15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1AHIFE DÖRT b.0 Mayıs 1970 CUMHURİYET Bir lise öğrencisînin Marya savaşı ve Kayseri'ye sj I M İ Ağustos'unun başlaI I I # 1 rıydı. O zamaıüd An • • • • kara'nın sıcak. ve sıkmtılı gunlerinde okulda kalan biz yatıh bğrenciler, her gün belli saatlerde izin alarak dısan çıkar, her birimiz bir haberlo doner ve akşam bunlarj birbirimize anlatırdıi. Ben öyle izinlı günlerde ara sıra Meclis'e uğrar, eski kalem arkadaşlarınu ziyaret ederdim. Böyle zlyaretlerden birinde, cephede durumun iyl gitmedığini, düşma nın üerlemekte oldugunu bğrendım. Hakimiyeti Milliye gazetesındeki cephe haberlerı pek par lak değıldı. Meclıse bir başka gıdişimde, Mustafa Kemâl Paşanın Türkiye Büyük Mıllet Meclisinin bütün yetkılerini U zerine alarak, bir kanunla Başkuma&dan atandıgını duydum. Düşmanın boyuna ilerledıgl söyleniyonlu. Halkm Ankara'yı boşaltması salık verilmiş, resml dairelerin Kayseri'ye kaldınlman kararlaytırılnuştı. Yenl müdUrümüz Nafl AtuJt Bey, çok saydıgunız, sevdiğimlz kibar bir insandı. Çok sakin konuşurdu. Bir gün bizlerl topladı, ild gün sonra Kayseri'ye hareket edeceğimizi söyledi. At arabası yoktu. Her şey cephe için, harp içın, kurtuluş için, kullamhyordu. Blrçok kâğnı arabasına yatak ve yorganlar üst Uste serilmiş, okulun gerekli esyası yUklenmiş. ve öğrencilerin binmesi için merkepler kiralanmıştı. Bana düşen merkep, sırtında yarası taulundugu için, semer değince hemen genye doğru çöküverirdi. Bu yüzden bırkaç kez fena halde düşmüş, birın de yüzümden yaralanmıştım. O sıcak Ağustos gUnlerınde •ert semer Uzerindeki bu merkep yolculugunu çok aaaplı buldugumuzdan, çogumu» yaya gitmeyt yeg tutardık. HIFZI VELDET VEÜDEDEOGLU tulunmuş olan arkadajlarırnı» vardı. Azçok silâhtan anladıklan için: «Bu tüfekler bir ije varamaı» dıyorlardı. Bızim yaş'ı bashadcmenin eoyledigine »öre bunlar 1312 (1896) Türk V'unan Savaşından kalma, adına «Tonan Gra'sı» denilen tüfeklerdeoml*. Her tülek için on m*rml vermişlerdi. HarekeÜmizin befinci günü benim utma nöbetlerim durmuftu. Arkadaşlarımdan ayn olarak kağnırfa kadm ve çocuklar arasında yolculuk yapmak bana ağır geliyordu. Bunu «erkekligin şânına nğmM bir şey» mmvordum herhalde! Bütun urarlara rıgmen kağnıdan ayrüdım. Ankara'dan Kayseri'ye. şehır üzennden gidilirdi. Yer yer girintili çıkmtılı ve çukurla, toz dolu bir çose üzennden Uerliyor, ak?amlan yola yakın bir düılük, bir köy kenan veya bir ağaç kümesi bularak oralarda açıkta geceliyorduk. Kağnılardan öğrencilerin yatakları ve yorganları yere indirilip ierilir, kağnüar bunun etrafına lanki bir siper gibi yuvarlakça bir durumda dizilir, hayvanlar kağnılara bağlanır, minik bir ordugâh durumuna koyduğumuz bu konaklama yerinin yöresinde dört kişi, her ikı saatte bir değişmek üzere, nobet tutardık. Ben de birkaç kez nöbete kalkmiîtım. Eşkıya gelse tabıî bır şey yapabılecegiroiz yoktu; ama biz katilemızi koruyabıleceğimiz kanısmda idik. Hattâ bir gün akşam üzeri erken konaklaymca bir tarlaya doğru uzaklaşmış, bir ni?an atışı yapmıştık. Yere yatıyer, silâhı sağ omuzumuza dayıyor, karşıya konulan bir taşı vurmağa çahşıyorduk. Herkesın bir tek kurşun harcama hakkı vardı. Ben silâhın namlusunu omuı bojluğuna iyice yapıştırmamışım, hafıt cralık kalmı?. Bu yuzden geri tepme sonucunda omuz kemiğim zedelenmiş ve sonra haftalarca bunun ağnsmı çekmi? ve vaktiyle Demircı savasına katümı? olan arkadaflarımın alayına maruz kalraıştım. Çünkü silâhı bana vermek istemedikleri halde, direnmiş, çırpmmış ve atı? talımine âdeta zorla katılmı?tım. Beni kızdırmak için: cOh olaun» diyorlardı. Yolda bıze başka kafileler de katıldı. Ankara boşalıyordu. Ath araç bulabilen kafileler bizi geçip gidiyorlarıtı. Eîekll ve kağnıh olanlar geceleri bızim konakladığımız yere yakm bir yerde konaklıyorlardı. Bu durum bizim içimize bir güvenlik duygusu veriyordu. Allahtan o gunlerde hiç yağmur yağmadı. Zaten Anadolu bozkırlarında Agustos ayı en kurak aydır. Yoksa perijan duruma düşecektık YENIDEN HASTAUK Ulusal Kurtuluş Savaşıod» bötün Anadohı üpkı bu ka&le giblydi. Düsman karçvffida, çoluk çocuk, genç lbtiyar, erkek ksdın, hepat, bir direnme, •*• tanı kurtarm» Ulküsuyl* pahl*o en d&ha dört ay önce Kon rruş ve birblrtn» kenetlenmiştl. ya'da zatürie geçirmiş olduğum için, bu meşakkat YİNE EŞKİYA KORKUSU li yolculuga dayanamayıp hasta d» Toifftt'tan Anlandım. 1919 'da Ankara'ya gelkara'ya gelirken aradiğimia yıl yakalanmı? olduğum balarla y*pmıs oldusıtma hastalıgının nöbetlerı de ğumuı teyahat, bu defaki yoltekrarlamıştı. Beni okulun kiml culuğun yanında çok konforlu öğretmenlennin ailelerini götüsayılırdı. N« var ki, tıpkı o zaren, üzeri uydtırma tentelı bir manki gibl yin» eskiya korkukâğmya aldılar. Hep kinin veritu vardı. Bizim kafileye beş yorlardı. Kadınlı erkekli elli ki tane tüfek vermişlerdi. Bunlaşi kadar tutan bu kaflledekı inn bizimle birllkte giden musanlann o sırada bana gösterdür yardımcısı bir ögretmen, miş oldukl&n şefkatli Ugiyi ve başhademe, ve biraz kabaca ookul arkadaşlanmın candan lan öğrenciler, gerektiği zaman, dostluğunu hıç unutamıyacakullanacaklardı. Aramızda Mera ğım. Geçtlğimiz köylerde bir az ö*uh Payzın, Salih Orhan gibi süt veya ayran bulsalar hemen geçen yıl Kuvâyı Milliyeye kabana getirirler, kendi yiyecekletılarak Demirci savaşlannd» rini bana yedirmek isterlerdi. B dağıtılan tüfekler, eçkijBİık yapan asker kaçaklanna karşı bu savunma tedbirl idi. Eger Sakarya Sav&finda yenik düşersek, kaçma olaylan çogalabilır, hatti ordu btlsbutün çözüleblllr di. Beş ay süre ile Meclıste 6nemli gorüşmeleri izlemek beni çok olgunlaştınnıştı. Küçük öğrenci kafamla en ters olaşılıklan düşünüyordum. GUnler birblrini izliyor, haltalar uzadıkça uzuyordu. Dlkkatle okudugumuz şavaş haber ve tebliğlennde «ahnan tepelerden», «tashih edilen cephe hattmdan» söz edi liyor, fakat bütün buruardan fe rahlabcı bir sonuç çıkmıyordu. Euhlanmız gittikçe karanyordu. I?te böyle bir durumda zafer haberini almca, birkaç arkada?. sevinç gözyaşlanyla birbirimizi kucaklanııştık. Yukanda (2) sayılı yazıda, Milll Mtlca dele yıUarmdaM hayBtımın bentm için yıl veya aylarla ölçülen bir yaşam değü. >ömi zaman saat, hattâ dakikalarla bile ölçülemeyen heyecan ve mutluluklarla dolu bir «yaçantılar rin ciri» oldugunu sOylemiştim. îşte Sakarya Zaterini öğTendiğim günkü mutluluk inı benlm ömrümün, bir çok ydlarla değışmı yecegim, böyle küçücük zaman «zerre» lerinden biridir. YENİDEN YOLCULUK ONYADA geçırmiş okiugum zattürrie ve Kayseri yolculu gunda yeniden depreşen sıt ma nobetleri beni perişan etmiş ti. Kayserinin havasını da, nedense, hiç kaldıramadım. Okula gelen doktor, «Deniz kenanna fritmesi lâcnnp diye rapor verdlSi için, o tarihte TUrMye'nın, demz kenannda olup da düşman işgali altında bulunmayan tek kenti Trabzon*un lisesine gönderilmekliğim okul idaresınin Maanf Vekâletiyle yaptığı temaı sonucunda uygun Olayların pek lehte şelismemesi nedeniyle Mnıtafa Kemal Paş» Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün yetküerini üıerine almı», bir kannnla Basknmandanlıca atantnıstı. Ba fota|ra{, Başkanundanı Sakarya Savaşları cırasında gösteriyor... görüldü. Nakü işiyle ilgili yazılı emriml ve okuldan nakil bel gemi aldım. Bana Millî Mücadele Anadolusunda yeniden uzun bir yolculuk göriinrcüştü. Naml Bey, Hakkı Baha Beye' (Bu efendüerin hal ve gidişlerine dikkat edilmesi ve en küçük bir ysramazhklan görülürse hemen Bakanlıga bildirilmesi) diye, yazm:z demışti. Beldr Efendi ise, Okul Mudürüne: (Bu efendüerin sağlık dnrumlanna çok dikkat edilmesi ve en küçük bir hastalıklan görülürse hemen Bakanügs bildirilmesi) diye yazmıştı. Bu, kulaktan kulağa aktanlan bir sozun nasıl anlam değiştirebildığınin şaheser bir örneği idi» K YARIN: Trabzon yolculu^u ve Karadeniz... DtZELTME DUnkü ya»mın 7. sütununda, sondan 4 üncü satırın Uzerinde şu cümleler olacaktı: «Kazım M«llCO€?OğİM konu veresim: AYHAN BAŞOĞLU ||| CEM SULTAN DEFINE TALİP APAYO1N 95 Ziya bey, bu aaatte rahatsu attim. Fakat finemh. Benim köylü hemşerilerim bir dcfint bulmuşiar. Senden başka guvenilecek adam da yok ju memlekette. Bır bak şuna neyin nesiymis. Hay hay beyim buyurun. Şöyl* buyurun. Gel kardef ... Içerisi ncaktı. Seyit Ali çuvah usulca yere bıraktı. Sonra doğrulup odayı gözden geçirdi. Dayalı döşeli, zengin bır evdi. Adamın üstunde panl parıl yanan palto gıbi uzun bir giysi vardı. Ay bakalım javrum görelim, neymiş? Seyit Ali çöktü. Arkası donüktu. Ipi çozmeye çalıştı. Memduh bey ev sahibine yeni işaretler yap tı. «Asıl değerini soylerae, şu heril bilmesin, ara mızda... kınştıralım» demek istedi. •Anladun, anladım...» diye başıru salladı o da. Ankaranın ünlü kuytımcularmdan biriydi. Kibar bir görunuşü vardı. Çuval aşağı sıyrılınca birden gözleri büyüdü. Şaşırdı. Bağınnamak için kendinl güç tuttu. Gene de «hüyy»» diye bir ıshk çaldu Nerde bulundu bu? diye sordu. Seyit Ali doğrularak, Bizim köyün altmda, dedi. Bir tepeyi kazdık Eee? Iri tatlar çıktı. Taflarm iîi oda gibi, mezarnus. Evet? , Îşte orada bulduk. Başka bır şey var mıydı? Seyit Ali söylemek istemedi. Yok, dedi. Bir iki küp vardı emme içi boştu. Ziya bey eğildi. heykelin yanına yöresine baktı. Gözlüğünü takıp dip tarafında bir şey aradı. Devirip baktı. Ağırlığını denedi. Dişlerini sıkıyor, hay r*tt*n dudaklarını ısırıyordu. Hımm, dedi. Güıel, çok güzeel». Memduh bey kaşını kaldırarak işaret etti tekrar. Ama kendısi de heyecanlıydı. Belli etmemeğe çalıjıyordu. Fakat dedi. Gerisini söylemedi. Içeri oday« geçip bir takım aletler, şişeler içinde ilâçlar getirdi. Alışkın ellerl» heykelin altmı üstünü kazıdı. tîftçlar sürüp denedi. Sonra ince bir makkap 1 la görünmez bir delik açtı. Çıkan parçaları kontrol etti. Öbürleri oturrau» Dakıyorlardı. Memduh bey sıgara içiyordu. Evet, dedi Ziya bey. ürun uzım başını »1ladı. Ne dıyeceğini düsündü. Duyguıunu «aklam»ğa çalışıyordu. Kaldırıp ağırhğmı tekrar kontrol »ttl. Kafasmda hesaplar yaptı. Evet, dedi. Altın kaplama. Içeri doğru gittik çe kalite duşüyor. Altınm değeri de biraz ucuz. Çüa kü değişık bır maden. Eritip temizlemek lâzmv. Geçenlerde üpkı bunun gibi bir tane daha getırdiler. Şeyde bulmuşlar™ Neydi.. (Attı) Adana taraflannda bir yerde. Mamafi değerli iş bunlar. Çunkü eski ma!. Antika değeri var. Üç yüz bina satülar. Istanbulda iki yüz elli bin vermişler Buraya bana getirdiler. Dedim üç yüz bin. Çünkü bu eritilecek.. Kaplaması alınacak. Seyit Ali kımıldandı, Kaç lira eder dedin eftndl? diy» fordu. » Üç yür bin....*• Cık, etti Seyit Ali. Ax dedin «fendi. Bu mflyon eder diyorlar. Yok. Saf olsa belkL Ama bu haliyle üç yüt bin civarmda. Hattâ fazla (öyledün. Antika değeri var. Seyit Ali suratuu asb, «kalsın, diyecekti, diye medi. Kızarlar da jimdi if kötüy» gider> diye düfündü. Memduh bey araya girdl, Yalnız bu kaçak mal ha, dedi. B!r an 5nce elden çıkaracaksınız. Üç yüz bin, iki yüz elli bin Ne elinıze geçerse. Polise aksederse beş kuruş ala rr.azsınız. Üstelik hakkınızda soruşturma açılır. Ananızı ağlatırlar, büiyorsun değil mi? Biliyoruz beyim. Onun için doğru sana getirdik. Düşündü, Memduh bey, dedi. Benim bir Corc ehbabım var. Amenkanlı. O da bu işlerden anlıyor. Memduh beyle Zıys bey bakıştılar. Evet? O da bi görse acaba.. (Arkan var) KIRŞEHİR ve KAYSERİDE nkara'dan Kırşehir'e dokuz, Kayseri'ye on uç gunde varabildik. Kırşehir kentinın içinden kuçuk kuçük derecikler akıyor, her evın bahçesmde ağaçlar görünuyordu. Bize çok uzun gelen bir bozkır yolculuğundan sonra bu yeşıllik, ruhumuzda iç açıcı bir etki yaratmıttı. Orada bır gece kaldık. Ben, ve ilci arkadaşım Konya' dan birlikte donduğum Huseyin Avni'nın evinde mısafır kaldık. Yaşlı babası ve anası bizlere ne ikram edeceğitıi şaşınyordu. Bıitun konuşmalarımıı «cephe» üzerineydı. Onlann cephedeki büyuk oğullannı en son gören bizdık. Zaten Millî Mücadele Aiadolusunda hemen herkesin konustuğu harp'ti. Onlar bizden, biz onlardan hab«r »oruyorduk. Savaş devam ediyordu. A ntst ROMn ÇU , UEC. OEUK DOLÜ A M A cstotyc» uELİhaOPTEPf PÛ TİFFAN V JONLS Kayseri'ye gelince lise binagına yerlestik. Vekâletlerden çofu, bu arada Maarif Vekâleti de Kayseri'ye ta«ınmıstı. Ben Kayseri'de bır ayd'an biraz fazla kaldım, «Gültepe» ve «Talaa Amerlkan Koleji» nden başka pek bir sey hatırlamıyorum. Çok dolaşamadım, bir gün iyi isem, iki gun hasta yatıyordum. Talas Amerikan Kolejinin düzgıin ve bakımlı bahçesini gezerken ve güzel binalarına bakarken, yedi yıl önce 1914'te anamı tedavı ettirmek ıçin Çorum'dan gittiğimiz Merzifon Amerikan Hastar.esindeki doktor Mardin'ı ve o hastanenin yabnındaki kolei duşündüm ve babamın o zamancfan beri hiç unutamadığım bır sözü aklıma geldi : «Oğlnm, dfişman memlekete yalnız topla tufekle gelmez; böyle mekteple, kolejle, hastane ile de gelir. Biz adara olnp böyle şcyleri yapamadıkça istikbalimiz mflemmen deglldin. (Şimdı de kültür yardımı, üs, tesis, bans gönüllusü lâflan edildikçe yıne bu sözleri hatırlanm). BtRtNCf BOLÜM Liman çevresindeki dördüncü sınıf panslyonlardan birinde bir oda kiraladım. Tahta basamaklı baçtan savma yapılmış bır merdîvenı var. Duvarlann boyası berbat, yer yer de dokülmüş. îlk bakışta tavan sanki özel bir itina ile süslenmiş gibi gellyor insana. Aslında bunlar süs değil, rutubet sebebiyle meydana gelmiş koyu birer leke. Odamı göstermesi için yanıma iriyan bır çocuk kattılar. Bakışları garıp, davranışlan da çekimserdi. Her şeyden, herkesten süphelenıyormusçasına safı solu kolluyor, beni de tepeden tırnsga süzüyordu. Verdikleri oda tek pencereliydi, doğrudan dogruya rıhtıma bakıyordu. Canhymış gibi insanı çarpan berbat bır koku bürümüştü su minimlni dört duvar arasını. Sözde yıkanmıs ve iyi kurutulmamıs yatak örtülerinden taşan nemli, yapıskan bir kokuydu bu. Saatle oda kiralayan panslyonlardan biriydi... Buna da sükretmek ve bir an önce alışmanın çaresine bakmak gerekiyordu. Hayatımın yeni bir bölümüydü... Şimdilik bana aitti... Buruım yeni bir yuva farzetmek, oda ile kendl aramda bir aşinalık kurmak zoruncîaydım. Soğuktu. En dayanıklı kimseleri bile üsütecek, ürpertecek kadar loğuk... Dört duvarın tam ortalık yerinde »Byle bır durdum. İki • üç dakika sürdü bu dureklama. Çocuk, bavulumu yatağın üstüne atmıştı bile. Hiçbir şey görmeksizin ve düsünmekslzin bavula baktım... Iğrenç duygularla ssrmaş dolaştım sanki. , Midem bulanıyordu... Neredeyse kusacaktım. îki üç dakikanın sonunda olduğum yerde kıpırdamak imkamnı bulabildim. Pencerenin sağ tarafma isabet eden kösede bir lâvabo vardı. Üst kısmmda da bir ayna parçası... Pis, berbat ve buğulu... Yaklaşıp suratımı gSrmek İçin şöyle bir davrandım .. Davranmamla vazgeçmem bir oldu Sııratımı görecektim de ne Olacaktı sanki?.. Yataga doğru yöneldim. Ellerimi, pardesümün cebinden çıkarmağa bile lüzum görmeksizin oturdum karyolaya. Parraaklanm, birer buz parçasından farksızdı... Boğazımda da bir düğüm... Mide bulantısmın gırtlagıma kaö*ar çıkbğını, orada düğümlenip kaldığını pekâlâ farkedivordum. Oysa midem bomboştu . Kelimenin tam mânasiyle boş Bir gün öncesirin sabahmda içtiğim kahveden sonra ağzıma tek lokma girmemışti. Kahveyi, kiracı clarak kaldığım başka bir odada vudumlamış, birikmıs kıradan sonraki günlerin borcunu ödeyemiyecegimi eayet iyi bildigim için kirişi kırmıştım. Dışarda merdiven gıcırda*. Bır ayak sesı yaklaşıyordu. Kapıma vurdular Bana yol gösteren ve bavulumu çıkaran çncuktu Kanadı ac GARrH H. L Ougal SAKARYA ZAFERİ Sabahtan akşama değin bUtun j$i gücü yem aramaktan lba ret olan kuşlar gıbi, bizim de, nereye gıtsek, butun lşimlz gücümüz, cepheden haber sormak, haber toplamak oluyor. Bu, yal nız okumuşlar içın değil, köylü ler içın de böyleydi. Sokaklarda rastladığımız yaşlı köylüler bızl durdurup: «Efendi, muharebe nasıl gidiyor? Blzimkiler kazanıyor mu?» diye sorarlardı. Eylül başlarıydı. Sakarya savaşı bütun kanlılığıyla sürüp gidlyordu. Nıhayet Eylül ortasın da sevindiricı haber geldi: Sakaryada duşmanı yenmıştık. Ger çekten muüuydum. Çünkü Ankaradan Kaysenye bizden sonra gelenler, top seslerinin Ankara dan duyulduğunu söylüyorlardı. Yüreğime bır sızı öa^müştü. Sa karyada yenilirsek bütün vatan tehlikeye gırebilırdı. Ben tara bir yıl önce Türkiye Buyük Mıl let Meclısinde memıırken asker kaçaklan nakkında kanunun gö rüsülmesl sırasında verilen rakamlardan enlkonu ürkmüştüm. Birinci ve Ikinci înönü Zaferleri, bu kanunla kurulan tstiklâl Mahkemelerm:n tcraatı, ordu birliklerinden kaçma olaylannı kökünden önliyememişti YARINSIZ ADAM Türkçesi: Adnan TAHİR tı, girdı. On dört yaşlannda gösteriyordu ama, bunyesı adamakılh gelişmlşti... Boyu en azından benimkıne eşıttı... Daha iri belki de... Kanadı aralayıp gırmeden önce «Girin» diye seslenmemı beklememıştı tabiî. Bir karton parçası uzattı... Dikdortgen. «Fış . » diye mırıldandı Bavulu, dizlerimın üstüne alıp soruların hizasını doldurmağa başladım. Gozlerımi bana dıktiğinı ve sabırla bekledığıni sezınlıyorrium .. Bakışlannda hor gdren bir ifade vardı muhakkak. Tarafsız ve küçümseyen . Kısa bir süre sonra yaklaşıp, omuzumun üzennden doğru kimliğimı açıklayan cevaplan okumağa koyultfu. Bunun bir sureti daha sonra pohse gönderilecekti. Kiraya verenle kiralayan konusunda bu kaçımlmaz bir ayrıntıydı. Doğrulmuştu : «Nthanael Liedenski... Meslek hanesinin karşısına da 'Avukat* yazdınız...» «Evet .. Avukatım...» Konuşma yetenekierlmi çoktan kaybetmist:m. Kendi sesim, kendı kulaklarıma bile vabancı geldi bırdenbıre Boğuk bir ses Müterpddıt. kararsız, kisilikten yoksun Merdiven yıne gıcırdamıstı Kanşık ayak 'esleri duvuluyordu. Saatle oo*a kıralayan bir Cift olmalıydı Kadının tıvrı topuklnnndan çıkan ses boslukta yankılanıyordu .. Budala ve vapmacık bir de kahkaha .. Bitişik odanın kapısı açıldı .. Snmvanın madenî inilt AYLÂK MUSA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle