17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
31 İkincikânun 1936 CUMHURIYET LORRAİNE ORDUSUNUN SİMONU! Fransanın eski ve en gözde casuslarından Matild hatıralarını anlatıyor Belçikada meşhur Alman casusu von Gebstattelin mahremi esrarı olmuştum Fransız Rivierasının en güzel köşesi olan Cannesde, dünyadan elini eteğini çekmiş, dostlan ve düşmanlan tarafmdan unutulmuş yapyalnız yaşıyan bir kadın vardır; bir Mata Hari, yahud bir Marthe Richard kadar şöhret kazanmamış olmakla beraber, Harbi Umumide, Fransanm en gözde casuslarından biri sıfatile çalışmış bir kadın! Bundn on beş sene kadar evvel, hatıratından bir kısmını neşretmiş ve Leon Daudet bu kitab için yazdığı başlangıcda, «Bu kitab harb hakkında yazılan eserlerin en güzellerinden ve en fecilerinden biridir» demişti. Besinci konser Çok parlak ve muvaffakiyetli oldu Dil üzerinde çalışmalar ö ü ü «Elektrik» sozunun muhtelif tahlilleri IV. Yalabuk = dirahşan, lemadar, rahşan. V. Yaldırmak = iltima etmek. VI. Yaldıramak = ziya vermek. VII. Yaldırgan = rahşan. VIII. Yaldırıcı = Muzi. IX. Yaldız = cilâ. X. Yalın = alev, şule. XI. Yahnlanmak = iştial etmek, şulelenmek, müştail olmak. XII. Yallı = şuledar. XIII. Yaltamak = Lemean etmek. Not: 3. (Yaltırık) kelimenin tam medlulü iki şeyi biribirine sürtmek sure tiyle elde edilen şule ve ziyadır. Elektrik de müspet ve menfi iki kutbun karşılaş masıyle zıya saçan bir kuvvet olduğuna göre. elektrik şuağı yaltınktan başka bir şey değildir. İlk ateş yakma vasıtası olarak kullanılan şeyler iki taşı birbirine sürtmek, daha sonra, demir bulunduğu zaman, bir taşı bir demire sürtmek oldu|una göre, bu manaya Türk dil jenisinin bulup çıkardığı (yaltırık) sözü sonra keşfedilen (elektrik) adının da kaynağı olmuştur. Bu isim, Grekçe elektrin ve lâtince eiektrum ile birdir. Ancak bunun «sarı kehliban> demek olduğu yolundaki zanna mahal yoktur. Grekçe ve Lâtince denilen sözlerin etimolojik şekillerini (yaltınk) ve (elek trik) sözlerinin etimolojik şekilleriyle karşılaştırınca hakikat meydana çıkar: Şaka niyetine! Mütenekkiren gelmiş Şahsî meziyetlerine bir de müzisyenliği ilâve etmiş olan arkadaşımız Nadir Nadile geçenlerde bir konserdeydik ve Hasan Feridin galiba bir sonatını dinliyorduk. Bu parçanın programdaki tarifi «ulusal müzik» için bir tecrübe olduğu tarzındaydı. Kıyafetlerin şahıs ve millet manzaralarında yaptığı aşırı değişiklik malumdur. Prensip ve usuller de san'atta ayni şeyi yapıyor. Alemdar Mustafa Paşayı Ingilizlerin Admiral of Fleet dedikleri büyük amiral üniformasile, yahud Yavuz Selimi akademi Fransez elbisesi içinde görmeği bilmem hiç tahayyül ettiniz mi? İnsana gülmekle beraber yadlrgamak hissi de geliyor. Iç bizim amma zarf değişik ve asırların kökleştirdiği itiyadlara dilini çıkaran bu değişiklikte gayriihtiyarî, nasıl diyeyim, bir nevi oynaklık kırıtıyor. Hasan Feridin sonatı çalınırken de bir arkadaş Nadirin kulağma iğilerek: Yahu, dedi, bu aşağı yukarı Mahur peşrevi sibi birsey! Tabiî öyle, ulusal musiki başka türlü nasıl olur? Salon yan karanlıktı. îki nağme arasında firarî gibi çıkan bu cevabla yüzündeki çizgilerden Nadirin ciddî mı söylediği, lâtife mi ettiği pek belli olmadı! Evvelki Akşam da Cemal Reşidin kuartetini dinliyorduk. Yazık ki arkadaşımızın san'atkâr rehberliğinden mah rumduk. Fakat alaturkaya epey idman etmiş olan kulaklanmız, eserin şurasında evcârâdan bir karar, burasında hicazkârdan bir akıs sezer gibi oluyor, vakit vakit teravi namazından sonra okunan salât ve selâmların, türkçe öğrenmiş bir Alman telâffuzile, idgamlı homurdanmala rını zaptediyordu. Hele gittikçe şişmanlayıp ortasından şafak atmış saçlan ve baga gözlüklerile 'laha ziyade bir felsefe profesörünü andıran sevgili Mes'ud Ce mil, viyolonselile müştereken sallandıkça Allah taksıratımızı affetsin mevlevihane pesrevini filân hatırlamamak elden gelmiyordu! Eserin çalınışı bittikten sonra salon müthis bir alkış fırtınasile uğuldadı. Halk ve talebe, bestekân istiyordu. Biraz sonra genc üstad, yazlık bir kostümle sahnede göründü. Arka sırada bir dinleyici arkadaşına fısıldıyordu: Hazret herhalde basına geleceğini bilmivordu, acaba niçin böyle revüye çıkar gibi yazlık kıyafetle cıkh? Kimbilir, belki rn" ' ' • el * mistir de... Lorraine ordusunun «simone» a Şimdi, aradan yirmi sene geçtikten sonra, bu elli beş yaşındaki ihtiyar kadın, bana, deruhde ettiği «üç vazife» yi anlatırken, bazan, kendisi de, oturduğu mütevazı aile pansiyonunun sükununu ihlâl eden bir heyecanla haykırıyor: « Ancak bir kaç kelime almanca bildiğim halde, ne nüfuzlu dostlarım bulunduğu, ne de bir Mata Hari gibi genc ve güzel olmadığım halde, ve ancak akli selimimin, hatta ekseriya bilgisizliğimin sevkettiği yolda yürüdüğüm halde, kurşuna dizilmeyişim bir mucizedir.» diyor. Bir zabit vekilinin dul kansı olan Madam Mathild üç çocuk anasıydı. Vatan sevgisi veya sadece merak saikasile bin lerce erkeği bir o kadar hatta belki de fazla sayıda kadını kendine çeken, ve içine girenleri nadiren sağ bırakan «mesleğe» karşı, harbin ilk günlerindenberi kendisinde bir heves duyuyordu. 1914 kânunuevvelinde, Fransız casusluk teşkilâtına hizmete girdi ve az zaman içinde aldığı «Lorraine ordusunun Simoneu» lâkabı, bir efsane gibi dillerde dolaşma ğa başladı. Kendisine verilen ilk vazife, o zaman Alman işgalinde bulunan Metz şehrine gitmek oldu. îsviçreden geçmesi mümkün olduğu halde o, düşman hatlarından dolaşmağı tercih etmişti. Tevkif edildi. Almanca bilmediği için, derdini fransızca o Harb ortasında çikolâta ve şeker kaçakçıltğt larak anlatb ve hayatını, çocuklannın hayatını kazanmak üzere, keza işgal alAz zamanda, Gebstattelle dost olduk. tında bulunan, Brüksele gittiği masalını Onun da benim hakkımda beslediği iti okudu. mad selefinin itimadı kadar fazlaydı. Önce kendisini deli zannettiler, sonra, Bir gün, Fransaya gitmek üzere Metzten kendini deli gibi göstermek istiyen bir ca hareket ettiğim sırada, Gebstatte bana sus olduğuna hükmedildi. Fakat, masalını dedi ki: Madam Pariste herhalde birkaç o kadar safiyet ve inancla tekrar ediyordu saat kalacaksınız, değil mi? ki, herkesi inandırdı. Hatta bir Alman Tabiî, efendim. zabiti, kendisine, Almanya hesabına o Sizden bir ricam var. Bana bir kularak Fransa aleyhinde casusluk etmesi tu şeker ve çikolâta getirebilir misiniz? teklifinde bulundu. Bunun için Pariste durmağa lüzum Alman casusu yok. Meselâ Nancyde gayet nefis çikoMadam Mathilde Lebrunü kendi ağ latalar ve şekerler vardır. Şüphesiz. Fakat ben rasgele çikozından dinliyelim: lâta istemiyorum. Marquis şekerlemeci Sevincle haykırdım.. Daha doğrusu sevincimi saklamağa çalıştım. Bu tek sinin çikolatalarından istiyorum. Sakın lifin rezalet olduğunu söyledim, Fransız Marquire de Sevigneden yahud Boissierden almayın, Marquisden olacak. olduğumu hatırlattım ve vatanım aleyhinVon Gebstattelin, harbin en cıvcıvlı de casusluk etmek hususundaki teklifi zamanında, 1915 nisanında, Parisin en reddettim. Maamafih, zabitin bana tekmeşhur şekerlemecisinden getirteceği bu lif ettiği şey, yeni atıldığım hayatta, beçikolataları, Berlinli bir güzele hediye enim için bulunmaz bir fırsat, bir idealdi. deceği tahminile, kendi kendime epey aAlman casusluk teşkilâtı mensublannın lay ettim. Gebstattele, tabiî, çeşerlemeleri mahremi esran olacak, bütün masraflan getireceğimi vadettim ve Fransaya gelir mı onlardan alacak ve rahat rahat Fran gelmez, âmirlerime, vaziyeti anlattım. sa hesabına çlışcaktım. Onlann tavsiyesi üzerine, bir kutu MarKomediyi sonuna kadar oynamak az quis çikolatası almak için Nancyden Pamindeydim. Teklifini reddettiğim zabit:' rise ve Paristen Nancyye bir seyahat yap Şu halde, Madam, dedi, sizi şimdi tım. (Arkası yarın) ne yapalım? Sivil mahkemeye yollasak orası, buraya iade edecek. O zaman, sizi, kemali teessüfle kurşuna dizmeğe mecbur olacağız. Böyle bir ihtimal elbet hoşuma gitmi Yukarıda Mes'ud Cemil ve Muhittin Sadık, aşağıda İzzet Nezifı, Cemal Reşid. Âli Sezin yordu. Konservatuarın beşinci konseri evvelki Müstakbel âmirim olan bu zabit, muakşam Saray sinemasında büyük muvafkavemetimin gevşemekte olduğunu görü fakiyetlerle verilmiştir. yordu. Son bir ısrarda daha bulundu: Türkiyede ilk defa olarak böyle bir Ajanlanmıza karşı son derece cö konsere iştirak eden Konservatuarın 80 merd davrandığımızı tabiî bilirsiniz Ma kişilik korosunu san'atkâr Muhittin Sadık dam, dedi, seyahat başına, kendilerine, idare etmiştir. Güzide viyolonselistin yabazan üç, dört bin frank verdiğimiz olur. rısı kadın, yarısı erkek olan bu koro he48 saat mühlet istedim. Bu mühlet yetini yetiştirmek için çok emek sarfettigeçtikten sonra, teklifi kabul ettim. Yüz ği, fakat tam manasile muvaffak olduğu başı B. bana elini uzattı. Bu hareket, Al anlaşılıyordu. man servisine kabul edildiğim maaasını Koro evvelâ yalnız, sonda da orkestra taşıyordu. Beni Lorracha götürdüler ve refakatile Handelin, Haydnin korolarını İsviçreye seyahat edebilmek üzere elime pürüzsüz şekilde teganni etmiş ve çok al250 frank ve bir pasaport verdiler. 2 kâkışlanmıştır. nunusani 1915 te Fransız hududunu geçProgramda Mozann ve millî beste tim. kârımız Cemal Reşidin bir kuarteti de Von Gebstattelin mahremi esran yardı. Bunlar Âli Sezin, Mes'ud Cemfl, îlk giriş çıkışlarım hiçbir güçlüğe uğ İzzet Nezih ve Kavafyan heyeti tarafınramadı. Almanyadan Fransaya kıymetli dan mutlak bir ehliyetle icra edildi. Cemalumat getiriyor, Alman şeflerime, mal Reşidin eseri Türk motifleri de işleFransadan, bilhassa uydurulmuş, haki nerek yapılmış tam bir Türk karakteri takatte hiçbir kıymeti olmıyan havadisler, şıyordu. Bestekâr ve müzisyenler tezahürat denilecek derecede hararetli alkışlaripuclan veriyordum. la karşılandılar. Halkm ısrarile Cemal Maamafih, Alman âmirlerim benden Reşid sahneye çıkarıldı ve takdir edildi. gitgide daha memnun oluyorlardı. ÇehreKonserin büyük mes'uliyet hissesini üzemin safiyeti, Alman lisanındaki bilgisiz rine alan Muhittin Sadıkı bu sütunda billiğim onlara sonsuz bir itimad veriyordu. hassa tebrik etmek isteriz. Onun şahsında Bir gün âmirim yüzbaşı Reibel bana de ince bir viyolonselistle beraber mahir bir di ki: şef hüviyetini de görmek bizim için bü Madam, servis değiştiriyorum. Si yük bir kazanc ve iftihar vesilesidir. ze halefimi takdim edeyim. Umid edeCemal Reşidin kuartetine gelince, gerim ki, onun maiyetinde bulunduğunuz çen yıl Viyanada çalınıp takdirler top müddetçe, benimle beraber çalıştığınız lıyan bu millî eser hakkındaki san'at krikadar iyi çalışırsıniz. Hakkmızda tevectiklerini erbabma bırakarak diyeceğiz ki cühlerimi esasen kendisine söyledim. Bigarb mezürlerin içinde bir Türk müziği ze olan hizmetlerinizin hepsi hakkında yaratmak yolunda genc bestekâr hem bir kendisine malumat verdim. piştar olmuş, hem de muvaffak bir nü Bu halefin, Alman casus teşkilâtmın mune vermiştir. Bu itibarla kıymetini en meşhur adamlarından Gebstattel ol Türk musiki tarihi ayrıca kaydedecek duğunu gördüm. tir. Besteyi sazlarına hâkim hakikî san'atkârlar kudretile icra eden ve yaşatan üstad Mes'ud Cemil, Âli Sezinle arkadaş ları içinse takdirden baska söylenecek birşey voktur tabiî... Kelimenin etimolojik şeklini ve onun altına ne olduğunu söylemeksizin başka bir etimolojik şekli yazalnn: (1) (2) (3) (4) (5) (6) eğ + el + ek + i t + i r + i k ay+alığ+ıt+ır+ık (1) Eğ, ay: Birinci ana kök, ikincisi doğrudan doğruya onun yerine geçebilen birinci derece prensipal köktür. îkisi de «zıya, ışık, aydmlık» anlamlarınadır. (2) El, al: (. + 1 ) ; ektir. Kök mefhumunun geniş, engin, genel, yaygın bir sahaya şümulünü gösteıir. (3) Ek, ığ: Bu şamil mefhumu üzerine alan süje veya objeyi gösterir unsurdur. ( E ğ + e l + ek=Eğelek) : «engin bir sahaya yayılmış bir ışık» demek olur. Nota: 1. Bu kelimeye doğrudan doğruya Türk lehçesinde bu mana ile rasthyamadık. Fakat mananın doğrulu ğunu göstermek için şu iki şekli karşılaş tırmak kâfidir: I. e ğ + e l = e k II. ığ+ü+ık II. numaralı kelimede ana kökün anlamı «sıcaklık» tır. Ana kök kendisinden sonra eglen ekle kaynaşarak kelime hep bildiğimiz «ılık» şeklini alır ki sıcaklığı en geniş sahaya yayılarak azalmış olan süje veya abje demektir. Buna kıyasen I. numaralı kelimenin de ışığı en geniş sayaha yayılmış olan obje demek olacaeına kolaylıkla hükmedilir. (4) ît, rt: yapıcılık, yaptırıcılık, ya pılmış olmaklık anlamlariyle mefhumu tamamlıyan bir ektir. Geniş ve umumî sahaya yaygın zıya mefhumunun husule gelmis olduğunu anlatır. (5) İr, ır: ( . + r ) ; ektir. Mefhumun kat'î ve muayyen bir noktada temer küz ve tekarrürünü ifade eder. (6) İk, ık: Mefhumun üzerinde tekarrür ettiği, süje veya objeyi gösteren prensipal unsurdur. Bu analize göre: 1. Elektrik: gayet geniş, umumî müphem bir sahaya yayılmış olan ziya nın muayyen bir obje üzerinde tesebbüt ve tekarrürünü anlatır. 2. Demin ne olduğunu söylemeksizin etimolojik şeklini yazdığımız keli meyi oyuyahm: Yaltırık = nur, zıya demektir [ 1 ] . Not: 2. «Yal» monosılâbıyle bundan çıkan sözlerde hep ışık aydınhk, parlaklık mefhumlan vardır. Burada şu birkaç misali gösterelim: I. Yal = mücellâ. II. Yala = siraç III Yalabımak = iltima etmek, lemean etmek. Yaltırık: Elektrik: Elektron: Elektrum: (1) (2) (3) (4) (5) (6) aylal + ığ+ıtırık eğ+el+ek+it+ir+ik eğ+el+ek+it+ir+onf'J eğ+eliek+it+ir+um Görülüyor ki bu sözlerin hepsi de gayet geniş bir saha üzerinde yaygın bir halde husule gelen ve muayyen ve müspet bir noktada temerküz ve tekarrür eden zıya demektir. /. N. DİLMEN [1] Uygur metlnleri; Uygurika ve uygun endeksi. I. Lehçei Osmanî. II. Turk Dilı Lugati. III. Babus, Burhanı katı. IV. Dede Korkut kitabi; Bab V. Balkar lehçesi VI. Musarrihatülesma VII Bahr.ül.garaip. v n i . Musarrihatülesma IX. Kamusu Türki. X. Uygur endeksi; Karayim metinleri. Türk dili lugati; Kamusu Türkî; Çağatay lugati; Pave dö Kortey lugati. Xİ. Biyanki lugati; Kamusu Turki; Ks. raus tercumesi; Ferhenknamei sâdi; XII. Kamusu Türkî. XIII. Divanı lügatittürk. [•] Buradaki (n) koonsonu (ğ) den dc. ğişme olarak manayı tesbit rolünü yap . maktadır. Yeni ırk! Mısır zabıtası nümayiş yapanlann üzerine mürekkebli, fakat «zarar vermiyen» bir mayi sıkıyormuş. Ancak mürekkebin rengi her gün değişiyormuş. Bugün mavi yann yeşil, ertesi gün kırmızı, (tabiî Mısırlı kardeşlerimizin rengi dolayısile siyah ve gri mürekkeb kullanmağa lüzum görülmüyordur!) daha öbür gün visne çürüğü, ve saire... İşin asıl fecaati ise Mısır zabıtasınm vatandaşlanna püskürttügü boyalann sabit oluşundadır. Meselâ bir gün tam bir tulumba muhteviyatile mec burî ve enstantane bir duş yaptınhveren fellâh artık ömrünün sonuna kadar an kuşu gibi masmavidir, beş on gün sıra ile nümayislere iştirak eden babayiğitler ise 2 metroluk bir alâımı sema; yahud su echantillon sons valeur dedikleri çeşidli kumaş parçalarından mürekkeb bir al büm!. Burun kırmızı, yüz yesil, alın erguvani, kulaklar beyaz, boyun filizi, ense kızıl, saçlar mavi ve eller kanarye sansı... Bize garib geliyor amma kimbilir, Avrupa kadınları bu res^am paleti gibi rengârenk erkeklerde belki ayn bir sexanel bulacaklardır ve o vakit bu nadir polinka kahramanları Malezva papağanları kadar kıymet kazanacaklardır! Mısır zabıtası farkında olmadan yeni bir ırk ve beşerî desen yaratıyor! Kadıköy Su Şirketi 40 bin lira vergi kaçırmış Kadıköy Su şirketi hakkında yapıl makta olan tahkikat devam etmektedir. Tahkikatın düne kadar gelen safhasına göre şirketin yalnız şimdiye kadar kaçırdığı vergi miktannın 40 bin liraya baliğ olduğu anlaşılmıştır. Bundan başka şirketin damga resminden de bazı yolsuzluklarda bulunduğu görülrmiştür. Bunun için dün damga idaresi, şirket muamelâtını tetkik ettirmek üzere iki müfettiş göndermiştir. Aynca şirketin son zamanlara kadar abonelere verdiği faturalara yapıştırılan pullan da abonelerin hesabına geçirdiği meydana cıkmıştır. Bu cihet te aynca derinlestirilmekte ve damga kanununun son gördüğü tadilât tarihinden bugüne kadar şirketin tanzim ettiği faturalar miktan da tesbit edilmektedir. Bu muamele bittik ten sonra şirketin halktan fazla aldığı para geri ahnacaktır. Şirketin tetkik edilen su tarifesi, 14,75 ten 14,50 ye indirilmek suretile on para ucuzlatılmıştır. yordu: Ben de senin kadar merak ediyo rum. Kimin nesi? Ali Tunç, kaşlarını çatmıştı: Öğrenmesi çok mu güç? Necmi, gözlerini açtı, kumral gence, dik dik baktı: Çok mu güç? derken adeta alay ediyor gibisin... Evet, çok güç... Sen, gazeteciliğine güveniyorsun, değil mi? Sinirli bir kahkaha attı: Daha çok toysun, çocuğum. Av rupada yıllarca gezip tozmuş olmana, elektrik mühendisliğine, sporculuğuna rağmen, daha toysun, çocuksun... Ali Tunç, geniş göğsünü gererek, a layla dudak büktü: Bu iltifat, neden icab etti. Arkadaşı, onu dinlemiyordu: Hemen şimdi, kalemi, kâğıdı elinc al; bir mülâkat, bir reportaj... Oldu, bitti, değil mi? Kolundan tutmuş, sarsıyordu: Bir dene, boyunun ölçüsünü alırsın. Fena atlarsın. Hem bu, gazetecilik Bursada yeni bir Biçki Yurdu açıldı Tezel Biçki Yurdu sahibile talebesinden Bursa (Hususî) Şehrimizde uzun zaman memuriyet veren ve şimdi Ankarada bulunan bir babanın genc ve münevver kızı Mevhibe Tarman, burada «Tezel Biçki Yurdu» adile bir dikiş ve biçki yurdu açmıştır. Anıkara Inkılâb Biçki Yurdundan mezun olan bu genc ve münevver Türk kızı yalnız kendi teşebbüsü ve kendi enerjisile açtığı yurd henüz bir atlatmalanna benzemez. Ali Tunc sinirlenmişti: Canımı sıkma, anlat... Necmi, kayıdsız, içi geniş, gülüyordu: Peşin söyliyeyim, benden git sin... Sana, talihini deneme demiyorum, yalnız başın taşa vuracaktır. Göz ucu ile işaret ederek siyahlı ka dını gösteriyordu: Gözlerine bak! içleri nasıl parlıyor! Bu zümrüd yeşili gözlerin, böyle yangın gibi parlaması ne garib! Işık altında bile karanlıkta parlıyan kedi gözleri gibi ışıldıyor... Koyu parlak abanoz saçlan, beyaz donuk derisini, daha aklaştırıp daha donuklaştmyor.Bu donuk beyazlıkta, zümrüd yeşili gözlerde bir çelik sertliği sezmiyor musun ? Ali Tunc, gözleri"' '•'•^tırdı: Farkındayım, görüyorum. Arkadaşı, omuz silkdi: Senın ıçın söylemıyorum, kendim ıçın söylemeğe de ihtıyacım var. Bu kadın, kimin nesi? Burada, kime soracak olsan, bilmez. Yahud, bilmiyor göriinü bir grup iki aylık olmasına rağmen muhitimizde büyük bir rağbet görmüş, genc kızlar ve hatta evli kadınlar için bir ihtiyacı karşılamıştır. Yurda devam eden kadınlar ve kızlar burada biçki ve dikiş gibi kendilerine çok lâzım olan hayatî bir işin nazarî ve amelî en son modelleri üzerinde çalışmayı öğreniyorlar. ŞAKACI Aşk ve macera romanı Yazan: MAHMUD YESARt 2 Dünkü kısmın hulâsası Beyoğlunda mükellef bir apartıman Kumar oynanıyor. Bütün gözler, tnasa nın başındaki ince uzunboylu, yeşil gözlü, harikulâde kadında.. Salonun ka pısında orta yaşlı bir adamla konuşan kumral ve güzel bir genc söyleniyor: <Ne eşsiz kadın yarebbü* fazla Ali Tavsiye ederim, Ali Tunc, kendini kaptırma... Tunc, arkadaşının omzuna vurdu: Yoksa tanıyor musun, Necmi? ı Necmi, kısık bir sesle: Herkesin tanıdığı, bildiği kadar! dedi. Ve Ali Tuncu, pencerenin önüne sürükledi: Burada rahat rahat konuşuruz. Küçük oda ile salon arasındaki kapıyı gösterdi: İstediğin kadar da bakabilirsin. Ali Tunc, vakit vakit siyahlı kadına bakıyor, arasıra başmı sallıyarak: Bu kadın kim? Biraz anlat... Necmi, gözlerini yumarak gülümsü yorlar... Yalnız, ismini biliyorum; Nilii zerre kadar ehemmiyet vermediği, açık fer! açık görünüyor... Kazandığı zamanlarda, Necmi, içinden çıkamadığı karışık işi gene kılı kıpırdamaz; kropenin, onun öfazla karıştırmaktan bıkmış, usanmış gi nüne sürdüğü fişlere, burun kıvırarak, omuz silkerek bakar. Ne kazanç, ne de bi göğüs geçirdi: Nilüfer, adı; sarışın, saz benizli, kayıb, umurunda değil... Onun, kumar zayıf, çelimsiz, kınk bir genc kız, bir ka oynayışını seyretmek, bir zevk! Ali Tunc, sordu: dın hayali yaratır, değil mi? Bu, gözle Bu kadın evli mi? rinin, saçlannm ve yüzünün renkleri, pa Parmağmda nişan yüzüğü yoK. rıltıları sert, değişik kadına, Nilüfer is Bu, bir şey ifade etmez. mi, pek aykın düşmüyor mu? Giyinişine Parayı nereden buluyor? dikkat et. Sade görünen şu siyah gece Onu da bilmem! Harcettiği paraesvabı, iki çeyiz masrafından fazla eder nın hesabını vermeğe mecbur olmad'.ğı da belki!.. Boynundaki, saçlarındaki plâklara dikkat et. Usta kuyumcu elinden belli! çıkma olduğu, ustalıkla işlendiği, ne bel: Ali Tunc, siyahlı kadına bakıyordu; li!.. Kolundaki bileziğe ve parnvakların ]genc kadın, dirsekleri masaya dayah, daki yüzüğe dikkat et.Hangisi, camekân çenesini avuçlarına bastırmış, dudaklanda görülüb heves edilerek alınmış mücev nın kenarına sıkıştırdığı cigarayı derin herlere benziyor!.. Sonra, fişlerle oyna nefeslerle çekiyor; burun delıklerinden yışına dikkat et. Parmaklarının ucları çıkan dumanlar, donuk. ınci çiceği be yazhğındaki yüzünü havaî mavi bir tü! kirleniyormuş gibi, nasıl, tiksine tıksine gibi gölgelendiriyordu itiyor?.. kaybettiği zamanlar, hiç kılı kıAli Tunc gene kendini kaptırmıştı: pırdamadan, fişleri, kropeye doğru, öyle kayıdsızca ve istihkarla sürer ki, paraya (Arkast var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle