02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 Şubat 1936 PERDE ARKASI Romanın 7 tepesinden ve Dantenin 7 cehenneminden?! Âlim Piddingtonun yazıp sakladığı mektub, onun ölümünden evvel medyumlar tarafından nasıl ifşa edildi? Yazan: Sir Oliver Lodge Musîki Tenkidleri flCI BIB ANKETIN HULASÂSI Dördüncü konser Çarşamba gecesi dinlediğimiz dör düncü konser Türkiyede yüksek musiki hedefine doğru büyük adımlarla ilerilendiğini ve buna sebeb olan şahısların çok çahştıklarım gösteriyor. Mu hiddin Sadığı, koroyu ve Ali Sezin kuartetini halkımızm çok hararetle alkışlayışlan, gişelere karşı gösterilen hücum, tiyatroda bir tek yerin bile boş kalmaması, Konservatuar şeflerinin gös termiş oldukları bu azim sây ve gay rete halkın da candan bir arkadaş gib' iştirak ettiğini ispat ediyor. Kırılmaz bir hevesle çalışarak musi 3 ki sahasmda bu mucizeleri yaratanlarBu zaruretin sebebînl size bir misalle ra yazdıktan sonra şunlan ilâve ediyor la, onlan görmeğe, alkışlamağa gitmiş teşrih edeyim: Ruhî Taharriyat Cemiye du: olan halk arasında öyle kalbî bir irti ti azası ötedenberi, öldükten sonra açıla Pisgâh güzel ve şebnemli çayırlığı kısımlara bat var ki onların yapacakları ufacık ayırıyor bir kusur, çok küçük bir hata bizi de oncak mühürlü bir mektub vasıtasile ruhun Ayak izleriml esrarlı 7 ye dogru çekiyor lar kadar müteessir ediyor ve onlarm yaşamakta olduğunun ispat edilebilece Şafağm altın şamadanlannı ya&ıyor. gıpta edilecek yüksekliklere çıkışları, ğini düşünmekte idiler. Öldükten son Billur ktz kusursuz çahşları bizim de göğüsleri ra açılacak mektubdan maksad, bir adamizi kabartıyor. Bu sıralarda bir deniz seyahatinde mın sağ iken yazıp mühürlediği bir mekOnlar her iki çarşamba arası nasıl tub mündericatını, öldükten sonra ve bulunan Misis Hollan da şöyle yazıyorgeceli gündüzlü çalışıyorlarsa biz de işmektub açılmadan evvel bir medyum va du: lerimiz arasında onları kalblerimizden «Üç tanesi birbirlerîle mutabıktırlar. sıtasile ifşa etmesidir. çıkarmıyor, onları düşünüyor, sevincle, Tecrübe sahibi bulunmıyan bir kimse Belki de yedisi. Kadın, bilgili kadın, bil heyecanla onları alkışlıyacağımız günü nin böyle bir hâdiseyi ruhun yaşamakta lur kız, yazıcı ve hoca yazıcı, ve yeni ge bekliyoruz. O gün koşarak gidiyor, yerlerimize mıhlanmış gibi oturup ruhu olduğuna kat'î ve mukni bir delil say len iki kişi daha.» Son ibarenin, 7 rakamını vermekte o muza hitab eden bu arkadaşlarımızla ması pek tabiidir. Fakat tetkikat ispat eylemiştir ki böyle bir mektub, yazanın lan Misis Hollandın tanımadığı diğer yalnız kahyoruz. Diyebilirim ki. bizler ve onlar düşünsun'ü taksiri olmaksızın, başkalan ta otomatistlere işaret olduğu âşikârdır. Yukandaki tarife nazaran kendilerinden ce, ruh ve his itibarile bir silsile teşkil rafından okunabilir. Binaenaleyh o aediyoruz. Onlar bize en yüksek musikıdamın ruhunun kendi öldükten sonra ya bahsedilen kimseler şunlardı: Misis Forbes, Misis Verrall, Mis yi dinletmek için çalışıyorlar, fedakârşadığı keyfiyeti bu tarikle ispat edile Helen Verrall, Misis Holland, Misis lık gösteriyorlar, biz de onları en yük mez. seklere çıkartmak için yalnız bırakmı Piper, Misis Frith ve Misis Home. yor, daima yanlannda yürüyor, candan [Birçoklarınin malumu olduğu Veçhi1908 senesi temmuzunun 24 üncü güle ben de öldükten sonra açılmak üzere nü Myersin ruhu Misis Home vasıtasi bağlılığımızı ve sevgimizi veriyoruz. Koronun çok çalıştığı göze çarpıyor. böyle bir vesika terlib ederek bir tarafa le şunları bildirdi. Hazır bulunan koloGerçi seslerin tam manasile terbiye ekoydum. Fakal bu, şöylece okunabilecek nel Taylor not almakta idi: dilmiş olmaması, heyeti umumiyede ha«7 defa 7 ve 77. sade bir mektub değildir. Hem biraz kafif bir yavaşlığa sebeb oluyordu. Lâkin Sözlerimi diğerlerine naklediniz.» rışik, hem de o kadar çocukçadır ki münbu ancak zamanla telâfi edilebilecek bir Misis Holland 14 temmuz 1908 ta meseledir. Muhtelif eserler arasındaki dericatını ifşaya mukledir olduğum tak dirde bile pek yakm dosllarımdan başka rihinde şunlan yazdı: muvazene, irtibat çok şayani takdirdi. «Yedi tanesi de mutabıktır. Mister sınm dikkatini celbelmesine ihlimal Muhiddin Sadık gerek koroyu ve gePiddington 7 yi tamamlıyacaktır.» rekse orkestrayı fevkalâde denilebile yoktur. Bakınız bu haberlerin esası ne idi: cek bir meharetle idare etti. Bütün si Şimdiden söyliyeyim ki münderical i1904 senesi temmuzunun 13 ünde nirlerinin dikkat kesildiği belliydi. tibarile de bir ehemmiyeu haiz değildir. Cümleleri çok âmirane başlatıyor ve Buna rağmen teriib eylediğim usulü er Ruhî Taharriyat Meclisi azasından Mister Piddington, kendi vefatından sonra kesiyor, ahengi çok mahirane tanzim evah âleminde halırlıyacağımı tahmin emündericatını ifşa etmek maksadile bir diyordu. Muhiddin Sadığm büyük me diyorum.] mektub yazarak imzalayıp bir yere sak hareti ve bilgisi neticesidir ki bu ifti Öldükten sonra açılmak üzere yazılalamıştı. Mektub mündericatı, yukanda har edilecek kadro meydana çıkmıştır. rak bir tarafa saklanmış olan bir mektub Gecenin en büyük muvaffakiyetini ki haberlerle o ölmeden evvel ifşa edilmündericatının ervah âleminden ifşa ediAli Sezin kuarteti kazandı. Bu kuarteti mişti. Ortaya çıkmış olmak itibarile artık lerek ortaya çıkarılması vâki olmuş ve teşkil eden dört yüksek musikişinas saklanılmasında bir menfaat mutasavver birbirlerini jok iyi anlamışlardır. Bil hâdise mektubu yazan kimseyi hayretler olmıyan bu mektub 1908 senesi teşrinisa hassa Ali Sezin ve Mes'ud Cemil, İns içinde bırakmıştır. Vak'ayı kısaca anlanisinin 27 nci günü Ruhî Taharriyat Ce trumentlarınm hakikî üstadlan olduk talım: miyeti kâtibi Misis Johnsonla birlikte larını ispat ettiler. Bir arahk 7 rakamı biribirinden müs saklanılan dolabdan dışan çıkarıldı. Ve Kuartetin (Mozart) ı çalışında oyle takil olan birçok medyumlar tarafından mühürün bozulmamış olduğu görüldük bir akış, cümlelerinde öyle intihalar, söylenmeğe başlandı. Amerikada ispir ten sonra açıldı. 13 temmuz 1904 tari ifadeler vardı ki meftun olmamak ka tizme uykusundan uyanmakta olan Misis hini taşıyan bu vesikada şunlar yazılmış bil değildi. Piyer Catalepsie halinden çıkmak üzere tı: Bizi de kendilerile sürükliyerek Moiken yanıbaşında not almakta bulunan «Ben eğer bir ruh olarak haber ver zartın romantik devrine götürmüşlerdi. Mister Dorra «Biz 7 yiz» dedi. Bu mek iktidarım haiz olursam, herhangi bir Bunu takib eden Cemal Reşidin fa micümle kendisine okunduğu zaman da şekilde 7 rakamını lamim etmeğe çalışa nörnün Allegro ve Molto Allegro ha «Biz filvâki uzaklarda 7 idik» sözlerini, cağım. 7 yi kelime veya rakam olarak nelerinin güçlüklerine tereddüdsüz atıbiraz sonra da, ne söylediğinin manasmı bildiremiyecek olursam o zaman bina lışları, gayet selis çahşları malik oldukbile anlamıyarak, «Bizden yedisi 7» ke nın 7 lâmbası, Ephesusun 7 terliği, 7 de ları yüksek teknik ve kabiliyeti göste riyordu. limelerini ilâve etti. fa 7, biz 7 yiz ve saire gibi bir iarzda Kuartet çalarken göze çarpan bir sahSonradan 7 muhtelif otomatistin Mi bildireceğim.» ne kayidsizliği, arka perdenin açık bırasis Verrall, Misis Holland, Misis ForMisis Holland 1909 senesi kânunu kılmasile sıraların ve tezgâhlarm hal bes ve sairlerinin bu 7 rakamını ihbar et sanisinin 20 sinde şöyle yazıyordu: ka teşhir edilmesidir. O manzarayı kümekte olduklan görüldü. çük bir perde ile kapamış olsaydılar «Sekiz cevablara çarptı.» 1908 senesi nisamnda Misis Verrall Mister Piddington da mektubundaki ikide birde bakmak mecburiyetinde kal yazısında «Romanın yedi tepesinden» ve 7 lere ilâve edilerek bu ibare ile netice mış olduğumuz bu çirkin manzaradan sonra da «Dantenin yedi Cehennem dai bildiriliyordu. nazarlarımızı çekmiş ve bütün ruhu muzla kuartete bağlı kalmış olurduk. resinden» bahsediliyordu. Bu inkısamlı muhaberedeki 7 rakamıCemal Reşidin fa minörü zikre şayan Ayni senenin mayısınm 11 inci günü nın bir tesadüf mahsulü olmadığını ar bir eserdir. San'atkârın kompozisiona Mis Helen Verrall «Aşağı sarkan bir tık siz de takdir edersiniz. Medyumlar olan kabiliyeti ve yüksek zekâsı aşi yaprak» diye yazıyor, ve yedi kısımlı bir dan ve beyanatlarda hazır bulunanlardan kârdır. Musikiye olan yüksek hâkimi yaprak resmi yaptıktan sonra devam edi hiçbirinin bu mühürlü mektubdan habe yeti neticesi notalarla, cümlelerle çok yordu: ri yoktu. Bununla beraber haber; onu mahirane oynuyor. İsyan eden bir gö «Yedi kollu şamdan, yedi kilise. Fa yazan kimsenin vefatından evvel geldi. nülden taşan Allegrolardan sonra istekat bunlar ziyaları birleşmiş yedi kilise Biz de bu haberleri ileride onun ruhu diğini elde etmiş, sükuta kavuşmuş ruaıumu veya alâimisemadaki yedi renk nun, diğer âlemde yaşamakta bulundu hunu bize adagiosuyla gösteriyor. Fakat değil.» ğuna kat'î bir delil olarak göstermek ha buna da kanaat etmiyerek tekrar isyan ediyor ve müzik isyanla bitiyor. Kom «Esrarengiz birçok yediler tasına düşmekten kurtulmuş olduk. pozision baştan aşağı karanlık bir perde Hepsi bir işe yanyacak Beka âleminde bulunanların, öldük arkasında gizli yürüyor. Onu görmek Biz yediyiz ten sonra açılacak bu gibi mektublann ve anlamak istiyen nazarlardan kendi F. W. H. Mayers.» Misis Frith ismindeki diğer bir otoma faydasızlığını göstermek istedikleri âşi sini daha gizliyor, daha karanlıklara karist te «Eski hakim» kitabından bir fık kârdır. Çünkü bunlar yazıldıklan andan çıyor. Kıymetli bestekârm derin eserinin birçok yerlerini anlamıyarak alkış[•] Birinci ve ikinci makaleler 29 ve 30 itibaren onlar için açık bir kitab mahiyeladığımıza şüphe etmiyorum. Biz daha tindedir. ikincikânun tarihli sayılanmızdadır. lâmba sönüverdi. Motör, homurdandı; araba, sallandı ve ağır bir dönüşle kö şeyi döndükten sonra, birden hızlanıverdi. Ali Tunc, saklandığı yerden çıkmıştı; ayaklannın ucuna basarak, koşar adım arla ileriye atıldı. Caddede bir otomobil bulacağmı umuyordu. O zaman, siyahlı kadının bindiği otomobile yetişecekti. Fakat, caddeye çıktığı zaman, otomobil bulamadı; ge çenler, hep dolu idi. Ali Tunc, bir müddet bekledi... Si yahh kadının bindiği otomobil, caddeden kayıp karanlıklarda kayboldu. Ali Tunc, otomobilin arka fenerinin kırmızı ışığmın da gözden kayboluşuna bakh; içini çekti: Allahtan, numarayı yazdun! Veremle mücadele için hastane kâfi değildir Evvelâ sefaleti sindirmek ve bu uğurda vatandaşı tek insan halinden kurtararak bütün cemiyeti zümre zümre teşkilâtlandırmak lâzımdır Acı bir anket ismini verdiğim yazılanma daha aylarca devam edebilecek kadar çok mevzuum vardı. Fakat bana yazması bu kadar elem veren bu yazıların daha uzamasını gönlüm istemedi. Çünkü her biri birer facia mevzuu olan bu hazin ve hakikî hayat hikâyelerini naklederek okuyucularımın hassasiyetini ve âsablarını üzdüğüm kanaatindeyim.. Bunun için yazılarımı kesiyorum. Esasen maksadım, bu, büyük facianın birkaç sahnesi üstünden perdeyi kaldır maktı. Yoksa bir yevmî gazetede memleketteki bütün veremlilerin hikâyesini yazmağa imkân yoktu. Ankete başlarken memleketin her tarafında olduğu gibi İstanbul şehrinin fakir mahllelerinde de veremin saltanat kurmuş olduğunu iddia etmiştim. Büyük bir esefle bu iddiamın bir hakikat olduğunu gördüm. Ve gösterebildiğimi de zannediyorum. Çünkü verem, tıpkı binbir fenalık gibi sefaletin kucağında doğan musibetlerden biridir. Memlekette sefalet eksik olmadıkça verem hastalığmın önüne geçmek imkânı yoktur. İsterse daha üç dört sanatoryom açılsın; fakir mahallelerin yetiştirdiği veremlilerin yer bulmasına ve yerleştirilmesine gene imkân yoktur. Veremin önüne geçmek için evvelâ sefaletle mücadele etmek lâzım. Size bir misal söyliyeyim. Nişantaşında Çınar sokağında bir ilkmekteb vardır. Geçen gün çok değerli müdiresile görüşüyordum. Kendisi bana şu sözleri söyledi: « Bizde 1080 talebe vardır. Bunlardan iki yüz, üç yüzü fevkalâde fakirdir. Geri kalanlann oldukça mühim bir kısmı da ortahalli zannedilen, fakat hakikatte sıkmtı çekmekte olan bir sınıfın çocuklarıdır. Fakat muhakkak ki bu iki yüz, üç yüz talebe tamamile aç olarak tahsil görmektedir. Kızılay bütün gayretine rağmen bizim mektebımizde bu çocukların ancak otuzuna yemek vereb;lmektedir. Geri kalanları gıdasızdırlar. Ben bu çocukları doyurmak için yegâne çare olarak şunu buluyorum: Bu muhit zengindir. Hali vakti olan aileler için günde bir çocuğu doyurmak mühim bir mesele değildir. Onlar bize tezkere yazsınlar, biz öğleleri çocuklarımızı oraya gönderelim. Yoksa bu aç büyüyen çocuklan hastalıklardan kurtarmak ve yetiştirmek çok gücdür.» *** Nişantaşı gibi zengin bir muhitin bir mektebinde üç yüz aç çocuk olursa fakir semtlerde aç çocuk adedinin kaça çıktığını hesablamak herhalde güç olmıyacaktır. Ailelerin kendilerini geçindirmekten âciz olduğu semtlerde ise çocukların başka aileler tarafından beslenmesine imkân yoktur. Kızılay ve Çocuklan Esirgeme Kurumlannin yardımlarına gelince bu da mevziî ve nisbî olduğu için bütün bir memleket çocuk ordusunun bu yardımlardan tam istifade etmesi kabil değildir. Bunun için yardımın başka türlü teşkilâtlandırılması lâzımdır. Dünyanın her tarafında işsizlik ve sefalet vardır. Ve belki bizim memleketimizde işsizlik çekenlerin adedi diğer memleketlerdekine kıyasen pek çok azdır. Fakat bizde işsizlik ve hatta işlinin Şaka niyetine! |j Fahrî rütbeler Eğer haber doğru ise, Amerika donanma başkumandanlığı, güzel şarkılarile halka denizciliği sevdirdiği için sinema yıldızı Gingers Rogerse fahrî amirallık rütbesi vermiş! İmparatorluk, krallık, amiral, general ve sair kumandanlık, asalet, servet sinemalann filim rüyasında artistlere verilip alınır şeylerdir. Fakat saraylarda, binbir düzenle sıraya konmuş hileli, fakat muhteşem eşya, ve güzel kadınlar arasında birkaç saat veya hafta süren öyle hayalî hükümdarhklar olur ki belki Ondördüncü Lui görseydi gıp ta ederdi. Rüyalar horoz ötünciye kadar sürdüğü gibi bunlann ömrü de rejisör «tamam!» diyince biter ve sahnedeki Sa Majeste, gene alelâde vatandaş olup çıkardı. Amerikan amirallığının bu kararile donanmaya mı, yoksa Amerikan filimlerine mi reklâm yapmak istediği pek belli değil. Ancak imtisal olmak bakımından hoş bir çığır açmadığı da meydanda. Çünkü «Aşk Resmigeçidi» nde ses ve kıyafetile nefis bir zabit olan Janette Macdonalda generallik, ve buna benzer diğer artistlere de muhtelif rütbeler verilirse korkarız ki iş ciddiye binecek ve muazzam Amerikan filosu güzel ses ve güzel yüzlerden mürekkeb bir kumanda heyetinin elinde operet donanması olup çıkacak!. O zaman ihtimal ki sulh zamanında 40 buçukluk topların namlulan yerine şimşek gözlü dilber kadın amirallann bakışlarile ortalığı susta durdurur amma, harb patlayınca artık Kalifornia kıyılarına baştankara edip bol bol filim çevirirler! Bizde de sinema san'atkârlarına rütbe verilmek lâzım gelse ne olurdu? Meselâ Hazıma taka amirallığı, Vasfi Rızaya denize olta atıp eski papuç çıkardığı için kavaflar kâhyalığı, Naşide ciğercibaşı lık ve saire.. Yakışır mıydı dersiniz? çektiği sefalet hiçbir medenî memleketteki sefaletle kabili kıyas değildir. Çünkü hükumet memurları müstesna olmak üzere memlekette şirketlerde, hususî müesseselerde, hususî fabrikalarda çalışan insanlann hiçbirinin ne tekaüdiyesi, ne mazuliyet maaşı, ne hayat sigortası vardır. Dün sıhhatte olan, çalışabilen ve kazanabilen bir insan bir gün hastalandığı zaman bu hastalığı müddetince kendisine ve ailesine yardım edecek hiçbir yer ve teşkilât bulamaz. Ve en dolgun maaş alan bir memurdan otuz kuruş gündelikle çalışan ameleye kadar halkımızm hepsi, hepsi ayni çaresiz ve ümidsiz sefaletin içine düşmeğe mahkumdur. Bu kadar teşkilâtsız ve bu kadar başıboş bir halkı barındıran bir şehrin, çok zengin bir bütçesi olmazsa nasıl olur da meccanî olarak bütün hastalara bakabilir ve her sefalete el uzatabilir? Yirminci asırdayız ve yirminci asırda medeni bir memleketin insanları hayatın bütün sefalet, açlık, işsizlik ve hastahklarına karşı gelebilmek için Kurunuvustada olduğu gibi tek baslarına mücadele etmekle bırakılmamalıdırlar. Tek adamm hasta olsa da, olmasa da yalnız kendi vasıtalarile hayatla müca delesi yapılır iş değildir. Biz halkımızı mesleklerine, meşguli yetlerine göre grup grup teşkilâtlandır malıyız. Bu grup teşekküllerinin gayesi sadece içtimaî yardım olmalıdır. Her meslek mensubu çalıştığı müddetçe kendi kazancından ufak bir paraMuvazene meselesi yı bir hastalık, işsizlik sandığına terketmelidir. Ver her iş verici de işçisine verRomanya Krah, yeni Ingiltere Krah diği gündeliğe göre kendi kesesinden u için «muvazenesi yerinde ender adamlarfak bir parayı bu gibi ânzalara sigor dan biridir. Ve kendisinde müstesna bir ta olarak o sandığa terketmeğe mecbur düşünce derinliği vardır» demiş. tutulmalıdır. Britanya hükümdannın fıtrî kabiliyetYalnız bugün nafakasını kazanan ame lerini ve zekâsını işliyerek meziyetlerini lenin gündeliği bir insanı geçindirecek yükselten tecrübelerini okuya okuya ezşekilde değildir. Bazı fabrikalann bu ber biliyoruz. Ancak Romanya Krah gündelikleri otuz kuruşa kadar indirdi Hazretlerinin ilk cümlesinden çıkan mağini görüyoruz. Otuz kuruşa çalışan sağ na eğer tercümede hata yoksa dünya lam bir insanm hastalanacağı günleri dü işlerine el koyanlar arasında muvazeneşünerek bu çok ehemmiyetsiz gündelikten lilerin «ender» olduğu hissini de veriyor. Hani Duçeye dair tuhaf ve belki de para kesilmesine razı olması tasavvur easılsız bir fıkra anlatırlar. îtalyan Ba}dilemez. Bunun için alâkadar makamatın amele ücretlerinin bir insan yaşamasına veküi bir timarhaneyi ziyaret etmiş ve kâfi gelip gelmediğini de tetkik etmesi bütün hastalar tarafından çılgınca alkış ve bazı iş vericilerin insafsızlığa varan lanmış. Yalnız bir kişi, kollannı kavuşistismarlarından onları koruması lâzım turmuş, sakin ve lâkayd; manzarayı seydır. Bu suretle bütün bu küçük grup te redermiş. Duçe biraz mütehayyir, ihtişekküllerinin umumî surette teşkilâtlan mal biraz da kızgın: Burada herkes beni heyecanla dınlması ve o kasaların ücretli doktorları olması çok mümkündür. Yardım sandık alkışlıyor, sen niye alkışlamıyorsun? ları icab ederse hastane de yapabilirler. demiş. Herif gülümsemiş ve soğukkanhlıkla İcab ederse kendilerine merbut olan hastaları ücretli hastanelerde tedavi ettire şu cevabı vermiş: Ben deli değilim ki! bilirler. Hikâye sahi ise, bu cevabdan sonra Sonra işsizlerin kontrol edilmesi de lâzımdır. Bunun için bir büro kurulma adamın hakikaten çıldırarak tımarhane h, işsizlerin buraya kaydedilmesi ve bü ye girip girmediğini bilmiyoruz. Eskiden büyük devlet reisleri yüksek tün işçi istiyenlerin buralara müracaat etmesi şart tutulmalıdır. Bu şekilde kimin «kiyaset ve dirayet» lerile tavsif edilir tembellik ve serserilik ettiği, kimin iş bu di. Büyük Harb cinnerinden sonra artan lamadığı meydana çıkar, ve iş bulamı sınir bozukluğu zaar bu kalite mefhumuyanlara yardım edilir. İş bulup ta çalış nu bozmuş olacak ki bugün sadece mu mak istemiyenlerden ise bütün yardımlar vazenesi yerinde olmak bile ender me ziyetler haline geldi. ŞAKACI kesilir. Dünyanın hiçbir memleketinin ne sıhhiye teşkilâtı, ne de belediye, şehir has felâketinden kurtaralım, onu cemiyete taneleri ve içtimaî yardım kollan, bir mal edelim. *** memleketin bütün sefaletlerini yok ede Simdi hasta olan vatandaşlara nasıl mez ve bütün insanlarmı bir yere banndıramaz, hastahklarını tedavi edemez. yardım edilebileceğini, onlara yardım iDünyanın her medenî memleketinde bü çin ne gibi şeylere ihtiyac olduğunu bu eski musikiyi hakkile kavrıyamadığı işlerle yakından alâkadar olan kıymetli mız için böyle mistik bir eser halkımı tün içtimaî yardımlar bu şekillerde, yani hekimlerimizin bazılarına sordum. Ya za biraz ağır geliyor, desem belki doğ her meslek ve san'at erbabımn birleşip biribirini korumasile olur. Artık Türk rın o cevabları neşre başlıyorum. ru söylemiş olurum. AHMED RATİB ÇANGA vatandaşım tek insan halinde yaşamak SUAD DERVtS Aşk ve macera romanı ahat Yazan: MAHMUD YESAR1 5 Ali Tunc, kimsenin kendisine bak madığına emin olunca, ayaklannın ucuna basarak merdivenlerden indi ve kapıda durup iç zinciri tutarak kapıcıya bahşiş verdi; yan açılan kapıdan bir gölge gibi sessizce, gürültüsüzce çıktı. Kapının biraz ilerisinde, köşe başına yakm, ışıklan söndürülmüş bir otomo bil duruyordu. Ali Tunc, sokağm karanlığmdan istifade etmeği düşündü. Yandaki evin içerlek kapısma sırtmı vererek gizlendi. Biraz sonra, kapı açılmıştı; Ali Tunc, yüzünün aklığı görünmemesi için, şapkasmı öne iğdi; bakıyordu. Gene kadın, uzun kapını sürüyerek sık adımlarla otomobile doğru yürüdü. Otomobilin, birden ışıklan yandı. Ali Tunc, titredi. otomobilin arka fenerinin ışığı, arka numara plâkasını ay dmlatmıştı. Ali Tunc, numarayı bir hamlede okudu; fakat unutacağından kork tu. Cebinden kurşun kalemini çıkardı, ve gömleğinin yumuşak kolluğu üzerine, kalemi bastıra bastıra yazdı: «41887» Siyahlı kadın, otomobile girince, iç meği bile unutmuştu... Odasmda, ağır, dalgın adımlarla dolaşıyor; sigaranın birini söndürüp birini yakıyordu. Daracık yerde, dört duvar arasında gezinmekten yorgunluk duymuyor; yalnız, ayni şeylere bakmaktan, ayni şey leri görmekten içi darahyor, gözleri karanyordu. Pencerelerin camlanna alnmı dayı yarak saatlerce duruyor; bir hayali, görünen, veya görünecek bir gölgeyi gözetler gibi, yan sokaktaki fenerin ışığile alacalanan kirli karanlıklardan gözlerini ayıramıyordu. Karanlık sokaktan arasıra, ayak sesleri duyuluyordu. Fakat Ali Tunc, geçen, kaybolan gölgeleri, karaltıları gör müyordu. O, ışıkta da, karanlıkta da, 2 hep, etekleri yerlere kadar sürünen kızıl kan rengi kapa sannmış, zümrüd gözlü kadını görüyordu. Bir görüşte, bir bakışta vurulup alev alev tutuşan sevgilere, inanmıyordu. KaAli Tunc uyuyamıyordu... Uyumak değil, soyunup yatağa gir fası ve sinirleri, masal tuzaklarma, ha «T. 41887» numaralı otomobil yallerine takılmıyacak kadar sağlamdı. Onu düşündüren, bunaltan, şaşırtan, yeşil gözlü kadının, bir sır kokusu dağıtan havası idi. Ali Tunc, odasında dolaşırken, ka pıya hafifçe vurulmuştu; Ali Tunc, durdu: Giriniz! dedi. Korkak bir çevirilişle reze gıcırdadı, kapı, yan açıldı; pansiyonu işleten ihti yar Rum kadınının, kirli beyaz kıtığa benziyen taraz taraz saçlı başı göründü: Daha uyumadınız? Hastasınız? Ali Tunc, savar gibi elini salladı: Hasta değilim... Sıkı işim var, çalışıyorum. Ihtiyar kadın, ışığı sönük gözlerini kırpıştırdı, dudaklannı kunıldattı, yutkundu ve birşey söylemeden çekildi. Ali Tunc, kâh bir pencere önünde durarak, kâh ağır ağır dolaşarak, orta lığın ağarmasmı bekliyordu. Yüksek çatı aralanndan sızan sincabi aydınlıklar, Ali Tuncun gözlerine, do ğan yaz güneşi gibi geldi. Karyolanın üstüne attığı paltosunu aldı, kafasının içindeki karanlıklan dağıtabilmek veh mile kendini sokağa attı. Köşeyi döner dönmez, Ali Tunc, biraz acele etmiş olduğunu anladı. Geniş cadde, bütün uzunluğunca uyuyordu. Yüzünü buruşturarak ileriye, geriye bakındı; açık tek kepenk göremedi. Fakat sabah ayazı, sinirlerinden da marlarma, hatta derilerine kadar sinsi sinsi yayılan uyku gevşekliğini birden gidermişti. Bu diriliş, canlanış, Ali Tuncu sevindirmişti; paltosunun yakasmı kaldırdı, ve ellerini ceblerine soktu, Taksime doğru yürümeğe başladı. Oradaki şoförlerin uğrağı sabahçı kahvelerini biliyordu; gece kapanan talihi, belki sabah açılırdı. Ali Tunc dört taksinin sıralandığı kaldınmın az ilerisindeki, camlan buğulu kahveye girdi; bir köşeye çekildi. *Arkan var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle