02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Tüfk işçileri on yıllarda üzerinde ekonomik ve sosyal yönden en fazla tartışma yapılan konulardan biri de, billndiği gibl Batı ülkelerine Türk Isgücü akımıyla ilgili problemlerdiı. Bu arada bilhassa son aylarda F. Almanya'da başlayan ekonomik dorgunluk neticesinde yurda dönmek mecburiyetinde kalan Avrupa'daki işsiz Türk işçileri de, meseleyi tekrar birinci plâaa çıkarmvştır. Aynca Tiirkiye gene son yıllarda «Avrupa Ekonomik Topluluğuna (Ortak Pazar) katılmak suretiyle, kendi işçilerüıe yurt dışmda en fazla istihdam Imkânı veren milletlerarası bir ekonomik ve sosyal orgaııizasyona üye olmak dummuna girmiştir. Biz aşağıdaki izahlarımızda kısaca Türkiye'nin Ortak Pazar a üye oluşuyla ortaya çıkan bu yeni imkân karşısında, Batı ulkelerinde çalışan Türk işcileri ile ilgili meselelerde meydana gelen yeni temayülleri ele almak ve değerlendirmek istiyoruz. Orfak Pazar ve Doç. Dr. Nusret EKiN Avusturya ile 15 mayıs 1964, Belçika İle İS temmuı 1964, Holânda ile 19 ağustos 1S64, nihayet Fransa ile 8 nisan 1965 tarihinde Türk işçilerinin bu ülkelere gönderilmesi ve istihdamıyla ilgili hususlan tanzim eden ikili anlaşmalar imza edümiştir. Bugünlerde ise İsveç ile ikili bir anlaşma imzalanmış bulunmaktadır. Aynca işçilerimizin sosyal güvenliklerini garanti altma almak üzere ilk defa 9 eylul 1959 tarihinde Ankarada Türkiye ile Birleşik Kıralhk arasında imzalanan sosyal sigorta sözleşmesini zikredebiliriz. Bu sözleşmeyi 30 nisan 1964 tarihinde Federal Almanya ile yapılan sosyal güvenlik anlaşma sı tâkip etmiştir. F. Almanya ile imzalanan anlaşma model alınmak üzere 5 nisan 1966 tarihinde Holânda ile, 4 tem nıuz 1966 tarihinde Belçika ile, 12 ekim 1966 tarihinde Avusturya ile anlaşmalar yapılmış, fakat bu son üç anlaşma daha henüz Türkiye tarafından onay lanmamıştır. Aynca sosyal güvenlik anlaşması imza etmek üzere Fransa, İsveç ve İsviçre nezdinde de teşebbüse geçilmiştir. Bu izahlanmızdan da anlaşılacağı gibi Batı Avrupa ulkelerinde çalışan işçilerimizin istihdamıyla ilgili bütün hususlar esas itibariyle ikili anlaşmalara konu olmaktadır. «r» arb ertesi devrede süratli bir ekonomik ge*•*• lişme gösteren Batı Avrupa'da iktisadî kalkınmayı hızlandıran faktörlerden biri de hiç şüphe slz Ortak Pazardır. Ortak Pazar ülkeleri ekonomik ve sosyal entegrasyon yoluyla bir yandan hızlı blr kalkınmayı başanrken. diğer yandan üye ülkelerde yaşayan milyonluk kütlelere istihdam, sosyal güvenlik ve insanca yaşamak ve çalışmak imkânları da temln etmek suretiyle hem ekonomik, hem de sosyal gelişmelerini bir arada ve ahenkll bir şekilde gerçekleştirmişlerdir. Hattâ bu gelişme bilhassa 1960 lardan sonra o derece yüksek bir seviyeye ulasmıştır ki, Italyadan sarfınazar edilirse. üye ülkelerin hepsi, ortaklık dışm dan öteden beri mahdut derecede istihdam ettikleri yabancı işçilerin hacmini biraz daha arttırmak veya yeni işgücü kaynakları bulmak Iüzumunu hlssetmişlerdir. Böylece Türkiye emek arz eden ülkelcr arasına katılma fırsatını bulmuştur. Avrupa ülkelerinin veya daha smırlı bir ifadey lc Ortak Pazarm 1960'lan tâkip eden devrede görüldüğü kadar geniş hacimde yabancı emek talebine önümüzdeki yıllarda da devam edeceği hususunda, bilhassa geçen yıl sonlarmdan itibaren ciddî şüphe ler doğmuş bulunmaktadır. Nitekim son yıllarda Avrupa'nuı emek piyasalarında görülen gerginlikte dikkati çeken bir gevşeme olmuş. hususiyle F. Almanya'da alınan ekonomik istikrar tedbirlerinin te siriyle bilhassa yabancı işçiler arasında işsizlik oran ları şiddetie artmıştır. Halbuki dış ülkelerde çalılışan Türk işçilerinin tamamına yakın kısmı daha önce de işaret ettiğimiz gibi Ortak Pazar ve bilhas sa bir Ortak Pazar ülkesi olan F. Almanya'da bulunmaktadır. ürkiye Ortak Pazar'a esas itibariyle ekono mik gayelerle, bilhassa kendisiyle benzer ekonomik bünye gösteren Yunanistan yanında, ihrac imkânları bakımından muşkül duruma düsmemek endişesiyle girmiştir. 1959 senesinde üye olmak için müracaat yapıldığı zaman, mcselenin sosyal ta rafı. başka bir ifadeyle. kısa bir devrc sonra geniş kütlelerin Avrupa ulkelerinde istihdam edileceği hususu, belki de kısmen haklı olarak düşünülmemiştir. Bu gayretler esas itibarile mahdut bir mali yar dımı ve"gene mahdut birkaç ziraî ihraç mdddesinin korunmasını hedef tutan, çok uzun devrell ve oldukça belirsiz bir anlaşmayla sonuçlanmıştır. Esasında milletlerarası bir organizasyon olarak Ortak Pazann ekonomik yönünün çok daha ağır bastığı âşikârdır. Fakat gelişme seyri içinde Ortak Pazann kaydettiği ekonomik inkişaf. beraberinde tam istihdamı, hattâ yüksek seviyeli bir tam istihdamı da getlrmek suretiyle, Güney'in nisbeten az gelişmis İtalya'sına çok geniş ekonomik ve sosyal faydalar sağlamıştır. ürkiye son 56 yıldır Avrupa piyasalanna emek arzetmeye muvaffak olduysa, bu durumun. kendisinin Ortak Pazara üye olup olmamasıyla hiç bir alâkası mevcut değildir. İmzaladığı Ortak Pazar antlasmasında Ortak Pazar ulkelerinde çalışan Türk işçileriyle ilgili olarak teati edilen bir mektuptan başka hic bir hüküm olmadıgı gibi, bu yönden diğer üye olmıyan Avrupa ülkelerine, meselâ Yugoslavya, İspanya v.s. gibi ülkelere karşı hiç bir tcrcihli durumu da bahls konusu değildir. İşte bu durgunluğu bir noktada bozmak ve Ortak Pazara işgücü akımuıı tekrardan hızlandırmak için yeni bazı temayüller belirmiştir. Bu arada çaIısma mevzuatımız, sosyal güvenlik tedbirlerimiz \.s. yönlerden Ortak Pazar standartlanna yakın ol duğumuz gerekçesiyle sosyal entegrasyona öncelik veriimesi istenmiş. böylece bir yandan Ortak Pazar ülkelerine daha fazla işgücü akımı imkân dahiline sokulmak istenirken, diğer yandan bu gelişmenin ekonomik entegrasyonu da hızlandıraeaği düşünülmüştür. •••• •••• «••• •••• • ••• •••• ::•: «••• ••«• •>•» ••«• •«•• j••••••••••••••••••• BASKI GRUPLARI VARDIR ayın Başbakan'ın, «biıim demokrasimizde bsskı grnplv rının bulunmadığı» m soylemesi üzerine, Sayın Ecvet Güresin'in kaleme aldığı «Baskı Grvpları Vardır» başhklı yazıyı teyiden, biz de bir iki cümle eklemek istiyoruz. Kanımızca, baskı gruplannın varhğı demokrasilerin ayırıcı nitelıklerinden birini teşkıl etmek te ve Devlet varhğı hâkimiyetinin fiilen sınırlandırılmasını ger 1 çekleştiren muesseselei ara5inda bulunmaktadırlar. Baskı grupları düşünce özgurlüğünün tabii bir sonucudur. Adı geçen özgürlüğün bırer uzantısı olan ifade ve basm özgürlüklerinden de geniş ölçude yararlanarak, belirli konularda top lumsal bilincın meydana gelmesine ve toplumun hiç olmazsa belli katlarının kendine göre bir değer yargısına ulaşmasına yardımcı olurlar. Sayın Başbakan Anayasada bunlardan bahsedilmediğini ileri sürüyorlar. Oysa, baskı grupları. toplumda mevcut çeşitlı top luluklann ihtiyaçlarından ve insanın en kutsal özelliği olan düşünceden kaynaklarım aldıkları için, bu anlamda hukuki olmaktan çok, sosyolojik nitelikte birtakım müesseselerdir. Şimdi, Sayın Başbakan'ın mantığıyla hareket ederek, bilindiği gibi, ABD Anayasası siyasal partilerden söz etmediği için, Demokrat Parti' nin ve Cumhuriyetçi Parti'nin mevcut olmadığını söylememiz gerekecektir. Demokrasi açık rejimdir ve orada her topluluk meşru menfaatlerini savunmak hakkını haizdir. Binaenaleyh, baskı gruplannın bulunmadığını söylemek, herşeyden önce bu hakkı ınkâr etmek ve aynca. bu gibi topluluklar Anayasaca teminat altına alınmış düşünce, ifade ve basın özgürlüklerınin geniş çapta sonucu olduğuna gore, bu özgurlüklerin sadece birer fantezi haline getirilmesi demektir. unu hatırdan çıkarmamalıdır ki, Devlet hâkimiyeti sınırsız defildir. îşte bu sebeple, eğer siyasal iktidar hâkimiyeti kötüye kullanarak Anayasa çizgisi dışına çıkmak istemiyorsa, bu hâkimiyeti sınırlayan vasıtalardan biri olan baskı gruplarını ve onların oluşturduğu kamuoyunu, hastmnın nabnnı yoktayan" bir doÜctor gibi, dıkkatle yoklamak zorundadır. Baskı gruplarımn ve kamuoyunun ifade aracı ise, özgür ve seviyeli basındır. Sayın Başbakan' ın. baskı gruplannın bizim demokrasimizde bulunmadığını söy lemesinin, içinde basın özgürlüğünün de bulunduğu, temel hak ve özgürlükieri sözde koruma bahanesiyle hazırlandığı belirtilen mahut tasarı hakkmdaki tartışmaların devam ettiği bir zamanda rastlaması herhalde pek mânidar ve öyle olduğu kadar acıdır da. Ahmet Cevdet Paşa'dan ders! S İ Hazırhk donemi rtak Fazarm kunıluşuna yol acan 1957 tarihli Roma Antlasmasında Avrupa devletlerinden herhangi birine, üyelik icin Ortak Pazara müracaat ctme hakkı tanındığı gibi, antlasmanın 238 incl maddesl ile de, Ortak Pazar'ın «üye olmayan bir ülke ile, bir ülkeler birliğı ile veya milletlerarası bir organizasyon ile» karşılıkh haklan ve mes'uliyetleri gösteren bir birlik meydana getirmek üzere antlaşma akdedebilmesi mümkün kılın mıştır. Antlaşmanm bu maddesinden istifade etmek için ilk olarak 1959 senesinde Tunus Ortak Pazara müracaat etmis, fakat müzakerelerden müsbet bir netice alınamamıştır. Gene aynı yıl Yunanistan ve Türkiye de üyelik için müracaatta bulunmuştur. Yunanistan'ın, kasım 1960 tarlhinden itibaren başlamak üzere bir antlaşma Imza etmesine mnkabil, Türkiye bir hayli uzun süren müzakerelerden sonra 12 eylul 1963 tarihinde Ankarada bir ortaklık antlaşması imıa edebilmiştir. 1 aralık 1964 tarihinden itibaren yürürlüğe girmlş olan bu antlaşma esaslarına göre Türkiyeye beş yıllık bir «hazırlık dönemi» tanınmıs, ayrıca icap ettiği zaman bu beş yı lın aynı müddetle tekrar uzatılması kabul edilmlştir. O •«•« •••* • ••« •*•* •«•• •••• •••• •••* •••• lllf :::: Halbuki Yunanistan fçin böyle bir hazırlık dönemi mevzubahis edilmemiştir. Bu beş, belki de on yılın sonunda Türkiye karşılıklı vecibelerin baslayacağı 12 yıllık ikinci döneme girecektir. Türkiye ancak bu müddetin sonunda tam üyelik haklanna kavuşacaktır ki böyle bir statüye sahip olabilmek İçin en azından imza tarihinden itibaren 22 yılın gecmeti icap ctmektedlr. sert, kapalı yoneti, kadını şerıat adına dört duvar arasında tutuklamış, ona herşeyı yasaklamış, hiçbir hak tanımamış. Kadın, vüzyıllarca csaçı uzun. aklı kısa» sanısıyle karanhk bir dünyada yasamış, erkeğine kulkole olmuştur. Bugün demokratik bır duzen içinde yaşıyoruz. Yıllarca önce kadın haklan içın devrim yaptık. Ama buna karşı kadınlarımızı kurtaramadık. Bır mutlu azınlık dışında Anadolu kadını yıne karanhk dünyasında umut suz, ışıksız, yapayalnız yaşıyor. Anadolu kadını hâlâ erkeğinin karşısmda bir köleden farksızdır, bir zevk aracıdır. Sayın Vehdedeoğlu'nun dediği gibi ulkemizde «kadın problemi» ni Köy Enstitüleri çözebilecekti. Çünkü Köy Enstıtuleri koyu her yönden modernleştırebılecek tipte komple ılen kuruluşlardı. Anadoiu kadını bu ulusal örgüt yoluyle okuma yazma, ev ekonomisi, el sanatları, bıçkidikiş gibi konularda kendmi yetiştirecekti. Fakat politik nedenlerle yürütemedik bu işi. oplumların gelişmesinde, uygarhğın yükselmesinde kadının rolünü kimse inkâr edemez. «Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer» dıyen ozan, bu ger çeğı ne güzel dıle getirmiş. Kadın, çocuk yetiştirmede kocacian, öğretmenden daha çok etkin olu yor. Bu bakımdan özellikle kadınlann kültürlü olmaları gerekir. Kadın KolJarı Gezici Koy Kursları, öğretmenler. OkulAıle Birlikleri yoluyle «kadın sorunu» nu çözebiliriz. Yeter ki buna içtenlikle inanahm. gutun etkisi altma girmesini ; ererken, buna engel olmak için dığer partılerin de gençhğe etkileri altına almasını istiyor? Gelişme açıktır. SONUÇ S ayın Taşçıoğlu bu tek taraflı tutumu yüzünden yukarıda saydığımız yanlış gorusleri ileri surmekte ve gerçeğı tahrıf etmektedır. Mustafa İHSA.N • •• özel liyatrolarımız uhsin Ertuğrul, «Barselona' daki tiyatroların hiçbiri ne devletten, ncde Belediyeden yardım görüyorlar. Hepsi özel tiyatro» dedıkten sonra Ispanya'dakı ozel tiyatro yöneticılerınin hareket noktası olarak öncehkle tiyatro okulunu kurduklarını belırtıyor. Oysa, geçenlerde radyoda yapı lan bir açık oturumda bizım özel tiyatro yöneticilerimiz ki çoğunluğu büyuk oyunculardırDevletin kendilerine yardım yap madığından, maddî yetersizhklennden, eğlence resmî denilen «rusum» lardan yakındılar. Buna karsılık kendüerinın «gerçek ten büyük ( !) işler başardıklarını, bunun da ancak olağanüstü çaba harcamaları ile gerçekleştığini belirttiler. Aynca halkın tıyatroya'eğitilmek için değil ancak eğlenmek için gıttiğini soylediler. Bize göre ise: 0 özel tiyatrolarımız özellikle bu yıl, sanat adına başarı elde edememişlerdir Ankara Sanat Tiyatrosu dışında oynanan tnunların birikisi dışında tümü, gişe oyunudur. O Yönetıci ve oyuncularımız yakınmalarında haklıdırlar. ana, bır dereceye değin. Örneğin aynı koşullar altında olan AST bu yıl gerçekten değerli (sanat yönünden) oyunlar oynamıştır ve oynamaktadır. Bu tiyatro gişey'i her kez ikinci plâna itmıştır. Ama seyirci gösterdiği ılgı ile bu oyunların gişe diye önem lt bir sorun yaratmıyacağını tanıtmıştır. Bu tiyatronun yöneticisinin behrttiği gibi «özel tiyatroyV'para kazanmak için ya. pMİaç vardır. OnUr içJn sorun veterince para kazanamamaktır. Bunun için özel tiyatroları halkın karşısında açınacak duruma sokarlar.» % «Gise» nin ftncelikle düşünüldüğünün en büyük tanıtı, son zamanlarda özel tiyatrolarımızın «çağırılarında» görülmektedir. Amerika'daki «Puplicity» ajanlarının kampanyalanndaki gi bi, çafırılarda oyunun ve yazarının adından çok oynayanların, normâl olarak da yıldızlasmış oyuncuların adları belirtilmekte dir. Bu egilim de. gün geçtikçe artmaktadır. O Yöneticilerimiz veya oyun cularımız , hem «bu eğlence res mi denilen sey, neden hâlâ tiyat rolarımıza uygulanır» demektedirler, hem de tiyatronun eğitici değil eğlendirici olduğunu söylemektedirler. Oysa özellikle ülkemizde tiyatronun önce eğitici olması gerekir. (Gerçi) bu onların bir okul gibi eğitim kurumları olmaları gerekir demek değildir. Ama vırminci vüzyılın ikinci yansında, Beiediye Mechslerinin tiyatro oyunlannı seçtığı. yasakladığı: Beiediye Reislerinin tiyatro binalarını vıktıröığı; oyunların Savcılarca aralıksız izlendiği ve son olarak da Muhsin Ertuğrul'un tiyatrodan uzaklaştırılmak istenildiği bir ulkede, Turkiye'de tiyatronun oncehkle eğitici olması zorunludur. Aktui ÜN'GÖR KADIKÖY M T Erol YILMAZ ERZURUM Başarısız yıllar lğer dikkati çeken bir nokta ise, yeni üyelik statiisii altmda geçen yıllann Türkiye yönünden hiç de başarılı olmayışıdır. Şüphesiz Türkiye'nin Ortak Pazara üye oluşo ile ortaya çıkan ekonomik problemler konumuzun dışuıda bulunmaktadır. Kaldı ki bu mevzu hiç olmazsa ekonomik yonuyle birçok çevrelerin dikkatini çekmiş, devlet organlan, ilim adamları ve bllhassa işverenlerle ilgili organizasyonlar konu ile yakından ilgilenmişlerdir. v Mevzu, Türkiye bakımuıdan değerlendirilirken gözden uzak tutulmamasi icap eden başka bir husus i*e, Tfiıkiyeden <ok daha geniş sosyal ve ekonomik imktalara sahip birçok Avrupa ülkesinin. bugün üyelik için Ortak Pazara müracaat etmfş bulun masıdır. Ujelik talebi türlü tartışmalara yol açan Ingiltere dışında, 1961 yılında Avusturya, İsviçre, İsveç ve 19S2 yılında Ise İspanya ve Portekiz üyelik için müracaat etmiştir. Nihayet son olarak Kıbrıs üyelik için Ortak Pazar'dan talepte bulunmuştur. ürkiye ile Ortak Pazar arasında imza edilen antlasma esas itibariyle ekonomik imkânlara yönelmiş bulunmaktadır. Sadece antlaşmanın bir iki yerinde sosyal meselelerle ilgill gayet belirsiz bazı maddeler bulunmaktadır. Bu çok müphem sosyal hükümler dışında antlasma metnine ek ola rak nesr edilen ve iki heyet başkanı arasında antlaş nıaıım imzası sırasında teati edilmiş bulunan iki mektup bulunmaktadır. Ortak Pazar Heyeti Başkanı Günthcr Seeliger tarafından Türk Heyeti Başkanı Hasan Işık'a tevdi edilen mektupta, «bu müzakereler sırasında belirttiğiniz isteğe uymak üzere, Ortak Pazar Antlaşmasının 4 ve 12. maddeleri hükümleri gözönünde bulundurularak Ortaklık Konseyinın Türkiyedeki işgücüne ilişkin sorunları hazırlık döneminden itibaren inceleyebilmesini topluluğun kabul eylediğini size bildirmekle seref duıarım» denilmektedir. îşte Ortak Paıarla Türkiye ırasinda imzalanan antlasmanm Ortak Pazar ülkelerinde çalışan Türk işçilerine getirdiği yeni hnkânlar bu mektupta zlkredilen temenniden ibaret bulunmaktadır. Diğer yandan 1961 yılından itibaren hacmi gitikçe artmak iizere Batı Avrupa ülkelerinden yurjumuza yabancı işçi talepleri gelmeye başlamıştır. laptığımız tahliller bize göstermektedir ki her seıe ortaya çıkan Türk işgücüne olan talebin tamanına yakın bir kısmı Ortak Pazar ülkelerinden gelnektedir. Nitekim altı senelik devre zarfmda Türk ışçisine olan talebin °'o 86 nın Federal Almanyadan reldiği, Ortak Pazar ülkeleri dikkate ahndığı zaman bu oranın '• 97 ye yükseldiği görülmektedir. 0 halde Türkiye yönünden Batı ülkelerine işgücü akımı tamamına yakın kısmı itibariyle Ortak Pazar Ülkelerine işgücü akımı niteliğlndedir. • > ugüne kadarki tatbikatında Türkiye Ortak • ^ Pazar ve diğer Avrupa ulkelerinde çalışan işçilerimizle ilgili problemleri ikili antlaşmalar ile tanzim etmiştir. Federal Almanya ile 30 ekim 1961, Bir anketin düsündürdükleri D •••• •••• :::: •«•• •••• •••• T $ S ••*• •••• •••• •••• •••• •«•• •••• •••• •••• •••• •••• T T •••• •••• mmmm ••• !••• ayın Maı.errem TaşçıoÇlu' nun «Bir anketin düşündurdüklerı» başhklı yazısınia ileri sürülen görüşler tam olarak gerçeğe uygun değildir. Sayın Taşçıoğlu yazısında Üniversite gençliği arasında yapılan hır ankete dayanarak..; kısaca ,özetlersek • öğrenmler arasında TtP in taraftarlannm az dîmsisina rağmen, dernek idarecileri içinde diğer partilerin taraftarlarından daha fazla kendilerinı destekleyen idarecilere sahip olduğunu söylemektedir. Bu durum rejim için hiç de iyi değildir. Çun kü TİP hariç diğer partiler bu örgütler içinde taraftar toplamak için gereği kadar çalışmamaktadırlar. Böyle giderse TtP' in bu örgütlerde hâkimiyeti gıt tikçe artacak ve sonuç olarak TİP azınlık olmasına rağmen. ıdareciler eliyle çoğunluğun so^ hakkını alacaktır. • ••• •«•• •>•» •••• SONUÇ Sonuç olarak, Sayın Başbakan'ın bu sözü sarfetmesi ıkı hu susun behrtisi olabilir: Bırincı ıhtımâ!, siyasal ıktidarın antıdemokratık yollara sapmak nıyetının belirtisi olmasıdır. İkinci ihtımâl ise, Sayin Başbakan'ın, Sayın Prof. M. Kapani'nın deyımıyle, «demokratik rejimin yapısı ve isleyişi hakkında maalesef hâlâ bazı temel bilgilerden yoksun olması» dır. Nasuhi KURDOĞLU KADIKÖY Sonuç ütün bu arzuların, anlasmanın metninden kuvvet alan hukuki bir temeli olmadıgı gibi, İtalya'nui tahmin edilecek sebeplerden doğan siddetli mukavemetiyle de karşılaşacağı âşikârdır. Bugün Ortak Pazar la yaptığımız anlaşmanm yarattığı mevcut üyelik statüsünün kısa devrede Türkiyenin ekonomik ve sosyal gelişmesine esaslı şekilde tesir edeceğini düşünmek, hele bu üyeliğin Batı ulkelerinde çalışan işçilerimizin istihdam şartlarına ve sosyal güvenliklerine birçok yeni imkânlar getirebileceğini ümit etmek, hiç bir zaman realist bir görüş tarzı olarak benimsenemez. B İ! Kadınlarımız üzerine ••• (Yazıda bu fikirleri kapsayan «olayların nedeni» bölürnunde TÎP adı geçmemekte, fakat «azınlık» ve «gençhk örgütlenne önem veren bir parti» olarak anılmaktadır.) Bu örgütlerde TİP in hakimi\eti alması ise tıpkı En donezya ve Çinde yapıldığı gibi taskın gençlik hareketlerine sebeb olacaktır. Yurdumuzda bu tip taşkın hareketler zaten vardır ve TÎP in hakimiyetinın etkisiyle büsbütün artacaktır. «yeni yeni temsilcilerin ihdası, lokallerin tabribi. sokak çarpısmaları» başlayacaktır. Son olaylar bunu gostermektedir. Bunun onune geçmek için gençler ve taraftarı oldukları siyasi örğutler çaba sarfetmeliler. şte Sayın Taşçıoğlu'nun yazdıkları bunlar. Ne varki Sayın Taşçıoğlu göruşlerine hiç bir somut örnek vermiyor, bir delil göstermiyor. Böyle olunca da sdvledikleri havada kalıyor ve asılsız suçlamalardan oteye gidemiyor. Acaba nelermis TİP tarafından yaratılan gençliğın taskınca hareketleri'1 Buna bir örnek veremiyor. Halbuki meşru kongrelerı basanların, kendilerinı gayri resmî bir sekilde baş kan seçtirenlerin, hangi eller tarafından idare edildiği açıkken bunlara hiç değinmiyor. Sonra TİP in gençhk örgütlerini tamamen etkisi altına ahrsa rejıme zarar verıci, yıkıcı, davranısların büsbütün artacağını neve dayanarak soyluyor. Bu ıddiasına ne gibi somut bir maddî dayanak sağlıyor. Ve nerden biliyor yıkıcı faaliyetler yaptınlacağmı?. Söke'deki artık pek meşhar Bafa gölü suyu hürmetine S < Ismail Rüstü Aksal önceki gün gene köşemize misafir geldi. misafirlikten memnunluk duyduğumuzu bir daha belirtmel kendimizi alamıyacağız. Çünkü tartısma genişledikçe Bafa gol daha çok kisi duymuş, ve dâva kamu oyuna malolmuştur; Cniversitesi gençieri Sökeye bir gezi düzenlediklerinı bıldın lerdir; Aydın Milletvekili Sayın Reşat özarda konuyu Meclıse tirmistir. Istediğimiz de budur, ve demokrasi dediğimiz düzı de faydası buradadır. Bu bakımdan Sayın Ismail Rüstü Aksa önceki gün çıkan yazısına da, fikirlerin biraz daha açıklanr bakımından, dokunmak istiyoruz. Sayın Aksal bize cevabında : « " Fıkranız umduğum gıbı çıktı. Yazınızda; once konuyu, mu oyunu ve okuyucuları, ilk bakışta, gerçekten etkıleyecek hattâ "hayrete duşurecek > onu ile ele ahyor, bu etkı ve hay daha da artırmak için, Medeni Kanunumuzun sanki şımdiye kî hiç kimse tarafından bılinmiyen, duyulmıyan maddelerini sır yarak, hukuki bakımdan madalyonun bır yuzunü aydınlatıyor, ki yuzunu bilmemezhkten gelıyorsunuz» diyor. Ismail Rüştü Aksal artık anlamalıdır ki, konunun bizzat 1 disi okuyucuyu hayrete düşürücü ve etkileyicidir; bu alanda nca yazarlık sanatına ihtiyaç yoktur: Türkiye Cumhuriyeti Ege'nin en büyük gölü bir ailenin elindedir.. gölün üstünde uçurtmıyan özel silâhlı muhafızlar tetiktedirler.. bu disiplin, ( resi demir parmaklıklı konaklardan idare edilir.. göl kıyısınc voksul köylüler ellerini kavusturmuş gibi bakarlar.. ve gölden tek balık avlıyamazlar.. gölden balık tutan fakir fukarayı kan ların himayesinde savunan Savcılar ve Kaymakamlar Söke sürülürler.. Bu ortaçağ manzarası karşısında etkilenmemek ve hayı düşmemek mümkün müdür? Çok şükür ki, 1967 Türkiyesinde bu manzara karsısında 1 rete düşecek çok insan kafası, ve isyan edecek çok insan yüı vardır; öyleleri de olmasa zaten memleketin geleceginden umı kesmek gerekir. Sayın Aksal ile olava bakış açılarımız arasında büyük bir v rum vardır. Aksal, göle el koymus kişinin elinde bir tapu bul masını olayı tabiıleştirecek kanısındadır; biz ise tersine, bir U nin elinde Ege'nin en büyük gölünün tapusunun bulunmasını d da hayret ve dehsete lâyık bir olay sayarız. Çünkü biz kanunların boslukları arasında imtiyazlı kişile imtiyazlanm sürdürecekleri destekler arıyan bir yazar deği Toplum içindeki haksızlıklan, sosyal adaletsizlikleri kamu oyı iletmeye çalışan bir kişiyiz. Bafa gölü dâvasmda Medenî Kanuı 641'inci maddesîni hatırlatmamız muhafazakâr Isviçre'den alın Medenî Kanun maddelerinin bile Bafa gölüne bir ailenin sa çıkmasını engellediğini belirtmek amacıyla idi. Ama Bay Aksal bu konuda tartışmayı yürüterek hukuk ve nun kavramlarına göre Bafa gölünün statüsünü değerlendirme ısrar ediyor ve diyor ki : « Fıkranızda zıkrettığiniz Medeni Kanunun 641'inci madc gerçekte. Medeni Kanunun yururluğe girmesınden sonra tesıs t lecek haklarla ilgilidır. Halbuki; Bafa golu ve dalyanı ile il haklar, Medenî Kanunun yururluğe girmesinden çok önce tesıs Tapuya tescil edilmiş olduğu içın, «Medenî Kanunun sureti me yet ve şekli tatbiki hakkındaki Kanun» un 18. Maddesi bunl müktesep hak olarak kabul etmiş ve geçerli saymıştır. ( ..) hukümden anlaşılacağı uzere. eski hukuk rejiminden yeni huk rejimine geçilirken, eski hukuka göre geçerli sayılan bazı hak] yeni rejimde de geçerli, yani «müktesep hak» olarak kabul ec miştir.» Pek güzel.. Demek ki Bafa gölünün tapusu Medenî Kanunc önce câri hukuka göre bir kısinin eline verilmistir, ve de soı bu hak devam etmiştir, der Sayın Aksal.. Ne var ki, acaba Medeni Kanundan önceki hukukomuzda I fa gölünün tapusu bir şahsın eline verilebilir miydi? Bu soruya verilecek cevap sanınm Sayın Aksal'ı pek memn etmiyecektir. Çünkü Islâm Hukuku : « Müslümanlar üç şeyde ortaktır: Su, ot ve ateşte..» der. Medenî Kanundan önce devietimizde yürürlükte olan üı Mecelle ise bu konuda su kesin hükümleri koyuyor : Mecelle 1237'nci madde: « Denizler ve büyük göller mübı tır.» Mecelle 1254'üncü madde: « Mubah ile herkes intifa edebili Ve Mecelle 1264'üncü madde: « Herkes hava ve ziya ile ir fa eylediği gibi denizler ve buyuk göller ile intifa edebılir.» Görülüyor ki, Medenî Kanundan önceki hukukumuza gSre I fa gölüne bir tek kişinin el kovması imkânsızdır, zira denizler göller kamuya açıktır. Medeni Kanunumuzun 641'inci maddesi eski hukukumuzu tamamlıyarak «Umuma aıt sular kimsemn mı kü değıldir» diye konayu perçinliyor. Bu durumda Medenî Kanunumuzdan önce iktisap edilmiş I hakkın Medeni Kanundan sonra geçerliliği söz konusu olmam lâzımdır. Çünkü Medenî Kanundan önceki hukukumuza göre bc lesine geçerli bir hak yoktur. Koskoca bir gölü bir kişinin eli vermek gibi idrak dışı bir duruma ve havsalaya sığmıyacak I adaletsişliğe ne Islâm Hukukundan mülhem Mecelle, ne dc B ma Kilise hukukundan mülhem Medenî Kanunumuz yer vern miştir. Atatürk Cumhuriyet ve devrimciliğinde mi bu hak iı edilecektir? Burada ortaya bir soru çıkmaktadır: Bafa gölü üstünde old ğu iddia edilen tapu ne tapusudur? Nasıl verilmiştir? Nereden b vermiştir? Bu sorulann gerçek cevabı bir uzun roman, ve yüklü dosyad Bafa gölü macerasının anhasını minbasını öğrenmiş durumday Gerçekte eldeki tapu gölün tapusu değildir, ve gölde köylüleı avlanmasım yasaklıyamaz. Hukukumuzda göl v e denizlerin kr sındaki dalyanlann tapuya tescili imkânı vardır. Bafa gölü dalj nı ve gölde avlanma hakkı da böyle başlamış, genişlemiş, gelişm serpilmiş, az çelismişlikten çok gelişmişliğe geçerek Ege'nin 62 1 lometrekarelik en büyük gölünü kapsamıştır. Bu konuda adlî y < lara başvnracak yetkililer eski ve yeni tapuları, ve tapular arası daki kelime değisikliklerini bir ivice incelemelidirler. Dâvayı Me lise getirenler de bu yolda bilgiler edinmelidirler. Türkiyemiz bazan bir dalyanın ki bir dalyan 35 dönümlük bir yerdir büy yüp coğrafya kitaplarında okunan bir göl olduğu ve tapu kayıtl rının eski ve yeni kanunlanmızla açık çelisme halinde bulundu göriilebilir. Ne var ki, kanunlarımızın kesin hükümlerine sığınan Söken yoksul balıkçıları gölde avlanmak hakkını kendilerinde görmekt ve koylülerin bu hakkını kanunlarımızın açık ve kesin hükümleı ne dayanarak savunan kaymakam ve savcılar ise eskidenberi A karaya açılan telefonlarla Ali Baba'nın halısına bindirilip Doğu uçurulmaktadırlar. Zamanın Basvekili Şükrü Saracoğlu'da zirvesine çıkan bir y kınhklar zinciri bu haksızlık silsilesiniıı devammı ve ağalık düz nının sürmesini sağlamaktadır. Son olarak kabak Sökenin geı Savcısı Sadettin Demirayak'ın basına patlıyacak gibi görünme tedir. Hukuk, kannn, nizam ve düzen diye konuşanlann asıl I tıufuz tıcaretine karşı çıkmaları gerekir. Çıkmazlarsa, sosyal ad let, cumhuriyet, kanun gibi kelimeler ağızlannda sömürü ve zı lumB duzeniniu maskelemeye çalışan beylik klişeler gibi kalırlar. .„, u k o n u v burada noktalarken eksik kalan Sayın Ismail Rü tunun devnmcılıfi, solculuğu. sosyal adaletçiligi meselesidir. Okı yuculanmızın yüksek müsaadelerine sığınarak oratara girmiyec ğız. Çünkü Ismail Rüstü Aksalın bu kösede çıkan yazılaruıds sonra artık bu meseleyi konusmak lüzumsuzdur. Sayı 4ksal keı dı kalemiyle, muhafazakâr mı, devrimci mi, solcu mu, sağcı mı o duğunu pek güzel belirtmiştir. En iyi hükmü verecek okuvucula dır Ben sadece Mecelle'yi 1868'de düzenleven meshur Ahmet Ce flet Paşanm çoğutnuzdan devrimci olduğunu bu tartışma yüzüı aen ofrenmış bulunuyorum. S ••>• >•«•••••••*••*••••*••>•*>•••••••••>•••>•••*•••••*••%•••••••••••••••«*« !••••••••••*••••••••••••••••«•••••••••••«•«••••«••«••••a«a•••••••••••• »•••••••••«•••••••••••••«••••••••••••«»••••••«•«•••••••••••«••«••••*5 •••««••••••••«•••••«•'•••"••••«««••»«•••«•••«••«•«•••••••••••••••a aâ, ayın Ord. Prof. Velıdedeoğlu'nun Hukuk ve Kadın ko nulu makalelerini içim burkularak okudum. Velidedeoğlu' nun yazdıkları acı da olsa gerçek. Yargüarına katılıyorum. Ashnda bu ulkede hıçbır sorun. kadın sorunu kadar düşundürücü olmamıştır. Sağduyumuz la düşünelim: Teokratik bir ımparatorluk kurmusuz. Bu katı, İ rartıjm, M I O I 1 , O B NOT: M a i t T t Aylak Musa ynılmna mUmkunM dakedilmeslnl. J 5 0 kellmeTt amuiB azenoe «Tartısnı.. na poMaİMunasinı rtes aderla. TEŞEKKÜR Sevgili ve kıymetli eşim, babamız, kardeşimiz KÖTÜ MÜ OLMUŞTUR? NAMIK OGAN'm vefatı dolayısiyle duyduğumuz derin acıyı bizzat gelerek, telgrafla, mektupla, telefonla paylaşan, çelenk göndermek nezaketini gösteren bütün yakınlanmıza ve müesseselere en içten şükranlarırruzı sunarız. AİLESİ (Cumhuriyet: 3445) G Nimbüs I r rijil • «s h i 7J ençliğın taşkm davrarmlarını suçlarken ıster ıstemez 28 Nisan hareketini yapan »ençliğide suçlamış olmuyor mu? Ozamankı gençlik acaba har.gı ıyasi örgütün talimatıyla bu ha reketi yapmıştı? Soruvoruz. Bu hareket kötü mü olmuştur? Bu tip gençlik hareketlerının hangısini iyi, hangisini kötü olarak niteleyebileceğiz; bunun ölçüsü ne olacaktır? Bunları söylemiyor sadece yıkıcı faaliyetlerin kötü olduğunu, bir siyasî partinin (TİP'in) tahrikiyle yapıldığını ve yapılacağını söylüyor. Bu görüşün gerçeğe uymadığı 28 Nisan olayları örnek gösterilerek ıspat edilebilir. isviçre Havayollan Türkiye Umum Müdürü Bay HANSPETER MINDER'in 31 Mart 1967 tarihinde istifa ederek Şirketimizden ayrıldığını büyük üzüntü duyarak bildirirken yerine Bay FRED WAELCHLI'nin tayin edilmiş olduğunu arzederiz. TEŞEKKÜR Sevgili ve kıymetli eşim annemiz ve MÜNİRE BİRSEN'in vefatı dolayısiyle cenaze törenine bizzat iştirak eden, büyük acımızı telgraf, telefon ve mektupla paylaşan bütün dost ve yakınlarımıza en içten tesekkürlerimizi sunanz. Binen, Sabonen, Tınaz aUeleri Cumhuriyet 3İ3» Elbette her taşkın gençlik hareketi iyi değildir ama, bunu tek taraflı olarak, bir siyasî örgüte ve sadece bir siyasi görüşe bağlamak da doğru değtldir. Nihayet S İVVISSAIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle