onun tiim arastırmalanna ve kafasına uyar. Hiç kuşkusuz Matisse. sanatında alabildiğine derin bir neşe ve canlıhk veren tek Fransız ressamı degildir. dahası, yüzyılın dörtte iiçü boyunca Manet'den, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, resmin yeniden sistematik olarak tanımlanısına dek Fransız plâstik sanatı öfkelerin, belâların, umutsuzluklann yozlaştırmaya pek az yeltenebildigi uyuralu bir çiçeklenme gibidir. Bir Roııault ııuıı metafizik azaplan ve ince kaygıları, Renoir'da sapına kadar sağlıkh bir biçimde bulunanları, Degas'nın en kiiçük çizgisindeki ürperticiliği, Monet'nin ışıktan ezgilerindeki rahatlığı, ya da Dnfy'deki uçaşan havailigi, Bonnard'ın güneşli renklerini, Vuillard'daki yumuşak evcilliği, sonra Braque'de, bir kaç parça eşyanın ortasından dogru tüten sevgiyi. liim bunları, yalanlamaya yeter mi?.. örnekleri daba da çoğaltmak olanaksız değil. Matisse'i 60 yıldan da aşan bir süre boynnc» bırakmayan bu sevinc en önce konularındadır. Sayılmayacak kadar da çok degildir bu konular ve bazıları, keııdi istemiyle yasaklanmıştır ona: Kalabalıkları resimlemez örneğin; yoksullara, çocuklara az ilgi duyar; yafmuru, karı. doğanın başdöndürücülüklerini sevmez, garip nesneleri de öyle. . Moda olan konulara bafclanmaya, bilerek karşı durur: Kübistlerin «Gazete» ve «Pipo» su, gerçeküstücülüğün değişim ve gizleri gibi; efer, 1915'lerde sovut sanatın bazı yönleri ona çekici gelmişse bu, resıtıine daha bir özgürlük katmak içindir. Portreler yeter ona, sonra çıplak doğa görüntüleri. birkaç allegorik kümelesme, sevimli ev içleri, arabeskler, bir raasa köşesi, iki üç meyve bir de Dünyası, eünü çününe yaşanandır, hoştur ve sonuç olarak canlı bir birimde üsluplaştırılmıştır. Ayrıntılıca kesinkes değildir düşünceleri : «Olmak» hazzının sözü edilebilir. onu da sunar bize tablolarında, bize adar, bize kabullendirir. Bir güıı eelecek. 1940dan sonra ne gibi acılar içinde yasadığı da söylenecek: Mutlnluk, bu düşkün adam için. ruhunun baskalarına yaptığı sunuydu, hiç üstclemeden, bağnazra bir gayretkeşliğe kapılmadan... Courbct'niıı gerçekçiliğiııi, Renoir'm havasuıı, Maııet'ııin duru ışığını duyuran etkileri uzunca sürmüş ve 1905'de birdeııbire, dört bir yöııde bir atılım gb'stermiştir. Matisse noktalarla resim yapmağa yönelmekte ve kızıl renkli tuallerinde sert bükiintüler vermektedir. Ama o, çabuk toparlanır: Hayır, bir ekspresyonist olmayacaktır. öte yandan çok yakın renklerde karar kılsa bile bir Kirchner'in, sanki her doğa görüntüsünden acı çıkartırmıs izlenimiui veren, testere dişi gibi biçimleriııi nasıl kabullenebilir? Ve eğer bir suratı yeşil veya portakal renşrine boynyorsa da, bir Nolde'un yaptıgı gibi doğal biçimini yozlaştırmayacaktır. Artık hiç bir şey, onun evrenini kendisine utangaç bir sevgiyle geri vermesini engelleyemiyecektir. Bir kaç yıl boyu siiren bir çabalama, bir kaç ay lıattâ, verebileceğinin en ivisini vermek için bütün istediği hudur işte. 1908'lerin, «Solra artıgı» gibi bir tablosuyla ustalığı yakalamıştır bile . Profili adamakıllı resmedümekten çok şöylece çırpıştırılmıs bir kadın. mor bir sofra» örtüsünün basıııda, Matisse'in yalnızca ana çizgilerini göstereceği ağaçlara doğru açılmış bir pencerenin önünde oiurmuştur. Buna karşılık, odanııı duvarları delişmen arabesklerlc kaplıdır: en az ayrıntılı bir köşe, seyredenin buram buram tüten özdenliğini kavramasıyla gerçek ağırlığı kazanırken, öbür köşede, ilk bakışta abartılmış gibi çelen lüks biçimierle yüklii bir alay eşya alabildiğine yığılmıstır. Indaki dekora, asıl öznpylc boy olçüşme olanatını sağlar. Bundan böyle koltuk, üzerinde oturan kadınla eş önemdedir. Ananas. sofra örtüsünün kıvrımlarının dökülüşünde, va da masada gizlenmiştir: Ama işte Matisse'in yeniligi, sanki hiç farkında değilmişçcsine, bir ressamın elindeki gereçlerle seçilen tünı konulara boyun rğdireceğini önceden bildirmesidir bizlere Alışılmıs biçimde resim vapamaz «riunca Matisse, yaşamının sonuna doğru, özellikle 1950'den 52'ye dek, parça parça kesilmiş kâgıtlan vapıştırarak faariknlâdelikler yarattı. özgür ve bilgece kurulmuş guaşları gercefi biçimler; lekeler, beyazlık ve boslnklarla dolu bir baleve dönüsuirür durur... Az ra.itlanır bir tazelik ve nefis bir hafifiik duygusu bekler bizi onlarda. Matisse'in yanıbasında yaşamak: yaşadıgımız çağın ressamlarına bundan büyük kutluluk olur mu?... Ağndağının öfkesi. Yaşar Kemal'in iki efsaneyi, daha doğrusu bir efsane ile bir masalı birbırine dokuyarak ve asıl amac.nı yer yer tekerlediği şiir simgeleriyle belırterek nereye varmak istediğini anlıyoruz: bir halk destanı kur•nak istiyor. Ağrıdağı halkı, saldırgan ve sömürücü Osmanh düzenıne karşı içyan bayrağı açmış, ayaklanmasını sürdürmekte ve geleneği göreneğiyle üstün gelmektedir. Bu öfkesine katmağa razı oiduğu sevda bir a'ağlı erkekie bır paşa kızmın birleşme çabalarıdır ki, bunlar sonuçlanmıyor, Ahmetle Gü.bahar Mahmut Hanın zulmünden kurtulup evlenıyorlar, ama gonüLeri bedenleri kavuşarr.ayıp ölümle aynlıyorlar birbirlerinden. Ahmetle Gülbahar arasındaki sevda ilişkisine bir üçüncü kişi diye zindancı Memo'yu ve onun Gülbahar'a olan an, çocuksu, ölümsüz aşkını katmakla Yaşar Kemal uydurduğu aşk efsanesine iki yönlü bir deriniik, bir roman derinliği vermiştir : Anadolu aşk efsanelerinde görülen sonunda kavuşamama, kaeuşacakken yanma, ölme tema'smı daha gerçekçi bir temele oturtup iki ınsanın gönüllerinda açılan yara, bedenlerinin birleşmesini olanaksız kılan kuşku olarak canlandırmıştır. Ama ma=al ve efsane için bu kadar, gelelim halk destanına. ğndağı bir toplumu ve bir toplum düzenini simgeler. Onun dayandığı kural haktır. Ahme de bir kır atı yadigâr gönderen hak tanıısal bir varlığın adı mı, yoksa msanların ıJke tîiye benimsedikleri hak mı? Destan doğal ya da toplumsal bazı güç ve ilkeleri yucelterek tanrılaşttran ve belli bir olayın akışını öylesine tanrısal güçlerin etkisi altmda gösteren yazın türüdür. Troya savaşını tda dağının doruğundan Zeus tann yönetir. Yaşar Kemal de destanın bu gerekçesine uyarak Ağrıdağı ile bir yörenin halkını, onun hak ilkesine dayanan inanç ve gelenek jrüçlerini simgelemek istemiştir. Ağrıdağı doğa ve ilke olarak şiir rfilimn bütün renkleri ve olanaklarıyla dıle getirilmektedir. Öfkesi, ona baskı yapan, olumlu güçlerinin doğal gelişmesini engelleyen keyfi ve çıkarcı zora karşı baş kaldırmasıdır. Bu ayaklanmayı Yaşar Kemal tekerlemelerde çobanlann kavallarıyla va dengbejlerin türküleriyle ezgiler. ama onunia kalmaz, eylem halinde de canlandırır. Ağrıdağı tek tek kişiler, küçük ve büyük topluluklar olarak canlandınhr: Ahmet yadigârı emanet alan ve geleneği savunup canı pahasına sürdüren kahraman kişidir, Sofi at, çoban ve kaval ile simgelenen geçmişin kültür o*eğerlerinin yorumcusu ve sürdürücüsüdur, Kürt beyleri Osmanh düzeniyle Ağrıdağı geleneğini bağdaştırmak için boşuna çaba gösteren halk onderlerı ve sözcüleridir, onların altında da sessiz bir güç olarak canlandmlan eylemın asıl yaratıcısı ve yöneticisi vardır ki. bu, Ağndağının Osmanlıya karşı koymak gerektıği zaman köylerı boşaltıp yok olan ya da toplu kalababklar halinde Bayezıt Kalesine dayanan halktır. Yaşar Kemal romanlarında o*enediğı gibi, burada da halk topluluklarını plâstik simgelerle ve Yunan tragedyasının korosunu andıran bir söyleyişle gözümüzün önünde canlandırmaya girişir. Tek tek: sylemîeri Gülbahar, Memo ya da Hüso gibi kişilerin elinden yaptırdığı halde, karmaşık vo büyük olayların düğümlerini halka çözdürur : iki kez Bayezıt Kalesinin önünde toplanan haJk bır kezinde Gülbahar'm zindandan kurtulmasını, ikincisinde o"e Osmaniı paşasının direnmesini büsbütün kırıp iki sevgilinın bineşmesmi sağlar. Hakkı, doğruyu, sevgiyi sımgeleyen halk: ?ngellerin hepsini yener ve Ağndağının öfkesini sevdaya dönüştürmeyi başarır. Baş kahraman halktır. Sevda masalının kahramarJan da halkm temsilcileridır, ne var ki, erkek kahraman Ahmet daha çok pasıf ve içten devinen bir gucün simgesıdir, oysa Gülbahar kışısel eylemıerin hepsine ör.ayak olur : zındana gırmenır., Ahmetle birleşmenın yoıunu bulan o. Ahmetle Sofi'yi zindandan kurtaran o. cemlrci Hüso'va, Kervan Şeyhine baş vurup eyleme Katılmalarını sağlayan gene o. Romar.larının kadın kışılerini özel bir sevgiyle ışleyen Yaşar Kemal bu Anad'olu efşanesinde de kı^it roiunü yıjıt bif kıza vermiştir. Ama Yaşar Kemal'in bu yapıtına tam ve sınırsız anlayışı bize sağlayan ne Gülbahar, ne Ahmet, ne de Sofi'dıı. demırcl Hüso'dur. Çıplak bedeni kırmızı bır kuşakla sarılı, durmadan demır dövüp karaclığı top lop kıvılcımlarla delen ak saçlı Hüso. Ramaianda Oruç tutmaz. nama? kılmaz. ateşe taptığı sov[enen b:r adamdır. Sofi. Ağndağının geçmışıni, Hüso ise geleceğinı simgeier Huso Vaşar Kemal'in özene bezene yarattığı emekçı tipıdır. Ateşle, araçla, el kol gücü ve ajın terıyie çaiışır gösterdıği emekçıyi Hephaıstos'a ya da Prometheus'a benzer bir insantanrı gibi caniı ve renkli yarattığına şaşmamalı i'aşar KemaJ ın. Asıl söylemek istediğini Hüso üe söylemiş çunkü. Anadolu'nun ister geçmış. ister gelecek düzeninde doğal ve toplumsal güçlen barıştırıp olumlu bir yaratıcılık yoiunda birjeştirecek. ofkeyi sevgıye oluşturacak güç emekçı ınsan gucüdür. Geçmişin. Anadolu'nun toprakiannın en dennine kadar ulaşan degerlerinı ak kuş!ar gibi som mav; mların üstüne uçuracak olan Hüso'dur. bu toprağm emekçisidir. 9 A tf\rt Çeviren • Turhan ILGAZ soruşturma # Matisse'de size yakın ve yabancı olan nedir? Matisse e ne borçlusunuz? Matisse'in resim sanatmdaki yeri? gü çalışmalarıma yabanc: bulduğuır. şeyleri soru yorsunuz. Şöyle cevap vereceğim: Tablonun, bir çevirinin sonucu olduğunu unutmamak gerek: İçte olan, görünmeyen, gizli. bir ressamın kendi evreninden yaptığı bir çeviri. ki bunun başka bir ressamın kendi evreninden yaptığı çeviri ile hiç bir ilişiği yoktur. Cezanne, Van Gogh'a hiç bir şey veremez ve başka türlü düşünürsek Claudel'in Gide'e vereceği bir şey yoktur, vb.. Matisse'in durumuna gelince, yaşammm sonlanna doğru bizler, hep çağdaş olan bizler için pek eğlendirici olan, Picasso'nun ona 3'aptığı ziyaretlerdi.. Bu ziyaretler hepimize, birdenbire Picasso'nun portrelerinde Henri Matisse'in etkisini gormemizi sağladı bu, işte, bu çok gariptü. Â MARCEL GROMAIRE: Matisse'e, bu muhteşem ve eminim henden öncekilerin de en büyüğü olan ressama, pek çok şey borçluyum. 0 0 FRANÇOİS COTTAVOZ: DESNOYER: Matisse'e bütün bir çağı, •renk» çağını borçluyuz. Tuallerinden bazıları için beslediğim say gıyı bir tarafa bırakacak olursak, bir ressam olarak ben, Matisse'in resmine karşı herhangi bir borcum olduğunu söyleyemem. Buna karşıhk, kolay kjyaslanannyacak heykeltraşlığı ve desenciliğinin büyük hayranlarındanım: çünkü. yağlıboya tablolarından çok, düşünülüşlerindeki yücelikle desen ve heykelleri duygulandırıyor beni. Çok az süre heyke^Je uğraştırn, ama eskiden, ne zaman çamuru şekillendirmeğe kalkıştıysam, önce bu ustanın yol gösterici etkisini ve varlığını hissettim. Ressam olarak Matisse'in, 20. yüzyüın en büyük plâstikçilerinden biri olduğuna. ve bütün çağdaş resim sanatını pek çok etkilediğine inanıyorum, buna karşm bana en uzak yönü, işte bu yağlıboya tabloları. Ölümünden sonra, Modern Sanat Galerisi'nin ona ayırdığı sergide usta Matisse'in değişmez, mııtlak ve doktrinci yönüyle onaylanacağını, ve yapıtını bir bütün olarak ortaya koyacak bir sertlikle karşıma çıkacağmı sanıyordum. Tam tersini gördum: Birbiriyle çelişen pek çok yönde, rutkulu araştırmalar, kararsızlıklar. ve yapıtırıın üç bölümünde de gö'rülen gerileme: desen, yağlıboya ve heykellerindeki. ekspresyonizmden büyük Dekoratif sanala (büyük D ile dekoratif) giden çeşitli üsluplar.. ENTELLEKTL ALÎZA1E KAYMADAN tslubun çelişimi soııraki yıllarda iyiden iyiye kendini bel(i edecektir: Dans eden fişürler çimenler üzerinde gelişirler, fiçürlerdeki eyleyişin müziği bir takım ayrıntıları gereksiz kılacak ölçüdedir. Bir kadm yüzü bize dönük olarak önümüzdedir: Gözlerinin ille de belirgin olması gereknıez. ne de sol kolunun tamamlanması . Biçim ve rengin yoğun ve neşeli kayııasmasında bağdaştırıcı, birleştiriei bölgeler, seyreden ki.şinin en çok duraklamayı seveceği ve belki de ressamı sorgnya çekeceği yerlerdir. Aynı biçimde. suçortağı gölgeler hüküm sürer, soyut ve somut olan arasında. özellikle de 1913'den 1917'ye dek... Biiyük bir olaşılıkla, önce bir çiçek kavramı olmuş, sonra bu ele avuca gelmeyen çiçek kavramı gerçek yapraklarla donanmıştır. Bu geçislerdeki haz kendini kapıp koyuvermeyen bir haz bir düşüncenin, ya da bir şiirin hazırlanışını bereketli hir kararsızlıkla yarıda bırakıp bir yenisine başlamaktır aslında; yine de Matisse entellektüalizrae kayraaraağa özenle çaba gösterir. 192030 yılları, bazen, özenle incelenmiş göleç arabesklerin yumuşaklığindan, virtüositesinden sakınmıyan süslejici a?'rıntılarla dopdolu, birer bolluk ve çeşitlilik yıllrıdır. Resimlere geliııce onlar, bu sevinç hercümereinin bilincindedirler sanki. ama karsı da dururlar buna, beri yanda: Bazen kasılmıs. bazen nerdevse cansız bir ele dayanan sovlu ya da horlanmıs bir anlam ta^ıvan o cinıvle çizilmiş profillerden daha belirgin, daha karnrlısı ol^nıaz Nürlise dFrçin bir U7lasım ortsra çıkar sonra ve 1 4 \ıllarına doğru joğunla^ır: Cslup, artık tabU0 # # BERNARD BUFFET: ROGER MUHL: Matisse'in benden çok çok uzak olan yapıtında, beni hiç bir şey etkiîemedi. Matisse benim için Fransız çizgici ifâdesinin büyük ressamıdır. O, yaşamı boyunca sürekli bir e\Tİm içinde gelişen yapıtıyla büyüktür. Aşırı derecede arınmış çizgilerine rağmen dile getirişindeki güçle göz kamaştırıcıdır. Yapıtındaki kendine özgü ve duygusal. ama hep güçlü ve durmadan yenilenen yönü görmek hayret vericidir. Matisse, insanda olduğu kadar nesnede de, iç ritimleri bulup çıkarmasını ve 'uale aktarmasını büir. Az ya da çok ağır veya hızlı, az ya da çok keskin veya ağır ritimlerdir bunlar. Renk, onda biçim demektir. Biçim ve renk arasında hiç bir kez kopukluk yoktur. Dahası. koca fresklerin ressamıdır o. anıtsal oîanın gerçek bilgisi vardır oada. F.»;;k^i7 bir reasamdır. 0 ANDRE MARCHAND: Bana, Henrı Matisse de benim kendunc öz iürdünneye yarayan ekier, dolgulardır. Tekerlemede şiir diliyle kulağımıza çınlatılan bu Ağndağının öfkesi nedir? Sevdayı anladık, sözünü ettiğimiz Ahmedle Gülbahar efsanesidir, Anadolunun geleneksel aşk efsaneleri gibi bir kızla bir erkeğin kavuşamayan sevdalarının anlatılmasıdır. Ama bu tema besbelli ki asıl efsane temasına sonradan eklenen bir tema, nasıl ki aşk masalı kır at efsanesine sonradan eklen•r.işse. Ana tema, ana konu Ağndağının öfkesi. îlvada'da da asıl konu Troya savaşıdır. güzel Hsiena'nın kaçınlmasi. cnun gerı alınması için glrişilen seferler ve döğuşler anlatımı beslemeye, örülüyor ki, ^Ağrıdağı Efsanesı. üe Vaşar Aomal masal ve efsane çerçevelerini aşıp bir halk destanı yazmak yoluna gitmiştir. Efsane kalıpları içinde, ölçülü bır kuruluşla ve ustası olduğu şiir diliyle yazmayı başardığı bu Ceneme asıl amacı olan roman ile destan türlerını birleştirip yirminci yüzyıl Anadoluşunun gerçekçi destanını yaratmak yoiunda olumlu bır aşamadır. Gelin bu yazıyı Homerosoğlu Ysşar Kemal' in kendi sözleriyle kapatalım : «Her yıl, bahar çiçeğe durıiuğunda, dünya lennilendiginde Ağndağının çobanları dört yanrian gelirler, kepeneklerini golün bakır toprağına atıp üstüne otururlar. Bin >ıllık sevria topragımn üstüne otururlar. Tsn verlen ısırken tavallarını belleruıden çskip Ağrıdsğının öfkesini, sevdasını çalarlar. Ve gun kavuşurken oır ak kuj jalir...» 6