02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ŞuVat CUMHUEtTET Yenl anlaşılan hakikatler Ermenistan denilen saha üzerinde bir tetkik Bu mıntakanın Babilden gelenler tarafından iskânı ve Semiramis hikâyesinin menşei Bugünkü vaziyete bakılarak, Ermeni ve yahut ta Van Köniformlan tabir edilen, Van ve civarında bulunan birçok yazılarla bunlar üzerinde yapılan uzun, pek derin tetkikler, bize vaktile Ermenistan denilen mahallin hududunu pek güzel tayin etmektedir. Burası şimalen Aladağ, cenuben Er deşdağ, şarkan Koturdağ silsilei cibali, cenuben de Van gölünü kesen bir hattı. Bizi bu kanaate sevkeden sebeb, Köniform yazılarına en fazla bu hudud dahilinde rasgelmekliğimizdir. Hududunu çizdiğimiz bu havaliye Biaina ve yahut ta Viaîna tesmiye edilmekte idi ki merkezi idaresi bugünkü Van şehrinin bulunduğu mevkideki Dhus pastı. Fakat bunlar bu havaliye verilen son isimlerdi. Asuri metinlerde okuduğumuza göre, burasmın ilk ve en eski ismi Urardthu dur. Lenormantın pek derin tetkikine go re, bu kelime menşe itibarile ne îranî ve ne de Aridir. Zaten Babil Köniform yazıları, bu isimden bahsetmektedirler ki; bu bahsettikleri zamanda Medi müteferrik cumhuriyetler halinden imparatorluğa geçmiş, Ariler hicretlerini garbe doğru tevsi etmemişlerdi. Daha doğru bir tabirle bu zamanda Ariler, en iptidaî, en vahşi bir hayatm içinde yu varlanmakta idiler (1) Kablelmilâd 16 ncı ve 1 7inci asırda yazılmış olan bir Babil metninde Kuthu ile Akharru arasındaki dağlık bir araziye Urardthu isminin verildiği görül mektedir. Akharru ismini gene bu Bâbil Türkleri tarafından Filistine de verilen bir isim olarak ta görmekteyiz, ki bu se bebden bu kelime birçok zamanlar Fi listinle karıştırılmıştı. Kutu ise bugünkü (Cudi) dağlarıdır ki, Cudi kelimesi Kutudan bozma bir kelime şeklidir. Fakat Urdthu kelimesi ile Uradthu kelimesi arasındaki fark o kadar azdır ki, {Sayce) nin dediği gibi, bunların ayni olduklarını kabulde tereddüd edilemez. Demek ki bu havalinin ilk ismi, Bâ bil Türklerinin ilk defa buraya verdikleri Urardthudur. Velhasıl aslında Urar . Tahn olma<sı lâzımHir ki (TTrar dağı) demektir. Biz bu,"»ünkü Kazaklar, da bile dağ kelimesinin telâffuzunda (G) harfinin (V) ve (H) ile karışık bir surette (Tavu) okunduğunu görüyoruz. Demek oluyor ki coğrafî vaziyet iti barile bu havali karşımızda ilk defa Türk olarak belirmektedir. Diğer taraftan Ermenistan tarihini pek iyi tetkik eden Moîse de Khorene, Ermeni tarihine (Haîg) den itibaren başlamaktadır. Bu müellifin tetkikine göre Haîg oğlu Ermen ak ile beraber Babilde, Babil Türkleri arasmda yaşa makta idi. Babil Kralı Belusun şiddet ve istibdadmdan bıkmış olduğu için çocıklannı, kızlarını, torunlarını ve üç yüz kadar maiyetini alarak şimal istikametine Ararat dağları cihetine çe kildi. Burada şehirler yaparak kanun Iar vücude getirdi ve bütün bunları hafidi Gatmosa bırakarak kendisi daha üeriye gitti. Onların kaçmasma son derece kızan Bâbil hükürndarı Kral Belus kendisi ne şu haberi gönderdi: (Buzların ve karların arasmda ta vattun ettin!. Tekrar ısınmak istersen, soğuk, şedid, mütekebbir ahlâkını bı rak! Hüküm ve nüfuzuma itaatle de halet et!.. Ve imparatorluğum dahilin de neresini arzu edersen orada yaşa..) Haîg buna nefretle mukabele etmişti. Bunun üzerine ordusunu toplayıp Belus şimale hareketle Haîği tedib için Ararat memleketlerine, Gatmosun sakin oldu ğu mıntakanın yanına geldi. Gatmos büyük babasmın yanına kaçtı, vaziyeti (1) Lenormant; Manuel d'histoire, II okuyumız. ona anlattı. Haîg de maiyetini toplıya rak yürüdü. Aralarmda cereyan eden muharebe neticesinde Belusu okla göğsünden vurup öldürdü. Fakat bu ölüye hakaret etmiyerek onu Harka getirdi ve orada kadınlarının ve evlâdlarınm iştirak ettiği bir cenaze alayile en yüksek bir tepeye defnetti. Bundan sonra, Ermeni tarihine, bir hurafs olan sahte (Semiramis) in ka nştığını görmekteyiz. Her şeyde ol duğu gibi, bu havalide görülen muhteşem mimarî eserlerdeki bütün güzellikler tarihte yaşamamış olan bu kadına atfedilir. Guya Ermenistan Prensi Araya âşık olan Semiramis, bu akşını teskin için onu çağırmış. Fakat faziletkâr Ara red cevabı vermişmiş! Bunun üzerine buraya yürüyen Semiramis, Arayı mağlub ederek bütün Ermenistanı zapt ve orada muhteşem bir mimarî ve parlak bir medeniyet vücude getirmişmşi!.. Hakikî tarihle şu masalı gözönüne getirdiğimiz zaman, şimdiye kadar Ari kabul edilen Ermenistanm ne olduğunu öğrenmek imkânına malik olabiliyoruz. Evvelâ, bunların ilk sakin olduklan yerlerde verilen isim, Leromontun da dikkat ettiği gibi en sağlam bir Türk ismidir. İkincisi, ilk Ermeni olduğu zannedi len Haîg, Babilden, Bâbil Türkleri arasmdan çekilerek evlâdlan ve maiyeti ve onlarm ailelerile beraber, buralara gelmiş ve tavattun ederek Ermenistanı vücude getirmiştir. Onun alelâde, ba sit bir adam olmadığı da anlaşılmak tadır. Kendisi, Kral Belus tarafından Bâbile çağınlmış ve sonra da takib edilmiştir. Sonra Haîg, bizzat öldürdüğü Kral Belusun cenazesine hakarette bulunmamış ve bilâkis ailesi efradı hu zurunda hürmetle bir tepeye defnet miştir. Bütün bunlar bize gösterir ki Haîg, Bâbil Kralı Türk Belusun kardeşi değilse bile pek yakını bir akrabası idi. Çünkü Türk olmasaydı, bu ölüye hür met ve tazimde bulunmaması. icab edecek, en eski Türk âdet ve akidelerinden olan ölüye hürmet hissini göstermiye cektir » * * * **» •'• Erırîenİstan lşme" de "Sertlramis hikâyesinin karışması şüphelerimİ2i daha ziyade takviye etmektedir. Aslına menşe olmak üzere îranlılık izafe edilen bu kadından bize en ziyade bahsedenler, Justinle Diodore de Se ciledir. Bunlar da bu kadın hakkındaki efsanevî masallan Ariasın tarihinden toplamışlardır. Hikâyeye göre (Semiramis), Ninova generallerinden Onnes nammda birisinin karısı imiş. Paktıra şehrinin muhasarası esnasında generalin ölmesi üzerine (kablelmilâd 2000) onu Asuri Kralı almış, onun ölümünden sonra da oğ lu Nyniasla beraber 42 sene saltanat sürmüştür. Tarihte vak'a bununla kapatılmış olsavdı, bu mevhum kadın hakkmda bir tek satır bile yazı yazmak zahmetine katlanmaz, gelmiş geçmiş ve saltanat sürmüş bir kraliçe der ve bir köşede bırakırdık. Fakat ayni tarihin bütün Türk mimarisini ve büyük işlerini buna tahsis etmesi, hatta bunu (Ekbatan) şeh rinin şimdiki Hemedan ve Ermenistanm banisi olarak göstermeğe kalkış ması, bizi meseleyi daha ciddî surette tetkike mecbur bırakmaktadır. Köniform metinleri bize Sammura nat nammda bir kraliçeden bahseder ki bu da Ninova Kralı Adas Mirarın karısıdır. Ve kablelmilâd 858 senesinde yaşamıştır. Ciddî bir müverrih olan Heredot ise Kraliçe (Nitokris) ten beş batın evvel yaşamış olan bir Semiramisten bahse der ki bunun da tarihi kablelmilâd 800 dür. Şu halde bu efsane (Semiramis) ile bunlar arasmda hiçbir münasebet Şan konseri Yarın akşam Nimet Vahidi ve NuruIIah Şevketi dinliyeceğiz Dil üzerinde çalışmalar Arşitekt Mimar Arkh archos itectön tekton iğmar mimar sözlerî Etimolojik ve morfolojik tahlil de sondaki (n), (ğ) yerine kaim olmuşKelimenin orijini olmak üzere grekçe tur. ( N ) , (sağır kef) yani okunmaz olduğu söylenen [ 1 ], (arkhitecton) gös (kef) ki o (ğ) dir ile ifade edildiği teriliyor. Kelime kompozedir: Arkh + zaman bu nokta daha iyi anlaşılır. ARŞİTEKT itecton. Nouveau Petit Larousseta kelime şu «Arkh» ve «arkos» sözleri «tekte» ile suretle ikiye ayrılıyor: «Archos f tek birleşerek husule gelen (Arkitekte) keliton». mesi, baştaki «k», «ş» ye tahavvül edeArkh \ itecton = maître 4" cons rek, arşitekte, veya arşitekt olur. Arşitekt kelimesini, türkçe orijinden olduğutructeur. Archos + tekton = chef f ouvrier nu bilerek, kullanabiliriz. Bu kelimeyi mimar manasmda arşitek telâffuz etmek [2]. Kelimeleri Türk imlâsile yazarak eti kâfidir ve bu sözü teşkil eden unsurlar kelimeyi mükcmmelcn tamamlamaktamolojik şekillerini altalta gösterelim: dır. Ondan sonraki (et) ilâvesi, ancak I. ARKH, ARCHOS (1) (2) (3) (4) (arşitektür) kelimesile yaratıhr. Onun I. Arkh : ağ + ar + ak + oh da başkaca izahı vardır: MİMAR II. Archos: ağ + ar + ak ) os Iki kelimede ayn ayn görünen son harflerdir. Halbuki (ğ, y, g, k, h), Türk lehçelerinde (s, z, ş...) ye tahavvül eder. Onun için rol itibarile burada ( h = s) tir. (1) Ağ: Kendinden sonra gelen söz unsurunun vokali ile kaynaşarak düşmüş olan köktür. Manası burada «büyüklük, yükseklik, kudreb> demektir. (2) Ar: Kökteki mananın bir süje veya objede takarrürünü gösterir ektir. (3) Ak: Kök anlamınm kendi üzerinde takarrür ettiği obje veya süjeyi gösterir. (4) Oh (os): Kendi üzerinde kök mefhumu takarrür eden süjenin manasını tamamlar ve isimlendirir ektir. O halde: «Ağarakoh, ağarakos» kelimeleri ,son almış olduklan morfolojik ve fonetik şekillerile yazalım: «arkh, arkos» «Maître ve chef», yani «büyük olan, kuvvetli olan, efendi olan» demektir. Not: 1 Kelimeyi biz bugün «hami, himaye, iltimas, muzahir» [3] anlamlarında «arka» şeklinde kullanmaktayız. Kelimenin «arha» şekli de vardır. «Himaye edilmiş, tatmin edilmiş» raanasina olan (arhayın) kelimesinde görüldüğü gibi. (Arkayın) dahi ayni masadadır [ 4 ] . Not: 2 (Arka) kelimesinden «himaye etmelj, iltimas etmek, itimad etmek» gibi anlamlarda (arkalamak) [5]; «istinad etmek» anlamında (arkalanmak) [6] ve «galib» anlamında (arkan) kelimeleri de vardır [ 7 ] . Kelimenin etimolojik şekli şudur: (D (2) (3) (4) (iğ f im f iğ f ar) (1) îğ: Hareket ve faaliyet anlamına köktür . (2) Im: Hareket ve faaliyet kendinde tecelli eden süje veya objeyi gösterir. (3) îğ: Buraya kadar olan kelimenin manasını tamamlar ve isimlendirir. (îğimiğ = iğmek = emek): «çalış mak, sây» demektir. (4) Ar: Kelime anlamının, müspet ve kesin bir saha veya nokta üzerinde veya o sahada bulunan süje veya obje üzerinde takarrür ve taayyün ettiğini gösterir. Kelime iki şekilde mevcuddur: I. Etimolojik şeklinde (3 üncü unsur olan (iğ), tıpkı başta bulunan (iğ) gibi, kaynaşarak düşüyor ve kelime (imar) şeklini alıyor. Bu şekil, «çalışma, yapma» mefhumunun bir obje üzerinde takarrürünü gösterir isimdir. II. (3) üncü unsur olan (iğ), fonetik icabı, kendinden evvelki (im) şekline girer. Bu takdirde (iğimimar), ve son fonetik şeklile, (mimar) olur. Bu kelimede, mefhum manasının, süje üzerinde takarrürü görülür. Not: 1. «Mimar» sözü ile «memur» sözü arasmda, morfolojik ve semantik bakımdan olduğu kadar, fonetik bakımdan da, hiçbir fark yoktur. Etimolojik şekillerini altalta yazalım: (1) (2) (3) (4) Mimar : eğ + em 4" iğ (m) 4 ar Memur: eğ + em 4 eğ (m) 4 ur Görülüyor ki «mimar» ile «memur» ayni şeydir. Yani «ceht, emek, gayret, çalışma», kendi üzerlerinde takarrür eden süjenin adıdır. Not: 2. (Mimar) sözü bizim lugat kitablarımızda arabca diye gösterilmiştir [9], Fakat Arab dilinin kelimelerini gösteren lugatlerde bu söze tesadüf edilmiyor [10]. Bundan da anlaşılıyor ki (mimar) sözü Arab dilinin fasih denilen sözleri arasmda değildir. Müvellet, yani sonradan yapma denilen sözler sırasma girer. Bu da kelimenin asıl kuruluşunda Arab diline de kök salan ve kaynak olanTürk dilinin öz malı olduğunu gösterir. Müspet değişiklikler Sekizinci asırda yaman bir kış olmuştu. O hengâmede Kefeden gelen bir t ü o car kafilesinin Üsküdardan îstanbula araba ile geçtiğini yazan Cenabi Tarihi halkm bu tabiî hâdiseden korkarak kiliselere koştuğunu kaydeder. «Yol oldu Üsküdara bin otuzda Akdeniz dondu» mısraile tarihi tesbit olunan (1620) yıhndaki kışı yazan müverrihler de: «Sarayburnile Usküdar arası cümle buz olup Galatadan îstanbula ve Has bahçeden Kireçkapısına piyade adam geçti» dedikten sonra bu vakıayı kıyamet alâmeti sayanlar bulunduğunu da söy lerler. (1629) da da îstanbul yaman bir fırtına geçirmişti. Bir salı günü sert sert esmeğe başlıyan riizgâr, kasırgaya çevirdi, gök karardı, birçok yıldınmlar düştü. Tarihler bu fırtınayı anlatırken «Beşiktaştaki Sultan Ahmed köşkünde oturup Hekimbaşı Emir Ali ile birlikte Şair Nef'inin hiciv mecmuasını okuyan Dör düncü Muradın fırtınadan ürktüğünü ve köşkün yakınma düşen bir yıldırımı ilâhî bir tenbih, bir işaret ve bir ihtar tas^rak hiciv mecmuasını yırtmakla beraber Nef iyi çağırtarak tövbe ettirdiğini» hi kâye ederler. (1639) daki bir kasrıganın suçlulan korkutmak, günah işliyenleri tövbekâr etmek için vukua geldiğine ise o devrin hem alimleri, hem cahilleri iman getirmişlerdi. O kasırga bir öğleüstü başlamıştı, Ma cuncu hamamı ardmdan yüz göstererek yol üstündeki ağacları devirip, harab evleri yıkıp Nuridede mescidi üzerine çullanmış ve oradan Mollagürani camisini sarsarak, kurşunlannı silip süpürerek Muradpaşa camisi tarafına saldırmıştı. îstanbul, birkaç gün önce de korkunc bir fırtına atlattı, Karacaahmedin servileri, bekçilik ettikleri mezartaşlan gibi, yere serildi. Mavnalar, motörler, yelkenliler battı, Unkapanı köprüsü, fırsattan istifade ederek, ihtiyar belini kurtardı, geziye çıktı, birçok minareler açıkbaş kaldı, bu, eski devirlerde olsavdı mutlaka kıyamet alâmeti sayılırdı. Halbuki şimdi, temaşa ve musahabe mevzuu oluyor, sadece konuşuluyor. Bir kayıkçı, belki okur yazar olmıyan bir kayıkçı, beni Haydarpaşaya götürürken sözü fırtınaya getirdi: Yaman yeldi, dedi, fakat hoşuma gidiyordu. Çünkü bana bizim ilden, bitim köyden selâm getiriyordu. Bu sözde müspet değişiklikleri göste ren bir ışık, hurafelerden uzaklaşmış bir neslin şen pınltısı vard'. M. TURHAN TAN tonun tahta üzerinde çalışan amele demek olduğu yazılıdır. [3] Divanü LugatitTiirk; Atalar sözü; Kamusu Türki; Türk dili. [4] Radlof. İ «Çağatay ve Azeri lehçeleri»; Buyük Türk Lugati. «Çağatay ve Aze. ri lehçeleri>. [5] Divanü LugatitTürk; Radlof L «Karakırgız ve Cağatay lehçeleri». [6] Derleme fişleri. [7] Derleme fişleri. [8] Fransızcada sondaki «e» muet ori. jinde «eğ» dir [9] Kamusu Türkî, Lugati Naci. [10] Kamus Tercumesi, Ahterii Kebir. ARCH TECTE tki güzide artistimiz Nimet Vahid ve Nurullah Şevket îstanbul Konservatuarı bu sene, ha kikaten büyük bir faaliyet içindedir ve çok iyi tertib edilip çok ehil san'atkâr Iar elile icra olunan konserler pek mu vaffakiyetli olmaktadır. Bu cümleden olarak yarın akşam da, Şehir Tiyatrosunda, maruf artistlerimiz Nimet Vâhidle Nurullah Şevketi din leyeceğiz. Bu şan konserinin programına müntahab parçalar konmuştur. Ni met Vahid, Haydinin Mevsimlerinden «Hannah» m ariasmı, Massenetnin «Manon> operasmdan Manonun ariasını, Rimsky Korsakoffun Snegourtchka operasından ariayı, cFaust» operasından «Margerite» in ariasmı, cToska» opera smdan Toskanın ariasını, <Madame Butterfley> operasından Butterfleyin ariasını (türkçe olarak) söyliyecektir. Nurullah Şevket te Carissiminin Vittori ve Handelin Largosunu, Weberin «Freischutz» operasından, cKaspar> ın ariasını, Verdinin <Simon Boccanegra» operasından ariasını, Gomesin cSalva tor Roza> operasından Ducun ariasmı, Gounodun <«Faust> operasından «Mephistophales> ariasmı (türkçe olarak) taganni edecektir. Mozartın «Don Juan» operasından Don Juanın ve cZerline» in düosunu da her iki artist birden söyliyeceklerdir. yok demektir. Bizzat Mediyi dolaşmış ve Babil ar şivlerinde çalışmış olan Heredot, bu sahte Semramisten bahsetmiyor ve (Ek batan) şehrinin banisi olarak Türkme nistanh ilk împarator Diojesi gösteri J yor. Bu zamana kadar Medi bütün Türk halklarında olduğu gibi, parça parça ve müstakil krallıklar halinde idare edil mekte, harb ve tehlike vukuunda da bunlar aralarından kendilerini idare edecek muvakkat reisler ve kumandan 1ar tayin etmekte idiler. Fakat Asurilerin tegallüb ve tasallutu karşısmda kuvvetli bir imparatorluk kurmağı lü zumlu gören, Medi halkı, orada hâkimlikle geçinen ve adaletile büyük bir şöhret sahibi olari Diojese impa r atorluğu kabul etmesi için müracaat "tmişlerdir ve Heredotun naklettiğine göre Diojes bunların teklifini bir takım şartlarla kabul eylemişti. 1 Kendisine payitaht olmak üzere bir şehir inşa edilecek. 2 Burada kendisini halkla temas ettirtmiyecek bir saray vücude getirilecek. Bu ikinci maddedeki talebi, halk tarafından fazla iz'aç edilmemek, böyle ce de masalihi ammeyi rahatsız edilmeden görebilmekti. Talebleri kabul edi lerek (Ekbatan) şehri vücude getiril di ve orada Türk mimarî ve sanayiinin en yüksek derecesini gösteren yedi yıldızlı büyük sarayı bina edildi. Taleblerinin yerine getirildiğini gören Diojes teklifi kabulle Medinin ilk imparatoru oldu. Pek tabiî bir surette itimad etmemız icab eden Heredot, Semiramis yerine bize (Ekbatan) ın hakikî banisini göster mektedir. Şu halde Semiramis efsanesi nereden çıkmıştır? Bunu da ikinci makalemizde tetkik edeceğiz. II. İTECTÖN, TEKTON Kelimenin ikinci unsuru olan «tecte» sözü ile bunun aslı denilen «itecton» (constructeur), «tekton» (ouvrier) keIimelerinin türkçe bakımından analizini yapalım: (1) (2) (3) (4) (5) I.Tecte : eğ+it+ek+et+eğ [8] II.Itekton, Tekton: eğ+it+ek+et+on YAHYA BELUE tu: Bu, on sekizinci asırdan kalma kız, kim, Allahaşkına? Evdekiler, ona tuhaf tuhaf bakmışlardı: Büyük teyzenin torunu, ayolî Ali Tunc da bu yakm akrabaya tuhaf tuhaf bakmaktan kendini alamıyordu: Bu asırda böyle bir kız bulunabileceğini doğrusu, hayalime bile getir mezdim. Fakat alayla başlıyan merakı, zaman geçtikçe ciddileşmeğe yüz tutmuştu. Solmaz, göründüğü gibi değildi. Soluk elâ gözleri, incecik toplu ağzı, boyasız yüzü, hiç göz kamaştırmıyordu. Zayıf vücudü, ince beli, küçücük ayaklan göze çarpmıyordu. Başını öne iğerek tutuk tutuk konuşuşu, belki zamana göre gü lüncdü. Lâkin Ali Tunc, bu silik, soluk, pısı rık genc kızda birşey keşfetmişti; onun içi vardı. Gizli duygulan, çok kanşık sanılan hâdiseleri, ince nükteleri, öyle kavnyor, seziyordu ki karşısındakinde de (1) Eğ: Yapmak, inşa etmek («ay» gibi) anlamına köktür. 2) ît: Kök anlamını yapan, yaptıran veya onun yapılmış olduğunu gösteren ektir. (3) Ek: Kök anlammın kendi üzerinde yapılmış olduğunu gösterir. (4) Et: Bu anlama sahib olan unsuru işaret eder. (5) Eğ: Kelimenin manasını tamamlar ve isimlendirir. «Eğiteketeğ», son morfolojik ve fonetik şeklile «itekte»; inşa edici (constructeur, ouvrier) demektir. No: 1 Kelimenin (I.) inci şeklinde sonda bulunan fransızca (e muet) orijinde (eğ) dir. Not: 2 Kelimenin (II) nci şeklinayni kavrayış, ayni seziş olursa; alay, omuz silkiş, aldırmayış, derhal mevkiini alâkaya ve saygıya ciro ediveriyordu. Solmaz, içli, ve her içli insan gibi ince anlayışlı idi. Süsten, şıkhktan anlıyordu; fakat buna düşkün değildi. Onun da belki hayattan, insanlardan, vak'alar dan, hâdiselerden şikâyetleri vardı; fakat bunlan sükunetle karşılamağı, miskince değiî. ağırbaşlıhkla hazmetmeği biliyor du. Uusallığı, kadere, kısmete, tesadüfe boyun iğmekten ziyade, neticeyi bekliyora benziyordu. Sevgisi, bir nisan güneşi gibiydi; şefkati, ılık yaz geceleri gibi insanı sanyordu. Ali Tun, bu başı b'nünde, uysal, utangac kızm, en büyük kuvvetini, susuşunda, susmağı bilişinde buluyordu. Onun bazan öyle susuşlan vardı ki kuş beyinli birçok kadınların birer silâh gibi kullanmağı ahmakça âdet edindikleri gözyaşlarını, hıçkırıklan, yaygaraları, ayılıp bayılmalan, gürültüleri, kavgalan, gülünc, maskara /. N. D1LMEN [1] Larousse du XX. eme siecle. [2] Litre lugatinde kelimenin etimolojisi şöyle gosteriliyor: Arho = kumanda etmek (arhont fcelimesine bakmız) 4 tek. ton = genel olarak işçi ve özel olarak doğramacı; «architecte> kelimesi de doğramacılar ustası manasınadır. «Dictionnaire etymologique de la langue française> de kelimenin Iransızcaya 1510 tarihinde girdiği, lâtince architectus, arc hitectonicus, architecturadan ve bunun da grekçe arkhitectöndan geldigi ve tecedecek kadar ağır ve korkuncdu. Yalan gözyaşlanndan, yalan hıçkırıklardan, yalan ayılıp bayılmalardan, kaba gürültülerden, yırtık yaygaralardan, iğ renc kavgalardan usanc getirmiş olan Ali Tunc, Solmazla evlenmeği iyice aklına koydu ve onunla nişanlandı. Ali Tuncu yakından, uzaktan tanıyan bütün akrabalan, dostlan, buna şaştılar, şaştılar ve bir türlü inanmak istemediler. Buna şaşmıyan ve inanan bir tek kişi vardı: Solmaz! Bunu anladığı gün, Ali Tunc, ölçüsüz bir sevinde sıçradı: Tam istediğim, tam bana göre bir kadın! Ali Tunc, bugünden sonra, artık eskisi gibi ilerisini karanlık ve kanşık görmü yordu. Solmazın yanında, umduğu rahatı bulacağına emindi ve birkaç aylık denemesi de, Ali Tuncun, ihtimallerinde, ümidlerinde yanılmamış olduğunu göster mekteydi. Ali Tunc, fırsat buldukça ni şanlısına uğruyor, onunla küçük gezinti Beyaz taş Üzerinde Anafol France'ın şaheserlerinden Çeviren: Servet Yesarioğlu Çarşambaya başlıyor er yapıyor, yahud saatlerce tath tatlı konuşuyordu. Solmaz, Ali Tuncun gelmediği günler için birşey sormuyor, söylemiyordu; Ali T u n c ne derse, inanıyor, belki de inanmış görünüyordu. Onun bu uysallığı, Ali Tuncu minnetle dolduruyor ve Solmaza karşı duyduğu saygı ve sevgi, gün geçtikçe çözülmez bir bağla bağlanıyordu. Solmazın, birçok nişanlı genc kızlar gibi şımanklıklan, delişmenlikleri yoktu. Zamana göre bir hak sayılan bu şımarıklıklar, bu delişmenliklere, Solmaz, kapılmıyordu. O, inanmasa bile, inanmış görünmekle, Ali Tunca, inanmanm huzuru, zevki kadar; inandırmanm huzurunu, zevkini de aşılıyordu. Bunu sezen Ali Tunc, Sol maza karşı, daha az yalan söylemek, daha az aldatmak ve daha çok inandır mak, samimî olmak ihtiyacını duyuyordu. Aşk ve maeera romanı tizüh Yazan: MAHMUD YESAR1 18 Sana vereceğim îşler var... Sakin, Eeni görmeden bir yere »avuşma... Ali Tunc, yan odaya geçti; bir köşeye büzüldü; arkadaşlarınm goz, kaş oynatarak, kısık sesler, el işaretlerile ta kılmalanna aldırmadı; önüne bir deste kâğıd aldı, cebinden kurşunkalemini çı kardı, meşgul görünmek istedi. Solmaz, niçin telefonla aramıştı? Son' ra, matbaaya ne diye gelmişti? Ali Tunc, buna inanamıyordu; içine i * nanmak gelmiyordu. Solmaz, sessiz, soluls y» pısınk denecek kadar utangac bir kızdı. Evinde, çeşid çeşid hizmetçiler olmasına rağmen, biçki ile, dikişle, çiçek lerle, hatta kümeslerle uğraşırdı. Ali Tunc, îstanbulda ve Avrupada, hep anac, acar, yırhk kadınlarla düşüp kalktığı için, bıkmış, usanmış ve hatta serbest, delişmen aile kızlarından bile ürkmüştü. îstanbula geldigi zaman, evlerinde bir gün Solmazı görmüştü. Omrünün en çok yıllan dışarıda ve ailesinden ayn geçen Ali Tunc, uzaklan şöyle dursun, yakın akrabalannı bile tanımazdı. Solmazı görünce, merak edip sormu$ (Arkan var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle